―― Adım sesleri Subaru’nun kulağına çarparken, büyük bir huzursuzluğu her zerresinde hissetti.
Mezarın dışından esen soğuk rüzgar beraberinde çirkin bir yapışkanlık taşıyordu. Sanki zemin, attığı her adımda onu tutmak istercesine tüm gücünü kullanıyor gibiydi.
Teninde keskin, heyecan dolu bir his dolanıyordu, vücudu havadaki nesneler tarafından püskürtülüyor gibiydi.
Özetle, onu ilerlemek konusunda tereddüte düşüren bir histi bu.
――Subaru böyle bir hissi daha önce de tatmıştı.
Ama içindeki dürtüyle, bu rahatsızlık hissini bastırarak hızla mezarın girişine ilerledi.
Ay ışığıyla aydınlanan koridorları geçti ve girişe ulaştı.
Ve orada, onu gördü.
[Subaru: ……Benimle dalga geçiyor olmalısın, oy.]
Subaru’nun ayakları, durmayı başaramadığı için zeminde biraz daha kaydı.
İvmesi yüzünden neredeyse düşecek gibiyken, görüş alanındaki şeye iyice baktı.
Olmaması gereken bir şey görüyordu.
[Subaru: Bir gölge……?]
Bu fısıltı dudaklarından döküldü―― ve aşağı yukarı her şeyi özetledi.
Gölge―― Subaru gördüğü şeyi ancak bu şekilde tarif edebilirdi.
Mezarın girişinden görülüyor olması gereken sığınak, görünürde yoktu. Esas kısmın mezardan oldukça uzakta olduğu doğruydu, ama Subaru’yu esas endişelendiren tek bir bina bile göremiyor oluşuydu.
Her şeyin üzerindeki dolunay tamamen görünür haldeydi, gümüşi bir parlaklık yayıyordu. Ama yine de altındaki dünya tamamen karanlıktı, sanki bir gölge tarafından örtülmüş gibiydi.
[Subaru: ――――]
Yutkunarak, sığınağın üzerine çöken karanlığın arkasında ne olduğunu bulmaya karar verdi. Mezarın taşlı, sert zemininden kaldırdığı ayaklarını çimlere uzattı. ――Ya da hiç değilse, olması gereken buydu.
Ayaklarının çimlere bastığını hissediyordu, ama görüşü karanlık tarafından yutulduğu için bundan emin olması mümkün değildi. O tenindeki yapışkan his de bir yere gitmemişti.
[Subaru: E-Emilia――!]
Çevresindekileri idrak edemeyerek, aklına gelen ilk ismi bağırmaya başladı. Ardından diğer isimler tek tek aklında belirmeye başladı.
[Subaru: Ram! Lewes-san! Ve-aklıma gelmişken-Otto! Orda mısınız!? Lütfen ortaya çıkın!]
Eğer bu ilk yargılamanın hemen sonrasıysa, onlar da dışarda Emilia’nın sonuçlarını bekliyor olmalıydı. Onların kendisini durdurma çabalarını yok saymış ve içeriye dalarak kendisini yargılamaların içinde bulmuştu. Her seferinde başına gelen bu olurdu.
Ardından, Emilia’yı taşıyarak mezardan çıkar ve az önce saydığı kişilerin suratlarıyla karşılaşırdı.
Bu sefer de bir farklılık olmamalıydı.
[Subaru: Burda yoklar…… ama mesele sadece bu da değil… Bu kasvetli atmosfer de neyin nesi? Kırsal kesimdeki tarlalar bile bu kadar karanlık değildir…]
Yapay bir aydınlatması olmayan tarlalar, ay ışığından yoksun kaldıkları anlarda sonsuz bir karanlığa gömülürdü.
Sığınağın durumu bu ‘’ani/sonsuz karanlık’’ olmamalıydı. Çünkü üzerlerindeki ay tüm canlılığıyla parlıyordu. En azından Subaru’ya ulaşıyordu yaydığı ışık.
Ama bu ışık, her nasılsa, zemine ulaşmayı başaramıyordu, silik ve garip bir gece meydana getirmişti.
――Sanki bir spot ışığı yalnızca kendisine vuruyor gibiydi.
Karanlıkta görebildiği tek şey kendisiydi. Şimdi arkasına döndüğünde, mezarlığın bile karanlığa gömüldüğünü fark etti, artık onu da göremiyordu.
Bu durum aklına Beyaz Balina’nın sisini getirdi.
Bel bağladığı kızı kaybettiğini, ejder vagonundan atıldığını, Beyaz Balina’nın çenesinin bile nerde olduğundan emin olamadan, yön duygusunu kaybetmiş bir şekilde ve yaşayacak hiçbir şeyi kalmayarak yürüdüğünü hatırlıyordu.
Ve sonunda, Otto’nun favori ejderi Furufu tarafından o ortamdan çıkartılmıştı.
Bu sefer de karanlığın içinde yürümeye devam ederse, biri onu kurtarabilir miydi?
[Subaru: Neyim ben, salak mı? ……Yo, gerçekten salağım. Bu beleşçi, bu ezik düşünce tarzı da ne şimdi? Ne olduğu hakkında, ne olacağı hakkında hiçbir fikrim yok, kimsenin nerde olduğunu bilmiyorum ve hala kendim için endişeleniyorum, aptal! ]
Daha Echidna’nın yanında yeni bir çözüme ulaşmamış mıydı?
Ne olursa olsun, ne kadar çile çekerse çeksin, bedeli kendi canıyla ödeyerek herkesi kurtarmayacak mıydı?
Kendisi için en önemli insanları kaybedip değiştirilemez bir gelecekle karşılaşmaktansa, her şeyi değiştirebilme, yeniden deneyebilme şansına sahip olması büyük bir lütuftu.
Yani böylesi bir durumda korkuyla sinmek, çemberler çizmek, acınası bir şekilde ölmek kesinlikle Subaru’nun ihtiyacı olan şey değildi.
Bunun yerine, karşısındaki tüm şartlarla cesurca yüzleşecek, bir yanıt almayı başaramasa bile önündeki tüm kanıtlara sıkı sıkıya tutunacak ve bir sonraki seferinde daha anlamlı bir ölüme kavuşacaktı.
[Subaru: Her halükarda, şu anda onaylamam gereken……]
Emilia, Ram ve diğerlerinin gitmiş olduğuydu.
Emilia’nın mezarda olmadığını gördüğü and,a ilk olarak onun yargılamayı geçip kendi başına çıktığını düşünmüştü. Ama bu olasılığı bir anda eledi. Çünkü eğer yargılamayı geçseydi, Subaru’yu uyandırmadan gitmezdi.
Subaru, Emilia ile olan tecrübesinden, yargılama içinde olan birine dokunulduğunda yargılamanın bozulduğunu biliyordu.
Gerçi Subaru’nun bilinci o anda Echidna’nın çay partisinde olduğu için sonuç aynı olmayabilirdi.
[Subaru: Ama yine de, Emilia beni tek başıma bırakıp gitmezdi.]
Bilinçsiz Subaru’yu dışarı çekmeye çalışmış ya da en azından bir duvara yaslamış olurdu. Hiçbir şey yapmadan gitmesi imkansızdı.
Ve daha kaba bir sebep daha vardı bu düşüncenin ardında―― Subaru Emilia’nın ilk denemesinde yargılamayı geçecek kapasitede olduğunu düşünmüyordu.
Her döngüsünde Emilia’nın bu konudaki başarısızlığına şahit olduğu için, bu olasılık aklında belirmeye başladığı anda silinmişti.
Bu sebeplerden ötürü, Emilia’nın yokluğunun hür iradesiyle gerçekleşmediğine karar verdi. Ya biri tarafından taşınmıştı ya da――
[Subaru: Belki de yargılamadan karman çorman bir halde çıkıp benim varlığımı hiç fark etmeden uzaklaşmıştır…… bu imkansız değil.]
Ama bu, yine de dışarıdaki dünyanın aldığı yapışkan karanlığı açıklamıyordu.
Subaru, Emilia’nın yokluğunun altındaki sebebi çözse bile, dışarıdaki bu manzaranın neden ve nasıl o hale geldiğini anlayamazdı.
En azından Subaru’nun tecrübe ettiği kadarıyla, sığınak daha önce hiç bu hale gelmemişti.
Dışarıda beklemesi gereken insanların orda olmayışı, Subaru’nun kalbinde –acaba arkasındaki sebep tavşanlar olabilir mi?- kuşkusunu uyandırdı. Ama hızlıca bu ihtimali de eledi.
Hesaplamalarına göre, Büyük Tavşan’ın gelişi 6. geceye denk geliyordu―― yani bugünden 5 gün sonraya. Tavşan ne kadar acele etmiş olsa da, daha ilk gününden onunla karşılaşabileceği ihtimalini düşünmeyi reddetti.
――Gerçi Elsa’nın köşke yaptığı saldırının tarihinin gizemli bir şekilde değiştiği gerçeğini de kasıtlı olarak göz ardı etmişti.
Bu da Subaru’nun yanıtlayamadığı gizemlerden biriydi. Ama Büyük Tavşan’ın saldırısı da Elsa’nınki gibi rastgele değişiyorsa, Subaru’nun bunun arkasındaki şartları anlaması imkansız olacaktı.
Ölümden Dönüşün engelleyemeyeceği bir durum olmadığına inansa da, Subaru’nun kendi başına yapabileceği pek bir şey yoktu.
[Subaru: Şu an tek yapabileceğim…… Emilia ve diğerlerine seslenerek katedrale ilerleyip oradaki köylüleri kontrol etmek, sanırım …]
Bir şeyler görmeye çalışarak gözlerini zorlarken, bu planın ne kadar imkansız olduğu gerçeğiyle yüzleşti. Sığınağın yerini aşağı yukarı biliyordu, ama hiçbir şey göremezken doğru yönü bulmaya çalışmanın imkanı yoktu.
Bu noktada, etrafta dolaşmak bile belli bir hafıza seviyesi gerektirirdi.
Yani buradan güvenli bir yere erişmenin oldukça güç olacağını söylemeye gerek yoktu. Ve bu karanlıkta arkadaşlarını ararken, boş boş bağırmayı da öylece kabullenebilecek değildi.
[Subaru: Eğer bu karanlık birinin başının altından çıktıysa…… karşılaşacağım kişilerin arkadaş canlısı olacağını garanti edemem.]
Gerginlikle yanıp tutuşmaya devam ederek, önündeki en iyi seçimin ne olacağını düşünmeye devam etti.
Eğer buluşmasının hızlıca gerçekleşmesini istiyorsa sesini çıkartmalı ve bağırmalıydı.
Emilia ve diğerlerinin güvenliğini kontrol etmenin en iyi yolu buydu.
Ama böyle aptalca davranışların doğurabileceği çilelere de geçmişteki tecrübelerinden aşinaydı. Bu dünyada aptallığı yüzünden daha kaç kez ölmesi gerekiyordu acaba?
[Subaru: ……Kahretsin. Eğer ölmeden önce hiç değilse ne olup bittiğini çözemezsem mahvolacağım.]
Ve her şeyi ölçüp biçtikten sonra tedbirli olmaya karar verdi.
Sesini kesti ve nefes alışını bile mümkün olduğunca az sesli hale getirmeye çalışarak odaklandı. Zihnindeki haritayla sığınağa doğru ilerleyecekti.
Yalnızca ayaklarının altındaki his ona kesinlik veriyordu. Mezarın dışında olduğunun tek kanıtı buydu. Tamamen karanlığa gömülmüş olsa da, sığınak hala eski yerinde olmalıydı――
[Subaru: ――――U?]
Subaru, yavaş ve emin adımlarla, çimde ağır ağır ilerlemeye başladı. Ancak yalnızca bir iki adım attıktan sonra durdu.
Sebebi rüzgardı.
[Subaru: ――――?]
Yüzünü eğerek, anlamsızca karanlığın içinde gözlerini çevirdi, bu esintinin kaynağını bulmaya çalışıyordu.
Hissetti. Bu rüzgarı farklı kılan bir şey vardı.
Çimlerin üzerinde esen ferahlatıcı rüzgar gibi de, mezarın içinde esen tozlu rüzgar gibi de değildi. Bunun yerine, canlı bir kişiye dokunmanın kusursuz sıcaklığını taşıyan bir havaydı.
[Subaru: N――]
Rüzgarın nereden geldiğine emin olamayan Subaru, bir yanıt arayarak arkasına baktı.
Mezar tam olarak arkasında olmalıydı. Ama yalnızca bir iki adım atmış olmasına rağmen çizgileri bile belli olmuyordu.
――Yo, mezarı görememesinin tek sebebi karanlık değildi.
[Subaru: ――――a?]
[???: ――――]
Gerçek karanlığın dünyasında, nefeslerini hissedecek kadar yakın bir mesafede, gözlerinin önünde beliren biri vardı.
Mezarın girişini göremiyor olma sebebi önünde duran kişinin görüşünü kapatıyor oluşuydu.
Birinin kendisine bu kadar yaklaştığını nasıl fark edememişti? Ve bu insan neden hiçbir ses çıkarmamıştı? Bu sorular aynı anda Subaru’nun aklında belirdi.
Ama bu soru fırtınası çok yakında cevaplanacaktı. Yanıt bundan daha net olamazdı.
{???: ――Seni seviyorum}
Gölge Subaru’ya bu sözleri söylerken, sesi sevgiden ve coşkudan eriyip gitmek üzere gibiydi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..