Bölüm 8: Şölen

avatar
461 1

Dışlanan Havarinin Dönüşü - Bölüm 8: Şölen


 

“Rahatladım…”

 

Dean kafa karışıklığını dağıtmak için kafasını soğuk suya daldırdı. Her şeyin bir anda anlamlandırılmasıyla kafası patlayacakmış gibi ağrıyordu. Ancak kendini rahatlatabileceği her şeyden uzak durmayı düşünüyordu.

 

‘İlk işin tüm uyuşturuculardan kurtulmak olsun. Yerde ve ağaçlarda bulduğun hiçbir şeyi içme, yeme… Eğer çok açsan, toprağı üç metre kaz ve bulduğun böcekleri ye. Ayrıca üç metre bölgesinden yukarıda olan hiçbir şeyi yeme. Hepsi zehirli. Bunları anlamadığın sürece arka sayfaya geçme!’

 

Dean kendisini tanıdığından hepsinin bir anlamı olduğunu biliyordu. Ayrıca not defterinde yazdığına göre güvenli olan tek yer, ormanın altı; yani yeraltıydı! Orman ne kadar çabalarsa çabalasın toprağın altına müdahale edemiyordu.

 

İlk işi mağaraya gidip tüm kristallerden kurtulmak oldu. Tüm kristalleri yerin dört metre altına gömdü. Böylece tekrardan karşısına çıkmayacaktı.

 

Uyuşturuculardan kurtulduktan sonra duvardaki yazıları incelemeye başladı. Hepsi ayrı kafadan çıkıyormuş gibi gözükse de, Dean’ı iğrendiren bir şey vardı.

 

“Hepsini ben yazdım…Hepsini ben yaptım.”

 

Burada yazan tüm yazılar ona aitti. Tüm deneyimler ona aitti. İğrençlikler, canilikler ve paranoyalar… hepsi kendisine aitti.

 

“Bunları yapacak kadar çaresiz ve kaybolmuş olmam.”

 

O anda anladı. Neden uyuşturucu kullanmaya başladığını ya da tüm yazılarında uyuşturucudan bahsettiğini anladı.

 

“Çünkü tek kurtuluşum oydu. Dertlerden ve korkulardan.”

 

Duvardaki yazılara dokundu. Hepsi kendi kanıyla yazılmıştı. O anda nasıl bir kafaya sahip olduğunu hissetti. Biraz korktu ama iğrenmeden kabullenmek istedi.

 

“İlahlar tarafından buraya çok önceden atıldım. Ancak uyuşturucunun etkisiyle, en rahat olduğum zamanların hayalini yaşadım; ilk geldiğim zamanların.”

 

Çok komik geliyordu. Övündüğü iradesi ve özsaygısı bu ormana karşı bozguna uğratılmıştı. Neden ilahların onu öldürmek için çabalamadığını anlıyordu. Çoktan on kere ölmüştü. Sadece ölümleri fiziksel değildi. Ancak ona da pek uzak değildi.

 

“Rahatlamam gerekiyor.”

 

Her şey ruhuna binmişti. Bu yükler kaldırabileceğinden fazlaydı.

 

Nedense o an çok güzel bir şey kokmaya başladı. Vücudu bir bölgeye doğru çekilmeye başladı. Tüm kalbiyle oraya gitmek istiyordu.

 

Dilini ısırdı.

 

“Hmph!”

 

Acı tüm dikkatini dağıttı. Güzel koku yok oldu ve çekim gücü etkisini kaybetti. Kendisinden tiksinmeye başladı.

 

“Kara Orman beni tekrar öldürmek için an kolluyor. İradem yok olduğunda ben de yok olurum. Küçücük bir sendeleme bile ölümcül bir darbe yememe neden olabilir.”

 

Bu orman çok acımasızdı.

 

“Uyumam gerekiyor…”

 

Defteri ve değerli gördüğü eşyaları kutuya koydu ve üçüncü mezara tekrardan gömdü. Ardından tahtalardan büyük bir tabut yaptı ve onları kendisiyle birlikte mezara koydu.

 

“Tüm mesajları ezberledim! Bu sefer ben kazanacağım!”

 

Tabutun kapısını kapattı ve gözlerini kapattı. Gökyüzü karardıktan sonra yağmur yağmaya başladı ve zorlu hayatta kalma mücadelesi başladı.

 

Bir saat sonra…

 

Tak!

 

Tak!

 

Tak!

 

Sert bir şey tahta tabuta kuvvetlice vurdu.

 

Tısssss!

 

Tıssss!

 

Chirp!

 

Yılan tıslamaları ve iğrenç kokular Dean’ın duyularını rahatsız etmeye başladı. Dean gözlerini açmadan derin bir nefes aldı ve kulaklarını tıkadı. Böyle bir şey olacağını tahmin ettiğinden panik yapmamıştı.

 

Ne olursa olsun tabutu aralamamalı ve dışarı çıkmamalıydı.

 

Dışarı çıkarsa…

 

“Tekrardan kaybolurum.”

 

Sesler onu rahatsız etmeye devam etti. Sadece hayvan sesleri değil, duymak istemediği her şey kulağına bir fısıltı gibi geldi. Soğuk ürpertiler vücudunu sardı.

 

Ancak ne kadar ürkütücü ve acı verici olursa olsun Dean dışarı çıkmadı.

 

*

 

Sabah olduğunu hissettiğinde tabuttan dışarı çıktı. Çıkarken kutuyu da kendisi ile birlikte götürdü. Bu kutuyu ne olursa olsun yanından ayırmamalıydı.

 

Dışarı çıktığında sağır edici bir gürleme sesi duydu ve gözlerinin önündeki manzara tamamıyla değişti. Önceden parlak yeşil olan ağaçlar koyu yeşil renge büründü. Ağaçlar daha seyrekten daha sıkı hale gelmişti. Şu anda tamamen dezavantajlı bir alandaydı.

 

“Belliydi.”

 

Sağ ayağını hafifçe kaldırdı ve ayağını altındaki toprağa baktı.

 

“Düşündüğüm gibi…”

 

Ayağının altındaki çimenler ezilmiş parlak çimenlerdi. Bu çimenler yer değiştirmeden önce bulunduğu yerdendi.

 

“…sadece belli bir bölgeyi değiştiriyor. Benim yerimi değil.”

 

Ancak bunu doğrulaması gerekiyordu.

“Şimdi zamanı değil. Bu bana bir hayli zaman kaybettirecektir.”

 

Düşüncelerinin sadece belli bir kısmını dışarıdan söylüyordu. Şu anda ormanla bir savaş halindeydi. Ne kadar az bilgi sızdırırsa o kadar avantajlı olurdu.

 

Etrafa bir varlık olmadığını anladıktan sonra bir ağacın altına oturdu ve not defterini açtı. Son okuduğu sayfayı geçtikten sonra şaşırdı. Çünkü hiç alakası olmayan bir başlangıç vardı.

 

‘Bugün ailece ormanlık bir alana pikniğe gittik. Orman idaresi tarafından piknik alanı olarak ayrılmış bir alanda kendimize güzel bir kameriye bulduk. Kameriyenin içerisine ateş yakma yeri, çeşme ve lavabo yapılmıştı.’

 

Eşyalarımızı yerleştirdik. Öğlene doğru yemeğimizi yedik. Ağabeyimle annem ve babamdan izin alarak ormanda keşfe çıktık. Bir süre ormanda gittikten sonra önümüze ağaçları yok olmuş, toprağı kararmış bir alan çıktı. Bu alan çok korkunç gözüküyordu. Ne oldu da bu hale geldi diye merak ettik. Biraz daha ilerleyince büyük makinelerin ve insanların arazide çalıştıklarını gördük. Ağabeyimle çalışanların yanına gittik.

 

Büyük bir makine önündeki kalkanla yanık ağaçları kürüyor, arkasındaki sivri demirlerle de toprağı kazıyordu. Herkesin bilgi aldığı genç birisi vardı. Köylüler ona ‘Şefim’ diyorlardı. Ben de kendisine yaklaştım ve “Şefim size bir şey sorabilir miyim?” dedim.

 

Bana doğru döndü, yüzüme baktı ve tebessüm etti. “Tabi ki sorabilirsin.” dedi. Kendisine burada ne yaptıklarını sordum. Bana “Burası orman arazisidir. Geçen sene büyük bir yangın oldu. Ağaçlar yandı. Şimdi bu araziye yeniden ağaç dikerek orman olması için çalışıyoruz.” dedi.

 

 “Bu büyük makine ne yapıyor?” dedim.

 

Şef, “Bu makinenin adı dozerdir. Önündeki kalkanı ile arazideki yanık ağaçları temizliyor. Arkasındaki sivri demirlere de riper deniyor. Onlarla da toprağı kazıyor, havalandırıyor, köylüler de bu derin yarıklara yeni çam fidanları dikiyor.” dedi.

 

Ağabeyim “Bazı yanık ağaçları sökmüyor. Bunun bir sebebi var mı?” diye sordu.’


Şef, “Bu ormanda yangın olmadan önce burası tavşanların, sincapların, atmacaların, doğanların yani hayvanların yaşadığı yerlerde. Yangın çıkınca kaçabilen hayvanlar buradan bir süreliğine uzaklaştı. Biz  hayvanlar burada yeniden yaşayabilsinler diye belli aralıklarla yanan ağaçlardan bırakıyoruz. Bakın ilerideki ağaçta bir doğan var. Belli ki burası onun evi. Yani habitatı. Bizim diktiğimiz fidanlar büyüyene kadar yanık da olsa bu ağaçlarda hayatlarını sürdürsünler istiyoruz.” dedi.

 

“Yangın neden çıkmış? Sebebini biliyor musunuz?” diye sordum.

 

 Şef, “Buradaki orman yangını piknik sonrası iyi söndürülmeyen odun kömürü ateşinden oluşmuş. Maalesef orman yangınlarının yüzde 95’i insan eliyle çıkıyor. İhmal, dikkatsizlik orman yangılarına sebep oluyor.” dedi.

 

Çok  üzücüydü. Bir dikkatsizlik nelere sebep olabiliyordu. Ağaçlar yanmış, hayvanlar ölmüş, koskoca bir alan  harabeye dönmüştü.

 

“Biz de fidan dikebilir miyiz?” diye sordum.’

 

Beş sayfalık hikaye bittikten sonra benzer bir hikaye daha karşısına çıktı. Bu sefer de yüksek bir dağ da çıkan yangından bahsediliyordu. Çıkan yangın bir çok dağ hayvanını öldürmüş ve atmosferi zehirlemişti.

 

“Neden bunlardan bahsediyor ki? Ne alakası var?”

 

Dean neden böyle bir şey yazdığını anlamadı. Canı mı sıkılmıştı? Ancak canı sıkılsa dahi böyle önemli bir işi sabote etmezdi.

 

“Arka sayfa da bir şeyler yazıyordur.”

 

Arka sayfayı çevirdiğinde Kara Orman onunla ilgilenirken Nehir yatağının tam tersine doğru tüm hızınla koş. Yirmi beş kilometre sonra varacaksındır. yazıyordu. Dean arka sayfalarda başka bir şey yazıyor mu diye kontrol etti ancak hiçbir şey bulamadı.

 

“Onunla mı? Neyle ilgilenirken?”

 

Ayrıca nehir yatağını nerede bulacağını anlamadı. Nasıl böyle aptalca bir şey yazabilirdi.

 

“Ne boktan şeyler yazmışım! Nereden su içeceğim şimdi?”

 

Dean yerinden fırladı ve öfkeyle ayağını yere vurmaya başladı. Ardından kılıcını kutudan çıkardı ve kutuyu kıyafeti sayesinde sırtına tutturdu.

 

“Anlaşıldı! Nehir yatağını aramam gerekiyor!”

 

Kılıcını bel hizasında tutarak rastgele bir yöne doğru yürümeye başladı. Yürürken etrafına dikkat etmesi ve en ufak bir hışırtıya dahi dikkat etmesi ne kadar tedirgin olduğunu gösteriyordu.

 

Başlangıç yerinden birkaç yüz metre ilerledikten sonra etrafındaki ağaçların dallarına ve yapraklarına dokundu. Dalların son derece kuru ve ölü dolduğunu hissetti. Buruşuk bir ninenin elini tutmak gibiydi. Ayrıca yapraklar canlı değildi. Hepsi son demlerini yaşayan sonbahar yaprakları gibiydi. Bu bile ormanın doğasının ölüm olduğunu gösteriyordu.

 

“Ah!”

 

Dean çevredeki ağaçların yapraklarını da incelerken aniden durakladı. Şimdi anlamıştı!

 

Hikayelerin anlamını! 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46906 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr