Yu bugün daha fazla yiyebileceğini düşünmüyordu ama Yurine
onu yemekhaneye sürüklemiş ve öğlen yemeğini de bizzat kendisi yedirmişti.
Ondan sonra da kütüphaneye inip önce büyük kütüphanede biraz araştırma yapmış,
orada aradıklarını bulamayacaklarına inanarak küçük kütüphaneye geçmişlerdi.
“Sence, Cecilus neden Rie’yi öldürmek istemiş olabilir?”
“Yu, düşünüyorum ama bir sebep bulamıyorum. O velet ile sadece iki kez karşılaştık.”
Yurine’nin söylediğine göre Cecilus on beş yaşındaydı. On beş bu dünyada yeni yetişkin anlamına gelse bile Yu onu hâlâ bir çocuk olarak görüyor ve cinayet planlamasına alışamıyordu. Bir deli olabilirdi ama onu buna ne itmişti?
“Aslında şaşırmamak gerek... Ergenler zannedildiğinden daha tehlikeli olabiliyor. Lisedeki günlerimi hatırlıyorum da onlar sahiden çocuk diyip geçilmemesi gereken bir tür.”
Yurine’nin söylediğine göre onunla ilk kez Rie ve Dük Vermilia konuşurken karşılaşmış, ondan sonra da sadece bir kez yeni yılı kutlamak için düzenlenen baloda görmüşlerdi. Balodan sonra hiç görüşmemişlerdi.
“Gerçekten saçma bir sebebi var gibi hissediyorum... Özellikle onun hakkında söylenenleri duyunca kendimi bunu düşünmekten alıkoyamıyorum.”
Yu cinayetin kral, din ya da Rie’nin öldürmek istediği şey tarafından planlanmış olabileceğini düşünmüştü ama bir çocuk neden böyle bir işe kalkışırdı ki?
“Annemin intikamını da almak istiyorum,” dedi Yurine.
“Biliyorum. Zamanda geri gittikten sonra mı?”
“Hayır, yani evet, o zamanda sorumluları cezalandıracağız ama şimdi de cezalandırmamız gerekiyor. Öldüreceğiz.”
Bu konuşma dışarıdan duyan birine nasıl gözükürdü acaba? Bir yetişkin ve küçük bir çocuk bir araya gelmiş on beş yaşındaki birisini öldürmek hakkında konuşuyorlardı. Yu on beş yaşında birini öldürmeyi planlamaktan rahatsız olsa da Cecilus’un bu durumda ölmeyi hak ettiği de kesindi.
“Dur bir dakika, Sharley kaç yaşındaydı?”
Yaşını hiç sormamıştı, bir çocuğu mu öldürmüştü?
“Üstelik zamanda geri gitmeyeceğiz, zamanı geri saracağız.”
Ne fark olduğunu sormak istiyordu ama yeni bir tartışma başlatmaya da niyeti yoktu. Yurine’nin kelimelerini olduğu gibi kabullenerek rafların arasında dolaşmaya devam etti.
“Benim hipotezim Keder ve Neşe’nin ayrı özellikler taşıdığı yönünde. Bence Neşe ışık ve rüzgâr büyülerini engelleyebiliyorken Keder arak büyüsünü engelleyebiliyor.”
“Neşe gittiği zaman büyü yapabildiğim için mi böyle bir şey söylüyorsun?”
“Evet, yanımda akıllı bir kız olduğu için memnunum.”
Yurine aldığı övgünün ardından gülümsedi ve Yu raflardaki kitapların isimlerine bakıp işe yarar bir şeyler ararken onun elini iki eliyle yakaladı.
“Salery, Büyük Lütuflar diye bir şeyden bahsetti. Dediğine göre Rie, Sirius Lütufu denen bir şeyin peşindeymiş. Konu hakkında bir fikrin var mı?”
“Üç Büyük Lütuf, var olan en güçlü Lütuflardır. Andromeda, Soe ve Sirius Lütufları. Andromeda Lütufu, Zodyaistlerin lideri olan Pontifeks’e aittir. Diğer ikisinin nerede olduğu bilinmiyor. Ondan sonra Yıldız Lütufları gelir, Yu, senin burçlar dediklerin...” Yurine, Yu’nun ayaküstü anlattığı bir bilgiyi hatırlıyor olmakla gurur duyuyordu. “Sonra da Avcı Lütufu gibi Küçük Lütuflar var.”
“Bunların hepsini toplayınca ne oluyor acaba?”
Bir tanrı tarafından yaratıldılarsa belki de bu lütufları toplayan kişi de bir tanrı ya da ona yakın bir şeye dönüşebilirdi. Tanrı olma fikri sadece bir hayal olsa da Yu’yu heyecanlandırıyordu.
“Yu, şimdi gideceğimiz yer Mora, değil mi?”
“Evet,” Yu kibirli bir gülümseme takındı. “Bundan önce oradaki erkeklere mektup gönderip kız bacılarını saklamalarını söylemeliyiz çünkü ben geliyorum. Özellikle Cecilus piçi saklasın.”
“Çünkü önlemlerimizi almazsak beni gördüklerinde tüm ülkeyi sel basabilir, ben çok yakışıklıyım ya.”
Yu’nun kibirli gülümsemesi Yurine’nin bacağını cimciklemesi ile bozuldu.
“Ouw... Bana tekrar şiddet göstereceğini düşünmemiştim.”
“Burnun hemen havaya kalkmasın, iyi bir amaç uğruna seni iyi bir insana dönüştürmem gerek.”
“Hmm... Kötü bir insanım yani? Pekâlâ, bunu ben de reddedemem...”
Yu zaman kavramı, farklı boyutlar, unutulmuş büyüler, maceracıların notları, tanrılar ve bunlar gibi aradıkları şey hakkında en ufak bilgi kırıntısı barındıracağına inandığı tüm kitapları bir masanın üzerinde topluyordu.
“Bana zamanı geri sarmak için bir yol olduğunu söyledin, bunu nasıl yapacağız anlat bakayım.”
“Nasıl mı yapacağız? Şey... Bu kısmı sen bulursun diye düşünmüştüm...”
Yu donakaldı ve Yurine’ye baktı. Ağzı açıktı ama hiçbir kelime dışarı çıkmıyordu.
“Şaka yaptım,” dedi Yurine, Yu’nun donakaldığını görünce. Planladığı kadar komik bir şaka olmamıştı. “Nekoverine denen bir yer olduğunu ve o yere girerek annemin ustasının zamanı geri sardığını biliyorum.”
“Tam olarak ne anlattı sana?”
“Annemin ustası o çocukken anlatmış. Ustası Natalia da bir cadıymış ve kırk sene önce birisiyle birlikte dünyayı kurtarmak için zamanı geri sarmış.”
“Kim bu birisi?”
“Bilmiyorum ama kahramanlar savaşında bulunmuş biri. Tanrıça Rheia’nın ordusundanmış.”
“Nasıl başardıklarını biliyor musun?”
“Nekoverine denen bir yer varmış, tanrılar bile o yeri bilmez ve orada olanları göremezmiş, evrenden ayrı bir bölgeymiş.”
Hikâyeyi öğrenilen geçmiş zamanı kullanarak anlattığı için inandırıcılığı azalıyordu ama Yu, Yurine’ye inanmayı seçmişti ve inanacaktı.
“Ve bu yerin nerede olduğunu bilmiyorsun...”
“Bilmiyorum.”
Rie ve ustası öldüğüne göre tanrıların bile bilmediği bir yeri nasıl bulabileceklerdi? Kırk yıl önce Natalia’nın zamanı birlikte sardığı kişiyi de bulamazlardı.
“Benim düşüncelerimi hangi ilah, varlık, şey duyuyorsa artık... Bu hafta kalan tüm şansımı bir yol bulmak için kullanmayı talep ediyorum, haberiniz olsun.”
Duasını ettikten sonra incelemeyi planladığı son kitabı da masaya koydu.
“Yu, ben annemin bana anlattığı hikâyeye inanıyorum, sen de bana inan.”
“Sana inanıyorum, Yurine.”
Masanın üzerinde bir yığın halini almış kitaplara son kez baktı ve odanın çıkışına doğru yürüdü.
“Yu, nereye gidiyorsun?”
“Tuvalete gidiyorum.”
“Yu, ben araştırmaya devam edeceğim.”
“Tamam.”
“Yu, çabuk gel.”
Yu bu sefer güldü. Yumruğunu ona doğrultup başparmağını havaya kaldırdı ve odadan ayrıldı.
---
♪ I love Yu I love Yu ♪
♪ Do Yu love me yes I do ♪
“Bu şarkı nereden geldi aklıma, bir türlü çıkmıyor.”
Mırıldanarak tuvalete girdi ve işini görebileceği bir kabin aradı.
“Off... Kabinlerin hepsi mi kapalı olur?”
Yu işini pisuvarda görmek zorundaydı. On tane pisuvar duvar boyu dizilmişti ve Yu böyle durumlarda her zaman yaptığı gibi geçebildiği en ücra köşeye gitti. Pisuvarların en sonuncusunda işemeye başladı.
Yu işini yaparken tuvalete tanımadığı bir adam girdi. Cübbesinden bu okulun öğrencilerinden biri olduğu anlaşılıyordu. Yu’nun tam yanına geldi ve o da işemeye başladı.
“Bu arkadaşın sıkıntısı ne acaba?”
Yu’nun kullandığı pisuvar dışında tüm pisuvarlar boştu ve Yu kimse yanına gelmesin diye en köşedekinde işini görmeyi seçmişti. Yine de yanındaki adam hiç mesafe bırakmadan direkt onun yanında işiyordu.
“Kahpe evladı öyle bir özgüvenle geliyor ki yanıma sanki her gün beraber işiyoruz.”
Pisuvarları sevmeme sebebi buydu. Ne zaman Yu bunları kullanmak zorunda kalsa birisi tam da onun yanına gelip işiyordu.
İkisi de işemeye devam ederken adam başını çevirdi ve Yu’nun yüzüne baktı.
“Sen Yu Valarfin misin?”
“Evet.”
“Yakışıklı adammışsın.”
Yu bir şey demedi, önüne dönüp işemeye devam etti. Yu konuşmayınca yanındaki adam yine konuştu.
“Kızılşapel Katilini yakalamışsın diyorlar.”
“Yaptık bir şeyler.”
“Anladım.”
Adam Yu’dan sonra gelmesine rağmen işini ondan önce bitirdi, pantolonunu çekti ve ellerini yıkayıp tuvaleti terk etti. Yu onun arkasından ellerini yıkarken söylenmeden edemeyecekti.
“Bu neydi şimdi?”
Küçük kütüphaneye girmek için önce büyük kütüphaneden geçmesi gerekiyordu. Büyük kütüphanenin içindeyse çok fazla kişi vardı. Küçük kütüphanede sadece iki kişi oldukları için Yu kendini rahat hissederken bunca yabancının arasında birden kendini huzursuz hissetti.
Aslında kalabalık ortamlara alışıktı ve insanların, özellikle kızların ona bakmasını seviyordu ama buradayken hissettiği bakışların çoğu kıskançlık saçıyordu.
“Bay Valarfin.”
Kulağına ismi fısıldandığında tiz bir çığlık atmak üzereydi ki karizmasının çizileceği korkusuyla kendine son anda engel oldu.
“Korkuttuğum için özür dilerim.”
“Ne korkutması Lylphia, saçmalama.”
Az önceki ibnenin onu takip ettiğini zannetmişti. Buradayken arkasına mukayyet olması gerekiyordu.
“Gelin,” dedi Lylphia ve Yu’yu elinden tutup kütüphanenin arka taraflarına, rafların arasına sürükledi. İnsanların göremediği ücra bir köşeye gelmişlerdi.
“Hayda... Ne oluyor lan? Yok artık, hemen burada mı? Hehehe... Benim gibi birini bulunca tabii kaçırmak istemez- Yok! Yok, yok, yok... Yapamam ben... Yani yaparım da... İşte, Lylphia prensiplerime aykırı. Tamam tatlı falan ama göğüs ve boy oranı çok kötü ya... Olmaz yani... Yapmayacağım, evet, yapmayacağım... Benim bir kızım var, iyi bir baba olmalıyım, evet... Kararlılığım en üst seviyede ve Lylphia’yı reddediyorum.”
Yu içinden Lylphia’nın ona uygunsuz bir teklifte bulacağına kendini inandırsa ve o bu teklifi yapmadan onu reddetse de Lylphia’nın konuşacağı konu çok farklıydı.
“Hastalığınız ile ilgili bir şeyler bulmayı denedim.”
“Ah...” Yu şaşırdığında Lylphia ne olduğunu anlamak için ona baktı. “Bir şey yok, devam et.”
“Fazla bir şey bulamadım ama burada beyindeki rahatsızlıklarla ilgili birkaç kitap var. İçerisinde şimdiye dek görülmüş hastalıklar ile birlikte ilaç tarifleri yazıyor, belki işinize yarar.”
“Teşekkür ederim Lylphia, ben de böyle bir şey arayacaktım.”
“Rica ederim.”
Lylphia ile ayaküstü bir sohbet gerçekleştirdikten sonra küçük kütüphaneye girdi. Herkes Yu gibi aniden ortaya çıkan birinin öylece oraya girebilmesine imreniyordu.
“Yu, seni aptal. Sana çabuk gel demiştim.”
“Özür dilerim.”
“Tamam, bu seferlik seni affediyorum.”
Yurine o geldiğinde yanına koşmuş ve tekrar elini tutmuştu.
“Bundan sonra eliniz çok meşgul olacak gibi.” Maron Martin masalardan birinde oturmuş kitap okuyordu. Yu’nun gördüğü kadarıyla masanın üstüne tıbbi kitaplar dizilmişti. “Ama benim yanımda olmaktan bu kadar rahatsız olduğunu bilmiyordum. Tek yaptığım kendi köşemde sessizce oturmaktı.”
Maron’un masası Yu’nun seçtiği masaya yakın bile değildi, sahiden de uzak bir köşeye geçmişti.
“Böldüğüm için özür dilerim ama sorun değilse merak ediyorum, neden buraya erişmek istiyordunuz?”
Maron, Yu’ya baktı ve derin bir nefes aldı.
“Parmağımdaki yüzüğü fark etmiş miydin?”
“Evet.”
Yu gözünü rahatsız etmeyen hemen her insanı baştan aşağı süzer ve üstündekileri incelerdi. Maron da sol elinin yüzük parmağında bir alyans takıyordu.
“Anladığın gibi evliyim ve karımı da seviyorum ama son altı aydır işler iyi gitmiyor. Yanlış anlama, karımı sevdiğim gibi o da beni seviyor ve ikimiz de birlikte olduğumuz için mutluyuz. Altı ay öncesine kadar da evliliğimiz mutlu bir şekilde devam ediyordu ama bir anda zor bir hastalığa yakalandı. Hastalık yüzünden yataktan dışarı bile çıkamıyor. Onu iyileştirmek için her şeyi denedim ama hep başarısız oldum ve ona yardımcı olamamanın ne kadar canımı yaktığını tahmin etmeniz mümkün değil, Bay Valarfin. En son umudum bu kütüphaneydi ama Salery buraya girmeme izin vermedi. Belki izin verseydi karım hiç bu kadar acı çekmezdi ve onu iyileştirmek için çoktan bir yöntem bulmuş olurdum.”
Maron’un tek amacının güç elde etmek olduğunu düşünmüştü, şimdi yanıldığını görüyordu.
“Umarım karınızı en kısa sürede iyileştirirsiniz.”
Onun için gerçekten üzülmüş ve iyiliğini istemişti. Yu bugün fark ediyordu ki pek çok şey sevgi yüzünden yaşanıyordu.
Salery cinayete ailesini sevdiği için yardımcı olmuş, Sony onu sevdiği için Nana’yı kaçırmış, Sharley sevdiği için delirmiş ve Maron karısını sevdiği için kütüphaneye erişmek istemişti.
“Ve ben de Yurine’yi sevdiğim için ona yardım ediyorum.”
Yu, Rie’nin ölümü de sevgi uğruna mıydı merak ediyordu.
Aldığı kitapları okumak için masanın başına geçti ve ilk kitabı okurken günlüğüne notlar almaya başladı. Bu sırada Yurine de onun kucağına oturmuş, onun okuduğu sayfaları okuyordu.
-------------------------
23.1.2022 – 18:23
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..