Bazen durup düşünürsün. Bazen bilinçli olur bu, bazense sadece kafana esiverir.
Hayatım ne kadar dengeli? Mutlu muyum yoksa mutsuz muyum? Amaçlarım neler? Hiçbir şey yapmadan geçirdiğim günlerin bana bir katkısı var mı?
Aklına yaşadığın kötü günler gelir. Bazıları başkalarına anlatamayacağın kadar özel ve içini kavuran şeylerdir, bazıları basit ve önemsiz ama kırıldığın şeyler.
Sonucunda ne olur? Hüzünlenirsin. Geçmişi hatırlarsın, o anılar sana nüfuz etmeye başlar. Bir an düşünürsün, "Aslında pek de mutlu değilim, huh?" diye. Sonrasında o anları yaşadığın ilk zamanlar aklına geliverir. Şimdi o anlar geride kaldığı için basitçe hüzünlenip geçersin ama o anıları ilk kez yaşadığın dönemler, gerçekten sorunların olabilir. Depresyon, stres, ümitsizlik, daha fazlası...
Sonra bu anıları baskılamak için mutlu olduğun anıları düşünmeye başlarsın. Hayatında en eğlendiğin an, gülmekten krizlere girdiğin an, kendinde doyumsuz bir özgüven bulduğun an, sevdiklerinle geçirdiğin an.
Böylece son noktayı koyarsın. Evet, işte tüm bunların bütünü sensin. Mutluluk, özgüven, iyimserlik, üzüntü, karamsarlık, stres... Hayatında yaşadığın tüm bu deneyimler seni şimdiye kadar oluşturan şeylerdir. Bunlara göre tıpkı oyulan, asla tamamlanmamış ve tamamlanma süreci toprağın altına girene kadar devam edecek bir heykelmişçesine kim olduğun yavaş yavaş ortaya çıkar.
Bazen bu oymanın sonunda ortaya aşırı nefret dolu biri çıkabilir, bazen aşırı sevecen biri, bazen özgüvensiz ama hayalleri olan biri, bazen her şey hakkında iyi düşünmeye çalışan biri. Bazense o kadar çok şey yaşarsın ki tüm bu oyma işlemini sanki sıfırlamışçasına değişip durursun. Sanki hayatının her döneminde farklı bir insansındır, çocukluğunda dışlanmış ama içinde dolu dolu fikirlere sahip biri, büyüdükçe ise bu fikirleri dışına vurmaya başlayan olgun biri ve türlüsü.
Bazen ise öyle bir şey olur ki tüm bunlar bir anda değişir. Öyle bir şey yaşarsın ki düşünce tarzın, seni sen yapan o şeylerin hepsi 180 derece döner ve bambaşka biri olursun. Bu bazen iyi bir sonuç ortaya çıkarır, bazen kötü bir sonuç.
Peki... şimdi düşününce; benim başımdan ne, daha doğrusu neler geçti?
İhanete uğradım ama bana ihanet edenleri görmezden gelmeyi, onları unutmayı öğrendim. Bu sayede adım atmaya devam edebildim.
Pek çok kez fiziksel yaralar aldım. Bazıları acıyan o noktayı vücudumdan söküp atmamı isteyecek kadar acı vericiydi, bazıları neredeyse hissetmediğim kadar ufak şeylerdi. Bazıları gelip geçti, bazıları bende kalıcı etkilere neden oldu ve kalıcı izler bıraktı. Peki bunun sonucunda ne oldu? Bir yerim acısa da kanasa da sabretmeyi öğrendim çünkü eğer sabredersem her şey her zaman iyi oluyordu. Bu yüzden dişimi sıkmayı ve yürürken önüme bakmayı öğrendim.
Bazen her şeyin istediğim gibi gitmeyeceğini gördüm. Ebeveynlerim süper kahraman değildi, onlar da benim gibi birer insandılar ve bu yüzden onlar da hata yapabiliyordu. Onlar mükemmel değillerdi ama ne benim ne de kardeşimin önünde bir kere olsun kötü gözükmemeye özen göstermişlerdi ve her zaman inatla, gayretle bizim için çalışmışlardı. Ahlak, erdem, saygı, sevgi gibi şeyleri ve en önemlisi 'insan' olmayı bu şekilde öğrendim.
Mükemmel olmak zorunda değildim ben. Sadece mükemmel olmaya çalışsam yeterliydi. Böylece sonucu ne olursa olsun, en azından 'uğraştım' diyebilirdim. Bu sayede önüme bakarak yürürken sadece 'önüme bakmayı' değil, yürüyüşüme dikkat etmeyi; her adımımı özenle atmayı öğrendim.
Bazen o kadar çok şey üst üste bindi ki... o kadar çok şeyi aynı anda düzeltmeye, aynı anda bir arada tutmaya ve farklı yollardan aynı anda yürümeye çalıştım ki delirme noktasına gelecek kadar oldum. Tırnaklarımı yedim, gecelerce uyuyamadım, halüsinasyonlar gördüm, sesler duydum, insanlardan ve kendimden uzaklaştım.
Sonrasındaysa, bir ışık buldum. Beni tüm bunların arasından çekip alan bir ışık. Tekrar uyumamı sağladı, sesleri yok etti ve halüsinasyonların önüne geçerek bana öyle bir gülümsedi ki ondan başka bir şeyi göremez oldum.
Her şeyi kendi başıma yapamayacağımı öğreten şeydi aynı zamanda bu ışık. Herkesin bir limiti vardı, kimse bu limiti aştığında dengeli biri olamazdı. Bu yüzden yardım almayı öğrendim, kendi başıma yapamadığım bir şeyi başkalarından yardım alarak yapabilirdim. Sadece bana hatalarımı gösterecek, hangi yolda yürüyebileceğimi gösterecek birine ihtiyacım vardı.
Şimdi dönüp bakıyorum da gerçekten çok fazla şey yaşadım ve düşündüğümde aklıma gelen çoğu şey kötü anılar. Tabii bu iyi anılarım yok demek değil. Hatta tüm bu kötü anılardansa mutlu olduğum, etrafımda ne olduğunu umursamadan gülümsediğim anılarım kötü olanlardan çok daha fazla. Hayatımda çok kez yokuş aşağı sürüklensem de her şeyin sonunda yeniden o yokuşu çıkıp eskisinden daha kararlı ve daha heyecanlı bir şekilde o yokuşu tırmandım ben. Sonucunda ise, mutluydum. Artık tek yapmam gereken geleceğim için çalışmaktı. Yaşadığım bunca şeyden sonra beni yoldan saptıracak başıma daha ne gelebilirdi ki? Böyle bir şey var mıydı?
Varmış.
Ben... bir aptalım.
Geri zekâlıyım ben.
Kendini bir şey sanan, her şeyin üstesinde sadece sabrederek gelebileceğini düşünen, hayatında başına gelebilecek şeylerin sonunu gördüğüne inanan bir safım.
Ama en önemlisi, şu anda, korkağım ve çaresizim.
Hayatımda ilk defa yapmak istediğim hiçbir şey yok.
Oyun oynamak? Ders çalışmak? Ağlamak? Gülümsemek? Sabretmek? Hayır, hiçbir şey istemiyorum.
İntihar, belki? Hayır, o kadar aptal değilim. Kendi hayatıma son vermeyi hiçbir zaman düşünmedim, düşünmem de zaten. İntihar... sadece bir kaçış yolu. Çok tatlı belki, bazen sadece... her şeye öylece son vermenin çekici bir yolu. Ama hayır, kaçmak istemiyorum ben. Bugüne kadar oyulduğum kişi bu şekilde düşünüyor.
Ama... çelişiyorum da kendimle. Çünkü bir korkağım.
Hayatımda gördüğüm en parlak ışık, gözlerimin önünde sönmeye yüz tutmuş vaziyette çünkü. Ve ben... o kadar korkuyorum ki ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
İlk öğrendiğimde içimde hâlâ bir umut vardı. Dünyam ters dönmüştü, kimseyi duyamaz hâle geldim ama bu minik umutla birlikte koştum.
Sakat dizim beni yarı yolda bırakacak gibi oldu ama koştum, ciğerlerim sanki kaburgalarıma yapışmış da patlayacakmış gibi hissediyordum, insanlar bana deliymişim gibi bakıyordu ve onları görebiliyordum ama koştum. Belki bisikletimi alsaydım daha hızlı olabilirdim, taksi tutsam anında orada olabilirdim. Ama umurumda değildi, hiçbir şey düşünmedim. İçimdeki o iyimser umuda tutundum ve sadece koştum.
Işığımı görmek istedim ben. Bana yardım eden, en karanlık dönemimde sanki tüm kötülükleri yakarak arındıran bir güneşmişçesine parıldayan ışığımı, şimdi sönmeye yüz tutan o ışığımı görmek istedim. Onun parıldamaya devam ettiğini görmek istedim, en karanlık gölgeleri bile aydınlatabilecek o güzel gülümsemesini görmek istedim. Bu yüzden durmadım, koştum.
İçimde küçücük bir umuttu, her şeyin iyi olacağı umudu. İçimde alev alev yanıyordu, sadece sabretmem gerekecekti ve yeniden eskisi gibi olacaktı her şey. Hatta eskiden olan her şey gibi yeni bir şey öğrenecektim belki, yeniden oyulacaktım ve bambaşka biri olacaktım. Hayır, sonuç ne olursa olsun değişecektim. Bu kesindi.
Zihnimi meşgul etmek için düşündüğüm şeylerdi bunlar. Bir nevi korkularımın önüne ördüğüm, beni onlardan koruması için arkasında sığındığım düşünceler.
Şimdi mi? Şimdiyse ışığımı gerçekten gördüm.
Yanına sokmadılar beni, uzaktan izleyebildim sadece. Gözleri kapalıydı, göğsünün inip kalktığı dahi belli olmuyordu. Ama... en azından gördüm onu.
Evet, hayat bana yine oyunlar oynamıştı. Yine başıma asla tahmin etmediğim bir şey gelmişti ama ışığım henüz sönmemişti. Oradaydı, zayıflamıştı; eski parlaklığı gitmişti ve orada artık sadece bir mumun sönük ışıltısını yayıyordu etrafına.
Ama önemli olan da bu değil miydi? O mumun ışıltısıyla bile ışığımı eski hâline getiremez miydim? Getirebilirdim, tek yapmam gereken sabretmekti... her zamanki gibi.
Öyle değil mi?
Değil mi...?
...
Değilmiş.
Işığım sonsuza dek böyle kalabilirmiş, parıltısı yeniden artabilecek olmasına rağmen asla eskisi gibi olamayabilirmiş, belki hiç beklenmedik bir anda karanlığa gömülebilirmiş.
Böylece, hayatımda başıma pek çok şey gelmiş olmasına rağmen, ilk defa gerçek anlamda çok fazla şey düşündüm.
Neden ben değil, mesela? Veya neden başkası değil de benim narin, kırılgan ışığım?
Neden yanında değildim, peki? Neden o parıltısını yavaşça kaybederken yanında olamadım? Ya... gerçekten de ışığını tamamen yitirip karanlığa gömülürse? Son anlarında yanında olamayacak mıyım? Hissettiği son şey yaklaşan sonun soğukluğu olur ve korkarsa? Ben... bu düşünceye katlanabilir miyim?
Neden bizim başımıza bu geliyor, bunu hak edecek ne yaptık biz? Neden ışığım orada?
Neden buradayım ben?
Benim... amacım neydi ki? Ben burada ne yapıyorum? Burada öylece durup bekleyerek elde etmeye çalıştığım şey ne?
Ben... artık hiçbir şey yapmak istemiyorum. Üzülmek, kızmak, nefret etmek, suç atmak, görmek, ağlamak, duymak...
Oyma? Beni ben yapan şeyler? Yaşadığın ve kişiliğini oluşturan duygular? Seni bir bütün olarak tutmaya yarayan o düşünceler? Kendine ait sadece sana özel bir yaşam felsefesi? Gelecekte atmak istediğin adımlar? Bu adımları atacağım yol?
Hiçbir şey umurumda değil, sadece yalnız olmak istiyorum. İnsanların bana gelip üzülme demesini değil, yanımdan gitmelerini istiyorum. Bana bakıp acıma dolu bakışlarını görmek istemiyorum, telefonumun çalıp durmasını istemiyorum.
Neden hatırlatıp duruyorsunuz bana? Bilmiyor muyum sanki neler olabileceğini? Korkuyorum işte, ödüm patlıyor. O kadar çaresiz hissediyorum ki neyin ne olduğunu kavramakta zorluk çekiyorum. Bırakın işte beni... yalnız kalmak istiyorum sadece.
O kadar fazla düşündüm ki bunları bir noktada gerçekten her şeyin anlamı tepe taklak oldu. Sanki ölmüşüm de öldüğümün farkında değilmişim gibi, sadece... duvarları izledim öylece.
Ama sonra... yanıma gelen ve gelmeye çalışan herkesi kovmaya devam ederken birdenbire hatırladım. Işığımın ilk defa hiç olmamışçasına parıldadığı o günü hatırladım. Bana yardımcı olan o nazik sesi hatırladım. Zihnimde yankılandı resmen, yardıma muhtaç olan kişi kendisiyken yine bana bir yardım eli uzatıyormuşçasına.
Ve ben... o kadar dibe batmış durumdaydım ki tuttum bu eli. Gözlerinin içine baktım, orada olmamasına rağmen. Sesini zihnimde tekrar ve tekrar oynattım, bırakmak istemedim.
"Hayat böyle, her şey her zaman olabiliyor."
Evet, gerçekten de öyle.
"Hiç beklemediğin bir anda ters köşe olabiliyorsun."
Evet, bunu az önce yaşadım.
"Bazen yalnız kalmak, kimseyle konuşmamak istiyorsun."
Evet, istemiyorum.
"Yani... seni tutabilecek değilim. Neler yaşadığını çok bilmiyorum. Sonuçta ben dahil daha önce kimseye anlatmadın ama sadece bil istedim, bazen içini dökmek sana gerçekten yardımcı olabiliyor."
Galiba evet... Bu yüzden bunları yazmıyor muyum zaten? Sözde bile olsa 'rahatlamak' için.
"Kim olursa olsun, tanıdık veya yabancı. İnsanlara neler yaşadığını anlatmak, içindeki o garip hissiyatı biraz olsun azaltabiliyor."
Bilmiyorum... Belki işe yarıyordur, belki işe yaramıyordur. Şu an işe yarıyor mu? Emin değilim. Nasıl hissetmem gerektiğini bile bilmiyorken bunun gerçekten işe yarayıp yaramadığından emin olamıyorum.
"Ben profesyonel değilim. Hayat koçu da değilim. Bu söylediklerim özel şeyler bile değil ama aklıma ilk gelenler bunlar, bu yüzden idare et."
Şimdi düşündüm de... O zaman bunu duyduğumda yorgan altından sırıtmıştım galiba. Komik gelmişti çünkü.
"Yine de bazen basit sözcükleri dile getirmek bile insanı rahatlatabiliyor bence. Bu yüzden, sen bana kendi basit sözcüklerini iletmeden önce ben sana kendi kısa iki sözcüğümü ileteyim."
O gün duyduğum o iki basit sözcüğü daha önce de duymuştum. Ama özellikle o an, onların aslında ne kadar değerli olduğunu fark edebilmiştim. O gün duyduğum o iki sözcük, oldukça basit olmalarına rağmen beni karanlığımdan çıkarmıştı ve şimdiye gelmemi sağlamıştı.
Ama unutmuştum bu iki sözcüğün ağırlığını geçen aylar, yıllarda. Şimdiyse... tekrar hatırladım.
Bu yüzden, o iki sözcüğün hatırına pes etmeyeceğim. Işığın ne zaman tekrar parıldamaya başlayacak, işte o zaman neler yaptığımı göreceksin. Işığın yeniden parıldayamayacak olsa bile, aynı sönüklüğünde kalacak olsa bile durmayacağım. Karanlığa gömülsen bile, benimle gurur duyacaksın.
Şimdi bile, sönmeye yüz tuttuğunda bile hâlâ bana yardım ettiğin için teşekkür ederim. Sadece... biraz kafa dinlemem gerekiyor.
Özür dilerim; sen acı çekerken yanında olamadığım, sarılıp belki biraz olsun acını dindirmeyi sağlayamadığım için.
Seni seviyorum.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..