???: [Yapılması gereken şey konusunda karar kılabildin mi, Yorna Mishigure?]
Yorna: […Sen mi geldin?]
Şiddetli savaştan geriye moloz yığınları, yıkık bina kalıntıları ve akıl almaz derecede büyük bir çukur kalmıştı.
Ve bir tepenin üzerinde dikilen Yorna Kaos Alevi İblis Şehrinin Büyük Felaketle topyekûn bir mücadeleye girmesi neticesinde açılan yaraları izlerken ardında bir adam belirmişti.
Yüzü bir oni maskesiyle örtülmüş olan Abel’in sorusunu sorarkenki ses tonu, en ufak bir duygu belirtisinden dahi yoksundu.
Yorna’yla aynı manzarayı görme arzusuyla molozların arasından ağır ağır ilerlerken bile o duygusuz ses tonuyla devam ederek,
Abel: [Sana sunabileceğim şey tıpkı mektupta yazılı olduğu gibi. Yanıtını duyalım hadi.]
Yorna: [Şu trajik manzaraya bakarken söylemen gereken şey bu mu gerçekten?]
Abel: [Teselli sözcükleri size barınak sağlayacak mı ya da acıma göstergesi sığınak olacak mı? Sen de ben de görevini seçenler, imkânı olanlar arasında doğduk. Dolayısıyla bizim bir saniyemiz diğerlerinin bir saniyesiyle eşdeğer değil.]
Yorna: [――――]
Kimseden teselli ya da acıma beklememek; Abel’in seçtiği varoluş şekli buydu.
Ve bunu anlayan Yorna, kendisini onun tavırlarına isyan etmekten alıkoyuyordu. Her şeyden önce, onu duygusal sebeplerden ötürü düşman bellekten hiçbir kazancı olmayacaktı.
Yorna: [Bugün haddinden fazla şey kaybettim zaten.]
Abel: [Şehir, vatandaşlar. Buna bir de bu meseleyi geciktirerek yitirdiğin zamanı eklemek hata olur.]
Yorna: [O, Tanza’ydı.]
Abel: [――――]
Yorna: [Son anda bizleri kurtarmak için kendisini feda eden kıymetli çocuğun… Onun adı Tanza’ydı.]
Diyen Yorna, kimonosundan bir aksesuar çıkartarak Abel’e gösterdi.
Abel o aksesuarı dairesel hareketlerle okşayan kadına göz ucuyla bakarak sessizce aklından neler geçtiğini sorgularken onun sorgulayıcı bakışları yüzünden gözlerinin kenarları hafifçe kısılan Yorna,
Yorna: [Bu aksesuar o kızın ablasının boynuzundan yapılma. Tanza, ablasının cesedinin başında yas tutarken benim için bunu yapmıştı… ve bunun yanı sıra…]
Abel: [――――]
Yorna: [Bu tokalar ve süslemeler de biricik evlatlarımın eserleri. Yuvalarından kopartılan o çocukların, hiçbir şeyi olmayan ve bana borçlarını ödemek için kendilerinden fedakârlık eden o yavrucakların izleri.]
Rengarenk süslemeler, tokalar, çiçekli taçlar, hepsi de İblis Şehri vatandaşlarının armağanlarıydı.
Kimi kendi pullarını kopartmış, kimi tüylerini yolmuş, kimi boynuz ve dişlerini cilalamış ve her birinin armağanlarıyla yaşam tarzları ve minnettarlıkları vücut bulmuştu.
Yorna’nın gözünde bu armağanların hepsi de tüm kıymetli mücevher ve hazinelerden çok daha kıymetliydi ve dolayısıyla kendisine beslenen sevginin hakkını vererek yaşaması gerektiğine inanıyordu.
Lakin――
Yorna: [Tutamadığım daha fazla söz vermeyi göze alamam…]
Abel: [―― Buradan ayrılan Vincent Vollachia ve grubu er ya da geç harekete geçecek. Mevcut durum yüzünden burada hamle yapmayacak olsalar da bir şeyler olması an meselesi. Boşa harcayacak zamanımız yok.]
Yorna: [Peki evlatlarımın taşınacağı yer konusunda ne yapacaksın?]
Abel: [İlk etapta Hisar Şehrini üs olarak kullanmaktan başka şansımız yok. Yol üzerinde karşılaşacağımız diğer şehirleri de ele geçirecek ve bayrağımız altında toplayacağız. Sen ve İblis Şehri vatandaşları sayesinde bu mümkün hale geldi.]
İblis Şehri tesislerinin yitirilişiyle yersiz yurtsuz kalmış vatandaşlara bir yer bulmak zorunluluk halini almıştı.
Abel’in teklifi, karşısındakileri mantıksızlığa zorlayan etkili ve absürt bir teklifti. Fakat Yorna’nın da benzer öncelikleri vardı. Sevdiği kişileri kurtarmak; işte Yorna’yı Yorna yapan şey buydu.
Ve bunun yanı sıra――
Yorna: [Mektubunda yazan arzumu yerine getirmeye tamamen hazır olduğundan emin misin?]
Abel: [Sözlerimi yinelemeye niyetim yok. Bununla birlikte etraflıca düşünmen gerekiyor.]
Yorna: [Etraflıca düşünmem…]
Abel: [Neye öncelik vereceksin, çoktandır dilediğin şeye mi, yoksa kendi “sevgine” mi?]
Yorna, duygularını açığa vurmayan Abel’in sözlerinin ya da daha ziyade tavsiyesinin dayanağı olumlu mu yoksa olumsuz mu bilemiyordu.
Her halükarda o sözlerin etkisiyle kemerinden bir kiseru çekerek bükülmüş ucunu parmağıyla düzeltti ve mor dumanlarını üfledi.
Değer verdiği insanlar aşağıdaki yıkık şehri inceliyor, hayatlarından kalanları, onları ayakta tutan parçaları bir araya getirerek kendilerini olacaklara hazırlıyordu.
Onlara bir barınak sağlamak ve yarınlara uzanan yollarına ışık tutmak Yorna’nın göreviydi.
Takdir hakkını Abel’e vererek Vincent Vollachia’yı―― yo, oymuş gibi yapan sahtekarı tahttan indirmek ve mektubundaki vaadini gerçekleştirmesini sağlamak da.
Yerine getirilecek vaatlerin içeriğine gelince――
Yorna: [――İlk önce anne babaların ölmesi gerekmez miydi, Tanza?]
Evet, kendi kaderini belirleyen o kıymetli çocuk, esip giden rüzgarlara karışan mor dumanlar misali yitip gitmişti.
△▼△▼△▼△
Uzaklaşıp giden mor dumanları izleyen genç kız, oni maskesinin ardındaki adamı selamladı.
Selamlanan Abel ise kaskatı kesilmiş Taritta karşısında hafifçe homurdanarak,
Abel: [Aklın okunu sapladığın bacaktaysa endişelerinin yersiz olduğunu belirtmeliyim. Yara çoktan iyileşmeye başladı bile. Yarına hiçbir şeyi kalmaz.]
Taritta: […Bunu duyduğuma sevindim. Ama endişemin kaynağı o değildi.]
Abel: [Ha?]
Abel’in de belirttiği üzere tepede dikilen Yorna’nın duruşunda fark edilir bir fiziksel rahatsızlık sezilmiyordu. Arkadan görünen kimonosu ve darmadağın saçlarıyla bitkinlik hissi uyandırsa da okla vurulmuş olan sağ bacağı farklı bir aura yayıyordu.
Muhtemelen bunu manipüle ettiği gizli sanatlara borçluydu. Fakat o yarayı açmanın doğurduğu sonuç, yaranın kendisinden çok daha ağırdı.
Elbette ki Taritta da o ağırlığın fazlasıyla bilincindeydi.
Taritta: [――――]
Son saniyede bir seçim yapmak zorunda kalan Taritta, kararı bir oka bırakmıştı.
Mariuli’nin bir Yıldız Gözlemcisi olarak üstlendiği buyruğa uyduğu takdirde o okla Abel’i kalbinden vurması gerekecekti. Bunun ne tür bir sebep sonuç ilişkisiyle Büyük Felaketi yatıştıracağı konusunda hiçbir fikri olmasa da Taritta için en umut vaat edici seçeneğin bu olduğu doğruydu.
Ama ölümüne sevdiği Mariuli’nin yalnızca yıldızlara itaat ederek tanımadığı birine dönüştüğü hesaba katılınca bu, kendi ömrünü kısaltmaktan farksız bir seçim halini alıyordu.
――Neticede Taritta’yı aldığı karara iten nokta da bu olmuştu.
Taritta, Mariuli’yi değiştiren yıldızlardan nefret ediyordu. Dolayısıyla onların söylediğini yapmamıştı.
Aslında sorgulamadan buyruğa itaat etmek Taritta’nın karakterine çok uygun bir şey olabilirdi; neticede o, kendisine ne yapacağının söylenmesinden, yol gösterilmesinden ve başkalarının emri altında olmaktan hoşlanan biriydi.
Ancak Taritta ve yıldızlar, kötü bir başlangıç yapmıştı.
Eğer en başta Mariuli yerine Taritta’yla konuşmuş olsalardı Taritta, ömrünü yıldızlara adayabilirdi. Ama öyle olmamıştı.
Bu nedenle――
Taritta: [――O an geldiğinde hiç tereddütsüz hedefine koşan o geyik kıza destek verdim.]
Seçiminin sonucunda o kız, bir şekilde Büyük Felaketi yok eden o ışığı doğurmuştu.
Karşılığında gencecik yaşında canından olmuştu ve bir zamanlar İblis Şehrinin bulunduğu topraklardaki hasar da göz ardı edilemezdi. Bununla birlikte korumak istediği şeyi korumayı başardığı söylenebilirdi.
Abel: [Ama buna rağmen halinden pek memnun görünmüyorsun.]
Taritta: […Doğru şeyi yaptım, değil mi? Buyruğu yerine getirmeyerek ve seni vurmayarak?]
Abel: [Vurulmamış kişi olarak beni vurmalıydın demem mümkün mü sanki? Seçiminin doğru olup olmadığını söylemek de bana düşmez. Kulağa ne kadar klişe gelirse gelsin seçiminin doğruluğunu yalnızca sonrasında gerçekleştireceklerin belirleyebilir.]
Taritta: […Bu sözler, sana ait değil sanırım.]
Abel: [Haklısın. “Iris ve Dikenlerin Kralı”… Bu klasikten bir alıntı.]
Taritta’nın anlamadığı bir bahsi açan Abel, “Anlamana gerek yok” dercesine kafasını sağa sola salladı.
Sonra da genç kızı baştan ayağa süzerek,
Abel: [Şu anda bile kısmen dehşet içerisinde olabilirsin ama bunun üstesinden az da olsa gelmiş görünüyorsun. Peki ya şimdi ne yapacaksın?]
Taritta: [Emin değilim. Yalnızca o şehre geri dönmek ve ablam ve halkımla konuşmak istiyorum. Merhum ruh ikizimin kızıyla da konuşmak isterim.]
Abel: [Sana buyruğunu devreden bir ruh ikizi, ha… Şimdi kendine neden Yıldız Gözlemcisi demediğin anlaşıldı. İğrençlikleri giderek artan bir grup.]
Taritta: [İğrençlikleri…]
Abel: [Seni kastetmiyorum. Senin genel planını anlayabiliyorum.]
Abel, Taritta’nın mırıldanışlarını bu şekilde yanıtlayarak kafasını çevirdi.
Kalabalık bir insan grubu, harabeye dönmüş sokaklarda yürüyor, zarar görmemiş eşyaları ve işe yarayabilecek materyalleri topluyor, hayatta kalmak için yapılması gereken şeylere öncelik vermeye başlıyordu.
Taritta’ysa İblis Şehri vatandaşlarının yaşam tarzında var olan bu esnekliği hayretler içerisinde izliyordu.
Evet, İblis Şehrinin kökeni düşünülünce bu kişiler zulme, baskıya ve bir şeyleri yitirmeye alışkın olmalıydı. Fakat bu hesaba katıldığında bile――
Taritta: [O insanları, kendi savaşına mı sürükleyeceksin?]
Abel: [Aynen öyle.]
Taritta, bu kısa ve net yanıt karşısında istemsizce dehşete düştü.
En ufak bir tereddüdü yoktu; Abel, bu halkın yıkık topraklarında bin bir gayret verişine tanık olmasına rağmen Kaos Alevine gelmekteki asıl amacına sadık kalıyordu. Ve o, topuklarını gürültüyle birleştirirken――
???: [――Abel-chan düşüncelerinde haklı olabilir ama etrafındaki insanlar ona öyle sessizce itaat eder mi bilemiyorum doğrusu. Tilki hatun bile duygusal olarak bizimle aynı safta yer almakta zorlanabilir, haksız mıyım?]
Diyerek makul bir fikir beyan eden Al da Abel ve Taritta’ya katıldı.
Bir süredir gözlerden ıraktı ama tanıdık miğferini kafasına takıp ağır ağır ilerleyişine bakılırsa normale dönen şey yalnızca boyutu değilmiş gibi görünüyordu.
Al’ın yanı başındaki Medium da yuvarlak, mavi gözlerini Abel’e dikerek,
Medium: [Ben de Al-chin’le aynı görüşteyim. Yorna-chan’ın bizim tarafımıza geçmesi beni mutlu eder ama Tanza-chan’ın ve şehrin başına gelenlerden sonra bunun bir parçası olmak isteyeceğinden pek emin değilim…]
Abel: [Yorna Mishigure felaketin merkezindeki varlığa eşlik eden bizlere ayak uydurmaz mı diyorsun yani? Bu fazlasıyla duygusal bir görüş. O çoktan kararını verdi bile.]
Medium: [Cidden mi? Abel-chin, kadına yine korkunç bir şey söylemedin, değil mi?]
Abel: [Kalpsiz ya da değil, söylenmesi gereken neyse onu söylerim ben. Niyetim açık ve net.]
Abel’in sorusuna yanıt vermekten kaçınarak kurduğu cümleleri işiten Medium yanaklarını şişirdi.
Açıkçası Taritta’nın kulak kabarttığı kadarıyla Abel ve Yorna arasındaki etkileşim duygusal olmadığı gibi hassaslıktan, sakinlikten ve samimiyetten de uzaktı.
Yine de Abel’in Yorna’nın niyetinden diğerleri gibi şüphe duymamasının bir sebebi vardı.
Al: [Yorna Hanımın zayıflığından faydalanmaya dünden razıydın… Neticede bizimle aynı yolda yürümeyi seçmezse dönecek hiçbir yeri olmayan vatandaşlarını koruyamaz, öyle değil mi?]
Medium: [Aman Tanrım…! Sen ve şu kalpsiz cümlelerin, Abel-chin!]
Abel: [Başka bir şansları mı var ki? Diğer tek seçenek, anlamsız bir inatla burada kalıp itler gibi ölmeleri.]
Medium: [Başka şansları olmayabilir ama bunu ifade etmenin başka bir yolu olabilirdi! Bunu neden bir türlü anlamıyorsun!]
Abel oni maskesinin ardından Medium’a buz gibi bakışlar atarken genç kız, sesini yükselterek onu bir yanıt vermeye zorluyordu.
Taritta’ysa Abel’in Medium’un sitemlerine duygusuz bir karşılık vereceğinden emin olmasına rağmen Medium’la benzer hisler taşıyordu.
Bununla birlikte geçmişteki İmparator ve Shudraq Halkı arasındaki anlaşmaya uymayı sürdürdüğü sürece Abel’i kendi haline bırakamaz ve ilişkilerini sonlandıramazdı.
Müttefiklerin taşıdığı duygular, son derece gerçek bir savaş alanında en ufak bir önem taşımazdı.
Al: [Öfkelenmekte haklısın, Küçük Hanım Medium. Fakat ben kendi adıma Abel’in elindeki her şeyi kullanma fikrinden hoşlanmadığımı söyleyemem. Ve Küçük Hanım Yorna yalnızca çıkar uğruna bizimle gelse bile buna herhangi bir itirazım olmaz.]
Medium: [Ben de diyorum ki ben buna şiddetle itiraz ediyorum. Ve artık senden de nefret ediyorum, Al-chin!]
Al: [Küçük Hanım Medium’un benden nefret ettiğini duymak kalbimi yaralıyor. Ama…]
Diyerek cümlesini yarıda kesen Al, bakışlarını Abel ve kendisini izlemekte olan Medium’dan ayırarak yıkık bölgenin merkezindeki devasa çukura dikkat kesildi.
Bu hareket Taritta ve diğerlerinin de dikkatini çeker ve onların bakışları da çukura çevrilirken de,
Al: [İçimizden biri hakkında konuşalım artık. ――Kardeşim hakkında.]
Herkes: [――――]
Al’ın bu konuyu açışıyla halihazırda gergin olan atmosfer biraz daha gerildi.
Bu, herkesin konuşulması gerektiğini bildiği ama aynı zamanda ne söyleyeceklerini bilemeyip gerildikleri bir konuydu.
Öyle ya da böyle――
Medium: [Subaru-chin, nereye kayboldun…?]
Medium’un kasvetli mırıldanışı, Büyük Felaketin yol açtığı daha ufak bir hasara yönelikti.
İmparatorluğun gurur duyduğu koca şehirlerden birinin tamamen yıkılışına ve iki İmparatorun hayatının tehlikeye girişine kıyasla bu hasarın epey önemsiz olduğu söylenebilirdi.
Fakat o hasar, İblis Şehrine gelen grup için göz ardı edilemeyecek düzeydeydi.
Medium: [Yorna-chan gölgelerin Subaru-chin’den yayıldığını söylemişti.]
Al: [İhtiyar Olbart da aynı şeyi söyledi. Sağ elini yitirmiş olmasına rağmen gülümsüyordu. Epeydir tek kolla yaşayan biri olarak buna inanamadım.]
Taritta: [O ihtiyarın tavrına mı? Yoksa söylediği şeye mi?]
Al: [Can sıkıcı olsa da inanamadığım şey tavrıydı. Söylediği şeye gelince, onun doğruluğundan eminim.]
Diyerek dilini şaklatan Al, Olbart’ın sözüne güvendiğini belirtti.
Taritta da o ihtiyar canavardan pek hazzetmiyordu ama yalan söylemek için hiçbir sebebinin olmadığı ortadaydı. Ve belirttiği şey Yorna’nın sözleriyle örtüştüğüne göre gerçek olsa gerekti.
İşte o saniyede Taritta’nın aklına Mariuli’nin son arzusu ve “Kara kaşlı, kara gözlü gezgin” ifadesi geldi.
Subaru’yu ormanda görüp canını almaya niyetlendiği o ilk anda aklında en ufak bir şüphe yoktu. Sonrasında Abel’in varlığını, kimliğini ve köyde esir edildiğini öğrendiğinde rakibini yanlış seçtiğine inanmış olsa da――
Taritta: [Ya…]
Ya Mariuli’nin bir Yıldız Gözlemcisi olarak öngördüğü Büyük Felaketin sorumlusu Abel değil de Subaru’yduysa?
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..