Büyük kaplan darbenin etkisiyle acıyla inledi ve ciğerlerindeki hava çekilirken v şeklinde küçüldü. Ardından Patrasche, vücudunu sallayarak kuyruğuyla kaplanın gözüne vurdu ve geçici olarak görüşünü engelledi.
Ve çabucak arkasını dönerek ağzıyla Subaru’yu yakaladı, bir kez daha kaçma girişiminde bulundu――
[Subaru: Patra――]
Seslenişi, bir etin yırtılma sesiyle yarıda kesildi.
Patrasche’nin ağzı tarafından gövdesinden yakalanmış olan Subaru, bir anda yere fırlatıldı. Arkasına dönüp baktığında, Patrasche’nin kuyruğunun yaratığın dişlerinde olduunu gördü. 400 kilonun üzerindeki vücudu sanki kağıttan bir oyuncak gibi havalanmıştı.
Patrasche acı dolu, tiz bir çığlık attı. Etinin parçalandığı yerden kanlar sıçradı ve kuyruğu o anda Subaru’nun yarısını kırmızıya bulayarak vücudundan ayrıldı.
Hiçbir şey yapamadan havaya uçmuş olan Patrasche’nin bedeni sertçe yere vurdu.
Onun çektiği eziyete bizzat şahit olan Subaru bakışlarını devasa kaplana çevirdi.
Tek gözünde inanılmaz bir nefretle, bir zamanlar arkadaş diyebileceği düşmanıyla yüzleşti.
[Subaru: Ga……rfiiiiieeEEELLLLLLL……!]
Sadece düşmanlık taşıyan bir sesle avazı çıktığı kadar bağırdı.
Yanıt yoktu. Belki yaratıklaştığı an konuşma yetisini kaybetmişti. Onun içinde yalnızca harekete geçme içgüdüsü vardı.
――Boynunu kırmak ya da çenesiyle kafasını parçalamak gibi.
Subaru, nasıl bir acı çekecek, ne kadar kötü bir sonla karşılacak olursa olsun ‘’ölümü’’ kabullenmeye hazırdı.
Bütün acıları yutacak, onun yemeği yapacak ve onu mükemmel geleceği elde etmenin sebebine çevirmiş olacaktı.
[Subaru: O gelecekte de buralarda olacağını mı sanıyorsun……?]
Bakışları kendisine yaklaşan pençeye kilitlenmiş şekilde, nefret dolu son sözlerini söyledi.
Ve ardından, tek gözünü de kapatarak karanlığa gömüldü.
Geriye yalnızca Patrasche’nin kendini feda edişi, onu kurtaramamış olmanın pişmanlığı kalmıştı. ――
[Subaru: ――――?]
Subaru, yaklaşan sonunu kabullenmiş olsa da, o son gelmedi. ‘’Ölümün’’ gecikmesi karşısında şaşkınlığını gizleyemeyerek kaşlarını kaldırdı ve en sonunda dayanamayarak gözlerini açtı.
[Subaru: Ah?]
Subaru’yu parçalaması gereken keskin pençelerin arkasından, yaratığın yüzündeki ifadeyi gördü. Subaru’ya aptalca bir ses çıkartan durum ise, yaratığın kendisine değil tamamen başka bir yöne bakıyor olmasıydı.
Büyük yaratık Subaru’ya değil, onun sol tarafına bakıyordu. Onun bakışlarını takip eden Subaru, yaratık kenara çekilemeden, uçarak ona çarpan bir şeyi gördü.
――Bir taş.
Avuç içine sığacak ebatlarda, sıradan bir taştı. Taşın geldiği yönü taradığında ağaçların sınırında duran bir silüet gördü.
Kısa saçlı, ince suratlı, cılız bacaklı, kayda değer bir özelliği olmayan bir adamdı, ama Subaru onu tanıyordu.
Sığınaktan kaçan Arlam köylülerinden biriydi. Orada, başından kanlar akarak duruyordu.
Yavaşça eğildi, en yakınındaki taşı aldı, güçsüz bir hareketle yaratığa fırlattı. Tabii ki hiçbir etkisi olmamıştı. Ama,
[Genç: Su..baru-sama’dan...uzak..laş...seni… canavar……]
Acı dolu bir sesle ona direniyordu.
Subaru, bu sözler ona ulaştığı anda tüm bedenini saran bir titreme hisseti. Ne söyleyeceğini bilemeden sessizce bakakalmıştı.
[Subaru: ――――]
Ardından canavarın bedenine her yönden kayalar, tahtalar, ayakkabılar uçmaya başladı.
Yaratığın etkisi altında tükenmiş olması gereken insanlar, tembel, zayıf, neredeyse gerçeküstü bir direniş sergiliyordu.
[Subaru: bu…y…….]
Ne yapıyorlar? Diye düşündü Subaru.
Böyle bir şeyin ne anlamı vardı ki? Yaratığa zarar verebileceklerini mi düşündüler? Bunlar tüylerini ve derisini aşıp ona zarar verebilir miydi? Mümkün değildi. En ufak bir çizik bile bırakmayacaktı. Nafile bir direnişti.
[Subaru: Durun……]
Kafalarını tutup koşarak uzaklaşmaları en akıllıca seçim olacaktı.
Hala çalışabilir haldeki vagonlara binip acilen sığınağa ya da ormana kaçmalıydılar. Onlara ufacık da olsa yaşama şansı veren bir yolu seçmeliydiler. Öyleyse neden ――
[Subaru: Millet, ne yapıyorsunuz!? Acele edin, kaçın……]
[Yaşlı Adam: Subaru-sama! Bizi bu şekilde ikna edemezsin!]
Subaru kollarını sallayarak çaresizce onları ikna etmeye çalışıyor, ama sözleri boşa gidiyordu.
Kurumuş dallar gibi bacaklara sahip olan yaşlı adam, kolunun tüm gücüyle yaratığın burnuna bir şey fırlattı. Ardından, soluk soluğa bir halde Subaru’ya döndü.
[Yaşlı adam: Eğer canlarımız için kaçıp kurtarıcımızı terk edersek, çocuklarımızın yüzüne bir daha nasıl bakarız? Ayrıca, sen bize yardım etmeye gelmiştin……]
[Subaru: Bu……]
[Yaşlı adam: Sen burda ölürsen, biz de burda öleceğiz. Hepimiz buna razıyız ve hemfikiriz.]
Subaru tamamen donakalmıştı.
Subaru’nun ifadesini gören yaşlı adamın yüzünde nedense yumuşak bir gülümseme belirdi. Mekana uygun olmayan, parlak bir gülümsemeydi, neredeyse insana karşılarındaki tehditi unutturabilecek cinstendi.
Saldırı devam ediyordu. Herkes cani yaratığa bir şeyler atıyordu ――Garfiel taş yağmuruna tutulmuştu. Ama saldırının gücü hala eskisi kadar zayıftı. Yaratığı bırak korkutmayı, onda bir kaşıntı bile uyandırmıyordu.
Garfiel, ağır kütlesini yavaşça kaldırarak hareket etmeye başladı. Ormanın kıyısında parçalanmayı bekleyen Subaru’yu yok sayarak―― ona ilk taşı fırlatan gence döndü.
[Genç: ――――]
Yaratık ve genç birbirlerine baktı. Bu ağır baskı karşısında genç, konuşamadı. Ama kısa bir süre sonra kısa kılıcını kınından çıkardı ve bağırarak iradesini gösterdi.
[Genç: O zaman, bunu ye――!]
Tüm gücünü kullanarak kılıcı Garfiel’in kaşlarının arasına fırlattı―― ve bir an sonra, tiz bir ses eşliğinde, kılıç ikiye bölündü.
Belki de altın kürk yüksek bir dirence sahip olduğundan, kaba yapılı bıçak ona nüfuz etmeyi başaramamıştı.
Ardından, genç son meydan okumasını tamamladıktan sonra, canavar pençesini kaldırdı.
[Subaru: Dur――!!]
Subaru çığlık attı. Ama kaçınılamaz durumun karşısında bu, boş bir ses olmaktan öteye gitmedi.
Etin parçalanma sesi eşliğinde, gencin cılız bedeni, baştan ayağa parçalanarak lapaya döndü. Garfiel’in pençelerinden akan kan şelale gibiydi. Pençesini bir kez daha kaldırdığında geriye yalnızca koyu kırmızı bir kan birikintisi kalmıştı.
[Subaru: ――――]
Bu kez, saf gazabın çığlıkları boğazında yükseldi.
Subaru, metali kesebilecek bir çığlık eşliğinde, kendisini doğruca yaratığın sırtına attı. Ama saldırısı, yaratığın pençesi tarafından durduruldu. Almış olduğu ivme yaratığın pençesiyle karşılaşınca, plastik bir top gibi havaya uçtu ve büyük bir ağaca çarptı――tüm vücudundan kırılan kemik sesleri gelmişti.
[Subaru: GA, AAAagh――!?]
Yere yuvarlanırken, ağzından devasa kan pıhtıları dökülüyordu. Vücudu tepkisizdi. Sağ kolu omzundan başlayarak garip bir açıyla bükülmüştü. Omurgası darbenin etkisiyle tamamen şeklini kaybetmişti. Zayıf ve kırılgandı, değişen bir şey yoktu.
[Yaratık: ――――!!]
[Köylüler: aaaah――!!]
Yaratık bağırarak çevredeki köylülerin üzerine atladı. Kanlar dans ediyor, çığlıklar yankılanıyordu ve Subaru göremediği bir yerde hayatların sonlanmakta olduğunu biliyordu.
Biri çığlık atıyordu. Hayvani bir çığlık. Hayvani ama yine de bir insana ait bir ses. Kimin çığlığıydı? Neden bağırıyordu? Kendi başarısızlığıyla hapsolmuş olan Subaru, cevabı bilmiyordu.
[O??o: ――Natsuki-san! Lütfen hayatta kal!]
İsmi söylenmişti. Tanıdığı birinin sesiydi, ama acıyla kıvranan beyni doğru ismi bulamıyordu. Düşünceleri yanıp sönerek bulanıklaşıyor, dünyaya odaklanamıyordu, kendi hisleri bile belirsizleşmişti. Artık bunların rüya mı gerçek mi olduğunu ayırt edebilecek bir durumda değildi.
Burda kendinden geçmemeliydi. Ayağa kalkmalıydı. Ayağa kalk, ayağa kalk, eğer herhangi biri ölecekse, ilk ölen sen olmalısın.
[Subaru: …öl..me yin……mi..llet……sadece benim…ölmem… yeterli ……!]
Kan tükürerek bu sözleri söyleyen Subaru, çaresizce ayağa kalkmaya çalışıyordu. Sağ kolu tamamen faydasızdı, mecburen soluna yüklenmişti. Sol gözünün görüşünde de bir kırmızılık vardı, Subaru bunun alnından akan kanlardan kaynaklandığını biliyordu.
Göz çevresini sertçe omzuna sürdü ve dişlerini sıkarak yüzünü çevirdi.
[Subaru: ――――]
Bu katliam onun yüzündendi.
Yaratığın kolunun her sallanışında adamlar uçuyor, kanlar sıçrıyor, hayatlar sona eriyordu.
Ne kadar cesur olsalar da direnişleri hiçbir işe yaramamıştı. Yaratığın altın tüyleri onların kanlarıyla kaplanmış, ölümleri boşa gitmişti.
Meydan okuyuşları toz gibi havaya uçmuştu. En ufak bir anlamı olmamıştı.
Eğer anlamlı olacak bir ‘’Ölüm’’ varsa o da Subaru’nunkiydi.
[Subaru: Kes şunu, kes şunu, kes şunu, kes şunu…… lütfen, dur……!]
Eğer öldüreceksen, önce beni öldür.
Başlaması gereken hedef oydu. O cesur, nazik insanların canını almasına gerek yoktu.
Yoksa onların ölümleri de Subaru’nun aptallığının bir sonucu muydu? Eğer öyleyse, bu çok――
[Subaru: ――ug, ah!?]
Subaru kafası yere bakacak şekilde havaya kaldırıldığını hissetti.
Subaru’yu yerden kaldırıp çaresizce havada tutmaya çalışan, yaralarından bol miktarda kan akmakta olan Patrasche’ydi. Garfiel’in acımasız saldırısından sonra hayata zar zor tutunsa da, sürünerek Subaru’nun yanına gelmişti.
Bu acımasız duruma şahit olan Subaru, gözlerinden akan yaşlara engel olamadı.
[Subaru: Yo, sorun yok…… yeterli. Yeterince şey yaptın, Patrasche……]
Hafifçe adını söyleyerek, elini ejderin kanlar akan ağzına götürdü. Ama Patrasche sanki [Henüz bitmedi, biliyorsun] der gibi kafasını salladı.
Ardından, ağzını Subaru’nun karnına götürerek onu sırtına attı.
Subaru şaşkınlıkla inledi ve Patrasche ilerlemeye başladı. Yürüyüşündeki istikrar, hala gücü kaldığı için insanı şok ediyordu.
Hiç şüphesiz ki son gücünü kullanıyordu.
[Subaru: ――――]
Canının son damlasında bile kendisini zorlamıştı, son ana kadar ilerlemeye çalışıyordu. Normal hızına kıyasla bu bir hiç olsa da ilerliyordu işte. Ama ne yazık ki kendisini takip eden dişlerden kaçacak kadar ilerleyemedi.
Yaratığın dişleri Patrasche’nin arka bacağını yakaladı ve ona acı içinde çığlık attırdı. Subaru bir kez daha havaya fırlatılmıştı. Ama tam kendisini yere düşmeye hazırlarken, Patrasche onu boynundan yakaladı.
Ve aynı hareketle, kalan tüm gücüyle, kafasını kullanarak onu ormanın derinliklerine doğru fırlattı.
[Subaru: ――――!]
Patrasche, Subaru’nun mümkün olduğunca az zarar görmesi için elinden geleni yapmıştı. Ve Subaru bunu biliyordu.
Aynı anda bir şey daha fark etti. Ram’la ayrıldıktan sonra neden sığınmacılara yetişmek için kestirmeleri kullandıklarını anlamıştı.
――Patrasche yaratığın varlığını hissetmişti.
Ve hissettiği için, Subaru’nun kurtulma şansını azıcık da olsa arttırmak adına, daha çok yemin olduğu yere gitmişti. Her şey Subaru’yu korumak içindi.
Yere çarpan Subaru’nun bedeni bir kez daha sekti. Ve bir kez daha. Ve 3. bir zıplamayı beklerken ―― ağırlıksızlık hissi vücudunu yeniden ele geçirdi.
[Subaru: ――a]
Dik yamaç bir geçide bağlandı ve Subaru’nun vücudu aşağı doğru yuvarlanmaya başladı. Çığlık bile atacak gücü olmadan, dallar ve çakıl taşları tarafından çizilerek, zıplaya zıplaya düşmeye devam etti.
[Subaru: ――――]
Taklalar atarak kayarken, bulanık görüşü kendisinin üzerindeki bir şeye takıldı. Görmeyi hiç istemediği bir şeyi görmüştü.
[Subaru: ――――patrasche]
Büyük kaplan Patrasche’nin bedenini dişlerinin arasına almış ve inanılmaz bir kuvvetle ısırmıştı. Dişleri etini böldü ve devasa bir kan sıçraması eşliğinde Patrasche’nin bedeni ikiye ayrıldı.
Ölürken sesini bile çıkarmayan sadık ejder, Subaru için canını feda etmişti.
[Subaru: ――――]
Boğazı yanıyordu. Boğazı parçalanıyordu. Öfke tüm beyninde ve damarlarında akan kanda kaynıyordu.
Zıplayarak, kayarak, dönerek ve canı yanarak düşmeye devam etti.
――Bir kez daha yükselerek kendisini ağırlıksız hissetti.
Ardından yere çarptı ve bilinci, darbenin etkisiyle yutuldu.
Vücudu düşmeyi bırakmamıştı. Ama bilinci etinden çoktan ayrılmıştı.
――Yalnızca, kaybolmayı reddeden dargın bir ses, göğsünde çalkalanıyordu.
#Yazarın hisleri ifade ediş şeklini seviyorum, okumayı daha keyifli kılıyor.
Patrasche'nin fedakarlığı da gözlerimi yaşarttı, canının son damlasına dek mücadele etmeyi kesmedi.
Peki Subaru ölmüş müdür dersiniz, yoksa bu döngüde de bir şeyler tarafından 'yenilecek' mi?
Okumaya devam!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..