“#### ###########, ## ########”
“Anlaşıldı.”
Konuştuğu sırada beyninde tıpkı dondurmayı aniden ısırdıktan sonra oluşan keskin soğuk gibi bir ağrı hissetti. Başını ovuşturarak aramayı sonlandırdı.
Bunun hastalığın habercisi olmasından endişe ediyordu, öyleyse evde durmak yerine insanların yanında olmak daha iyi olacaktı.
Telefon çalmadan önce izlediği videoyu kapadı ve yataktan kalktı. Yazın sonunda olmasına rağmen hava hâlâ bunaltıcı derecede sıcaktı. Evine bir vantilatör alacak parası olmadığı için serin bir yere gitmek rahatlamasını sağlayacaktı.
Kıyafetlerini giymesi bir dakika bile sürmemişti. İnsanların kendisinin güzel olduğunu düşünmesini istediği için daima süslü giyinmeyi tercih ederdi ama acelesi olduğundan bu seferlik bir istisna yaparak üzerine basit birkaç şey geçirmiş ve evin girişindeki boy aynasının önüne geçmişti.
“Bir saat sonra on dokuz yıl olacak ve hâlâ anlayamıyorum, nasıl oluyor da giydiğim en basit şey bile üzerimde tam anlamıyla mükemmel duruyor?”
Bir eli aynanın üzerinde dururken diğer elini cebine sokmuş poz veriyordu. Üzerine giydikleri basit olsa da aynadaki görüntüsünü hayranlıkla seyreden kendini beğenmiş gencin adı Yu Valarfin’di. Kendini övmeyi ihmal etmediği tek bir gün yoktu. Özellikle aynanın karşısındayken kendine hayran bir şekilde bakar ve iyi olan yönlerini sesli bir şekilde dile getirirdi.
“Tanrının ustalık eseri olmalıyım, bu harikalığın başka açıklaması olamaz,” dedi aynadan elini çekip kendi etrafında bir tur dönerken. Dönüşünü aniden durdurdu ve düzgün kesilmiş kahverengi saçlarının arasına parmaklarını geçirip başka bir poz verdi.
Gece saat on bire gelirken Yu’yu aynanın karşısına geçiren şey aldığı telefon çağrısıydı. Genelde telefonu fazla çalmazdı ve gecenin bu saatlerinde hiç aranmamıştı.
Fakat az önce yetimhaneden gelen bir telefon çağrısı Yu’yu yelkovan on birin üzerine gelirken dışarı çıkaracak şey olmuştu. Onu bir başka yerden arasalar muhtemelen geç saatte evinden ayrılmak istemediği için reddederdi ama bazı sebeplerden ötürü yetimhanenin çağrılarını reddetmiyordu.
Yu’nun bir yerlere bağlı kalmaktan ya da kendini borçlu hissetmekten hoşlandığı yoktu. Elbette borcunu ödeyemeyeceği, bağlanmaktan kaçınmadığı ve çok sevdiği insanlar olmuştu fakat bir yere bağlanmak hoşuna gitmiyordu.
Geçmişinden gelen bir mekâna bağlanmayı sevmediği için yetimhane ile bağlarını koparmak ve tamamen geleceğe odaklanmak istemişti ama ablaları sahip oldukları bağın kopmasına müsaade etmemişti.
Yetimhaneden ayrıldıktan sonra ablalarıyla birlikte yaşamaya başlamış ve ablaları orayla bağlarını koparıp terk etmek istemediğinden Yu da bağlarını koparamamıştı.
Arada sırada, genellikle çocuklar için tiyatro oyunları, bağış toplama ya da angarya gibi işler için yardım lazım olduğunda Yu ve ayrıldıktan sonra yetimhane ile bağlarını koparmamış diğer eski sakinleri aranırdı. Genellikle de aranan ablaları olurdu ve onlar çağrıya uydukları için Yu da onların hatırına yardım etmeyi kabul ederdi.
Orayı sevdiğini söyleyemezdi. Nefret de etmiyordu ama içinden “seviyorum” demek gelmiyordu. On yaşına henüz basmadığı zamanlarda yaşadıklarını hâlâ hatırlıyor ve o yaşlarda yetimhaneden nefret ediyordu.
Belki nefret abartılı bir kelime seçimiydi fakat hissettiği duygular nefrete yakındı. Yetimhanede yaşayan diğer arkadaşlarını fazla umursamazdı ama en sevdiği insanlar olan ablaları Ryu ile Myu oradaydı ve onlar içinde olduğu için oradan tamamen nefret edemiyordu. Genel tabloya bakıldığında ablaları için oraya karşı aşırı ufak bir miktarda sevgi hissettiğini kabul edebilirdi.
Yu on yaşına girdikten sonra işler değişmeye başlamış ve Yu’nun şimdiye dek tanıdığı en nazik insanlardan biri olan yeni yetimhane müdürü gelmiş, onun sayesinde yetimhane Yu ile diğer çocukların sevdiği ve ev olarak gördüğü bir yer olmuştu. Yine de küçükken yaşadığı şeyleri sonradan güzel anılar edindi diye unutacak değildi.
“Gecenin on birinde aramaları normal bir durum değil. Belki de bana bir doğum günü partisi hazırlıyorlardır.”
Böyle geç bir vakitte aranmasına anlam yüklemeye çalışıyordu. Doğum günü partisi aklına gelen ilk fikirdi ama inandırıcı değildi. Ağustosun otuzu olmasına henüz bir saat vardı ve kimse gece 00.00’da birisine doğum günü partisi düzenlemezdi. En başında doğum günü çocuğunu gece yarısı parti için rahatsız etmek kötü bir fikirdi.
“Bunun için değilse ne için?” diye düşündü. Yu neden bu saatte çağrıldığına dair bir yanıt bulamıyordu. Aklına gelen bir başka fikir acil bir durum meydana geldiği için çağrıldığıydı. “Acil durum,” birini gecenin köründe aramak için geçerli sebebi sunuyordu.
Ama böyle bir şey olsaydı telefonda ona söyler ve acele etmesini belirtirlerdi.
“Bir dakika, benim zaten acelem yok muydu?” alnında bir sızlanma hissetti.
Yu kendisinin orada olmasını gerektirecek bir acil durum da düşünemiyordu. Ayrıca telefondaki ses acil durumun içindeki birisine göre oldukça sakindi.
“Acele etmeli miyim?”
Acele etmesini gerektirecek bir neden sunulmamıştı. Sırt çantasını almak için koridor boyunca ilerledi ve en sonda yer alan odasına girdi. Bir süredir kendi odasında uyumuyordu. Daha doğrusu istese bile ne kendi odasında ne de başka yerde uyuyamıyordu. Bitmeyecekmiş gibi geçen gecelerin sonunda, sabaha karşı uyuyabileceğini hissettiğinde kendini salondaki kanepenin üzerine atıyor ve kendi odasını sadece eşya koymak için kullanıyordu.
Odasında uyumama sebebi orada uyumasına gönlünün müsaade etmemesiydi. Odasıyla alakalı kötü bir anısı yoktu, orada uyumasına gönlünün izin vermeme sebebi hemen yanında bulunan odaydı. Yu o odanın yanındayken kendini tıpkı o oda gibi boş hissediyordu.
Hatta sadece o odanın yanında bulunduğu zamanlarda değil, uzun bir süredir kendisini boş hissediyordu; hayatını güzel kılan şeyler elinden alınmış, hiçbir amacı bulunmayan ve yalnızca görünüşten ibaret boş bir kabuk olarak kalmıştı.
Tabii sahip olduğu gurur Yu Valarfin’in boş bir kabuk olduğunu kabul etmeyecekti. Ne şimdi ne de daha önce Yu kendisini aşağılamak gibi bir girişimde bulunmuştu. Kendisini küçük görmek, gururunu bir kenara atmak ve başarısız biri olduğunu kabullenebilmek Yu Valarfin için yapılması mümkün olmayan şeylerdendi.
Fakat oradaki boşluk hissini ne kadar reddetse de orada olduğu gerçeğini değiştirmesinin yolu yoktu. Göğsünün içinde yer alan karanlık bir çukur, bir kara delikti bu; daima orada duruyor, asla gitmiyor ve sürekli ama sürekli, asla doymak bilmeksizin içine bir şeyleri çekiyordu.
Doymak bilmeksizin iştahla hayatını sömüren boşluğu doldurabilmek için Yu çabalamıştı. Denemelerinin sonunda, bilinçaltında boşluğu doldurmanın yolunun bulunmadığını anladığındaysa onu unutmaya çalıştı. Çabaları ise tamamen boşunaydı. Yaptığı, denediği her şey göğsündeki karanlık çukur tarafından alayla karşılanmış, tüm uğraşları çukur tarafından yutulmuştu.
Çalışkan olmak, daha fazla çalışmak ve başarıyla eve dönmek artık Yu’ya anlam ifade etmiyordu. Zihni oldukça berbat bir durumdaydı ve içerisinde bulunduğu berbat durumdan zihnini kurtarmak için yeni bir yöntem bulmuştu.
Yönteminin adı kibirdi. Yu’nun kendini beğenmişliği her zaman var olsa da son birkaç aydır iyice açığa çıkmıştı. Etrafını saran yalnızlıktan kurtulmak ve pençelerini göğsüne geçiren acılara karşı kendini savunmak için başkalarına ihtiyaç duymadığına, zarar görmeyecek kadar mükemmel olduğuna inanmaya çalışıyordu. Çabalamayı bırakmıyordu ama çabaları nafileydi.
Çantasını sırtına takıp kısmen kullandığı odasından çıkarken yan tarafta yer alan odaya son bir kez göz attı. İçerisi hâlâ dört ay önce olduğu gibi duruyordu. Tabii ki de Yu haftada bir kez orayı mutlaka temizlerdi. Orayı temizlerken gösterdiği özeni hayatının son döneminde başka hiçbir şeye göstermiyordu. Temizlik esnasında eşyaların yerini değiştirmez, son bırakıldığı hâliyle aynı tutardı.
Kederle titreyen kalbinin kendisine daha fazla acı vermesini engellemek adına başını salladı ve hızlı adımlarla evin kapısının önüne gelerek aynaya bir kez daha baktı. Kederli gözlerini ovuşturdu ve asılmış yüzüne kibirli bir gülümseme yerleştirdi.
Evden çıkmadan önce her zaman yaptığı gibi telefonunu açtı ve tarih ile sarjı kontrol etti.
22.53 - 29.08.2019 - %95
Telefonu sarjdan yeni çıktığı için neredeyse tamamen doluydu. Telefonda bir sorun olmadığına göre sıra cüzdanını kontrol etmekteydi. Arka cebindeki cüzdanı çıkardı ve içerisinde bir miktar para ile kimliği olduğunu doğruladı.
Çantasının içindeki eşyalara baktıktan sonra son olarak elindeki anahtarı kontrol etti. Birkaç tahlisiz olayın ardından evden dışarı çıkmadan önce anahtarın elinde olduğunu daima doğrulamaya başlamıştı.
Tüm hazırlıkların tamamlandığından emin olduğunda ayakkabılarını giydi ve evinin kapısını açmadan önce son bir kez aynaya bakıp saçlarını kontrol etti. Saçları güzeldi, öyleyse kapıyı açıp dışarı çıkmak için hiçbir engel kalmamıştı.
“Ha?”
Yu Valarfin kapıyı açtığı gibi geri kapadı.
Arkasını dönüp kapının karşısında duran boy aynasına tekrar baktı. Karşısında ne yalnızken takındığı asık suratı ne de insanlara gösterdiği kibirli yüzü vardı. Yalnızca az önce yaşanan şeyi idrak etmeyi deneyen şaşkın bir oğlan aynanın karşısında öylece duruyordu.
Telefon görüşmesinden sonra beynine saplanan aynı soğuk yine kendini gösterdi. Soğuktan da öte, başında korkunç bir ağrı vardı. Yu dizlerinin üstüne çökerken elini başına götürdü.
“İyiyim, tek başımayken olmaz...” güçlü olmaya çalışıyordu. Tek başınayken kriz yaşamaktan korkuyordu.
Ağrı biraz azaldığında ayağa kalktı ve kapının dürbününden dışarı baktı. Her gün görmeye alışık olduğu üzere karşı komşusunun kapısı orada duruyordu.
“Başım ağrıyor, bu yüzden yanlış görmüşümdür.”
Kendini hazır hissettiğinde elini kapı koluna koydu fakat açmadan önce biraz bekledi. Az önce yaşanan olayın beyninin ona oynadığı bir oyun olduğuna ikna olmuştu. Buna rağmen yüreğinde beliren anlık heyecanın aklına türlü fanteziler getirmesine engel olamazdı. Yavaşça kapı kolunu aşağıya indirdi ve kapıyı tekrar açtı.
Her zaman görmeye alışık olduğu komşusunun kapısı orada değildi.
Karşısında daha önce hiç görmediği bir sokak uzanıyordu. Günümüz şehirlerinin modern görünüşünde değildi ama bir köye ait de denemezdi. Uzun sokağın kenarındaki binalar Rönesans İtalya’sını andırıyordu. Kaldırımda Yu’nun yaşlarında kahverengi saçlı bir genç ve yanında kısa boylu, tek parça siyah elbise giymiş sivri kulaklı bir kız el ele yürüyordu.
Sertçe kapattığı kapının sesi tüm evde yankılanırken Yu arkasını döndü ve aynadaki yüzüne bir kez daha baktı. Yüzündeki şaşkınlık şimdi daha da artmış, ağzı açılmış ve ametist tonundaki mor renkli gözleri daha da büyümüştü.
Yanaklarını birkaç kez tokatladı, ateşi olup olmadığına bakmak için elini alnına koydu. Ateşi yoktu, az önceki baş ağrısına rağmen kendini sağlıklı hissediyordu.
Telefonu çıkartıp saate baktı. Hâlâ dünyada olup olmadığını kontrol etmek amacıyla hem kablosuz ağa hem de mobil veriye bağlandı. İnternete bağlanır bağlanmaz Gmail’den iki bildirim aldı.
22.56 - 29.08.2019 - %94 / Sinyal Gücü: Tam
Mesaj: Okulunuzun açılma tarihi...
Mesaj: ** ******* Kart şifrenizi değiştirmek...
Bildirimleri hızla kenara itti. Evet, hâlâ dünyadaydı.
“Şaka mı yapıyorsunuz? Saat on birde beni aramanızın nedeni bu muydu?”
Apartmanın her yerinden duyulabileceği kadar yüksek sesle bağırdı. Bunun bir şaka olma ihtimali düşündüğü fikirler arasında en mantıklısıydı ama bu fikir de aklına pek yatmıyordu.
“Kim böyle büyük bütçeli bir şaka hazırlar ki?”
Dar bir apartmanda yaşıyordu ve apartmanın içine geniş bir sokak inşa etmek fizik kurallarına aykırıydı. Hem ne bir YouTuber’ın ne de bir televizyon kanalının şaka için, özellikle hiçbir tanınırlığı olmayan sıradan bir vatandaşa bu şakayı yapmak için fizik kurallarını inkâr ederek yüksek bütçeli, ultra gerçekçi bir şaka hazırlayacağını zannetmiyordu.
Ayakkabılarını çıkartmadan parmak uçlarının üzerinde koştu ve bulunduğu sokağı kontrol etmek için evinin balkonuna gitti. Hâlâ sevmediği sokağındaydı. Çirkin bir köpek araba lastiğine işiyor, birkaç medeniyetsiz keko anırarak konuşurken balkonunun altından geçiyordu.
“Rüya görmediğimden eminim. Görüş alanımın kenarları bulanık değil ve özgürce düşünüp yazıları okuyabiliyorum. Öyleyse...”
Yine parmak uçlarının üzerinde koşup kapının karşısına geçti. Derin bir nefes aldı. Dışarıya çıkmak ve çıkmamak arasında gidip geliyordu.
“Aslında şu an karşıma çıkan şey çoğu insanın hayalini kurduğu bir şey ama dışarı çıkarsam geri dönememe durumu da var.”
Geri dönemezse- önemli değildi. “Yoksa önemli mi?” Karar vermek zordu. “Ya kapıyı açtığımda orada olmazsa?” hangisi daha iyi olurdu bilemedi.
“Bir dakika, neden böyle düşünüyorum? Çıkmak mı istiyorum? Ama ya dönemezsem?” Ne istediğinden emin değildi ama kalbindeki heyecan gitgide artıyordu.
Artık dünyada yaptığı hiçbir şeyden zevk alamıyordu. Dünyada değer verdiği şeyler tatlı ama hatırladıkça canını yakan anılara dönüşmüştü. Tüm çalışkanlığı, tüm emekleri yalnızca iki kişinin takdirini almak içindi ve onlar artık yoktu.
“Ben çıkmak mı istiyorum?” diye düşündü.
Göz atmak için dışarı çıkar ve dönemezse bu eve, o odaya ne olacağını merak ediyordu. Kullanılmasa dahi o odanın temiz kalmasını, bakımsız olmamasını istiyordu ve onlara duyduğu bir saygı nişanesi olarak orayı eski hâlinde tutmak, bunu sonsuza dek sürdürmek imkânsız olsa da kendine verdiği bir görevdi.
“Sadece azıcık bakıp geri döneceğim.”
Kapının kolunu yavaşça aşağıya indirdi. Kalbi sürekli hızlanıyordu. Biraz önce gerçek olduğuna inanamadığı manzarayı kapıyı açtığında karşısında bulamamaktan korkuyordu. Sanki o manzarayı tekrar göremezse uğruna canını ortaya koyduğu her şey boşa gidecekti.
Kendini hazırladıktan sonra hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordu. Şu anda içinde kendisini huzursuz eden pek çok duygu olsa da Yu yavaş yavaş o duyguların ne olduğunu unutuyordu.
Ve oradaydı. Kapıyı açtığında tanımadığı o gizemli sokak karşısında duruyordu. Şimdi sokakta hiç kimse yoktu. Gökyüzüne baktı, dünyadakine kıyaslandığında çok daha fazla yıldız vardı ve hilal şeklindeki ay dünyadaki aydan çok daha parlaktı.
“Düşündüm de burası ya büyülü bir dünyaya açılan kapı değil de Rönesans dönemine açılan bir kapıysa? Kendimi bir başka sıkıcı dünyada bulmak istemem. Tabii kaldırımda gördüğüm kızın sivri kulakları vardı. Yoksa o mu oluyor? Paralel dünya işi mi?”
Sıkıcı bir dünyada hapsolmak istemiyordu. Büyülü bir dünyada çok fazla potansiyel vardı ama sıradan bir dünya ise sadece sıkıcı olurdu.
“Ama büyülü bir dünyanın da kendine ait sakıncaları var. Ya karşımdaki dünya büyülü ama Dark Souls seviyesinde bir yerse? Girdiğim dünyada hiçbir büyülü gücüm olmazsa ne olacak? Nasıl hayatta kalacağım? Bunlar üzerine düşünülmesi gereken sorular.”
Kapı fantastik bir dünyaya açılsa bile dünyanın kendine ait kuralları olmalıydı. Herkesin büyülü güçlerle donatıldığı bir dünya olamazdı. Yu da sıradan bir insandı ve böyle bir dünyada büyülü güçleri olmama ihtimali yüksekti. Sıradan bir insan olarak ne yapabilirdi ki?
Olumsuz düşüncelerine rağmen karşısındaki dünyanın kaybolacağı korkusuyla gözünü kapatmaktan dahi korkuyordu. Oraya girmek ve girmemek konusunda kararsızdı, içinde karşı koyulamaz bir kuşku vardı. Pişman olup da geri dönememek problem olurdu. Kendini dünyada sevdiği bir şeyin kalmadığına inandırsa da gelecekte böyle düşüneceği kesin değildi.
“Dönmeli ve yanıma eşya almalı mıyım?”
Yanına almak isteyeceği eşyaları elbette vardı. Geri dönüp istediği eşyaları almasına engel olan şeyse “ya döndüğümde dünya orada olmazsa?” korkusuydu.
Kaybolmasından korksa da kapıdan çıkacak cesarete sahip olduğundan da emin değildi. İçini kuşku ve endişe kaplıyordu.
“#### ###########, Yu Valarfin.”
“Evet.”
Zamanın akmayı bıraktığı bir anda Yu Valarfin’in aklı çalışmayı durdurdu ve Yu kendine geldiğinde kapıdan dışarıya ilk adımını atmıştı.
“Sana... Var... Yu Valarfin...”
Ses zihninde yankılandı. Ardından içinde doğan isteğe karşı gelemedi ve diğer ayağını da dışarı çıkardı. Şimdi tanımadığı sokağın içindeydi.
-------------------------
15.11.2021 - 18:45
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..