Sivina’nın takımdan ayrılıp katilin peşinden gitmesiyle birlikte geride üç kişi kalmışlardı.
Tipik bir büyücü savaşında olduğu gibi aralarında belirli bir mesafe vardı. Aslında Lylphia yakın dövüş yeteneklerine güvenerek mesafeyi kapatmayı denemişti ama Sony, Lylphia’yı savuşturarak aralarına mesafe koymayı başarmıştı.
Sony ve Lylphia saf güç bakımından karşılaştırıldığında güçlerinin birbirine yakın olduğu söylenebilirdi ama önemli olan asıl nokta güç değil, dövüşlerinde kullanılan büyü türleriydi.
Alandaki herkes kendi büyü türüne hâkim büyücüler olsa da, Sony’nin karşısına iki kişi çıksalar da büyü türlerinden kaynaklı sorun devam ediyordu.
Öncelikle Lylphia’nın büyü türünün sahip olduğu yıkıcı gücün kontrol edilemeyecek boyutlara ulaşma ihtimali vardı. Biraz önceki ışık büyüsü sebebiyle büyük bir alan ağaçlardan arınmıştı ama hâlâ daha Lylphia’nın kontrolü kaçırıp yangın başlatma ihtimali devam ediyordu. Üstelik ağaçlar tamamen yok olmamıştı, sadece yere düşmüş ve üst üste yığılmışlardı.
Sony’nin ise büyüsünü kullanırken böyle bir kaygısı yoktu. İki kişiye karşı tek olsa da kendisi için avantajlı konumda olduğu söylenebilirdi. Kendisi toprak büyüsüne sahipti ve bu sayede hem ateş hem de rüzgâr büyüsüne karşı kendini savunabilirdi.
Rakipleri ise sadece ateş ve rüzgâr büyüsüne sahip olduğu için Sony’nin ışık büyüsüne karşı savunmasızdı.
Sony’nin ışık büyüsü, Yurine’nin ışık büyüsünün aksine hücuma dayalı bir boyuta ulaşmıştı. Işık büyüsü onun temel saldırı gücüydü ve Lylphia ile Ana dikkatli olmazsa ölebilirlerdi. Işık büyücüleri gerçekten de o ikisinin karşılaşmayı isteyeceği son büyücülerdendi.
“O duvarları oluştururken çok fazla mana harcamıştır, eğer uzarsa alırız.”
“Ama Sivina’ya yetişmemiz gerekmiyor mu? Uzamasına izin veremeyiz, bu işi bitirip onun yanına gidelim.”
“Ne Sivina’ymış arkadaş! Merak etme, teke tekte alır o herifi. Kızın manyak gibi dövüştüğünü görmedin mi?”
Ana, Sivina’ya sıradan arkadaşların ötesinde bir düşkünlük besliyordu. Lylphia bunu Yu, Sivina’yı yem yapmak için başkente götürdüğünde çok daha iyi anlamıştı. Ana’nın morali Sivina yokken bozulmuş ve Raul ile onun moralini düzeltmek için çalışsalar da başaramamışlardı. Sivina yokken son derece cansızdı.
“Ama yaralı!”
Lylphia, Sony’nin ışık halelerinden kaçmayı denerken ofladı.
“Ona âşık falan mısın?”
“N-Ne alakası var!”
Ana utanç verici bir sırrı ortaya çıkmışçasına kızardı ve sessizleşerek dövüşe odaklandı.
Sony’nin saldırıları hız kesmeden üzerlerine gelmeye devam ediyordu. Haleleri durdurma imkânları olmadığından tek yapabildikleri onlardan kaçmaktı.
Kaçtıkları esnada ikisi de aynı şeyi düşünmüştü, bir anda yön değiştirerek Sony’ye doğru koşmaya başladılar. İkisi de bu işin kaçarak sona ermeyeceğinin farkındaydı, Sony’ye yaklaşmak ve bu işi bitirmek zorundaydılar. Sony’nin uzaktan yaptığı saldırılardan sıyrılıyor ve koşuyorlardı.
Sadece Lylphia’nın yakın dövüş gücü bile Sony’yi yenmeye yeterdi ve Ana ile birlik olursa yakın mesafede Sony’ye hiç şans bırakmadan savaşı bitirirlerdi. Bu düşüncelerini güçlendiren şey Sony’nin yakın mesafede dövüşmekten çekinmesiydi.
Lylphia ve Ana’nın kendisine hiç yavaşlamadan yaklaştığını gören Sony onları durdurmak için toprak büyüsünü kullanarak yerden paralel biçimde çıkan iki sütun oluşturdu.
Sütunlardan biri Ana’nın karnına çarpıp nefesini kesti. Kız sütunun üzerinden yuvarlandı ve taklalar atarak yere yattı. Lylphia ise sütunlardan sıyrılarak Sony’nin üzerine koşmaya devam etti.
Sütundan sıyrılmak için gösterdiği çaba onu bir nebze de olsa yavaşlatmıştı ama sütunun üzerinden atlamak gibi bir şey yapmayı aklının ucundan bile geçiremezdi çünkü havadayken tamamen savunmasız olurdu.
Aslında Lylphia manayı ve vücudunu kullanarak havada yön kazanabilirdi ama Sony gibi bir büyücünün ona böyle bir şans vermeyeceği açıktı. Karşısında zıpladığında Sony işini o kadar hızlı bitirirdi ki ne yön kazanarak saldırıdan kaçabilir ne de ateş büyüsüyle kendini savunabilirdi.
Saldırılardan kaçma imkânını elinde bulundurmaya devam ederek yerde kaldı ve koşmayı sürdürdü. Sony’nin tüm büyülerinden sıyrıldı ve ona yaklaştığı anda kendi çevresinde bir tur dönerek kafasına tekme atmayı denedi.
Sony geriye çekilerek başına ilk tekmeyi yemekten kurtuldu. Lylphia hiç beklemeden kendi çevresinde bir tur daha dönerek tekrar tekme atmayı denedi ve Sony geri çekilerek bundan da kurtuldu. Aynı hamle birkaç defa tekrar ettikten sonra Sony’nin geri gidecek yeri kalmamıştı. Çarptığı ağaç yüzünden durmak zorunda kaldı ve başına yediği tekme ile birkaç metre savrularak yere düştü.
Lylphia’nın tekmeleri hafife alınacak şeyler değildi. Eğer Sony normal bir insan olsaydı Lylphia’nın mana ile güçlendirdiği bu tekme onun kafatasını parçalayacak kuvvete sahipti ama Sony de vücudunu mana ile güçlendirdiğinden tekmenin ardından yaşamaya devam edecekti.
“Nedenini açıklamak ister misiniz? Ben soylu ve zengin bir aileden gelen, sıkıntısız bir hayat yaşama imkânı ile birlikte önünde harika bir kariyer olan genç ve güçlü bir büyücünün neden hırsızlık yaptığını ve bir katil ile iş birliği içerisinde olduğunu anlayamıyorum çünkü.”
“Zaten anlaşılmak istemiyorum, beni rahat bırakın yeter,” dedi Sony yattığı yerden.
“Bir suçluyu öylece bırakmamız mümkün değil. Aksi takdirde size yardım ettiğimiz için biz de suçlu sayılırız ve önümdeki kariyeri bu şekilde sonlandırmak istemiyorum. Burada bizi uğraştırmadan teslim olmanız yapabileceğiniz en iyi seçim olur.”
Lylphia nadir bir büyü türüne sahipti ve Büyücülük Akademisindeki en iyi öğrencilerden birisiydi. Hayallerini öylece çöpe atmaya niyeti yoktu.
“Ve şu ‘o’ da kim oluyor?”
Karnına aldığı darbe ve yerde yuvarlanmasıyla birlikte Ana’nın giydiği pijamada yırtılmıştı. Gözlerinin kızarmasından ağladığı belli oluyordu. Karnını tutarak Lylphia’nın yanına geldi.
“O kurtarılması gereken kişi kimse onu da bulmamız gerekecek sanırım. Eğer rehin tuttuğunuz biri değilse ki kurtarılmasını istediğinize göre olmadığını sanıyorum, sizinle iş birliği yaptığı için yargılanmalı. Tabii ondan daha önemlisi çaldığın lütufun yerini söylemen. Onu da seninle birlikte geri götürmem gerek.”
Sony yutkundu. Yavaşça ayağa kalkmak üzereydi ki Ana’nın yolladığı hortum ile çarptığı birkaç ağacı kırarak geriye doğru uçtu.
“Yerde kal!” diye bağırdı Ana. “Tekrar ayağa kalkmayı denersen bu sefer daha sert bir tepkiyle karşılaşırsın.”
Eğer ayağa kalkarsa Sony savaşmaya devam edecekti. Lylphia da onun yerinde olsa aynısını yapardı. Sony’nin gözlerindeki kararlılığı tanıyordu.
“Hay senin toprağını-!”
Lylphia kendini küfür etmekten son anda alıkoydu. Ayağa kalkmasına izin vermeme amaçları başarıya ulaşmamıştı. Lylphia ve Ana aniden havada beliren ışık halelerinden kaçmaya çalışırken Sony ayaklarının altında yükselttiği toprakla ikisini de yere düşürdü.
“Keşke herkes büyü yapmadan önce adını bağırsa...”
İkisi de yere düştüğünde ışık halelerinden yaralar almış ama hayatta kalmayı başarmıştı.
Ayağa kalktıklarında tekrar ışık haleleri ile karşılaştılar. Bunlardan da olsalar bile Sony yine aralarına mesafe koymuş ve gardını almıştı.
“Herifte ne mana varmış, bitmek bilmedi.”
“Of... Ben de doğru düzgün saldıramıyorum... Ağaçları geçtim saldırsam adam kül olacak.”
Ana yay şeklinde yatay bir rüzgâr dalgası fırlattı. Sony zıplayarak büyüden kurtulsa da büyü ilerlemeye devam etti ve daha fazla ağacı keserek savaştıkları alanı büyüttü.
Ağaçların yere düştüğünü gören Lylphia’nın aklına bir fikir geldi.
“Ağaçları kesmeye devam et!”
Lylphia, Ana’ya komut verdikten sonra saldırıya geçmek için ileri atıldı. Yeniden yakın dövüşe geçecek ve planın ne olduğunu bilmeden ağaçları kesen Ana’ya zaman kazandıracaktı.
“Tch, çok ısrarcısın.”
Sony, Lylphia’yı durdurmak için önünde toprak sütunlar oluştursa da bir hata yapıp zıplamasını sağlamak için ani duvarlar çıkarsa da Lylphia hepsinden başarı ile kurtuluyor, gerekirse aniden yol değiştirip duvarların etrafından dolaşıyordu.
Sony’nin saldırmak için kullandığı ışık büyüsü de Lylphia’nın şaşırtıcı hızı karşısında işe yaramıyordu, hiçbir hale ne onun vücuduna ne de vücudundan bağımsızmış gibi sallanan memelerine isabet edemiyordu.
Sony tekrar yay şeklinde ilerleyen yatay bir ışın oluşturarak Lylphia’ya fırlattı. Amacı Lylphia’nın ışının üzerinden zıplamasını sağlamak ve havadayken işini bitirmekti.
Ama Lylphia zıplamak yerine yerde yuvarlandı ve Sony’nin önüne geldi. Ana’nın da ışık dalgasını fark edip kurtulduğunu umuyordu ama şu an arkasını dönüp sağ olduğunu teyit edecek vakti yoktu.
Yumruğunu Sony’nin çenesine geçirmek istedi, Sony bu sefer kaçmak yerine Lylphia’nın yumruğunu yakaladı ve karnına kendi yumruğunu atarak ayaklarının yerden kesilmesini sağladı.
Lylphia elini kurtarmak için ateş büyüsünü kullanarak sıcaklığını kısa süreliğine arttırdı. Bu tehlikeli görüldüğünden fazla tercih edilmeyen bir yöntemdi ve kullanıldığında da su büyüsünün ani saldırılarından korunmak için kullanılıyordu. Profesyonel olmayan ellerde birkaç saniyeden uzun süreli kullanım kullanıcıya kalıcı zararlar verirdi.
Lylphia bir profesyonel olsa da büyüyü uzun süre kullanması gerekmedi, Sony çığlık atarak Lylphia’nın elini bıraktı ve Lylphia kıvrak bir hareketle Sony’nin arkasına geçerek sırtına attığı tekme ile onun metrelerce uçmasını sağladı.
Böylece Sony’nin az önceki büyüsünden kurtulup ağaçları kesen Ana’nın oluşturduğu boş alanın ortasına gelmişlerdi.
“Alanın dışına çık ve alevlerin çevreye sıçramasını engelle, ben bu işi bitireceğim.”
Ana kendine söyleneni yaparak alanın dışına çıktı. Onun alanın dışına çıkmasının ardından Lylphia elini yukarıya kaldırdı ve havaya kendi vücudundan en az beş kat daha büyük bir ateş topu fırlattı.
Ateş topu havada yükseldikten sonra patladı ve alevler bir kubbe şeklinde aşağıya indi. Lylphia ve Sony ise bu kubbenin içerisinde baş başa kaldılar.
***
Yu hayal kırıklığına uğramak istemediği için dövüş başlamadan önce Yurine’yi çok güçlü biri olarak düşünmemeye çalışmıştı.
Yine de oldukça iyi bir iş çıkarıyor gibiydi. En azından Yu’nun çıkarabileceğinden çok daha iyi bir iş çıkarıyordu. Sharley’ye karşı baskı kuramasa da iş savunmaya geldiğinde başarılıydı. Sharley’nin hiçbir saldırısı Yurine’nin rüzgâr duvarını aşmayı başaramamıştı.
Ama bunun ne kadar devam edeceği belli değildi. Sharley kesintisiz şekilde saldırılarına devam ederken Yurine yavaşça geri çekiliyordu. İlk başta bunu fark etmesi zordu ama Yurine dövüşün başına kıyasla şu anda Yu’ya çok daha yakındı.
“Neden bu piçi koruyorsun, Neko? Sen delirmişsin!”
Sharley saldırılarının özellikle Yurine’ye isabet etmemesi için çaba gösteriyordu, onun hedefi Yu’ydu ama Yurine tam da aralarında durduğundan isabet ettirmekte zorlanıyordu.
“Artık bende gurur falan kalmadı, daha önce hiç bu kadar küçük düşmemiştim. Tabii bir yandan da mutluyum ama...”
Gece bittiğinde hâlâ parçalanmış gururunu iyileştirmesi gerekecekti. Yurine’nin bir kılıç perisi ve büyücü olduğunun farkındaydı ama en nihayetinde o küçük bir çocuktu ve Yu küçük bir çocuğun arkasına saklanan yetişkin bir adamdı.
Ama hâlâ elinden bir şey gelmediğinden orada durup Yurine’nin kazanmasını ummak dışında yapabilecek bir şeyi yoktu.
“Hah? Bu ne hadsizlik böyle! Bana deli diyen şu düşük yaşam biçimine bir bak hele, sen insanların akıl sağlığı hakkında yorum yapacak durumda değilsin.”
Sharley konuşurken bulduğu boşluktan yararlanan Yurine dövüş başladığından beri ilk kez saldırıya geçti ve etrafında oluşan fırtınayı tek bir yöne, Sharley’ye yönlendirdi.
Yurine’nin yolladığı fırtına Sharley’nin kalkan oluşturarak ya da kaçarak kurtulabileceği bir saldırı değildi. Tüm sokağı kaplayan rüzgârlar rakibine kaçma şansı tanımadan onun önünde oluşturduğu kristal duvarı söküp götürdü ve Sharley’ye çarparak onu sürükledi.
“O hayvan saldırdığında seni kurtarmak istediğime inanamıyorum, üstün varlıklar da ara sıra yanlış düşünebiliyormuş demek. Keşke goril sana saldırdığında temelli geberseydin. Seni ölüme terk etmek annemin verdiği en iyi üç karar arasında üçüncüdür.”
“YALAN!” Aralarında belli bir uzaklık olsa da Yurine’nin sözlerini duymuş ve kendi sesini ona ulaştırabilmişti. “YALAN! YALAN! YALAN! YALAN SÖYLÜYORSUN! YALANCI!”
Rie’nin kendisini terk ettiğini duymak gözünü döndürdü. Normalde hedefi olarak Yu’yu seçiyordu ama bu sefer hedef olarak Yurine’yi, yalancılıkla suçladığı küçük kızı aldı. Oluşturduğu yüzlerce kristal kılıcı Yurine’nin üzerine fırlattı.
“Saçmalık,” diye fısıldadı Yurine. Sert esen rüzgârları tüm kılıçları parçalara ayırmıştı.
“BU ŞEREFSİZİN NEDEN BEYNİNİ YIKAMASINA İZİN VERDİN! NEDEN! NEDEN! RİE İÇİN YAPTIĞIM TÜM BU ŞEYLERİ GÖRMÜYOR MUSUN?”
Sharley’nin cevap almak gibi bir niyeti yoktu, sadece kendini haklı çıkarmak için bağırıyordu. Bedenini saran bandajlar da yırtıldığından yanıklarla dolu vücudu açığa çıkmıştı.
“Saçmalama, herhangi bir insan benim beynimi yıkayamaz.”
“O ZAMAN NEDEN!”
Sharley bu sefer yatay değil dikey bir saldırı yaptı. Havada oluşturduğu mor renkli kristal kaya Yu’nun başının tepesinde belirdi ve hızla aşağıya düştü.
Saldırı arkasından yapıldığı için Yurine göremese de manayı hissettiği an telaşla arkasını döndü ve kayayı itmek için rüzgâr büyüsünü hazırladı.
“Ölüyordum lan!”
Yurine endişesinin boşuna olduğunu görünce derin bir nefes aldı. Yu başına düşecek kayadan kaçarak kurtulmuş ve sırtını duvara dayamıştı. Soluklanırken Yurine’ye bakıyordu.
Yurine bu sefer manayı hissetmekte daha hızlı davrandı, arkasından gelen kılıçları fark etti ve hızla dönerek bir rüzgâr alanı oluşturdu. Böylece kristal kılıçlar parçalara ayrıldı ve onları oluşturan mana havaya karıştı.
“NEDEN! NEDEN! NEDEN!”
Sharley hiç durmadan kılıçlar yaratmaya ve yarattığı kılıçları hedef ayırmaksızın ikilinin üzerine yollamaya devam ediyordu.
Yurine de üzerine gelen kılıçları parçalıyor ve sonraki saldırısı için vücudunun etrafında rüzgârı topluyordu. Bir fırtına kopmak üzereydi.
“Senin de ne çok manan varmış, tükenmek bilmedi. Oysaki annemin yanındayken sürekli bitiyordu.”
Yurine ışık büyüsünü saldırı için kullanmayı bilmiyordu ve şifa için ışık büyüsünü kullanmak da çok fazla mana gerektiriyordu.
Aslında sorun mana değildi. Yurine’nin vücudunda çoğu büyücüyü kıskandıracak kadar çok mana vardı, Sigma Kulesinde büyü kullanamadığı sırada bile içinde dolanan manayı hissedebiliyordu. Hatta Yurine’nin vücudundaki mana annesinin vücudundaki manadan bile daha fazlaydı.
Ama yine de Yurine mana stokunun yarısını harcamıştı. Sahip olduğu devasa stoka rağmen bunun sebebi Yu için uyguladığı şifa büyüsüydü.
Şifa büyüsünde manayı bir vücuttan diğer vücuda aktarma işlemi sırasında mananın büyük bir kısmı havaya karışıyor ve bu yüzden de gerekenden daha fazla mana harcamasına sebep oluyordu.
Yurine manasının yarısını bu yüzden tükettiği için gereksiz harcama yapmak istemiyordu. Sharley ise vücudunun durumuna rağmen sürekli olarak mana harcıyordu ve bunu hiç sorun etmiyormuş gibiydi.
Rakibinin mana stokunun ne durumda olduğunu anlayamadığı için de saldırıp saldırmamak konusunda kararsız kalıyordu. Rakibinin manasının azalmasını bekleyip öyle mi saldırmalıydı yoksa zaten rakibinin az bir miktar manası mı kalmıştı?
Yurine rüzgârlarının çarptığı şeyleri hissedebiliyordu ve Sharley’nin kristal kılıçları gücünü sürekli arttırıyordu. Açıkçası Yurine korkuyordu.
Buna rağmen yüzünde rakibine korktuğunu hissettirecek bir ifade yoktu. Dövüş sırasında Yu’nun tabiriyle poker face olmayı annesinden öğrenmişti.
Daha doğrusu annesinden görmüştü demesi gerekiyordu. Annesi ona arada sırada küçük dersler verse de büyü eğitimi ve diğer eğitimler sırasında sıklıkla görmezden geliniyor ve pek fazla eğitim almıyordu.
Yurine bunu sindirebilirdi. Çünkü bir arak büyücüsü olan Rie’nin rüzgâr ve ışık büyüsü kullanan Yurine’ye öğretebileceği şeyler sınırlıydı.
Yurine, Emily sayesinde okuma yazma, tarih ve matematik bildiği için diğer çocuklara öğretilen şeyleri de annesinin ona öğretmemesini anlayabilirdi
“Şimdi fark ettim de görmezden gelindiğim daha pek çok şey var...”
Ama isteklerinin yerine getirilmemesine, annesinden beklediği ilgiyi yeterince alamamaya ve fikirlerinin yok sayılmasına üzülmeden edemiyordu.
Yine de bu durumlar onun annesine olan sevgisini asla azaltmamıştı. Yurine, annesinin Sharley’ye büyü öğretiyor ve onunla kendisiyle ilgilendiğinden daha fazla ilgileniyor oluşuna kırılsa da durumu içine atmış ve onu sevmeye devam etmişti.
“Sanırım Sharley’den bu yüzden nefret ettim. Onu sevdiği için değil, o, Sharley ile benimle ilgilendiğinden daha çok ilgilendiği için.”
Gözünden akan bir damla yaşı elinin tersiyle sildi ve gülümsedi.
“Nefret güç vermiyor, onu durdurmam için yeterli gelmeyecek. SEN!” Yu’ya seslendi.
“Efendim?”
“O düşündüğümden daha güçlüymüş.”
“Yani?”
“Üç dediğimde beni kucağına alıp duvarın arkasına zıplayacaksın. BİR, İKİ, ÜÇ!”
Yu’ya bir şeyler demesi için hiç zaman tanınmamıştı. Yurine hemen üçe kadar saydı ve henüz birdeyken etrafında biriken fırtınayı Sharley’ye fırlattı. İkiye geldiğinde Yu onu kucağına almıştı ve üç dediği anda Yu zıpladı.
Yurine büyüsü ile onu destekledi ve Yu’nun bedeni zayıf düşmüş olsa da Yurine sayesinde duvarın arkasına atlamayı başardı.
“KOŞ!” diye bağırdı Yurine. Düşüşlerini rüzgâr büyüsü ile yavaşlattıktan sonra manasının kalanını Yu’nun koşmasını sağlamak için kullanıyordu.
“Büyü dersine ne oldu?”
“Kes sesini.”
Yurine, Yu’nun boynuna sarılmıştı. Yu yerdeki izleri fark etti ve izleri takip etmenin onları ayrı düştükleri arkadaşlarına götüreceğini düşünerek koştu.
-------------------------
19.1.2022 - 12:14
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..