Yaklaşan acının belirtilerini hissetti.
Tatsız bir histi, ama bu dünyaya geldiğinden beri ölüm tehlikesi yaratan yaralanmalarla karşılaşmadan duramıyordu. Bu his ona şunu söylüyordu: sıradaki birkaç saniye galibiyet veya mağlubiyeti belirleyecekti.
Petra’nın çığlığı geçitte yankılanırken, Subaru elini karnındaki iki şişimsi delici şeye doğru uzattı. Onlara dokunduğu an olayın başlayacağını biliyordu. O yüzden bundan önce, aklını inanılmaz bir hızla zorladı.
İki delik, ölümcül yaralar değil. Acı yayılmadan önce hala birkaç saniyesi var. Petra donakalmış. Saldırı nerden geldi? Eli hala kapıya dokunuyor. Yankı devam ediyor.
Ve o anda öldürücü sesi duydu.
――Elsa’nın sesini.
Karanlık boşlukta bir gölge belirdi. Duruşu alçaktı, neredeyse sürünüyordu ve saldırmaya hazırlanıyor gibiydi. Elsa’ydı.
Karnına saplanan şey geçidin öteki ucundan gelmişti. İğrenç derecede doğru bir isabetle tam olarak bağırsaklarına ulaşmıştı. İçinde bir alkışlama dürtüsü oluştu.
Aptal bir düşünce, anlamsız bir fikirdi. Elsa neden burdaydı? Daha vakti olmalıydı. Neden kimsenin bilmemesi gereken bu gizli geçitteydi? Nasıl biliyordu? Tüm bunlar bekleyebilirdi. Soruların zamanı daha sonraydı. Şu anda kurtulmaya odaklanmalıydı, tüm beyin hücrelerini buna zorladı――!
[Subaru: ――SHAMAAAAAAAAAAAAAAAAAC!!]
Silah yoktu, müdahale etmenin bir yolu yoktu, korkunç bir şekilde hazırlıksızdı.
Böyle bir durumda Subaru’nun yapabileceği tek bir şey vardı――ya da bundan ziyade, Elsa’yla karşılaştığı andan itibaren yapmaya karar verdiği bir şey vardı.
Subaru’nun çağrısıyla, hasar görmüş olan kapısı vücudundaki manayı topladı. Subaru’nun öne uzattığı sağ elinin parmaklarından siyah bir duman yayılmaya ―― ve geçidi tamamen karanlığa boğmaya başladı.
Yayılan bu karanlık, gölgeleri kaplayarak Subaru ve karşısındaki tehdidi birbirinden ayırdı ve kırılgan bir sis haline geldi.
[Subaru: ANLAYIŞSIZLIK DUVARI, EĞER BUNU TARTABİLECEĞİNİ DÜŞÜNÜYORSAN DENEDİĞİNİ GÖRMEK İS――Gaaaaaagghhhh!!]
Subaru alaylı cümlesini bitiremeden önce, gecikmiş olan acı onu bir anda vurdu. Sol kalçasından başlayarak tüm vücuduna bir sıcaklık yayıldı, çığlığını beyninin kökünde hissediyordu ve belinin altında kırmızı bir kabarcıklanma vardı. Ayrıca büyü kullanmaya çalışmasının sonuçlarıyla da yüzleşiyordu. Vücudunun kaldırabileceğinden daha fazla mana kullanmıştı, gücünün çekildiğini hissediyor, aşırı bir yorgunluk hissiyle dizlerinin üzerine düşüyordu.
Yine de bir şey onu yığılıp kalmaktan kurtardı.
[Petra: Subaru――!]
Güçsüz ellerinde küçük ve yumuşak bir his duydu. Onun için endişelenen ve gözleri yaşlarla dolan Petra’yı gördü.
Gözlerinde hem anlayışının ötesindeki bu olayın verdiği korku vardı, hem de burnunun ucunda kendisine yaklaşan tehdidi reddediyor gibiydi. Ama her şeyden öte, Subaru’nun güvenliği için endişeleniyordu.
Subaru bunu farkettiği anda, her zerresindeki acı ve kaybolma hissini unuttu. Bu etkiyi kaybetmeden Petra’nın elini sıktı.
[Subaru: Her neyse, hadi kalkalım――!]
İleri gidemeyeceklerine göre önlerindeki tek yol geri dönmekti. Subaru’nun kendisi bile Shamac’ın etkisinin ne kadar süreceğini bilmiyordu. Şu ana kadar tek ilerleme, vücudunun tüm manasını kullanmasına rağmen patlamamış olmasıydı.
Ne olursa olsun, siyah sisin onlara sağladığı avantajın kaçmasına izin veremezdi――
[Subaru: Gukh……. aagahhh!?]
Ayağa kalkıp koşmaya başladığı anda vücuduna yeni bir acı dalgası vurdu.
Gözlerini acının kaynağına çevirdiğinde 4 yeni dartın sağ omzuyla boynu arasına girdiğini gördü.
Neyse ki yaralar derin değildi, ama vücudunda birden fazla dart olmasının verdiği acıyla görüşü hafiften karardı.
[Subaru: Görebiliyor……!?]
Shamac’ın dumanının içini görebiliyor muydu? Subaru bir anlığına bunu düşündü ama olamayacağına karar verdi. Sonra sezgisel olarak, Elsa’nın sisin öbür tarafında ne yaptığını anladı.
Siyah sisin tehlikeli olduğunu algılamış, içine dalmanın riskli olduğunu düşünüp içeriye doğru rastgele dartlar atmış olmalıydı.
Geçit yan yana 3 Subaru’nun sığacağı genişlikteydi. Eğer geçidin ortasına doğru nişan aldıysa ona isabet ettirebilmesi çok normaldi.
Bunu fark ettiği an, Petra’nın kolunu yakaladı ve onu göğsüne sardı. Kız [Hya!] diye cırladı ve tam yoldan çekildiği anda, yeni metal dartlar Subaru’nun üzerine geldi.
Eğer kızı çekmemiş olsaydı tam olarak başına isabet edebilirlerdi.
[Subaru: Siktir et benim hayatımı……!]
Salya ve kan karışımını tükürerek başını salladı ve köşke doğru yöneldi, Petra’yı kolundan tutarak önünden yürütüyordu.
Görüşü acıyla bulanıklaşmıştı. Dünya siyah ve kırmızı renklerde yanıp sönüyordu. İnce mavi ışık önlerindeki geçidi aydınlatmaktaydı. Bu ve kendi gözlerindeki siyah-kırmızı ışıklar dünyasını oluşturuyordu.
Tek bir saldırı ve savunma Subaru’nun tüm enerjisini ve dayanıklılığını alıp götürmüştü.
Bu halde köşke dönse bile bu durumdan kurtulması hemen hemen imkansızdı. Ve gözlerinin önündeki tek umuda bel bağlayarak çenesini sıktı, koşmaya devam etti.
Arkasını döndüğünde korkunç bir his edindi, daha önce defalarca tecrübe etmiş olduğu bir his ‘’Ölüm’’ .
[Subaru: ――――!]
Büyük bir korku vücudunu sararken kara gözbebekleri ölümün izlerini seziyordu.
“Havayı delip geçmek” yetersiz bir tarif olurdu, çünkü gelen bıçak havayı katlederek geçiyordu adeta. Kıvrımlı bıçak -Elsa’nın cephaneliğindeki en büyük ve en ağır bıçak――Kukri bıçağı, kendi ivmesiyle, Petra ve Subaru’nun arkasından muazzam bir hızla geliyordu.
Tepki vermeyi imkansız kılan bir hızdı. Savuşturmak düşünülemezdi bile.
Böyle bir şeyle yüzleşen Subaru, mucizevi bir şekilde, ani bir hareketle elini uzattı.
Sağ elinin parmaklarıyla havadaki bıçağa uzanıp, işaret ve orta parmağıyla yakalamayı başardı――ancak parmakları bıçağın hızını azaltmayı başaramadı ve orta, yüzük ve serçe parmakları elinden ayrılarak havaya uçtu.
Bıçak, Subaru’yu kesmeye devam etti ve bileğiyle dirseğini ikiye ayırdı. Kolunun ayrılan kısmı duvara vurdu ve Subaru’nun kanı geçidi boyamaya başladı. Çığlık atıyordu. Feryat ediyordu. Boğazını kopartabilecek derecede bir ses çıkarıyordu.
Görüşü tamamen kırmızıya dönmüştü. Parçalanmış, eksik eline baktı. Kırmızıydı. Beyaz bir şey gördü. Ama o da anında kırmızıya döndü. Artık kendisine ait olduğunu düşünmüyordu. Gereksiz bir nesneydi, yalnızca acı veriyordu.
Kes onu. Uzaklaş. Yalnızca acı veren bir organa ihtiyacım yok. İstemiyorum. Git, defol, siktir ol. Siktir git! Sadece öl!öl!öl!öl! bir dokunuş.
Bir elin dokunuşunu hissetti. Kendi elinin acısına rağmen ona dokunanın sıcaklığını hissediyordu. Bunu hissettiği an çığlıkları durdu. Beynindeki nöronlar, acıyı hissetme kapasitelerinin çok ötesine geçti, patladı. Acıyı unutmuştu.
Ama sıcaklığı unutmadı.
Kolunu çekti, sesini kaybeden boğazına dokundu ve geçidi kanıyla boyayarak koşmaya devam etti. Bacaklar. Çok ağır. Kollar. Çok ağır. O mu onları çekiyordu, yoksa onlar mı onu? Bunu bile bilmiyordu. Bilmiyordu. Bilmiyordu. Bilmek istemiyordu.
Geçidin sonu. Merdivenler. Yukarıya doğru dönerek çık ve köşkte olacaksın. Köşke girince ne yapacaktı? Ne, nasıl, kim ona yardım edebilirdi, Emilia, Rem ――?
[Subaru: ben…ya..pacağım……!]
Burda bitiremezdi. Henüz bitmemişti. Bitemezdi.
Bir yol bulamadı. Hiçbir şey bulamadı. Uzanmaya çalıştı, ama hiçbir şeyi kavrayamadı. Ancak her şeyi nasıl bir kenara atabilirdi ki?
Yukarıya baktı. Dönen merdivenler çok uzundu. Bacakları karman çormandı. Dili uyuşmuştu. Kolundan damlayan kanlarla canı çekiliyordu. Kayboluyor, siliniyordu.
[???: ――baru-sama!!]
Vahşi bir canavarın çağrısı. Ve yerinden kaydırılan ağır bir nesnenin sesi. Subaru’nun gözlerinin önünde geniş bir sırt belirdi.
Duman ve tozların içinde pahalı siyah bir elbise.
Uzun, altın rengi saçları buzlu rüzgarda sallanıyor.
Kendisine dönen acımasız suratta―― tanıdık bir endişe hissi,
[Subaru: fre…deric……]
[Frederica: Konuşma! Yaraların…… çok ciddi.]
Onu hatırladığı ve adını söylemeye çalıştığı anda Frederica’nın yüzü solgunlaştı. Subaru’nun yarısı parçalanmış koluna acı içinde baktı, ardından bakışlarını kanla kaplanmış vücudunda gezdirdi.
[Frederica: a……]
Duyulamayacak kadar sessiz bir iç çekişle nefes aldı. Subaru’nun hali çok korkutucu ve şok edici olmalıydı. Şu ana kadar beyninden yayılan anestetikler sayesinde acı hissini yitirmişti. Zorlukla nefes alıyor, ağzından bitmeyen salyalar akıtıyordu. Bu bitmeyen sıvılar eşliğinde Frederica’ya bir şeyler anlatmaya çalıştı.
[Subaru: auuoAgh――!]
[Frederica: ――Dikkatli!!]
Karanlığın içinden yeni bir Kukri bıçağı geliyordu.
Ölüme gebe bu bıçak doğrudan Frederica’nın kafasını hedef almıştı. Çeliğin parıltısını gören Subaru sesini yükseltti, Frederica da bir anda göğsünden bir şey çekti. Bir anda―― geçişteki karanlık kıvılcımlarla dağıldı, kavisli bıçak saptırılmıştı.
[Frederica: Anlaşılan bir davetsiz misafirimiz var.]
Bunu söylerken kollarını çaprazlamıştı―― Frederica’nın ellerinde pençe şeklinde eldivenler vardı. Bu sakin tavrına bakılırsa tanıdık bir avla karşılaşıyordu.
Bir bakıma, bu ekipman Frederica gibi biri için çok uygundu. Kollarını önünde tutup hazırlanarak Subaru’ya döndü.
[Frederica: Köşke dön. Tepeye ulaştığınızda sinyal verin. O zaman bağlantıyı keseceğim.]
[Subaru: a…ma……]
[Frederica: Bu yaralarla ancak yolumu kesersin. ――Lütfen Petra’yla ilgilen.]
Ne kadar konuşmak istese de Frederica’nın sözleri onu ikna etmişti. Petra’nın küçük bedenini yanına çekti. Eğer ona tutunursa daha hızlı koşabilirdi. Petra da direnmeden onun koluna girdi ve merdivenlere yönelmeden önce arkalarına baktılar.
[Subaru: ö…l me……]
[Frederica: Tabii ki ölmeyeceğim. ――Daha yolun yarısında bile değilim.]
Subaru bacaklarını sürüyerek merdivenleri çıkmaya başladı. Kıvrımda ilerlerken aşağıdan bıçak sesleri duyuyordu. Dar alan Elsa’yı kısıtlıyordu, doğrudan yüzleşmek zorunda kalacaklardı. Bu durumda Frederica’nın kazanma şansı olabilirdi ―― en azından bu, tutunmak istediği bir umuttu.
Faydasız bacaklarını lanetliyordu. Daha hızlı, daha iyi... O merdivenlerde ilerledikçe Frederica da kaderine yaklaşıyordu. Daha hızlı, daha hızlı, tepeye, tepeye, tepeye, tepeye ――
[Subaru: Ge…l……dim!!]
Tepeye ulaşmış, nefesini toplamış, halıya yığılmıştı. Kafasını geçide doğru uzattı ve merdivenlerden aşağıya doğru bağırdı.
[Subaru: fre, derica! Şimdi――!!]
Frederica merdivenlerin tepesine ulaştığı anda geçidi kapatabilirdi. Bunu fark ettiği anda kapıyı kontrol eden heykele doğru sürünmeye başladı. Elini üzerine koyarak Frederica’nın boşluktan gelmesini bekledi. Ama ――
[Subaru: ――n]
Kulaklarına büyük bir kükreme ve yığılma sesi geldi. Köşkün içinde bir şeyler yerlere düşüyor, ortalık titriyor, tozla doluyordu.
Ne olmuştu… Subaru heykeli bırakıp girişe döndü. İçeriye doğru baktı―― dönen merdivenlerin yıkılıp toza dumana karıştığını gördü.
[Subaru: Bu…… a]
Bu tahribat, adi bir mimarinin sonucu değildi. Yıkım, geçidin kendisine hiçbir hasar vermemişti. Tasarım gereği, yalnızca merdiven çökmüştü.
Belki de kaçarken izleri örtmek içindi, ya da şu anki gibi, geride kalanları korumak içindi. Hangisi olduğuna emin olamıyordu. Emin olduğu tek şey şuydu:
――Artık Frederica geri dönemeyecekti.
Elsa’nın merdivenlerden gelme olasılığı da elenmişti, ama Frederica kendini de lanetlemişti. Belki Elsa’yı yenebilirdi ve dağlardan dolaşarak gelebilirdi ama Subaru içten içe bunun imkansız olduğunu biliyordu.
Subaru bunları düşünürken unuttuğu yaraları acımaya ve kıyafetlerini iyice kana bulamaya başladı. Boynundaki, omzundaki ve karnındaki dartlar etini yemeye başlamıştı sanki. Onları çekip çıkarmayı denedi, ama parmakları kayıyordu.
[Subaru: hayır.. değil… bunu yapma zamanı değil…….aptal, ben……]
Adımlarını veya düşüncelerini durdurma zamanı değildi. Frederica’nın kurtuluşu Subaru’nun gelecek hareketlerine bağlıydı.
Kendini acıya rağmen ayağa kalkmaya zorladı. Ama bir anda Petra’nın hala kollarında olduğunu hatırladı. Ofise girerken onu tutuyordu, ama şimdi nerdeydi――
[Subaru: Pe, tra……?]
Kafasını çevirdiğinde odanın karşısında buldu onu―― Petra heykelin yanındaydı. Uyuyormuş gibi yerde yatıyordu. Subaru kaos esnasında onu kollarından düşürmüş olmalıydı.
Belki de bitkin düşüp bilincini yitirmişti ve Subaru’nun çağrılarına cevap vermiyordu. En büyük ihtimalle korku ve yorgunluktan bayılmıştı.
Frederica’nın güvenliği için ne kadar endişeli olsa da onun talimatlarını izlemeli ve Petra’yı güvende tutmalıydı. Ayağa kalkmak için dizlerini zorlamaya devam etti ve Petra’nın düştüğü yere gitti. Yerdeki kızı kaldırdı ve
――Kıvrımlı bıçağın kızın başının arkasından saplanmış olduğunu gördü.
Büyük miktarda kan yarasından akmaktaydı, beyninin bir kısmı da oradan dökülmüş gibi görünüyordu. Yumuşak, kestane rengi saçları kan rengiydi ve ılık avuç içleri bir daha asla hareket edemeyecekti.
Sağ elini kavradı. Olmayan 3 parmağıyla acınası bir et yığınıydı. Kıvrımlı bıçağı durdurmak için elini kaldırdığında bıçak elini geçip Petra’yı vurmuş olmalıydı. Her şeye rağmen onu korumayı başaramamıştı.
[Subaru: ――――aaaaaaaaAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAHHHH!!!!]
Paramparça boğazından kanlar içinde bir haykırış yükseldi.
※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※ ※
Hayaletimsi bir ifadeyle batı kanadında ilerledi. Kollarında Petra’nın ölü bedeni vardı. Onu beyaz bir çarşafla sarmıştı, kimse ölümünün izini göremeyecekti.
Cansız yüzünde hala bir şok ifadesi taşıyor, bu da ölümünün anlık olduğunun tesellisini veriyordu. Subaru’yla aynı acıyı çekmiş olması çok zalimce olurdu. Ama onu kurtaramamıştı. Avunabileceği bir şey yoktu.
[Subaru: iIii……]
Köşkteki herkesi kurtarmak için dönmemiş miydi? Tüm gücüyle onlara yardım etmeyecek miydi?
Bir kez daha Petra’nın ölümün kollarına düşmesine izin vermişti. Petra’nın ölümünü 3. kez görüyordu. ―― tüm bu zamanlarda, bunu önlemek için yapabileceği şeyler vardı.
Ama geçen seferin aksine sebep cadı tarikatı değildi, arada bir fark vardı.
Petra’nın başına bir şey gelmesini istemeseydi, Frederica’nın onu yardımcı olarak seçme fikrine karşı çıkabilirdi.
Emilia’nın tarafında olanların tehlikede olacağını bilmeliydi.
[Subaru: eğer ben… eğer sadece…… onların sonu yok]
Eğer yapması gerekenler ve yapabileceklerini konuşsaydı sonsuza kadar sürebilirdi. Subaru bunu biliyordu. Yine de düşünmeden edemiyordu.
Bu buruk düşünceye uygun olarak adımları ağırca sürüklendi. Durdurulamayan kan akışı halıda kırmızı lekeler bırakıyordu, her adımında hücrelerinde inanılmaz bir acı dolaşıyordu.
Bir adım, ardından bir adım daha, ruhunun kendisinden uzaklaşma hissi, acı. Bu cezayı almak bile bir lütuftu. Eğer Subaru günah işlediyse, cezalandırmayı hak etmişti.
Kollarındaki kız, Subaru kaçabilsin diye aşağıda kalan kız ve――
[Subaru: rem……]
Yolunun sonunda uyuyan kız ――hiçbir belanın ona dokunmasına izin veremezdi.
Batı kanadı. Sonunda hizmetçilerin alanına ulaştı. Kısa yolu seçmiş olmasına rağmen bu kadar yaralı bir bedenle aşırı zorlanmıştı. Ulaşmaya çalıştığı oda merdivenlerin karşısında, koridorun öteki tarafındaydı.
Oraya gidince ne yapacağını bilmiyordu. Tek amacı oraya ulaşabilmekti. Tek amacı orada yatan kıza dokunabilmekti ―― zira zaten yaşama iradesini kaybetmişti.
Çok kan kaybetmişti, kararlılığı çoktan vücudunu terk etmişti. Bu sefer kayıpları çok fazla olmuştu. Yürürken elini kaldıracak gücü bile yoktu.
En azından onun yanında sonunun gelmesini bekleyecekti.
Subaru’nun zayıflığını açığa vurabildiği tek kızın yanında.
Ardından kanlı izler bırakarak, duvara yaslanarak, takıntılı bir şekilde hedeflediği odaya ulaştı. ―― Rem’in yatak odasına.
Çarşafla sardığı Petra’yı duvara doğru yasladı, üzerindeki çarşafı çekip göz kapaklarını kapattı. Onun için yapabileceği tek şey buydu. Yanağına dokundu, parmağını dudaklarında gezdirdi, başını eğdi.
[Subaru: Üzgünüm…… çok üzgünüm…… ben bir aptalım… faydasızım……h]
Bir yolu olmalıydı, ama Subaru kendi aptallığıyla bunu görememişti. Sonuç olarak Petra kurban edilmişti, özür sözleri artık ona ulaşamazdı.
Dökülen gözyaşları Petra’nın dizlerine ulaştı. Subaru kafasını salladı ve Petra’nın cansız yüzünü bir kez daha çarşafla örttü. Ardından ayağa kalktı ve arkasına döndü.
[Elsa: ――Beni öylece bırakmanın biraz kaba olduğunu düşünüyorum.]
Koridorun öteki ucunda, siyah saçlı mükemmel bir kadın duruyordu. Bir eliyle uzun siyah örgüsüyle oynuyor, diğer eliyle de Kukri bıçağını tutuyordu.
Siyah bir mayo üzerine siyah bir mont. Başkentte giydiğiyle aynı kıyafetler içindeydi. Frederica’yla savaşıyor olmalıydı, ama üzerinde hiçbir savaş izi yoktu.
Ne yara, ne de bitkinlik.
Burda olduğu gerçeği―― ve geliş şekli, Frederica’ya ne olduğunu inkar edilemez şekilde kanıtlıyordu.
Özürlerinin ulaşamadığı insanlar listesine birini daha ekleyen Subaru’nun tek yapabildiği tavana bakıp kendi beceriksizliğini lanetlemek oldu.
[Elsa: Bu yaralarla buraya kadar ulaşmayı başardın demek. Çok etkilendim.]
[Subaru: bunun… bir ödülü olacak mı? Hayatın iş görürdü……]
[Elsa: Bunu bir aşk itirafı olarak alabilir miyim? Kalbinin arzuladığı benim hayatım mı?]
[Subaru: onu lapa olana kadar çiğneyeceğim… bana teslim et……]
Subaru Elsa’nın alakasız lafları karşısında kusmak isterken duvara yaslanarak ayağa kalktı. Bakışlarını Elsa’nın yüzüne çevirdi. Gözleri Subaru’nun parçalanmış bedenine dönüktü.
[Elsa: Kanının aroması, öfkenin kokusu, ölümün mis kokusu…… ahh, sen her anlamda nefissin. Memnuniyetle söylüyorum ki bağırsakların da tam benim zevkime göre.]
[Subaru: anormal sürtük…… ne yapacaksın……]
Yüzünde kendinden geçmiş bir ifadeyle kendisini kucaklayan Elsa, onu uyaramayan bir ifadeyle Subaru’ya bakıyordu. Ne kadar güzel bir kadın olsa da, bu anormal gözler Subaru’da yalnızca korku ve tiksinti doğurabiliyordu.
Subaru’nun yüzünde bir reddediş sezen Elsa, yanaklarındaki ahlaksız parıltıyı korudu.
[Elsa: Seninle konuşmak güzel, ama……Esas hedefimi gözden kaçırdığım için azarlanmak istemem. Başkentte tanıştığım o ruh ve yarı-cadı kız burda mı? ]
[Subaru: Gelmeden önce arasaydın seni bu dertten kurtarırdım. Birkaç paralı asker tutup sana büyük bir karşılama yapabilirdik.]
[Elsa: Cevap vermeyeceksin anlaşılan. O zaman ben de bağırsaklarına sorarım.]
Kırmızı dudaklarını açıp şeftali rengi diliyle ıslatarak bıçağını kaldırdı, ondan damlayan kanlara eşlik ederek coşkuyla gülümsedi.
Ardından duruşunu alçalttı, bıçağına çığlık attırarak bir örümcek gibi ileri atladı.
Çok hızlıydı. Yolunu kesmeyi hayal edemiyordu. Ama,
[Subaru: Sanki senin ellerinde ölecekmişim gibi……!]
Subaru bunu söyleyerek Rem’in yatak odasının kapısını açtı.
Elsa anlayamayarak Subaru’nun hareketine karşılık kaşlarını kaldırdı. Subaru da bu tepki karşısında bir anlık bir rahatlama hissetti.
Bir kaçış yolu olmadığına kendisini hazırlamıştı. Yaraları derindi. Bu döngü sona ermek üzereydi. Bu durumda Elsa’ya bu tatmini yaşatmayacaktı.
O bıçaklar tarafından öldürülmeye niyeti yoktu. Elsa’nın eline düşmektense ölmeyi tercih ederdi.
Her şeyden önce, onun zarar görmesine izin veremezdi.
“Acı tercih” olarak adlandırılabilirdi, ama aslında tek taraflı bir aşığın intiharı gibi bir şeydi.
Eğer alternatifi, Petra ve Frederica’nın Elsa’nın kılıcıyla öldürülmesiyse, bu dünyanın kendi elleriyle sona erdirilme vakti geldi demekti ――
[Subaru: ve seni bir sonraki……]
Kız devam edecek, Subaru da onu izleyecekti. Bu kararlılıkla Rem’in odasına döndü ――
[Subaru: ――huh?]
――Subaru kendini sonuna hazırlarken, karşısında sıra sıra dizilmiş kitaplıklarıyla Yasak Kütüphane’yi bulmuştu.
#Bu bölüm çok iyi değil miydi ya? Uzun zaman sonra gerçekten heyecanlı ve duygu dolu bir bölüm oldu.
Yalnız Subaru ölmeyi planlarken kendisini Yasak Kütüphanede buldu, yani Beatrice'i göreceğiz.
Uzun zamandır onu da görememiştik. Acaba neden kendisini göstermeye karar verdi?
Ve Subaru ölmezse, döngüsünü sıfırlayamazsa Petra'yla Frederica ne olacak?
En iyisi okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..