1. Bölüm - Giriş, Taşrada Hayat

avatar
412 1

Salvator: İsyan - 1. Bölüm - Giriş, Taşrada Hayat


Bembeyaz küçük bereketsiz bir kasabada gün yeni başlıyordu, uzun zamandır böyle kar yağmamıştı. 3 belki de 5 evden oluşan küçük kasaba, yazın ortasında kar yağması ile birlikte son gelir umudunu kaybetmişti. Muhtemelen yılın kalanını aç kıt kanaat geçireceklerdi, bu coğrafyaya neredeyse hiç kar yağmazdı, yağdığı zaman ise yaz ortasında değil en soğuk kışların bile en soğuğunda yağardı.

Bu evlerden en düzgün görünümlü olan evin içinde gün yeni başlıyordu. Evin çatısı kırıktı ve çürümüş tahtalardan yapılmıştı içerisinin soğuk aldığı çok belliydi içeride soba bile yoktu. Evin babası Andrew kalkmış ormana gidip ağaç kesmeye hazırlanıyordu. Elmacık kemikleri içe göçük, kirli sakallı, büyük ama düzgün burunlu, kalıplı bir adamdı. Daha genç olmasına rağmen hayat onu yormuştu görebileceği her şeyi görmüştü kıtlık, ölüm, katliam, savaş..

Ailesini uyandırmamaya gayret ederek evden çıktı. Kasaba yıkık dökük evlerden oluşuyordu, doğru düzgün bir meydanı bile yoktu, en çok meydana benzeyen şey zararlı otlarla dolu olan açıklıktı, tüm evlerin ortasında kalan biryerdi, belki de eskiden bir meydandı kim bilir.

Andrew daha gelişim yoluna adım atmamıştı zamanı yoktu her zaman sırtında bir yük vardı, küçük bir çocuk iken bile babası öldüğü için ailesine o bakmıştı, arada verilmeyen vergiler için gidip gelen savaşçılara o da özenirdi ama onlardan asla olamazdı bunu biliyordu.

Ayağına zehirli ot vesaire batmaması için tahta botlarını giydi ve ormanın yolunu tuttu, yanına tohumda almıştı ormana bir saygısı vardı kendini Doğa Tanrıçası Gaia'ya yakın hissediyordu. Kestiği her ağaç için bir tohum ekecekti.

Orman yolu zehirli otlarla, kayalarla ve sıçanlarla doluydu. Ama bu riski almak zorundaydı yoksa helak olan ekinlerin arasında yiyecek birşeyleri kalmazdı. Sabahın erken saatleriydi ormana varmak üzereydi, fakat ağaçların arasında bir kurt gördü, enerjiyi hissedemediğinden büyülü mü? Değil mi? Karar veremedi, yere eğildi kurtun görüş alanından çıkana kadar süründü, yerler diken doluydu.

Kurtun görüş alanından çıktığını düşündüğü zaman ayağa kalktı yüzü kan içindeydi, küçük eski bir bel çantasından kumaş bir mendil çıkardı, eski yırtık bir mendildi, yüzünü dikkatlice sildi dikenleri eve gidince çıkaracaktı.

En sonunda ormana vardı, gözleri kurumuş bir ağaç aradı fakat dış kısımlarda yoktu, mecbur biraz daha içerilere gitmek zorundaydı. Bunu pek sık yapmazdı çünkü iç kısımlarda büyülü canavarlar çoğunluktaydı, ama bugün zorundaydı ailesine en azından satacak bir şeyler götürmeliydi.

Biraz daha iç kısımlara ilerlemeye başladı, etrafını dikkatlice kontrol ediyordu kurumuş bir ağaç atlamak istemiyordu, 5 dakikalık yürüyüşün ardından bir ağaç gördü yanına gitti, tamamen kurumuş, ölmüş bir ağaç olduğundan emin oldu. Sırtına astığı koca, körelmiş baltayı çıkardı, gerildi ve tüm gücüyle ağaca bir darbe indirdi, ortalama bir ağaçtı ama zor kesiliyordu, bunun sebebi ormandaki enerji yoğunluğuydu tabii hiç eğitim almayan Andrew bunu bilmiyordu.

Bir buçuk saat kadar ağaçla ilgilendi, onu parçalara ayırdı ve sırtladı, en fazla bir ağaç daha kaldırabilirdi ne güzel ki yakında bir ağaç daha vardı. O ağaca doğru hareket etmeden önce bel çantasından çıkardığı tohumları ekti, kestiği her ağaç için iki tohum ekti.

Keseceği son kuru ağaca doğru ilerlemeye başladı, kan ter içinde kalmıştı, yüzüne batmış dikenler şu an tarif edilmeyecek bir acı veriyordu, terlemek işleri berbat etmişti.

Keseceği son ağaca geldi, elindeki odunları yere bıraktı, baltasını sırtından indirdi, güçlükle de olsa tüm gücüyle baltasını ağaca geçirdi.

1 saatin sonunda artık işi bitmişti ormanı terketmeye hazırlanıyordu, ormanın bugün yağan karla birlikte ayrı bir güzelliği vardı, son kestiği ağacıda sırtladı ve ormandan çıkmak için yürümeye başladı.

Kurt gördüğü yere kadar geldi, kulağına bir melodi çaldı, Andrew bu kadar güzel bir melodi duyduğunu hatırlamıyordu, çok güzel bir kadın sesiydi, yağan kar ile birlikte çok romantik bir ortam yaratmıştı, kendini alıkoyamadı ve melodiye doğru yürümeye başladı, ne yaptığından emin değildi, ama bu sese karşı gelemezdi, bu sesin nereden geldiği bilmek istiyordu sanki hayatında en çok istediği şey buydu.

Yürüdükçe melodi daha da yakınlaştı, daha da güzelleşti hayatında böyle bir ses duyduğunu hatırlayamıyordu, imparatorluktaki en iyi müzisyende bile böyle bir ses olamayacağını düşünüyordu, kar yağışı daha da şiddetlendi öyle ki kar fırtınası çıkmıştı birkaç saat böyle devam ederse 2 metreye yakın kar olabilirdi bu tüm kasabanın ölmesi demekti, böyle bir soğuğu hiç kimse kaldıramazdı.

Biraz daha yürüdükten sonra melodinin merkezine geldi, etrafına bakındı melodi tam durduğu yerden geliyordu, silkelendi ne yaptığını anlayamadı etrafına bakındı, en son hatırladığı şey hayatındaki en güzel melodiyi duymasıydı, devamı yoktu. Şuan bir melodide yoktu, kar fırtınası aniden aşırı şiddetlendi, Andrew ayakta durmakta zorlanıyordu.

Bu ormandan çıkabileceğinden emin değildi, çok üşüyordu yere gömülmüştü bir ses duydu, bir çocuk ağlaması, çok şiddetli ağlayan bir çocuktu üşüyordu belki de, son gücüyle ayağa kalktı ses yakından geliyordu, çocuğa doğru ilerledi, ayakları kara batıyordu, belki de hayatının son demlerini yaşıyordu.

Sesin kaynağı olan çocuk önünde duruyordu, bir bebekti, yeni doğmuşa benziyordu, saçları ve teni bembeyazdı belki de, kar yüzünden öyle gözüküyordu, küçük bir burnu vardı, gözlerini kapatmış avazı çıktığınca ağlıyordu.

Andrew dayanamadı odunları yere bıraktı üstündeki geyik derisinden yapılmış gömleğini çıkardı çocuğu eline aldı ve sardı, ağlaması yavaş yavaş dinmeye başladı, kar fırtınası şiddetini kaybetmeye başladı hava yavaşça ısınmaya, fırtına yerini seyrek kar yağışına bıraktı.

Andrew'in iki seçeneği vardı, ya aç kalmayı göze alacak, odunları bırakacak çocukla beraber eve dönecekti ya da çocuğu burada ölüme terkedip odunlarla dönecekti, Andrew zor bir karar vermek zorundaydı bu odunları bırakırsa ailesi açlıktan ve soğuktan ölebilirdi, Andrew'in gözü uyuyan bebeğe çarptı onu burada bırakamazdı, kimse bırakmazdı bunu ne vicdanı ne de kendisi kaldırabilirdi.

Odunları olduğu yere bıraktı çocuğu kucağına aldı ve yürümeye başladı, ailesinin ölmesini göze almıştı, duyduğu melodi onu kasabanın yakınlarına bir yere getirmişti, 1 saatlik bir yoldan sonra yorgun argın kasabaya vardı çocuk sakin bir şekilde uyuyordu beyaz teni ve beyaz saçı onu çok tatlı gösteriyordu.

Evinin önüne geldi kapıyı açıp içeri girdi.

'' Andrew sen mi geldin? ''

Andrew'in eşi, Mirabell idi seslenen kişi.

'' Evet ben geldim. ''

Arasında kapı bile olmayan bir odadan çıkıp geldi Mirabell.

'' Odunlar nerede? ''

Dedi Mirabell korkmuş bir ifade ile, Andrew derin bir nefes alarak, ürkek şekilde lafa girdi.

'' Odunları sırtlamış getiriyordum, bir melodi çaldı kulağıma devamını hatırlamıyorum, sonra ise bir ağlama sesi duydum kar çok şiddetlenmişti öleceğimi sanmıştım, ağlama sesini duyunca oraya ilerledim ve bu çocuğu buldum vicdanım el vermedi onu orada bırakamadım ben de odunları bıraktım... ''

Mirabell bir hışımla Andrew'in yanına koştu, çocuğu eline aldığı gibi ateşini kontrol etti. Mirabell eşinin yaptığı şeyin onlara çok fazla şeye mal olacağını biliyordu fakat o da orada olsa öyle yapardı eşi ile gurur duyuyordu. Andrew gergin bir ifade ile cevabı bekliyordu, Mirabell bunu farketmişti.

'' Sen yanlış bir şey yapmadın. Seninle gurur duyuyorum. ''

Andrew rahatladı, ama içi hâlâ buruktu.

'' Para konusunu ne yapacağız? Tüccar yarın gelecek! ''

Mirabell hiç düşünmeden cevap verdi.

'' Daha az odun satarız. ''

Andrew vicdan azabı çeker gibi bir ifade ile cevap verdi.

'' Yetecek mi? "

Mirabell, kendinden emin şekilde.

'' Yetmek zorunda. ''

Andrew rahatlamış bir şekilde ahşap sandalyeye oturdu..






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46886 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr