“Kapana kısılmak üzereyiz,” dedi Cornelia. Elindeki kalemi parmağının üstünde döndürmeye devam ediyordu. “Pararel’de bir ordu var, kuzeyden de bir ordu gelecek. Vermia’da da düşman ordusu var. Bizi kıstıracaklar.”
“Öyleyse geri çekilip daha iyi hazırlanmak gerekir. Aksi takdirde ordu elden gider, Vermia’yı almak için tüm şansımız yok olur.”
Yu Valarfin, Yurine’nin hayalini gerçekleştirmek için Vermia’yı almak istiyordu. Sivina da o olmasa bile onun bıraktığı yerden devralacaktı.
Vermia terk edilemeyecek kadar önemli bir konumda olmasına rağmen Andromeda Kilisesi onu terk etmişti. Sivina otuz bin kişiden daha büyük bir ordu ile karşı karşıya kalacaklarını düşünüyordu, Cornelia’nın ordusu ise on iki bin kişiydi.
Başak Katedrali’nin getirdiği ilk destek birliklerinden iki bin kişi kalmıştı ve bir şekilde ikinci destek birliği gelmeyi başarsa bile ellerindeki ordu hâlâ yetersiz kalacaktı.
“Ona anlatmama rağmen anlamıyor işte. Bu kadar az askerle anca aptal köylüleri ezersin.”
“Çeneni kapa yoksa ben kapatırım.”
Cornelia’nın tehdidinin ardından Cecilus anında sessizleşti ve gözleri acınası bir öfke ile doldu. İmkânı olsa ablasını bir kaşık suda boğacakmış gibi görünüyordu ama şu anda ondan korktuğu belliydi.
“Vermia’yı geri alacağım. Burası benim evim.”
Cornelia’nın gözlerinde yadsınamaz bir kararlılık vardı. Cornelia burada ya zafer kazanmaya ya da ölmeye niyetliydi.
Sivina onun yaptığı seçime saygı duyuyordu ama bu, yaptığı seçimin aptalca olduğu gerçeğini de değiştirmiyordu.
Kabul etmek istemese de Cecilus mevcut durumda haklıydı. Cornelia’nın ordusu ancak köylülere zorbalık edecek kuvvetteydi. Üstelik askerlerin savaşmak dışında yapması gereken işler ve bakması gereken aileleri vardı, onlar işlerinden uzaktayken ülkenin ekonomisi de zarar görüyordu.
Yaz gittikçe yaklaşıyordu ve tarlalarda hasat mevsimi geldiğinde zaten morali düşük olan askerler evlerine dönmek isteyecekti.
“Bildiğimiz kadarıyla tam olarak yedi bin beş yüz kişilik düşman ordusu surların içinde. Yedi bin beş yüzü Pararel şehrine çekilmiş ve oradan buraya daha kalabalık şekilde gelebilir. Sayısı yirmi bini geçebilecek bir düşman ordusu da kuzeyden gelecek. Otuz beş binden büyük bir düşman ordusuyla karşılaşacağımızı varsaymak doğru olacaktır.”
Sayı üstünlüğüne sahip düşman tarafından her bir yönden kuşatıldıklarında imha edilecek ve her şeylerini kaybedeceklerdi. Cornelia’yı bekleyen kader buydu.
“Bunu biliyorum.”
Elbette Cornelia da durumun farkındaydı ve Sivina onun da haksız olduğunu söylemek istemiyordu. Sonuçta burası onun eviydi.
“Elimdeki tüm kuvvet bu. Tüm toplayabileceğim, tüm yapabileceğim bu kadar. Sonucu elimde olanlarla almak zorundayım.”
Belki bunları söyleyerek komutanlarını savaşmaya ikna edebilirdi ama Sivina bununla ikna olmazdı. Burada birisinin mantıklı düşünmesi gerekiyordu.
“Düşman kuvvetleri şehre ulaşmadan önce getireceğimiz kuşatma aletleriyle surları aşıp şehri almak ve gelen düşmanı şehrin içindeyken karşılamak istiyorduk. Başarısız olduğumuz için artık bu mümkün değil. Surların dışındayız ve düşman geldiğinde ordu yok olacak. Ne yapmayı planlıyorsunuz?”
“Bir savunma hattı oluşturacak ve-”
Cornelia’nın anlattığı plan bir anda çalmaya başlayan çanlarla kesildi. Kamp alanı çan sesleriyle yankılanırken askerlerin sesi çadırlarının içinde net bir şekilde duyuluyordu.
“Pozisyon alın!” diye bağırıyordu birisi.
“Koşun!” diyordu bir başka asker.
Çadırın içinde oturan herkes aniden ayağa kalktı ve koşar adımlarla dışarı çıktı. Ortalık bir cümbüş alanına dönmüştü. Herkes Yeşim Nehri’ne doğru koşuyordu.
“Hanımefendi!”
Plaka zırhının üstünde aslan motifi bulunan bir şövalye, Cornelia’nın karşısında durdu ve asker selamı vardı.
“Baskın mı yedik?” diye sordu Cornelia.
Sivina’nın da aklına gelen ilk fikir baskın ihtimaliydi. Askerler batıya doğru koştukları için doğudan beklenmedik bir saldırının geldiği düşünülebilirdi.
Ama askerler ellerinde silahlarla, savaşa gidercesine koşuyordu. Eğer kaçıyor olsalardı silahlarını da terk ederlerdi ve batıda kaçabilecekleri bir yer de yoktu.
“Hayır, Hanımefendi Vermilia. Yeşim Ejderhası buraya geldi!”
Sivina askere bakarken göz kapaklarını kapatıp açıyordu. Kulakları onu yanıltmıyorsa kendilerine saldıran ejderhanın buraya geldiğini duymuştu.
Hepsi havaya baktı, gökyüzünde gittikçe büyüyen yeşil bir nokta vardı.
“Bizi takip mi etti?”
Ejderha saldırısı sırasında yanmayan gemiler, yanan gemileri arkalarında bırakmış ve kaçmıştı. Gemileri uzaklaşıp ejderha gözden kaybolmadan hemen önce Sivina, ejderhanın tamamen yanan ve batan gemilerin üzerinde daireler çizdip kükrediğini görmüştü.
Şimdi kalan gemileri avlamak için peşlerinden mi gelmişti? Sivina ondan kaçtıklarını düşünüyordu. Yeşim Ejderhası’nın gölün dışına çıkacak kadar öfkeleneceğini nasıl bilebilirdi ki?
“Aptal orospu! Neden onu peşinden getirdin!”
Tanıştıkları ilk andan beri iyi bir izlenim yaratmayan ve her kelimesi ile Cornelia’nın sinirlerini zıplatan Cecilus, en sonunda Sivina’nın da sinirlerini zıplatmayı başardı.
Fakat Sivina 'orospu' ithamını reddedecek argümanlara sahip olsada ejderhayı peşlerinden getirdiği ithamını reddetmek için kullanacak bir argümanı yoktu. Ejderha buraya geldiyse kendilerini takip etmiş ve intikamını tamamlamak için gelmişti.
“Çadıra gir Cecilus!”
Sivina hiçbir şey diyemeden Cornelia ona elinin tersiyle vurdu ve Cecilus sırt üstü yere düştü. Cornelia’nın vurduğu yer Cecilus’un ağzıydı ve çocuğun dudağı patlamıştı.
Cornelia ona bağırıyordu fakat Sivina, vuracağını hiç düşünmemişti. Cecilus eli ile kanayan dudağını tutarken çadıra koştu.
“Onun sözleri için özür dilerim,” dedi Cornelia.
Sivina cevap vermedi, sadece kılıcına sarılmış hâlde bekledi ama Kigaro onun yerine konuştu.
“Sen yapmasaydın biz yapardık.”
Bir soyluya vurmak suçtu ve karşılarında o soyluya vuran kişi olsa da başka bir soylu duruyordu. Normalde Kigaro’nun dediği saygısız karşılanabilir ve Cornelia ile Cecilus’un arası iyi olsa cezalandırılabilirdi.
Ama Cornelia, Kigaro’nun ona vurmasını sorun etmezmiş gibi gözüküyordu.
“Komodorumu getir,” dedi önündeki şövalyeye.
“Emredersiniz!”
Şövalye, üstündeki plaka zırha rağmen bir ok gibi fırladı ve gözden kayboldu.
“İkiniz Yurine’nin yanına gidin. Ejderha ona yaklaşırsa onu alıp kaçın.”
Kigaro ve Dimen koşarak uzaklaştı. Otuz saniye bile geçmeden Cornelia’nın bineği geldi. Sekiz metre uzunluğunda, siyah zırhla kaplı beyaz bir komodordu. Yerden yüksekliği neredeyse Sivina’nın iki katıydı ve ağzından sarı salyalar akıyordu.
Cornelia, hayvanın eyerinden sarkan merdiveni kullanarak tırmandı ve eğilip Sivina’ya elini uzattı.
“Gel!”
Hayvanın üzerine çıkan Sivina ilk kez bir komodora biniyordu. Rino ve atlara alışkındı ama bu kadar yüksekte seyahat etmek onun için ilk olacaktı.
“Koş!” Cornelia’nın komutuyla hayvan nehre doğru koşmaya başladı. Bir rinodan daha hızlıydı ve bir at onun hızına yetişemezdi.
Havaya baktıklarında yeşil noktanın gitgide büyüdüğünü görüyorlardı. Onlar nehre yaklaştığında yeşil nokta artık bir ejderhanın şeklini almıştı fakat üzerlerine gelirken birden yön değiştirdi ve Vermia’nın üstüne gitti.
“Neler oluyor?” diye mırıldandı Cornelia. Kendi kendine konuşuyordu.
Ejderha, birkaç dakika boyunca alçaktan uçarak Vermia’nın üzerinde döndü. Ondan sonra biraz yükseldi ve ardından, nehrin yanındaki kalabalığa doğru alçalmaya başladı.
Ejderha indiğinde binlerce asker onun etrafını sardı. Başak Katedrali’nin askerlerini göremiyordu ama motivasyonsuz olsalar bile Cornelia’nın askerleri en azından cesurdu.
Oklar gerilmiş, ejderhaya fırlatılmaya hazır şekilde komut bekliyordu.
Yeşim Ejderhası kükredi. Onun tekrar kükremesi ile Sivina korkudan Cornelia’nın belini sıktı. Elleri titriyordu.
“Saldırmasınlar...” dedi Sivina.
Cornelia göz ucuyla ona baktıktan sonra başını salladı ve askerlerine seslendi. “Bekleyin!”
Cornelia, Sivina’nın hikâyesini dinlemiş ve ejderhaya saldırdıkları için ejderhanın gazabına uğradıklarını öğrenmişti. Ejderha saldırmadan karşılık verirlerse hiç saldırmaya niyeti olmayan ejderhayı bir kez daha kızdırabilirlerdi.
Askerleri komut akabinde beklemeye başladı. Sivina da Cornelia’nın arkasında oturmuş onun omzunun üzerinden ejderhaya bakıyordu.
“Yere neden indi? Saldırmayacak mı?”
Ejderha sağ kanadını yere serdi. Ejderhanın sırtında beliren birisi kanadın üzerinde yürümeye başladı. Aşağıya iniyordu.
“Ejderha bir insanı mı getirdi?”
Ejderhanın sırtından inen insan bir süre ejderhaya baktı ve ejderha yüzünü ona yaklaştırıp burnundan buhar çıkardıktan sonra biraz geri çekilip kanatlarını çırptı. Bu esnada insan oluşan rüzgâr yüzünden düşmemek için çömelip bir eliyle yerden destek aldı.
Ejderha yükseldi ve yükseldikçe kanatlarını daha fazla çırptı. Yer bir toz bulutu ile kaplanmıştı. Ejderhanın getirdiği insan hayvanın uzaklaşmasını izlerken ejderha gitgide küçüldü ve en sonunda yeşil bir nokta hâlini alıp gözden kayboldu.
Ejderhanın getirdiği insan etrafına bakındı ve kendisini çevrelemiş binlerce askeri gördü. İleri baktığındaysa Cornelia ve Sivina’nın bindiği beyaz komodoru fark etti. Ejderha ile karşılaştırıldığında çok küçük olsa da fark edilmemesi güç olacak derecede büyüktü.
Cornelia kendi isteğiyle öne çıksa da gelen insan yaklaşırken askerler bu gizemli varlığa karşı komutanlarını korumak için Cornelia’nın önüne geçip kalkan duvarı oluşturdu.
“DUR ORADA!”
Gelen insan askerlerin komutuyla durduğunda Sivina onun kim olduğunu ancak fark etti. Farklı biri gibi gözüküyordu. Kıyafetleri ve saçı çamurla kaplanmıştı. Yüzü ölmüş bir insana ait gibi solmuştu ve bir eli eksikti.
Ama kahverengi saçları, yakışıklı yüzü ve mor gözleri aynıydı.
“Yu...”
Sivina’nın deniz yeşili gözleri bir anda yaşlarla doldu. Bindiği hayvanın üzerinden atladı ve Cornelia’nın şaşkın bakışları eşliğinde önündeki askerleri yararak Yu’ya doğru koştu.
“YU! YU!”
Onun öldüğünü düşünmüştü. Kendisi yüzünden öldüğünü düşünmüştü.
Ama şimdi yaşadığını görüyordu.
O kadar berbat bir hâldeydi ki ona bakan herkesin kalbine bir acı saplanırdı ama yine de yaşıyordu.
“YU!”
Ona doğru koştu ve boynuna atladı. Yu hiçbir şey söylemiyordu.
Sivina yanağını onun yanağında dayadı ve ağlarken ismini haykırmaya devam etti.
“YU!”
Yu’nun üstü ıslaktı, onun ıslaklığı Sivina’nın üstüne de bulaşıyordu ama bu adildi çünkü Sivina’nın gözyaşları da Yu’nun yanaklarına bulaşmıştı.
“YU! YU! YU!”
Bir dakika boyunca, kulağının dibinde onun ismini bağırmaya devam etti. En sonunda yüzünü onun yüzünden biraz uzaklaştırdığında Yu’nun solgun dudaklarında küçük bir aralık oluştu ve mırıldandı.
“Sivina...”
“EVET?”
“Yurine nerede?”
-------------------------
01.03.2022 - 23:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..