Bölüm 173: Shura (2)
Shura...
Bu kelime Ling Chen'in kalbine yıldırım gibi düştü.
"Beni... Kim uyandırdı..."
Ağır bir ses yeri ve göğü doldurmuştu ve her bir kelime Ling Chen'in ruhuna dev bir kaya gibi düşmüştü. O Shura'ydı ve bu onun sesiydi.
Onu kim uyandırdı...
"Ay Felaketi... Demek sendin..."
Ay Felaketi'nin isminin Shura tarafından söylenmesi Ling Chen'in kalbinin sarsılmasına neden oldu. Shura’yı uyandıran Ay Felaketi miydi? Daha önceki muhteşem siyah ışığın sebebi Shura'yı fark ettiği için miydi?
Ancak, Shura çoktan ölmemiş miydi? Üç Ay Tanrıçası tarafından on bin yıl önce öldürüldüğü söyleniyordu! Nasıl Ling Chen'in önünde belirebiliyordu?
"Çoktan öldüm... Ve sen çok zayıflamışsın. Beni... Uyandırdığından bırak... Senin için son bir şey daha... Yapmama izin ver..."
Shura'nın sesi, Ling Chen'in tüm hayatı boyunca duyduğu en ağır sesti. Sadece tek bir ses olmasına ve o kadar da yüksek olmamasına rağmen yine de kalbini milyonlarca insan aynı anda bağırıyormuş gibi sarsmıştı. Söylediği her bir kelime Ling Chen'in tüm bedenini sarsıyordu. Shura son kelimesini söylediğinde etraflarındaki aura değişmeye başladı.
Bir rüzgâr esmeye başladı ve normalde durağan olan hava çalkantılı bir hal aldı. Acımasız ve baskıcı bir aura taze kan kokusu her şeyi sarmaya başlarken yayılmaya başladı.
Başka bir mor yıldırım demeti düştü ve yaydığı ışığın içinde Ling Chen önünde duran kişinin sanki bir kan havuzundan daha yeni çıkmış gibi durduğunu gördü. Kan kırmızısı saçı, kan kırmızısı bir yüzü, kan kırmızısı gözleri, kan kırmızısı zırh giyiyor ve uzun kılıcı tamamıyla kırmızıya boyanmıştı... Bunların hiçbiri doğal olarak o renk değildi - hepsi o renge kanla boyanmıştı.
Tek bir adam Unutulmuş Kıta'da yaşayan yaratıkların %10'unu katletmişti. Döktüğü kan kimse tarafından hayal dahi edilemezdi. Sayısız kere kanla yıkandıktan sonra vücudunun her bir parçası kalıcı olarak kan kırmızısı olmuştu.
"Shura... Sen Shura'sın!"
Eğer Qi Yue Shura'yı tanıyabiliyorsa, Şeytani Gölge İblisi'nin tanıyamaması için hiçbir sebep yoktu. On bin yıl önce ikisi de hayattaydı. O kadar uzun süreden sonra yaşayan çoğu yaratık Shura'yı unutmuştu ama on bin yıldır hayatta olan Şeytani Gölge İblisi korkunç Shura'yı kesinlikle unutamazdı. Bu auranın kime ait olduğunu sonunda anladığında endişe ve korkuyla dolmuştu.
Hava taze kan kokusuyla dolmuştu. Sadece Shura'nın gücü böyle bir koku yayabilirdi. Terör içindeki Şeytani Gölge İblisi Shura'nın öldürme niyetinin tamamıyla ona kilitlendiğini fark etti.
"Yok ol ve kılıcımın altındaki son ceset ol."
Ling Chen'in Shura hakkında bildiği tek şey bir efsaneyken, Şeytani Gölge İblisi Shura'nın ne kadar korkunç olabileceğine birinci elden tanık olmuştu. Shura'nın baskısıyla kilitlenenlerin hiçbiri asla canlı kaçamamıştı. Shura açıkça çoktan ölmüştü - Şeytani Gölge İblisi neden burada belirebildiğini açıklayamıyordu.
Bunların hepsi koca bir kâbus olabilir miydi?
Ancak, sorularının hiçbirinin cevabını asla alamayacaktı. Shura'nın sesi kulaklarında belirdiğinde çoktan ölümün çukuruna doğru düştüğünü hissetmişti.
"Ahh!!"
Shura dünyadaki en merhametsiz yaratık olduğu için merhamet için yalvarmadı. Shura'ya merhamet için yalvarmak inanılmaz aptalca olurdu. Bunun yerine uludu ve tam tersi yöne doğru öfkeli bir şekilde kaçarken Shura'ya doğru siyah bir sis parçası yolladı.
Bom!
Gökten üçüncü bir mor yıldırım demeti daha düştü. Yıldırım bölgeyi aydınlatırken, Ling Chen gökyüzünü kaplayan siyah bulutları ve sağ elini kaldıran Shura'yı gördü.
Çın!
Shura'nın kılıcından kan kırmızısı, hilal şeklinde bir enerji fırladı ve Şeytani Gölge İblisi'nin yolladığı siyah sisin içinden geçti. Siyah sis parçası tıpkı sel sularının küçük alev parçalarının üzerinden geçmesi gibi geçip gitmişti. Bir an içinde Şeytani Gölge İblisi'nin tüm gücüyle yaptığı saldırısı yok olmuş ve kan kırmızısı bir hilal şeklindeki enerji ileri doğru devam ederek, kaçmaya devam eden Şeytani Gölge İblisi'ne çarpmıştı.
"Arghh!!"
-9.980.000!!
Acınası çığlık neredeyse kulak zarlarını parçalayabilecek gibiydi ve Ling Chen, Şeytani Gölge İblisi'nin üzerinde süzülen devasa bir hasar değerinin süzüldüğünü gördü.
Bu Shura'nın yaptığı sıradan bir saldırıydı... Sıradan bir saldırı Şeytani Gölge İblisi'ni tamamen yok etmişti ve bir Gizemli Tanrı sınıfı yaratığa milyonlarca hasar vermişti.
Bom!
Dördüncü bir yıldırım düştü ve bir kere daha bölgeyi aydınlattı. Ling Chen, Shura'nın önünden kaybolduğunu ve onun yerine Şeytani Gölge İblisi'nin olduğu yerde güzel kan kırmızısı bir çiçeğin olduğunu fark etti.
"AHH!!"
Son bir korkunç çığlık çevreleyen göğün titremesine neden oldu.
"Shura'nın Ölüm Alanı..." Qi Yue'nin sesi Ling Chen'in zihninde duyuldu: "Şeytani Gölge İblisi öldü."
Sadece Şeytani Gölge İblisi'nin son çığlığının yankıları kalmış ve onlar bile giderek kaybolurken bir kere daha sessizlik yerini almıştı. Ling Chen, Shura'nın ne yaptığını ne net bir şekilde görebilmiş ne de Şeytani Gölge İblisi'ni tam olarak nasıl öldürdüğünü biliyordu. Fakat bildiği şey, Şeytani Gölge İblisinin Shura tarafından katledilmiş olduğuydu.
Yalnız Ruh Sırtı'nda Şeytani Savaş İblisi, Xi Ling'in kendi hayatı karşılığında Dokuz Güneşin Tanrısal Öfkesi'yle yok edilmişti. Şeytani Gölge İblisi'nin gücüyle, nadir Aziz Yok Edici yaratıkların dışında kim onu yok edebilirdi? Dahası, Aziz Yok Edici yaratıklar bile Şeytani Gölge İblisi'ni hızla öldürebilmeyi oldukça zor bulurdu.
Ancak, Shura'nın karşısında tamamen yok edilmeden önce misilleme yapma şansı bile bulamamıştı.
O gerçekten de Shura mıydı...
Yani bu... Bir Shura’nın gücü mü?
Ling Chen az önce olanların karşısında inanılmaz bir saygıyla karışık korku ve şok içindeydi. Bu şimdiye kadar deneyimlediği en büyük baskı ve tanık olduğu en büyük güçtü - ve hedef o bile değildi. Shura tek başına Unutulmuş Kıta'daki yaratıkların %10'unu tek başına yok etmiş ve diğer tüm yaratıklar tarafından korkulan bir varlıktı. En yüksekte yer alan üç Ay Tanrıçası'nın bile yenmek için birlikte çalışmasını gerektiren bir varlık - "en güçlü varlık", Shura'ydı!
Şeytani Gölge İblisi'nin ölmesinin ardından delirmiş enerji ve havadaki taze kan kokusu hızla kaybolmaya başladı.
Yavaşça, karanlık da kaybolmaya başlamış ve Ling Chen giderek tekrar görebildiğini fark etmişti. Shura'dan yayılan boğucu baskı da hızla kayboluyordu.
Mor yıldırım demetleri de gökten düşmeyi bırakmıştı.
Shura... Gitti mi?
Shura belirdiğinde, tüm ışık yutulmuştu; artık Shura gücünü kullanmayı bıraktığında ışık geri gelmişti. Böylesine korkunç bir güç ona ışık ve karanlık gibi doğal şeylerin bile üzerinde kontrol vermişti. Bu gerçekten de tüm algıların üzerine çıkan efsanevi bir güçtü.
Shura hakkında birçok hikâye duymasına karşın Ling Chen sonunda gerçekten neden tüm yaratıkların Shura'dan bu kadar korktuğunu anlamaya başlamıştı.
"Qi Yue, Shura çoktan ölmemiş miydi?" Ling Chen gözlerini kapatarak kalbini sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Shura gerçekten de öldü ama Ay Felaketi tarafından uyandırıldı.", diye cevap verdi Qi Yue.
"Ne demek istiyorsun?"
"Yakında anlayacaksın... Bunların hepsi beklentilerimin ötesindeydi. Hiç sanmazdım... Hiç kimse sadece Ay Felaketi'nin yok edilmemesini bırak Shura'nın hâlâ bir parça ruhunun var olduğunu düşünmezdi. Ancak, daha da iyi olan şey Şeytani Gölge İblisi'ni öldürmesi! Şeytani Gölge İblisi'nin ölmesiyle, Ay Felaketi'nin ifşa olmasından endişelenmemize gerek kalmadı. Ayrıca Ay Felaketi üzerinde olduğu için Shura sana zarar vermeyecektir."
Ling Chen uzun bir süre durduktan sonra: "Qi Yue, bana dürüstçe cevap ver - AY Felaketi'nin daha önceki sahibi Shura mıydı? Shura'nın yoluna girmesine neden olan "antik eşya" Ay Felaketi miydi?", diye sordu.
"Evet." diye cevap verdi Qi Yue.
Ling Chen: "..."
Bir an içinde Ling Chen'in zihninden sayısız düşünce geçti. Shura’nın efsanesi, Tao Tie'nin ona söylediği ama tam olarak anlayamadığı şeyler, Cennet'in Öfkesi'nin açıklaması, "Shura'nın yolu, geri dönüş yok, bu yoldan yürümeye kararlıysan cennetin öfkesiyle acı çekeceksin", bunların hepsi Ling Chen'in için anlam kazanmaya başlamıştı.
Ay Felaketi... Shura...
Sessizliğin içinde, Ling Chen gözlerini açtı. Tam önünde daha önce gördüğü aynı manzara vardı. Shura'nın tüm izleri kaybolmuştu. Sanki az önce olanların hepsi sadece bir rüyaydı.
Ling Chen kafasını çevirdi ve sağında birini gördü. Vücudu kanla kaplı şekilde uzun bir kılıç taşıyor, bir heykel gibi sabit bir şekilde durarak Ling Chen'e bakıyordu. Rüzgâr hafifçe esiyordu ama saçı ve yırtık kıyafetleri hiç oynamıyordu.
Shura...
Ling Chen derin bir nefes aldı ve ona doğru yürümeye başladı.
Bugünden önce, Ling Chen tüm Unutulmuş Kıta'da en çok korkulan adamla tanışacağını bırak, onunla konuşacağını bile düşünemezdi.
Ling Chen, Shura'nın önünde durdu ve üzerindeki kan kokusu neredeyse kusmak istemesine neden olacaktı. Bu adamın on bin yıl önce ölmüş olan Shura olduğunu biliyor olmasına rağmen yine de: "Sen... Shura mısın?", diye sordu.
"Hayır!"
Şaşırtıcı bir şekilde adam olumsuz bir cevap verdi.
Shura ifadesiz bir yüzle konuşmuştu. Konuşuyor olmasına rağmen dudakları hiç oynamayarak: "Shuralar kibirlidir ve duygusal tüm bağlarını kesmiştirler. Yaşama sebepleri öldürmek ve yok etmektir; Ne kimseyle konuşurlar, ne de herhangi bir şeye merhamet gösterirler. Eskiden bir Shura'ydım. Ancak şu anda Ay Felaketi tarafından uyandırılmış geride kalan bir parça ruhum. Fakat Shura'nın gücünün birazına hâlâ sahibim. Kısa bir süre sonra bu dünyadan sonsuza kadar kaybolacağım..."
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..