Bölüm 167: Ay Tanrısı Harabeleri
Shui Ruo'yla öğle yemeği yedikten sonra Ling Chen onun için akşam yemeği hazırladı ve yemek masasının üzerine bıraktı. Kemikler Ormanı'nın ivmesini takip ederek Ling Chen Ay Tanrısı Harabeleri Görevi'ni hemen denemeye karar verdi. Görevi başlattıktan sonra ne kadar zamanını alacağı hakkında hiçbir fikri yoktu.
Mistik Ay dünyasına dönmesinin ardından Ling Chen "Ay Tanrısı Harabeleri" Görevi'nin açıklamasına tekrar ve tekrar baktı. Aslında Ay Tanrısı Harabeleri hakkında fazladan bilgi almak için Gök Mavisi Ejderha Başkanı'nı bulmak istemişti. Ancak, biraz düşündükten sonra bunu yapmamaya karar verdi. Sonuçta, Ay Tanrısı Harabeleri yasaklı bölgelerden biriydi, yani eğer sormuş olsa bile fazla bir şey öğrenemeyecekti.
Ling Chen, Kemikler Ormanı'nda birçok tehlike deneyimlemişti ve hatta Xi Ling'i kaybetmişti. Ay Tanrısı Harabeleri'nin açıklamasından burasının Kemikler Ormanı'ndan çok daha zor olduğu anlaşılıyordu. Ling Chen en akıllıca olan seçimin daha iyi ekipmanlarla daha yüksek bir seviyeye gelene kadar beklemek olduğunu biliyordu. Aksi halde, belirgin şekilde zor olan bu Göreve Xi Ling olmadan gitmek intiharla aynı anlama geliyordu.
Ancak, Ling Chen beklerse, daha fazla Ling Chen olamazdı. Aşırı temkinli olmak ve kararsız davranmak onun tarzı değildi. Aynı zamanda tehlike ne kadar büyük olursa ödül de o kadar büyük olurdu. Çok uzun bir süre bekledikten sonra Görevi tamamlarsa, aldığı ödüllerin oyunun o aşamasında ona hiçbir yardımı olmama ihtimali de vardı.
Ay Tanrısı Harabeleri Görevi, meydan okuyucuyu direkt olarak Görev bölgesine taşıyan bir tanesiydi. Açıklamaya son bir kere daha baktıktan sonra alçak bir sesle: "Xi Ling, bu Görevi bitirmemi bekle... ardından, Vermillion Kuşu'nu bulmak için güneydeki Vermillion Kuşu Şehri'ne gideceğim!", dedi.
Hemen sonrasında taşınma seçeneğini seçti ve beyaz bir ışığın parlamasının ardından etrafındaki manzara değişti.
"Ding... "Ay Tanrısı Harabeleri" tehlike bölgesine ulaştınız."
Ay Tanrısı Harabeleri:
On bin yıl önce, "Shura'nın Yıkımı" olarak anılan bir felaket meydana geldi. İnsanlığın sürekli modernleşmesi ve tarih güncellemesi yüzünden bu olay insanlar tarafından uzun zaman önce unutuldu. Çünkü bu olay sırasında otuz Ay Tanrısı Shura tarafından katledildi. Trajik ve korkunç bir savaşın ardından Ay Tanrısı Klanı, en sonunda Shura'yı otuz Ay Tanrısı'nın öldüğü yerde öldürmüştü. Ancak, savaşın şiddeti yüzünden çevresindeki bölge harabeye dönmüştü. O andan itibaren, Ay Tanrısı Klanı o yere asla girmedi. Daha sonrasında, Ay Tanrısı Harabeleri'nden sık sık kederli ağlama sesleri gelmiş ve söylenceye göre kederli ağlama sesleri orada öldürülen Ay Tanrılarının ruhlarının çıkardıkları seslerdi.
Bu Ling Chen'in Qian Gun Gun'dan aldığı haritadaki Ay Tanrısı Harabeleri'nin açıklamasıydı.
Üzerinde yürüdüğü zemin sabit ya da düz değildi ve Ling Chen'in dengesini korumasını zorlaştırıyordu. Daha çevresine uyum sağlayamadan iğrenç bir çürüme kokusu yüzüne çarparak kusmak istemesine neden oldu. Şanslı olarak nefesini tam zamanında tutmuş ve kusma isteğini bastırmıştı.
Ay Tanrısı Harabeleri... Burası gerçekten de tam anlamıyla harap edilmiş bir yerdi.
Her ne kadar alan oldukça geniş olsa da doğal olmayan bir şekilde karanlıktı. Yukarı baktığında kalın bir kara bulut katmanının gökyüzünü kaplayarak baskıcı bir atmosfer yarattığını gördü. Zemin, üzeri kaplanmamış tek bir parça bile düz zemin bulunmasını zorlaştıracak şekilde gri ve siyah seyrek bitki topluluklarıyla kaplıydı.
Uzun bir sürenin ardından, Ling Chen sonunda buranın kokusuna alışmaya başlamış ve nefes alıp verişi tekrar normal bir hale gelmişti. Neredeyse on bin yıl geçmiş olmasına rağmen yoğun savaşın etkileri hala duruyordu. Çeşitli harabeler, savaşın ne kadar korkunç olduğunu, Ay Tanrıları ve Tanrıçaları ile Shura'nın ne kadar inanılmaz güçlü olduğunu hayal etmenizi sağlayarak titremenize sebep oluyordu. Dahası, haritaya göre Ay Tanrısı Harabeleri yüzlerce kilometrelik bir alanı kaplıyordu!
Gerçekten, yüzlerce kilometre... Bu doğal bir afet değildi. Bu bir Shura ve o zamanki Mistik Ay dünyasının en güçlü diğer dört varlığının etkisiydi.
Bu bir Aziz Yok Edici'nin nasıl baskın bir güce sahip olduğunun kanıtıydı.
"Xiao Hui."
Ling Chen Xiao Hui'yi dışarıya çağırdı ve Ay Tanrısı Harabeleri'nde yürümeye başladı.
Harabelerdeki zeminde yürümenin yarattığı his oldukça rahatsız ediciydi ama kokuya kıyasla neredeyse etkisizdi.
Ling Chen, Xiao Hui'yle birlikte yürümeye devam etti. On dakika kadar yürüdükten sonra görebildiği tek şey hâlâ sadece harabelerdi ama ara sıra yere saçılmış bazı kemikler vardı. Bu kemikler muhtemelen savaşın çapraz ateşine yakalanmış şansız yaratıklara aitti. Böylesi büyük bir yıkım alanıyla ölen masum varlıklar sayılamayacak kadar çoktu. Geride kalan kemikler fazlasıyla kırılgandı - sadece dokunmak bile toza dönüşmelerine yetiyordu. Sonuçta, burası Kemikler Ormanı'nın ürpertici atmosferinden farklı olarak aşırı sıcak ve rutubetliydi.
Rutubetli rüzgâra karışan çürüme kokusunun içinde gri kum parçacıkları durmaksızın Ling Chen'in yüzüne doğru uçuşurken bulutlarla kapalı enginlikte yürümeye devam etti.
Ling Chen yürümeyi kesti ve arkasına baktı. Ne kadar çok bakarsa baksın arkasındaki manzarayla önündeki manzara arasında bir fark göremiyordu. İnsan ya da hayvan olması fark etmeksizin, herkes kendini böyle bir ortamda umutsuz şekilde kaybolmuş bulurdu. Ling Chen haritasını çıkardı ve pozisyonunu tekrar doğrulamasının ardından kaşlarını çatmaya başladı...
Neler oluyor...
Buraya gelmesinin üzerinden oldukça fazla zaman geçmesine rağmen ne tek bir yaratık görmüş ne de "kederli bir ağlama" duymuştu. Xiao Hui bile tehlike olduğuna dair bir tepkide bulunmamıştı. Peki, bu Görev'in amacı neydi?
Şu anda Harabelerin merkezinin güneyinde olmalıydı. Haritaya bir kere daha baktıktan sonra kaldırdı ve: "Xiao Hui, hadi kuzeye doğru gidelim.", dedi.
Xiao Hui yolu gösterirken Ling Chen kaybolmak için endişelenmesine hiç gerek yoktu. Xiao Hui'nin Kemikler Ormanı'ndaki performansı olağandışıydı. Xiao Hui yolu gösterirken Ling Chen arkasından takip etti ve kuzeye doğru ilerlerken yavaşça Harabelerin merkezine doğru yol alıyorlardı.
Görevi başarıla tamamlayıp tamamlayamaması fark etmeden, Harabelere sadece bir kere girebiliyordu. Bu da nedeni ne olursa olsun Ling Chen bir kere haritadan ayrılırsa Görev'den çekildiği varsayılacağı ve ikinci bir şans verilmeyeceği anlamına geliyordu. Böylece, Görev'e başladığı için tamamlayana kadar devam etmek zorundaydı. Bir yarım saat daha yürüdükten sonra, Ling Chen'in bir anda durmasına neden olan tamamen beklenmedik bir şey oldu.
Normalde, Ling Chen'in bileğindeki Ay Felaketi Qi Yue'nin gücüyle normal bir bileklik gibi görünüyordu. Sadece Ay Felaketi'nin yeteneklerini kullanırken normal görüntüsüne geri dönüyordu. Ancak, Ay Felaketi aniden hafif siyah bir ışıkla parlamasının ardından gerçek görüntüsüne geri döndü. Sırasıyla ikinci ve dokuzuncu yuvalara yerleştirilen İkizler Küresi ve Yay Küresi de ışıklarını yayıyordu.
Ling Chen sabit kaldı ve sağ elini kaldırarak Ay Felaketi'ne baktı. Aynı anda Qi Yue'nin sesi Ling Chen'in zihninde belirerek: "Küçük efendi neredeyiz?" dedi.
Qi Yue şaşırmıştı ama uyuşuk sesi hoş bir rüyadan daha yeni uyanmış gibi duyuluyordu. Ling Chen anında cevaplayarak: "Burası Ay Tanrısı Harabeleri... Ay Felaketi'ne neler oluyor? Neden aniden parlamaya başladı?" dedi.
"Ay Tanrısı Harabeleri... Shura'nın düştüğü yer..." Qi Yue kendi kendine mırıldandı. Dört Görev arasında, sonuncusu Ay Tanrısı Harabeleri'ndeydi. Bu yüzden de o kadar çok şaşırmamıştı. Muhtemelen Ay Felaketi bir şey saptadığı içindir."
"Bir şey mi saptadı? Başka bir Tanrı Küresi ya da... Aziz Küresi olabilir mi?"
Şaşırarak, Qi Yue bu fikri reddetti: "Muhtemelen değil. Bazen Ay felaketi Tanrı Küreleri ya da Aziz Küreleri'ne yakın olduğunda hiç tepki vermez. Tepki verse bile yakınlaştıkça sadece alakalı yuva aydınlanır. Dürüst olmak gerekirse, Ay Felaketi'nin ne saptadığını ben de bilmiyorum. Belki yürümeye devam edersen bir cevap bulabilirsin."
Ay Felaketi'nin neden böyle davrandığını Qi Yue de merak ediyordu. Böylece Ling Chen başka bir sor daha sormakla uğraşmadı ve Xiao Hui yolu gösterirken yürümeye devam etti. Hayal görüp görmediğinden emin değildi ama belli bir mesafe ilerlediği her seferinde Ay Felaketi biraz daha parlak parlıyor gibi duruyordu.
Ling Chen, Ay Tanrısı Harabeleri'ne sistem tarafından yollanmıştı. Nasıl dışarı yollanacağıysa şu andaki ana endişesi değildi. Önündeki harabeler sonsuza kadar uzanıyor gibi duruyordu ve Ling Chen farkına bile varmadan iki saattir yürüyor olduğunu fark etmişti.
Ay Tanrısı Harabeleri'ne girdiğinden beri ne tek bir yaratıkla ne de herhangi bir tehlikeyle yüzleşmişti. Önünde sadece karanlık ve kasvetli harabeler vardı.
Haritasını çıkardığında Harabelerin merkezine çok, çok yakın olduğunu ve Ay Felaketi'nin siyah ışığının aşırı yoğun bir hale geldiğini fark etti.
Görünüşe göre daha önce hayal görmüyordu. Merkeze daha da yaklaştıkça, Ay Felaketi'nin yaydığı ışık daha da yoğun hale geliyordu. Bu da Ay Felaketi'nin saptadığı şeye giderek daha da yaklaştığının kanıtıydı.
"Neden... burada şeytani aura var?" Qi Yue'nin sesi bir kere daha Ling Chen'in zihninde yankılandı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..