Cilt 1 - Bölüm 3: Yabancı, Cadı ve Kedi (1/2)

avatar
705 11

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 1 - Bölüm 3: Yabancı, Cadı ve Kedi (1/2)


Yıldızlar tarafından çevrelenmiş ayın ışığı gökyüzünden Yu Valarfin’i selamlarken üzerinde yeni uyanmış olmanın verdiği uyuşukluk vardı.

 

Gözlerini hafifçe araladığında hâlâ evinde olduğunu düşündü ve kısa yolculuğu ona bir rüyaymış gibi geldi. Böyle olması mantıklıydı, yaşadıkları bir rüya olmasaydı ölmüş olurdu. Yaşadığına göre rüya görmüştü.

 

Fakat tuhaf bir şekilde ölmeden önce hissettiği acıyı hatırlıyordu. Kötü bir rüyadan uyandığında hissettiği acıdan farklıydı, acı gerçekti, bunu biliyordu.

 

“Kız mı? Güzel.”

 

Gözlerinin önünde beyaz bir figür fark ettiğinde hâlâ rüyanın etkisinde olduğunu düşündü. Gözlerini tamamen açmakta zorlandığı için karşısındakini tamamen göremiyordu.

 

“Ama koku...”

 

Duyduğu koku burnunun yüzünü terk etmek için Yu’ya karşı bir bağımsızlık savaşı başlatabilmesini sağlayabilirdi. Kokunun kaynağını bulmak için gözlerini ovuşturdu ve eski görüş kalitesini kazandığında yakasını aralayıp göğsüne bakan beyaz saçlı kadını gördü.

 

Ani bir hareketle kalçasının üzerinde geriledi. Anlaşılan ya hâlâ rüya görüyordu ya da yaşadıkları gerçekti ve hâlâ hayattaydı.

 

Etrafına bakındı, birçok tünelin bağlandığı devasa bir mağaranın içindeydi.

 

“Üzgünüm, az önce seni öldürdüm.” Önündeki beyaz saçlı kadın sakince konuştu, sesinin güzelliği hakkında yorum yapmak yerine mesaja odaklandığında Yu kafa karışıklığıyla karşılaştı.

 

“Az önce beni öldürdün?” Ne demek istiyordu? İçinde bulunduğu durum hiç gerçekçi gelmiyordu. Düşünmek için ellerini başına götürdü ve yaşananları hatırlamayı denedi.

 

Yolda yürüdüğünü, yürürken yerin çöktüğünü ve aşağıya düştüğünü hatırlıyordu. Daha sonra dört kollu bir canavar görmüştü, ardından küçük kedi kulaklı bir çocuk ve kendisini öldüren katili gördü.

 

“Canavar mı?” Yu soluna baktığında yere serilmiş üç metrelik canavarı gördü. Dört kalın kolu, parçalanmış bir yüzü ve vücudunu kaplayan turuncu pulları vardı. Turuncu pulların çoğu etrafa dağılmıştı ve yaratığın üzerinden hâlâ duman tütüyordu. Canavar olmasını sağlayan özelliklerini çıkardığında onun bir goril olduğunu söyleyebilirdi.

 

“Ha!”

 

Yu elini boynuna götürüp yüzüklerin orada olduğunu kontrol etti. Kaybetmemiş olması iyiydi, ablalarından kalan bu yüzükleri kaybetseydi kendini affetmeyecekti.

 

“Bunların yanımda olması yeter.”

 

Yüzüklerin hâlâ durduğunu gördüğünde sertleşmiş yanakları gevşedi ve dudaklarına yaşıyor oluşundan kaynaklı hafif bir tebessüm belirdi.

 

“Peki, çantam nerede?”

 

Ablalarının hatıralarını eliyle tutarken etrafını tarayıp çantasını aradı. Kendisinden biraz uzakta duruyordu. Çantada kesikler, parçalanmalar ve biraz yanık vardı ama hala kullanılabilirdi. Dizlerinin üzerinde çantasına doğru ilerledi ve fermuarı açıp içerisindeki ilacı kontrol etti.

 

“Bir şey olmamış, bu bana bir haftalık huzur verecek.”

 

Gökyüzüne bakınca düşer düşmez ölmesi gerektiğini düşünüyordu. O yükseklikten düşüp de hayatta kalmak mucizeydi. Üstelik çantasındaki eşyalar da zarar görmemişti.

 

“Mucize mi?”

 

“Nasıl kurtuldum?

 

“Neden sakinim?”

 

Sorular aklına akın etmeye başladığında onun için gerçeklik daha berrak bir hâl alıyordu. Önündeki beyaz kızın dikkatinin hâlâ üzerinde olduğunu gördü.

 

“Ben, anlayamıyorum,” açıklama beklercesine karşısındaki kızın kızıl gözlerine baktı.

 

Son anları bulanıktı. Canavar, küçük kız, küçük kızın büyük hâli, büyülü bir saldırı. Bunları sıralamadan önce berraklaşan gerçeklik bunları sıraladığında bulanıklaşmaya başladı.

 

“Az kalsın unutuyordum.”

 

Bu dünyada cebine para girmesi için satabileceği tek başlangıç eşyasını yokladı. Telefonu cebindeydi ve mucize eseri sağlamdı. Karnını doyurmak ve barınacak yer bulmak konusunda endişeleri biraz dindi.

 

Karşısındaki kadın Yu’nun cebinden çıkardığı eşyaya meraklı gözlerle baktıktan sonra yine özür diledi.

 

“Özür dilerim. Yanlışlıkla oldu ama az önce seni öldürdüm.”

 

“Ölmüş birine göre fazla sakinim. Ah, anladım. Mükemmel benliğim duruma hızlı ayak uydurduğundan olmalı. Nerede olduğum daima on numara oluşumu engellemiyor sanırım.”

 

Karşısında güzel bir kadın varken aciz görünemezdi, kendini toparladı ve hayatta kalmak kendi başarısıymışçasına gülümsedi.

 

Kadını ilk gördüğünde onun kırmızılığına dikkat kesilmişti ama kadının gözleri dışında vücuduna kırmızılık katan yerlerin hepsi kan yüzünden kırmızıya bulanmıştı. Kadının beyaz cüppesi de yüzünün bir bölümü de kanla kaplıydı.

 

Yu’nun dünyasının yabancı olduğu büyük kırmızı gözleri Yu’nun gözleriyle buluştuğunda kalbini titretti. Bir erkek olarak böyle büyüleyici bir kadından hoşlanmaması mümkün değildi. Arkadan bağlanmış saçlarının da kana bulanmış kısımlarını görmezden gelirse rengi hiçbir ton barındırmayan, saf beyazdı.

 

Yu’ya göre tam da bir hikâyenin ana kadın karakteri olacak kadar güzel, S+ derecesinde bir waifuydu. Kadının üzerinde kötü bir koku vardı ama üzerindeki kan ve ter ile ölü hâlde yerde yatan canavarı hesaba katınca bir savaştan çıktığı anlaşılabilir ve kokunun bahanesi olabilirdi. Yine de kötü koku yüzünden istemsizce burnunu kırıştırdı.

 

“Çok güzel ya...”

 

Kadının kötü izlenim yaratan savaş izlerini saymadığında kalbinin titremesine engel olamıyordu. İnanılmazın ötesinde yakışıklı olsa da bazı sebeplerden ötürü daha önce kızlarla deneyimi olmadığı için şimdi kendisini tanımadığı bu kadının karşısında ne yapacağını bilemez hâlde buldu.

 

“Yakışıklı herif! Şu üstüne başına bak!”

 

Kadının üstündeki yara bere ve kan izlerini görmezden gelebiliyordu ama kendi üzerindekileri görmezden gelemezdi.

 

Yu Valarfin de kadın gibi kana bulanmıştı, kıyafetleri parçalanmıştı ve yüzünde yaralar vardı ama en kötüsü kıyafet seçiminin kötü olduğunu düşünmesiydi.

 

“Neden? Neden üzerime daha düzgün bir şeyler giymedim ki? Aptal! Bir ceket bile daha güzel gözükmemi sağlardı. Neden? Benim hakkımda ne düşünüyor? Berbat göründüğümü mü düşünüyor? Olamaz, tabii ki de böyle olamaz. Benim gibi bir adamı ömründe görmüş olması mümkün değil.”

 

Yu Valarfin insanlara değer vermediğine inanmak isterdi ama içten içe başkalarının düşüncelerine şimdiki gibi ufak çaplı sinir krizleri yaşayacak kadar değer veriyordu.

 

“Ama berbat bir izlenim yaratıyorum! Karşımdaki kişi harika bir paralel dünya macerasının ana kadın karakteri olabilir ve ömür boyu hatırlanacak tanışmamızın nasıl olduğuna bak! Lanet olsun.”

 

Yu’nun ellerinin titrediğini gören kadın bunun sebebinin Yu’nun bozulmuş psikolojisinden kaynaklı olduğunu bilmiyordu, ellerini tutarak onu sakinleştirmeye çalıştı.

 

“Özür dilerim, üçüncü kez özür diliyorum ama bugün sana ne kadar özür dilersem dileyeyim yetersiz gelecek. Korkmana gerek yok, şu anda hayattasın, nefes alıyorsun.”

 

Elleri yumuşak ve nazik eller tarafından tutulmayalı aylar oluyordu, karşısındaki kadın her şekilde Yu’yu etkiliyordu.

 

“Ve... Benim için de utandırıcı ama kötü kokunun sebebini anlayabiliyorsundur umarım.” Kadın, Yu’nun koku yüzünden burnunu kırıştırdığını görünce konuya değinmek zorunda hissetti.

 

Beyaz saçlı kadın mahcup olmuş hâlde başını eğdi, gözlerini Yu’dan kaçırması sahiden utandığının ispatıydı. Yu onu böyle utandırdığı için suçlu hissetti, utanmış hâli tatlıydı ama kötü hissettiği belliydi.

 

“Ve söylemem gerektiğine inanıyorum, kendini sakin hissetmenin sebebi harika biri olmandan ziyade benim kabiliyetim.”

 

Yu kadının ne dediğini anlamadan bir süre ona baktı.

 

Duygularını kontrol ettiğinden mi bahsediyordu? Daha önce hiç ölmüş biriyle tanışmadığından ölen insanlar kendi katilleriyle tanıştıklarında nasıl bir tepki verir bilemiyordu.

 

“Tepkileri muhtemelen benimki gibi olmaz. Kadının büyü yaptığını gördüğüme göre bu açıklama da -bu dünyanın standartlarına göre- kulağa biraz mantıklı geliyor.”

 

Kadın sakin kalmasını sağlıyorsa bunu iyi bir şey olarak yorumlayacak ve yoluna devam edecekti.

 

“Benim adım Yu Valarfin.”

 

Artık tanışma faslına geçme zamanının geldiğine karar verdi. Karşısındaki kişinin adını merak ediyordu, bildiği tüm güzel anime kızı isimlerini kafasında sıralamaya başladı. Acaba hangisi olacaktı?

 

“Benim adım Rie.”

 

İsim beklenmedikti ve kadının yalnızca tek bir isim vermesini tuhaf buldu. Yirmi birinci yüzyılda her insanın bir soy ismi olduğu için soy ismini de duymayı beklemişti.

 

“Orta çağ standartlarında bir dünya olduğu içindir.” Tarihin eski zamanlarında sadece özel kimselerin aile adları olurdu.

 

“Görünüşüne bakarsak ona Valarfin demek isterdim.” Ona kendi ismini verirken düşünmezdi ama koku yüzünden yeniden yüzü ekşidi. Böyle kokulara alışık olmadığından katlanamıyordu.

 

Aklına durumun etkisini azaltacak bir fikir geldi. Çantasını açtı ve içinden deodorantını çıkararak Rie’ye doğrulttu.

 

“O ne?” Rie, Yu’nun gelecekten gelen eşyasını merakla inceliyordu. Yu hiçbir şey söylemeden Rie’nin üzerine sıkmaya başladı. Deodorant erkekler için olsa bile şu anki durumda Rie’nin şikâyet etme hakkı olmamalıydı.

 

“Ne? Ne? Bu ne? Soğuk! Ne yapıyorsun?” Rie deodoranttan kaçınmak için adeta dans etti. Rie’nin tepkisi Yu’nun dudaklarının neşeyle kıvrılmasını sağladı.

 

“Ter kokusunu bastırmak için ama diğer kokuları da bastırır.” Rie’ye deodorantın zararlı bir şey olmadığını göstermek için kendi üzerine sıktı. “Eğer büyülü güçlerin kokuyu ortadan kaldırmaya yaramıyorsa sessiz ol ve şunu üzerine sıkmama izin ver. Merak etme, zehirli değil. Sanırım, umarım.”

 

“Sanırım ve umarım kesinlikle güvenilirliğini azaltan kelimeler.” Rie başını eğip Yu’nun deodorantını kabullendi. Kendi etrafında dönerken Yu şişede kalan deodorantın yarısını onun üzerine boşalttı.

 

“Ağır bir kokusu var.” Rie üzerindeki kötü kokunun gitmesinden memnun olmuştu ama bunu da beğenmiş gibi görünmüyordu.

 

“Aynı zamanda erkeksi,” Erkek deodorantı olduğu için sıkılan kişinin üstünde normal olarak erkeksi bir koku bırakacaktı.

 

“Normalde biraz sıkıp bırakırsın ama koku gitsin diye bol bol kullandım. Her neyse, öncekinden daha iyidir.”

 

Koku sorununu aştığında Rie gözüne daha güzel gözüktü. Üstündeki kan ve teri de temizleyebilseydi daha da güzel gözükecekti.

 

“Bu arada, burada küçük bir kız görmüştüm.”

 

Gördüğü küçük kız Rie’nin minik versiyonuydu. Onun da beyaz saçları Rie’ninkiler gibi arkadan bağlanmıştı ve aynı Rie gibi büyük kırmızı gözlere sahipti. Onu Rie’den ayıran özelliğiyse kulaklarının başının yanında değil, başının tepesinde ve kedi kulağı şeklinde oluşu ile bir kuyruğa sahip oluşuydu.

 

“Belki kardeşidir,” diye düşündü.

 

“Neko mu? İleride bir yoldaşımızı iyileştiriyor.”

 

“Neko biraz tembelce konulmuş bir isim değil mi?”

 

Yu’nun animelerden gördüğü kadarıyla bu kelime Japonca’da kedi anlamına geliyordu ve Neko sırf yarı kedi diye ona bu isim verilmiş gibiydi. “Hem Türkçe konuşuyoruz, sen Japonca kelimeyi nereden öğrenmiş olabilirsin ki?”

 

“İlk aklıma geleni koymuş olabilirim ama tembelce yorumunu anlamadım.”

 

“İlk aklıma geleni koydum, derken?” Kardeşine neden isim koyduğunu anlayamadan sorgulayan gözlerle Rie’ye baktı.

 

“Annemin bana uygun gördüğü isim hakkında yorum yapmak senin haddine değil, aptal yaratık.”

 

Arkasını döndüğünde kedi kulaklı kızın parmağını doğrultup çemkirdiğini gördü. Hatırladığı şekilde görünüyordu, kedi kulakları ve kırmızı gözleri vardı. Kuyruğu arkasında sallanıyordu.

 

“Anne mi?” Az önce alışık olmadığı şekilde aşağılanmıştı ama Yu aşağılama kısmı yerine kızın ilk kelimesine takıldı.

 

“Tabi ya, Rie fantastik bir hikâyenin ana kadın karakterinden beklenilecek kadar güzel. Beyaz saçlı oluşuyla birlikte de S+ derecesinde bir waifu oluyor. Sesi de güzel, muhtemelen normal günlerinde de mis gibi kokuyordur. Böyle bir kadına pek çok talip çıkmıştır, taliplerden birisinin de başarılı olması şaşırtıcı olmazdı.”

 

Yu hayal kırıklığıyla Rie’nin parmaklarına baktı. Parmaklarında birkaç tane yüzük vardı ve o yüzüklerden bir tanesi evlilik yüzüğü olabilirdi.

 

“Neko! Bari yeni tanıştığın insanlara karşı kibar olmayı dene, daha kaç kere söyleyeceğim?”

 

“Ama anne, Lütuf’u onun için boşa harcamanıza rağmen size teşekkür bile etmedi. Onu canlandırmak kötü bir fikir demiştim, asıl kaba olan o işte! Sen! Aptal yaratık neye gülüyorsun?”

 

Kızın, annesine karşı siz diliyle konuşması komiğine gitmiş ve Yu’yu alaycı bir şekilde kıkırdatmıştı. Kıkırdamaları fark eden Neko öfkeyle gözlerini Yu’ya çevirdi.

 

“Annenle neden siz dilini kullanarak konuşuyorsun ki? Bu çok tuhaf ve komik gözüküyor.”

 

“Sen! Annem saygıyı hak eden tek varlık olduğu için böyle konuşuyorum! Üstün varlıkları sorgulamak senin haddine düşmüyor!”

 

Sesini yükselterek Yu’ya bağırırken yanakları öfkeyle şişmiş ve kızı tatlılaştırarak Yu’yu daha fazla güldürmüştü. Yu’nun gülüşüyle kız biraz daha sinirlendi.

 

“Ama sende de bir koku var, şunu sana da sıkalım.”

 

Neko’nun da koktuğunu fark edince hiçbir şey söylemeden deodorantı onun üzerine sıkmaya başladı. Kız kedi gibi çığlık atarak annesinin arkasına koştu.

 

“Sorun yok, Bay Valarfin onu benim üzerimde de kullandı. Lağım kokusunu bastırıyor.”

 

“Lağım mı? Siz nasıl insanlarsınız böyle...” Neko’nun üstü başı temiz gözüktüğü için onun neden koktuğuna anlam verememişti. Yu bir kanalizasyon sistemine düşmüş olmalıydı. “Lağımda ne işiniz var ki?”

 

Annesinden uygun olduğu onayını alınca çekinerek Yu’nun üstüne deodorant sıkmasına müsaade etti.

 

“Eli yüzü düzgün insanlara benziyorsunuz, lağımda ne arıyorsunuz ki?”

 

“Seni ilgilendirmez.” Neko’nun cevabı sert bir kaya misali Yu’nun yüzüne çarptı. Rie, Neko’nun kolundan tutup kendine çekti ve parmağını gösterdi.

 

“Bence bir şekilde olaya bulaştığım için ilgilendiriyor. Bunu cevaplamak istemiyorsanız sormak istediğim birkaç soru daha var. İlki, Lütuf denen şey ne oluyor ve benim hayata dönmemle ne alakası var?”

 

Lütuf kulağa havalı geliyordu, özel bir güç elde edebilirse ne de harika olurdu!

 

“Gerçekten de aptal bir yaratık, ne cehalet ama.”

 

Yu’nun gözü seğirdi. Kedi kulaklı kız fazla olmaya başlıyordu, on yıldır kimse onunla böyle saygısızca konuşmamıştı.

 

Yu Valarfin lisedeyken mükemmel notlara sahipti. Bu dünyada işe yaramayacak olsa bile genel kültürüne güveniyordu, piyanoyu harika bir şekilde çalabilirdi ve atletik bir vücuda sahipti. Yu bir dâhiydi, aptal lafını duymak kendisini sinirlendiriyordu.

 

“Cadıların ne olduğunu biliyor musun?” Yu, Neko’ya karşılık verip bir kavga başlatmadan önce Rie araya girdi.

 

Rie’nin yüzü ciddileşmiş, sesi tedirgin edici çıkmıştı. Yu cadıların ne olduğunu biliyordu ama Yu’nun bildiği cadılar animelerde gözüken gayet tatlı kızlardı. Bu dünyadaki cadılar hakkında bir şey bilmiyordu.

 

“Benim bildiğim kadarıyla tatlı varlıklar, buradaki hikâyelerdeyse cadıların nasıl olduğunu bilmiyorum.”

 

“T-tatlı mı? Böyle yorumlarla pek karşılaşmayız...”

 

Yu, Rie cadılardan bahsedince onun bir cadı olduğunu tahmin etmişti ama cevabını onu etkilemek için vermemişti, gerçektende izlediği yapımlarda cadılar tatlıydı.

 

Rie, Yu’nun cevabı karşısında kızardı ve üzerindeki kan görmezden gelindiğinde çok tatlı bir hâl aldı. Yu, Rie’nin kendisi hakkında iyi şeyler düşünmeye başladığını hissederek gururlandı. Neko ise annesinin tepkisi karşısında ağzı açık kalmıştı.

 

“Lütuf, Fırtına Tanrısı Azer tarafından yaratılan özel güçlerdir. Lütuf bir dişide olduğu zaman onu cadıya dönüştürür. Ben de iki Lütuf sahibi bir cadıyım.”

 

Cümlesini bitirdikten sonra tepkisini ölçmek için Yu’nun yüzüne baktı. Daha önceleri cadı olmasından ötürü dert çekmiş olacak ki Yu’nun ne tepki vereceğini merak ediyordu.

 

Tarihte “gerçek” cadı diye bir şey yoktu ve cadı suçlaması atılan kişiler de engizisyon mahkemeleri tarafından yakılan genellikle sıradan insanlardı. Rie’nin tepkilerinden anladığı kadarıyla burada da cadılar sevilmiyordu.

-------------------------

15.11.2021 - 19:10






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44583 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr