1. Bölüm - Kızıl Kan Damlası

avatar
181 1

Rünler ve Karmik İrade - 1. Bölüm - Kızıl Kan Damlası


 

Dükkan kapısının açılma sesiyle beraber içeriye birisi girmişti. Siluet pek belli olmasa da vücut hatlarından küçük bir çocuk olduğu anlaşılıyordu. Çocuğun minik adımlarıyla beraber dükkan çalışanlarının olduğu tarafa yürüdüğü görülüyordu. Dükkan kapısının tıkırtısından birisinin geldiğini anlayan çalışanlar kafasını uzatmış ve kimin geldiğine bakmıştı.

 

"Tuval almaya mı geldin Hui Sun?" Çalışanlardan birisi gelen çocuğu karşılamak için yanına gelmişti. Hui Sun ise kafasını onaylayan bir şekilde sallamış ve iyi aydınlatılmış dükkan duvarlarına bir bakış atmıştı. Çizdiği tuvallerin birçoğu bu duvarlarda satılığa çıkarılmıştı. Dedesinden kalma bu dükkana yardımcı olmak için çizdiği bazı resimleri satışa çıkarıyordu. Çoğu kişi bu tuvalleri bir ressamın yaptığını düşünse de aslında 11 yaşındaki küçük Hui Sun tarafından yapılıyorlardı.

 

O etrafa bakınırken çalışan tuvallerden bir tanesini getirmişti. Ona doğru kaçamak bakışlar atarken en sonunda söylemek istediği şeyi ağzından çıkartmıştı. "Bugün prenseslerden birinin meydana geleceği söyleniyor. Eğer senin için de sorun olmayacaksa prensesin resmini çizebilir misin? Eminim ki normalde satılanlardan çok daha fazlası satılacaktır." Çalışan adam dükkan sahibinin çocuğundan böyle bir şey istemekten biraz rahatsız hissediyordu.

 

"En, prensesi görmeyi ben de çok istiyorum." Hui Sun kafasını sallayıp tuval ile birlikte dükkan kapısına tekrardan yönelmişti. Çıktıktan sonra kalabalık caddede yürümeye başlamıştı. Küçük bedeni ile büyük bir tuvali taşırken dikkatli

adımlar atması gerekiyordu. Beline bağladığı minik bez çantasının içindeki boyalar ve paralar sallanırken en sonunda ara bir sokağa girmişti. İnsan kalabalığından kurtulduğu için daha rahat hareket edebiliyordu. En sonunda yürüyüşü evine kadar devam etmişti.

 

Evinin önüne geldiğinde ilk önce bahçeye geçmiş ve resim malzemelerini küçük kulübeye yerleştirmişti. Ardından eve girip annesi ile birlikte yemek yemişti. Öğle vakti akşama doğru yaklaşırken evden çıkmış ve insanların arasına karışmıştı. Yaşadığı yer olan Hui şehri, Lui şehrine bağlı bir yerleşim merkeziydi. Lui şehrinde yetişim yapan aileler ve insanlar yaşarken Hui şehrinde ölümlü insanların popülasyonu daha çoktu.

 

Prenses ise Lui şehri gibi yüzlerce şehri içine katmış bir krallıktan geliyordu. Tam boyutunu bilmese de yaşadığı gezegendeki en büyük krallıklardan birisi olduğunu biliyordu. Bu yüzden prensesi görmek için epey heyecanlı hissediyordu.  Konvoyun geçeceği caddeye ulaştığında kendisine boş bir yeri kolaylıkla bulabilmişti. Şehrin en nüfuzlu ailesinin çocuğu olduğu için ona özel bir alan elbette ayrılmıştı. Konvoyun gelmesini beklerken dedesinin dükkanındaki çalışanın ona bir tuval daha yollaması ile şaşırmıştı.

 

Bu sefer çalışan babasının emri ile ona tuval yollamıştı. Prensesin resmini o anda çizip konvoy şehirden çıkana kadar hediye etmesi gerektiğini söyleyen bir not ile beraber gelmişti. Babasının bu tarz davranışları onu sinir etse de ailesinin geleceği için güzel bir fayda olacağını düşünüyordu.

 

Bu yüzden boyalarını hazırlamıştı. Onun görüşü için özel bir alan açıldıktan sonra konvoy şehre girmişti. Halk merakla prensese bakarken prensesin arkasından da birçok atlı araba geliyordu. Ölümler hissedemese de konvoy boyunca Lui şehrini bile kolayca dümdüz edebilecek kraliyet muhafızları bulunuyordu.

 

Hui Sun malzemeleri ile birlikte prensesin konvoyunu izlerken bir yandan fırçasını sallamaya başlamıştı. Büyük bir dikkatle prensesi çizerken yavaş giden konvoya ayak uyduruyordu. Halkın neşesini, prensesin güzelliğini ve geri kalan tüm detayları fırçasının ucuyla hallediyordu. Gözünü her açıp kapattığında karşısında bambaşka görüntüler belirip duruyordu. Taze bir ilkbahar çiçeğine benzeyen prensesi hızlı ama nazik darbeler ile çizmişti. Kelimeler ile anlatmak kısa sürse de doğuştan gelen yeteneği ile birlikte bile ortalama bir süre harcamıştı. Son birkaç dokunuşu yaptıktan sonra ortaya çıkan resme bir bakış atmıştı.

 

Etrafındaki insanlar da resim çizen bu genç efendiye dikkat kesilmişti. Resimlerinin bir ruha sahip gibi duruyor olması onun özel bir yeteneği olduğunu düşünüyorlardı. Prensesi konvoyda gören herkes resme baktığında o anları zihninde tekrar ve tekrar yaşıyordu. En sonunda resme yapılan son dokunuşlar da bittiğinde bir görevli resmi prensese teslim etmesi için Hui şehri liderine, yani Sun'un babasına götürmüştü. Sun ise içinde bir boşluk hissetmeye başlamıştı. Prenses evet, epey güzeldi ancak onun ilgisini çok da çektiğini söyleyemezdi. "Resme gerçek duygularımı yansıtmam için gerçekten hissetmem gerekiyor." Kendi kendine konuştuktan sonra devam eden konvoy arabalarına bakmıştı.

 

 

Tam o anda arabalardan bir tanesine gözü çarpmıştı. İçinde duran kızı gördüğünde Dünyası bir anlığına durmuştu. Öylece oturup hayatının sonuna kadar izleyebilirdi onu. Bembeyaz saçları ile birleşmiş sarımtırak gözleri, açık olan ve bir dizi çizime sahip olan şemsiyesi, uzun kıyafeti ve güzel yüzü... Sun ilk defa bir kişiye karşı böyle bir hisse sahip olmuştu. Güzelliğinden etkilenmekten daha çok ona tapası geliyordu. Etrafına yaydığı bir enerji olduğunu ölümlü olmasına rağmen hissedebilmişti. Şaşkın bir şekilde bakmaya devam ederken gözleri birbirleri ile buluşmuştu.

 

Kim olduğunu bilmediği bu tanrıçanın gözlerine baktığında şaşkınlığı bozulmuştu. Hissettiği duyguları düzelmiş ve kendisine gelmişti. O anda anlamıştı ki bu kadın bir ölümlü değildi. Muhtemelen yetişim dünyasındaki güçlü figürlerden birisiydi ve Sun onun cazibesine kapılmıştı. Bu yaşanan olaydan sonra kadının konvoyuna birkaç kere gözü çarpsa da dik dik bakmaya cür'et edememişti. İçinde yanıp tutuşan bir çizim isteği olduğu için konvoyun bitişini beklemiş ve eve doğru yol almaya başlamıştı. Çoktan batan Güneş yüzünden kararan sokaklarda yürürken gürleyen bulutlardan birkaç damla yağmur akmaya başlamıştı.

 

Sadece kısa bir an değişikliği ile birkaç damla olan yağmur giderek büyümüş ve bir sağanağa dönüşmüştü. Boş bakışlar ile yürümeye devam ederken sağanak yüzünden sırılsıklam olmuştu. En sonunda kendine geldiğinde adımlarının onu şehrin kıyısındaki büyük ağaçların bulunduğu sakin bölgeye getirdiğini fark etmişti. Bir süre dinlenmek ve yağmurdan kaçınmak için geniş yaprakları olan ağacın altına geçen

 

Sun'un fark etmediği bir fenomen yaşanmıştı o anda. Yağmur suyunu, havayı, hatta yetişim için kullanılan enerjiyi bile etrafından iten kıpkırmızı bir kan damlası gökyüzünden düşmüştü.

 

Bu kan damlası esrarengiz bir kadimliğe sahip gibiydi. Ona bakanlar sonradan sadece bir bulanıklık gördüğünü anımsayacaktı. Böyle garip bir kan damlası ise yolunu biliyormuşcasına ilerlemiş ve boş boş ağacın altında oturan Sun'un alnından içeriye girmişti. Neler olduğunu anlamayan Sun yaşadığı değişim ile bilincini kaybetmişti. Bedeni birkaç saniyeliğine kırmızı çizgiler ile parladıktan sonra ağacın altında baygın bir şekilde kalmaya devam etmişti.

 

Bir an önce ağacın altında oturduğunu hatırlayan Sun gözlerini açıp kapattığında kendisini bambaşka bir dünyada bulmuştu. Etrafına şaşkın gözlerle bakarken oturduğu yerden kalkmış ve geniş diyara doğru kafasını çevirmişti. Yaslandığı ağaç yerine dalları gökyüzünün de ötesine uzanan bir ağaç gelmişti. Birkaç düzine metrelik toprak alandan sonra okyanus başlıyordu. Şaşkınlıktan anlamamış olsa da kendine gelecek kadar zaman geçirdiğinde etraftaki her imgenin resimlerine kattığı detayları içerdiğini hissetmişti. Gökyüzünde savaşan ölümsüzler, derin okyanusun içinde dolanan Yin ve Yang ilahi balıkları, ucu bucağı görünmeyen ormanlar ve yüzlercesi. Her biri farklı bir fantastikliğe sahipti.

 

Ancak içlerinde en çok dikkat çeken şey bir kan damlasıydı. Tüm evrenin hükümdarı gibi hayali olup olmadığını anlamadığı bu diyarda asılı bir biçimde duruyordu. En sonunda keyifsiz bir şekilde Sun'un arkasındaki ağacın içine girmiş ve tüm diyara yayılan köklere bağlanmıştı. Bu etkiyi tüm ruhunda hissetmeye başlayan Sun neler olduğunu küçük kafası ile algılayamıyordu. Ne yapacağını bilmez bir şekilde dururken çizimlerine hiç dahil etmediği bir varlığın ortaya çıktığını gördü. Gri tüyleri olan bu kedinin attığı her adımda vücudu büyüyordu. En sonunda Sun'un karşısına kadar geldiğinde bedeni akıl almaz bir boyuta ulaşmıştı.

 

"Hui Sun, karma iradesi tarafından seçildin ve mirasın yeni sahibi olduğunu bildiriyorum." Konuşan kedi sözü bittiğinde kafasını eğmişti. Bu bir kabul edilme zorunluluğuna benziyordu. "Ben mirasın korunmasını sağlamak için görevliyim. Sen ise artık hayatı değişecek birisisin. Rünlerin ve İradenin efendisi olma yolun başlıyor."

 

 

Kedinin konuştuğu her söz Sun'un kulaklarından içeriye girmişti. Ruhundaki enerji artışını buram buram hissedebiliyordu. Şaşkın bir şekilde kendisine ve kediye baktıktan sonra konuşmaya başlamıştı. Nedense kendini güvende ve biraz da otoriter hissediyordu. "Daha açık olabilir misin?" Kediye doğru baktığında garip değişikleri daha da hissetmeye başlamıştı. Sanki önceden zincirliyken şimdi tüm zincirler tek tek kırılıyordu. Hatta zincirlerin kırılması sayesinde açığa çıkan potansiyeli bile genişliyordu.

 

"Miras kişinin yeteneklerine, şansına ve azmine bağlı olarak gelişim kazandırır. Geliştiğin sürece miras sana sınırsız destek göstermeye devam edecektir. Şu anda bir ölümlü olduğun için mirasın ilk desteği vücudunu ve ruhunu ölümsüz yetişimi yapabilecek hale çevirmek olacak. İkinci desteği ise rünler ve iradeyi kullanabilecek şekilde değiştirmek olacak. Üçüncü destekse sana özgü bir ruh tekniği oluşturmak olacaktır. İlk iki işlem bitene kadar burada beklemek zorunda kalacaksın."

 

Sun duyduğu şeyler yüzünden ağzı açık bir şekilde bakmaya başlamıştı. Bulunduğu yerin ruhuna ait bir yer olduğunu anladıktan sonra genişlemesini izlemeye başlamıştı. Ağacın içine giren kan damlası sürekli kırmızı bir ışıltı yollayarak diyardaki her şeyin büyümesini sağlıyordu. Bu durum yaşanırken konuşan kedi tekrardan küçük haline dönmüştü. Yaşanan bu değişiklikleri izlerken gözleri duygularını yansıtmıyor olsa da aslında epey şaşkındı. Genişlemeye devam eden bu ruh diyarının ölümlüyken bile varlık cisimlemesi onun için belki normal karşılanabilirdi ancak potansiyeline göre ruhunun büyümeye devam etmesi onu şaşırtmıştı.

 

En sonunda ne kadar zaman geçtiği bilinmiyordu. İçeride hissettiği zamanı algılayamasa da ruh diyarı durmaksızın genişlemeye devam etmişti. En başında sadece resimlerin ana figürleri varken genişleyen bu dünyada artık her resmi kendine özel bir bölge oluşturmaya başlamıştı. Karların yağdığı bir resim çizdiyse ruhunun bir bölümüne kar yağıyor, ateşler içinde bir resim çizdiyse ruhunun bir bölümü cayır cayır yanıyordu. Tek farklılık bunların birebir resim gibi olmasıydı. Yanan ateş olduğu yerde donuktu, yağan kar ise gökyüzünde asılı. Resimler ruhsuz bir şekilde buraya aktarılmıştı. Yine de bu bile fantastik bir rüya gibiydi.

 

En sonunda işlem bittiğinde kan damlası kızıl ışıltılar göndermeye başlamıştı. Ruh diyarına kazınmaya başlayan garip işaretler ve bu işaretlerden gelen iradeler vardı. İkinci miras hediyesine geçildiği anlaşılıyordu. Bu aşama çok daha kısa sürmüştü. Birkaç tane rünün bir araya gelmesiyle ruhuna damga işlenmişti. Başlangıçta az bir miktar olmasını normal karşılayan Sun artık bu olayları daha normal karşılamaya başlamıştı. Ruhunun genişlemesi ile on bir yaşındaki bir çocuktan daha geniş kapsamlı düşünebilmeye başlamıştı. Ruhuna işlenen damga da bittiğinde uyuyormuş gibi gözüken kedi ayağa kalkmış ve ona durumu açıklamaya başlamıştı.

 

"Rünler senin potansiyelinin genişlemesini sağlar. Ruhuna işlenen damgalar ölümsüzlük yolunu daha hızlı, pürüzsüz ve güçlü bir şekilde geçmene işe yararken bedeninde rün yerine kan damlasının maddi versiyonu bulunur. Bu kan damlası her döngüye girdiğinde bedenini biraz daha güçlendirirken sürekli yetişim yapmana da yarar. Şimdi, arkanda bulunan kan damlasına dokunman gerekiyor. Ona dokunduğunda senin için bir ruh tekniği oluşturacak."

 

Sun anladığını gösteren bir ses çıkarttıktan sonra arkasını dönerek kan damlasına yürümeye başlamıştı. Ağacın merkezinde bulunan kan damlasına yürürken onun için açılan boşluklardan geçiyordu. Attığı adımlar ile nasıl bir şey kazanacağını düşünüyordu. Belki uçabilecekti, belki de tek vuruşta dağları parçalayacaktı. Ne geleceğini öğrenmenin tek yolu devam edip elini o şeyin üstüne koymaktı. En sonunda kan damlasının önüne gelmişti. Elini uzatırken zihninden milyonlarca düşünce akıp gidiyordu. Sıcak ama aynı zamanda soğuk bir şeye dokunduğunu hissettiği zaman tüm ruh diyarı sallanmaya başlamıştı. Zihnine, aynı zamanda ruhuna işlenmeye başlayan bir teknik vardı. Tamamen ona uygun bir şekilde, onun için tüm her şeyden daha yararlı olacak olan o teknik oluşuyordu. Kedi ise uzaktan bu fenomeni izlemeye başlamıştı. Garip bir şekilde havada asılı kalan kar taneleri yere düşmeye, normalde yanarak dalganması gereken donuk alevler ise cayır cayır yanmaya başlamıştı. Hafif bir meltem tüm ruh diyarında eserken çizimler canlanmaya başlamıştı.

 

Ruhuna işlenmiş olan bu resimlerin küçük detayları canlanmaya başlasa da ana detaylar hiçbir harekete sahip değildi. En sonunda tekniğin aktarılması bittiğinde Sun etrafına bakmaya başlamıştı. Kazanmış olduğu bu teknik onun hayallerinin yanında lafı bile geçmeyecek kadar kadim ve akıl almazdı. Ne kadar güçlü olursa olsun teknik onunla beraber gelişmeye devam edeceği gerçeği her şeyden daha kıymetli bir hale getiriyordu.

 

En sonunda mirasın tüm aktarması bittiğinde Sun gerçek hayata gözlerini açmıştı. Yatağında yatıyor olduğunu ve takvimden sadece üç gün geçmiş olduğunu görünce dudakları yukarıya doğru kıvrılmıştı. Yepyeni bir güçle dolup taşan bedenini yataktan kaldırdıktan sonra aynanın karşısında kendisine bakmaya başlamıştı. Bedeni birkaç yaş büyümüş gibi gözükmeye başlamıştı. Yaklaşık 14 yaşında gibi duran bedeni dışında duyuları da değişmişti. Yan odada olan bazı konuşmaları net olmasa da nete yakın bir şekilde duyabiliyordu. Ayrıca gözlerini kapattığında etrafındaki enerji partiküllerinin bedenine girdiğini hissedebiliyordu.

 

"Üç günde üç ömürlük şey yaşadım neredeyse. Ruh Cisimleştirmeyi denemek için sabırsızlanıyorum." Duvarda asılı olan tablolardan bir tanesine yaklaşmıştı. Çizmiş olduğu resmin bir kenarında yer alan su birikintisine ruhuna işlenmiş olan tekniği ile dokunduğunda resimden dışarıya çıkmıştı. Ancak normalde olduğu gibi bir su birikintisi halinde değildi, daha çok küçük fincan kadar suya dönüşmüştü. Ama böyle bir gelişme bile Sun'un hayallerini değiştirmek için yeterliydi. Dövüşen ölümsüz çiziminde denediğindeyse çizdiği ölümsüzler mürekkebe dönüşerek yere damlamıştı.

 

"Sanırım yeterince güçlenmediğim sürece onları çizimlerden dışarıya çıkarmam. Gün benim için yeni başlıyor!" Her ne kadar tekniği kullandığında hissettiği enerjiden birazını harcadığını hissetse de bu büyük bir değişiklik yaratmıyordu. Onun için hayat yeni bir dönüm noktasına gelmişti! Ölümsüzlük yolunda gelişmek için Dünya'ya açılacaktı.

 

YN: İlk defa ciddili bir şekilde kitap yazmaya başladım, umarım okuyan kişilerin önerisi de olur. Bölümleri uzun tutmak istediğim için ancak birkaç günde bir bölüm yollayabilirim. Görüşleriniz benim için oldukça önemli!

 

 
[Ruh Cisimleştirme]
Kişinin gücüne göre çizimlerini canlandırabilme yeteneği kazanmasını sağlayan bir tekniktir. İlk seviyelerde sadece çizilen şeylerin canlanmasını sağlasa da ilerleyen seviyelerde ruhunun içindeki çizimlerin cisimleşmesini sağlar.
 
Çizilen şeylerin iradesi vardır. Çizilen şeyin gücü çizimin yüceliğine değil kişinin yetişimine bağlı olarak gelişir. Yani sıradan bir kar tanesini yüksek yetişimde bir saldırı aracı olarak kullanabilir.
 
 
Çizim canlandırma tekniğinin etkisini artırmak için çağırılan varlık hakkında gelişim gösterilir. Örneğin bir kuş çağırılırsa element bilgisi ile ona füzyon gerçekleştirebilir. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44746 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr