“Dük geliyor,” dedi
Ana.
Eğer eskiden olsaydı Terazi varisinin topladığı ilginin aynısını Dük Leoral Dri Vermilia da toplayabilirdi.
Fakat artık toprağını kaybetmiş yaşlı bir adam olarak topladığı tek şey acıma dolu bakışlardı.
Tekerlekli sandalyeye oturtulmuştu, bir uşak sandalyeyi iterken Dük, az önce gelen kafileden aşağı kalır bir yanı olmayan hizmetçi ordusuyla yanlarına geldi. O, Başak Katedrali’nin en büyük ve tek destekçisiydi.
“Hanımım,” Leoral, Yurine’yi selamladı.
“Hoş geldin.”
“Karşınızda böyle durduğum için özür dilerim.”
Yetmiş yaşını aşmış bir adamın, dokuz yaşındaymış gibi gösteren ama aslında üç yaşında olan bir çocuğa duyduğu saygıyı garipsememek elde değildi.
“Sabah da aynısını söyledin, sorun olmadığını söylemiştim.”
“Küçük hanım çok kibar.”
“Hmph, astlarıma karşı nasıl davranacağımı biliyorum.”
Yu, Yurine’yi överken Yurine onun elini tutmaya devam ediyordu. Leoral bir süre ikilinin ellerine baktı ama sonra sandalyesinin Yıldız Sunağı’na çevrilmesiyle gözlerini onlardan ayırmak zorunda kaldı.
Andromeda Gardiyanları eşliğinde Pontifeks salona girerken konuşanların sayısı yavaşça azaldı ve birkaç saniyenin ardından salon tamamen sessizleşti. Konuşmayı en son bırakanlar, Pontifeks’in gülen akrabalarıydı.
Andromeda Kilisesi’nin tarafsız olması gerekirken Pontifeks’in akrabalarının Terazi grubuyla iç içe olması hoş bir izlenim yaratmıyordu.
“Tören başlamak üzere, hadi yerine git.”
Yu, Link’e dönüp onu kovmaktan hiç çekinmedi. Sivina ikisinin arasında ne yaşandığını merak ediyordu.
“Yerimdeyim zaten.”
“Burası Başak Katedrali’ne üye olanlar için.”
“Ben de üye sayılırım.”
Link herkesi şaşırtırken Pontifeks konuşmaya başladı, böylece onunla tartışmaya hazırlanan Yu susmak zorunda kaldı.
“Terazi Lütufu’nu miras alan öne çıksın.”
Yıldız Sunağı’nın önüne geçen Pontifeks hiç zaman kaybetmeden törene başladı. İlk çağırılan kişi Terazi Kardinali olacak kişiydi ve Pontifeks’in bu kararı Yurine’yi sinirlendirdi.
“Bu ne cüret? Hangi hakla benim önüme geçerler!”
“Assolistler sahneye en son çıkarlar hanımım, önce çaylaklar sahneyi hazırlasın.”
”Hmph.”
Ana, Yurine’yi sakinleştirmeyi denerken Terazi’nin mirasını alan kişi öne çıktı. Üzerinde geleneksel Terazi Kardinali kıyafetleri bulunuyordu, tek parça mavi bir elbise ve altın kuşak.
“Keichi Tempo, Terazi Lütufu’nu benden önceki Terazi Kardinali’nden miras aldım.”
Adının Keichi olduğunu söyleyen çocuk, Pontifeks’in önüne gelerek boynunu eğdi, henüz diz çökmemişti.
“Tempo diye soy isim mi olur? Buraya geldikten sonra almış kesin. O değil de bununla da aynı dili konuşuyoruz.”
Yu Valarfin kendi kendine konuşurken Pontifeks mırıldanarak dua okuyordu. Duasını bitirdikten sonra Keichi’nin önünden kaçıldı ve Yıldız Sunağı’nın yolunu açtı.
“Sunağa çık.”
Eğer sunağa çıktığında sunak ışıldamazsa onun Terazi Lütufu’na sahip olmadığı anlaşılır ve dolandırıcı olarak anılırdı. Onun etrafına toplanan bu insanlar o zaman ne düşünürdü acaba?
Keichi Tempo, Pontifeks’in arkasına geçti ve Yıldız Sunağı’na doğru yürüdü.
Yu ve Yurine’nin dikkatli bakışları Sivina’nın gözünden kaçmamıştı. İkisi de sanki dünyadaki en önemli şey buymuş gibi onu izliyordu.
Sunak büyük bir yer sofrasını andırıyordu. Yerden biraz yüksekteydi ve otuz köşesi vardı. Sunağın zemini mat siyahtı, cam gibi duruyordu. Keichi Tempo’nun ayağı sunağa temas ettiği anda sunağın köşelerinden mavi bir ışık yayıldı.
“Bizdeki gibi,” dedi Yurine.
Terazi Lütufu’nu taşıdığı kesinleşen Keichi insanlardan alkış tufanı aldı. Başak Katedrali kısmındaki kişiler hariç herkes “Terazi Kardinali!” diye haykırıyordu.
“Terazi Kardinali!”
“Çok yaşasın Terazi Kardinali!”
“Azer seni korusun!”
Keichi’nin altındaki zeminde beliren ve birleştirildiğinde bir terazi şeklini andıran yıldızların görüntüsü tavana yansıyordu. Sivina böyle bir takımyıldızını daha önce görmemişti.
Kiechi sunaktan indiğinde Terazi Kardinali unvanını almaya uygun olduğu artık kesindi. Pontifeks’in önüne geçti ve diz çöktü.
Pontifeks kendisine getirilen kazana elini daldırdı ve ıslak olarak çıkardı. Islanmış parmaklarını diz çökmüş Keichi’ye doğru sallayarak yüzünü ve saçlarına su sıçrattı. Bu hareket Terazi Kardinali’nin de Andromeda Kilisesi’ne bağlı olduğunun sembolik olarak gösterilmesiydi.
“Tanrımız Azer senin yanında olsun, bundan böyle Terazi Kardinali olarak onun temsilcilerinden biri olacaksın.”
“Görevimi yerine getirmek ve tanrımıza layık olmak için azimle çalışacağım.”
“Seni Libra Şehri valiliğine atıyorum. Orası tarih boyunca Terazi Kardinallerinin mevkisi olmuştur.”
“Onur duyarım.”
“Kardinal olur olmaz çocuğa şehir verdiler, bizse köşeye atılmış gibiyiz.”
Keichi yerine geçtiğinde Pontifeks’in yeğeni Akalda onun koluna girdi. Sivina kadının, Keichi’nin koluna bilerek iri göğüslerini bastırdığını tek bakışta anlayabiliyordu.
“Böyle yaparak onu kontrol etmeye mi çalışıyor?”
İnsanlar yeni Keichi Tempo’yu tebrik etmeyi bitirdiğinde ve etraf sakinleştiğinde sıra kendi küçük hanımının kardinal ilan edilmesine gelmişti.
“Başak Lütufu’nu miras alan öne çıksın.” Pontifeks, Yurine’yi çağırdığı. Herkes yüzünü Yurine’ye dönmüştü.
“Yapabilirsiniz hanımım,”diye fısıldadı Ana.
Yurine öne çıktı ve birkaç adım ilerledi. Tüm salonun gözleri kedi kulaklı çocuğun üzerindeydi. Sivina onun ne hissettiğini bilmiyordu ama eğer Yurine’nin yerinde olsaydı insanların kendini izlemesinden utanacağı kesindi.
Yurine biraz daha ilerledi, sonra bir şey unutmuş gibi durdu ve arkasını döndü.
“Yu, neden gelmiyorsun?”
Az önce tüm kilise sessizliğe gömülmüştü ve bunun sebebi saygıydı. Saygıdan oluşan sessizlik rahatsız edici olmazdı.
Şimdiki sessizliğin nedeniyse farklıydı, salona huzursuzluk veren bir sessizlik hâkimdi. Herkes, Yurine’nin ne yapmaya çalıştığını merak ediyordu.
“Ben sizi buradan izleyeceğim küçük hanımım.”
Yurine’nin beklenmedik tavrı karşısında Yu’nun da canı sıkılmıştı. O bile Yurine’nin böyle bir şey yaparak töreni bozacağını düşünemediyse başkaları nereden bilebilirdi ki?
“Benimle gel.”
Küçük hanımları gayet ciddi bir tonda emrini verdiğinde Başak grubunun tüm üyeleri Sivina ile aynı anda yutkundu. Burada insanların rezalet olarak adlandırabileceği bir şey yaşanırsa küçük katedralleri için kötü bir başlangıç yapmış olacaklardı.
Bazı insanlar reklamın iyisi kötüsü olmaz derdi fakat bir çocuğun olay çıkartması, özellikle o çocuk katedralin lideriyse iyi bir izlenim yaratmazdı. İnsanlar şımarık bir çocuk tarafından yönetilen dini bir gruba katılmak istemezdi.
“Bunu tek başınıza yapmanız gerekiyor, yüzlerce yıldır böyle.”
Leoral’ın güçsüz sesiyle söylediği sözler kimsenin umurunda olmamıştı.
Yu, Yurine’nin isteğini yerine getirmek istiyor olmalıydı, bu yüzden bir ayağı ileri atılmıştı.
Fakat bunu yapamazdı, en azından kendi başına buyruk şekilde bunu yapmaya hakkı yoktu.
“Başak Lütufu’nu miras alan kişi öne çıksın.”
Pontifeks az önce hiçbir şey yaşanmamış gibi tekrar sözlerini söylediğinde Yurine onu duymazdan geldi ve kendi sözlerini tekrarladı.
“Yu, benimle gel!”
Bu sefer bağırdı ve ayağını sertçe yere vurdu. Yu gelmediği sürece ilerlemeyeceğini bildiriyordu.
Oluşan sessizliği bölen şey Terazi Katedrali’nden birinin fısıltısı olmuştu. Fısıltı, fısıldayan kişinin tahmin etmeyeceği şekilde duyulmuştu.
“Bir çocuğu, hem de cadı olan bir çocuğu buraya getirirseniz olacağı bu.”
Kim olduğu fark edilmeyen adamın iğneleyici yorumu Yurine’yi öfkeden kırmızıya çevirdi, kuyruğunu dikleştirerek sesin geldiği yere döndü.
“BU NE CÜRET! GEL DE AYNISINI YÜZÜME SÖYLE DÜŞÜK YAŞAM BİÇİMİ!”
Vücudunun çevresinde dolanmaya başlayan hortum Yurine’nin bir saldırıya hazırlandığını gösteriyordu.
“Ne yapıyorsun?!”
Yurine’nin seslendiği kişi korkudan dilini yutmuş olmalıydı ki kendini belli etmedi ama Andromeda Gardiyanları silahlarını Yurine’ye karşı çekti. Onun bir Lütuf taşıyıcısı olması, içerideki Andromeda Pontifeksi’nin tehlikeye girme ihtimali söz konusu olduğunda önemsizdi.
Terazi Katedrali’nin askerleri, buraya silahlarla girilmesi yasak olduğundan dolayı yanlarında silah getirememişlerdi ama onlar da gruplarını korumak için öne çıktılar.
Hiç kimse tam olarak ne olduğunu anlayamasa da Kigaro ve Dimen hanımlarına karşı alınan tutumu gördüklerinde hemen Yurine’nin önüne geçti. Sivina ilk başta kararsızlığa düşse de görevi Yurine’yi korumak olduğundan ileri çıktı. Bir silahı yoktu ama elleriyle de dövüşebilecek kabiliyete sahipti.
“Küçük hanım, bu kadarı yeterli!”
İçeride bir savaş çıkmasını engellemek için Yu, Yurine’nin yanına koştu ve onun ayak seslerini duyan Yurine hemen arkasını döndü. Yu onu sakinleştirmek için diz çöküp sarıldı.
“Yu, yanımda ol.”
Yu’dan yanında olmasını isterken gözleri bir yere, bir de Yu’ya bakıyordu. Duygularını itiraf ederken kendi babasına karşı bile utangaçtı. Bir başka zaman olsa Sivina’nın kalbi bu tatlı manzara karşısında ısınırdı ama bu gergin ortamdayken bunu başaramıyordu.
“Ama...”
Yu etrafına, kendilerini izleyen gözlere baktı. Kararsız gözüküyordu. O, Yurine’nin yanında olmak istese bile ciddi bir işin ortasındaydılar ve insanlar bunu kabul eder miydi?
“Yu, ben böyle istiyorum.”
Yurine, kâhyası ve babası olan Yu’nun elini tutarak onu sürüklemeyi deniyor ama bunu başaramıyordu. Yu hâlâ aynı kararsızlığını sürdürmekteydi. Destek bulabilmek için çevresine bakındı.
Önce arkasını dönmüştü ama Başak grubundakiler de kararsız olduğundan istediği desteği burada bulamadı. Onlar sadece Yu’nun ne yapacağını merakla bekliyorlardı.
Aradığı desteği istediği yerde bulamayınca Yu karşısına baktı ama Terazi grubunda ona destek verecek kimse bulunmuyordu. Son olarak Yu, Pontifeks’e baktı.
“Beraber çıkabilirsiniz,” dedi Pontifeks.
Sivina onun kime baktığını tam olarak anlayamıyordu.
“Öyleyse küçük hanımın yanında olacağım.”
“Y-Yu, her zaman yanımda ol.”
“Başüstüne.”
Yurine, Yu’nun elini bırakmadan Pontifeks’in karşısına geçti ve Sivina, Yurine ortalığı kaosa bulayıp bir kavga çıkartmadan sakinleştiği için şükrederek yerine döndü.
“Benim adım Neko, Başak ve Avcı Lütuflarını annemden miras aldım.”
Pontifeks duasını Neko için de sessizce okuduktan sonra önünden çekildi ve sunağa çıkmasını söyledi. Yurine yanında Yu’yu sürükleyerek sunağın önüne geldi. Yu ile yan yana durdular ve Yurine başını kaldırıp Yu’ya baktı, gözlerinde çocuksu bir neşe vardı.
“Yu, benimle birlikte çık.”
“Emredersiniz hanımım.”
İnsanlar arasında huzursuz mırıldanmalar yükselip alçalsa da Pontifeks onayladığı için ikisi birlikte sunağa çıkabilecekti.
Nefes aldılar ve birbirlerine senkronize şekilde sunağa ayak bastılar. Yurine sayesinde sunağın otuz köşesinden yarısı mor, diğer yarısı da kırmızı bir şekilde yandı.
Yanan mor ve kırmızı ışık Yurine’nin Başak ve Avcı Lütuflarını taşıdığını gösteriyordu. Lütufları taşıdığı için artık kardinal ilan edilmesi sadece Pontifeksin iki dudağının arasından çıkacak kelimelere bağlıydı.
Sunağın zemininde oluşan ve tavana yansıyan yıldızların sayısı, Terazi Kardinali için oluşan yıldızlara kıyasla daha fazlaydı. Yurine için oluşan yıldızlar da takımyıldızıydı ve Sivina onun yıldızlarını da daha önce hiç görmemişti.
Terazi Kardinali’nin aksine Yurine daha az alkış almıştı. Onu alkışlayanlar sadece Başak Kardinali ve Dük Vermilia’nın maiyetiydi ve onun için “Çok yaşa!” diye bağıran sadece Link’ti.
Yalnızca tek kişinin bağırmasının acınası olacağını düşünen Sivina da “Çok yaşa Başak Kardinali!” diye bağırdı.
Sivina’yı takiben Ana da haykırdı. Kigaro ve Dimen’in sesi herkesin sesini bastırmaya yetecek kadar kuvvetliydi ve roaronlar bağırırken salon titriyordu. Bir süre sonra kendi taraflarındaki herkes Yurine için haykırmaya başladı. Zorlukla konuşan Leoral bile kendince bağırarak desteğini belirtiyordu.
Yurine ve Yu çıktıkları şekilde senkronize olarak aşağıya indiği ve Pontifeks törenin kalan kısmına devam etti.
Yurine ve onun elini tuttuğu Yu diz çöktüğünde Pontifeks elini kazana daldırıp çıkardı, ıslanmış parmaklarını Yurine’ye doğru savurdu.
“Tanrımız Azer sana yardımcı olsun, bundan böyle Başak Kardinali olarak onun temsilcilerinden biri olacaksın.”
“Görevimi yerine getirecek ve tanrımıza layık olacağım.”
Artık resmi olarak Başak Kardinalliğini elde etmişti. Onlar ayağa kalkmak için hazırlanırken Pontifeks tekrar konuştu.
“Seni Virgo Şehri valiliğine atıyorum. Bir zamanlar Başak Kardinalleri orada bulunurdu.”
Pontifeks konuştu ve salon yine sessizliğe gömüldü. İnsanlar ilk şaşkınlığı atlattıktan sonra yavaşça fısıldaşmaya başladılar.
“Onu mu?”
“Cadıyı...”
Kullanılan kelimeler Yurine’yi sinirlendirebilirdi, eğer şaşkınlıkla dona kalmış olmasaydı. Yu Valarfin’in yüzü bile donmuştu, az önceki sözün gerçekliğini teyit etmek istercesine Pontifeks’e bakıyordu.
“Bizi mi?” diye sordu Yurine. Tabii ki de duyduğu şeyden o da emin olamamıştı.
“Yaşından ötürü seni denetleyecek bir heyet olacak fakat yine de o makamda bulunacaksın. Tanrımız senin yardımcın olsun, Neko.”
“O-Onur duyarım.”
Annesine bile verilmemiş makam bir yıldır Mora’da bulunmayan ve çıktığında aniden Başak Kardinali olan Yurine’ye veriliyordu.
Sivina bunu tuhaf bulan tek kişi olmadığını umdu.
-------------------------
16.02.2022 – 23:22
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..