Derhâl Cecilus’u görmek ve onunla konuşup, suçlarını itiraf ettirmek istiyordu fakat gruptan ayrılmasına izin verilmemişti.
İsterse ayrılabilirdi tabii ama şu anda Cecilus’dan çok daha önemli bir iş üzerindeydi. Vermia ordusunun kumandanı olarak burada olmalıydı.
“Ayağa kalkın! Kardinaller geliyor!”
Kısa süreli bir uykunun ardından sabaha karşı tepede yürüyor ve askerleri kontrol ediyorlardı.
Geldiklerini gören askerler hazır pozisyona geçip asker selamı verirken Cornelia yüzlerini inceledi. Başak Katedrali’nin askerleri Yu’dan bile daha gençti.
Onları hiç dinlenmeden tekrar bir çarpışmaya sokmak konusunda isteksizdi ama bu savaştı, başka bir şans yoktu ve herkes sınırlarını zorlamak zorundaydı.
“Yedi bin süvari mi dedin?” diye sordu Yu. Dudakları içtiği bir ilaç yüzünden morarmaya başlamıştı ama hâlâ çok karizmatikti. “Bu orduyu kuracak parayı nereden buldun ki?”
“Ben geldiğimde zaten ordu vardı,” diye yanıtladı Terazi Kardinali.
“Tch… Bu dünya çok adaletsiz.”
Yu’nun sağ eli Yurine tarafından tutulmuştu ve Cornelia, Yu’nun solunda yürüyordu. Onunla yan yana yürüyebilmek bu savaş meydanını daha çekilir kılıyordu.
Cornelia’nın yanında Sör Devan vardı. Sör Devan, Yu ortaya çıktığından beri huysuzdu ve Shimey Von Bishory’nin öldüğü haberini aldığından beri ağzını bıçak açmıyordu.
Zaten sevimli olmayan yüzüne bir de bu suratsızlık yerleşince Cornelia ona iyice katlanamıyor hatta yanında durmasını bile istemiyordu.
Yu’nun arkasında Cornelia ve Yu’nun yan yana yürümesini kıskandığı her hâlinden belli olan Sivina, Sivina’nın sağında Ana ile Link ve solunda Jaime Salamon yürüyordu. Onların da arkasında Başak Kardinali’nin korumaları olan roaronlar vardı.
“Bizi kuzeyden ve güneyden kıstıracaklar,” dedi arkalarında yürüyen Link. “Hatta daha sonra dört bir yandan kuşatılabiliriz.”
“Evet, öyle olacak. Terazi Katedrali’nin üç bin süvarisi tepenin arkasında beklesin, biz kuşatıldığımızda arkadan gelir ve kuşatmayı yarar.” Yu’nun tahta eli çenesindeydi ama çenesini tutamadığı için bir heykel gibi gözüküyordu.
“Süvarilerimizi fark edebilir ya da bunu hesap edebilirler,” dedi Keichi Tempo.
Keichi’nin yanında Akalda ve Sör Yashin Huo yürüyordu. Arkalarında ise on kişilik bir muhafız ekibi vardı.
“Fark edilmemek için biraz daha uzağa konuşlanabilirler,” dedi Yu. “Bu hamlemizi düşünseler bile en fazla şehirde biraz birlik bırakırlar ama bırakacakları birliklerin süvarilere denk olacağını zannetmiyorum. Pek çok süvarileri büyü taşlı oklar yüzünden öldü.”
Gece saldıran rakibe küçümsenemeyecek miktarda bir zayiat yaşatmışlardı. Okçularının büyü taşları zırh kuşanmış askerleri parçalara ayırırken Cornelia onları izlemişti.
“Yani, planımız bu mu? Yalnızca saldıracak mıyız?” Sivina adımlarını biraz hızlandırıp Yu’ya yaklaştı. “Doğaçlama yapıyoruz gibi.”
“Okçuları kullanabiliriz. Hatta artık Terazi Katedrali’nin desteğine sahibiz, surları çökertmek için kullanacağımız büyü taşlarını okçulara verelim. Terazi Katedrali ile o surları taşlar olmadan da aşarız.”
Yu, Keichi’ye baktı. Keichi’nin yüzü kimi zaman ifadesiz, kimi zaman kederli, kimi zaman da acınası bir hâl alıyordu. Şu anda da ifadesiz hâlineydi. Koyu dudakları düzdü ve çekik gözleri yere bakıyordu.
“Yardımcı olacağını umuyorum?”
Keichi, Yu’yu onayladı. “Olacağım.”
“Öyleyse, Jaime,” diye seslendi Yu.
“Evet!” Jaime koştu ve Yu, Yurine ile Keichi’nin arasına girdi.
“Büyü taşı çuvalını alıp içindekileri oklara uygun hâle getirsinler. Güneş tamamen doğana kadar en az beş bin tanesi hazırlanacak.”
Emri alan Jaime reverans yaptı ve emri iletmek için koşarak uzaklaştı.
Bazı askerler kestiriyordu, bazıları sadece gözlerini dinlendiriyordu ve hemen hemen onları gören herkes işlerini bırakıp selam veriyordu.
Terazi Kardinali ve Vermilia ordusu savaşmaya hazırdı ama Başak Katedrali’nin acemi askerleri için gecenin şokunu atlatıp ikinci bir mücadeleye hazırlanmak zordu.
“Biliyor musun? Rolderhelm’de olduğumuz sürede sana çok benzeyen biri ile tanışmıştık. Adı Satoshi’ydi.”
Yu konudan bağımsız bir mesele hakkında konuşmaya başladığında Cornelia öncekinden çok daha ilgili bir şekilde kulak kabarttı.
Yu onun bilmediği bir şey anlatacaktı ve Yu onun bilmediği bir şey anlatıyorsa her kelimesini aklına kazımak istiyordu.
“Evet, bir dostumdu.”
Hiçbiri konuşmadı, biraz daha yürüdüler ve daha fazla asker yerinden kalkıp onları selamladı.
“Yani…” Yu yüzünü Keichi’ye döndüğünden Cornelia onun bakışlarını göremiyordu. “Ona ne olduğunu sormadığına göre öldüğünü biliyorsun.”
Keichi cevap vermedi, yere bakıyordu. Bir kardinale göre hareketleri çok pasifti.
“Lütuf’un sana istediğin herhangi bir bilgiyi veriyor diye varsayabilirim o zaman?”
Yu yine Terazi Lütufu hakkında konuşmaya başlayınca Keichi başını kaldırdı ve kısık gözlerle ona baktı. Zaten çekik olduğundan gözlerini kısması pek fark edilmiyordu gerçi.
“Belki de merak edip araştırmışımdır,” dedi Keichi.
“Belki de, huh?” Yu, Yurine’nin elini bıraktı, hızlandı ve grubun önüne geçip durdu. “Dürüst olmaman seni daha az güvenilir yapıyor ama seni de anlıyorum.”
Yu zeki birisiydi ve bu yalnızca onu tanıyınca değil, dış görünüşüne bakınca bile belli olan bir durumdu.
“Düşes olduğum zaman… Yu… Dük olmayı hak edecek kadar zeki…” Cornelia sol elinin yüzük parmağını tutarken gülümsedi.
Hiçbir aileden gelmese, asil bir kan taşımasa bile Cornelia’nın kalbini titretiyordu ve bu Cornelia için yeterliydi. Üstüne zekiydi ve onunla birlikte topraklarına huzur, güvenlik ve bereket getirebilirdi.
Tabii Vermilia Ailesi’nin yalnızca iki üyesi kalmıştı ve Cecilus dük olmayacak, muhtemelen soyunun devam etmesine müsaade edilmeyecekti.
Bu da Cornelia’nın ailenin geleceğini garanti altına almasını ve çocuklar doğurmasını gerektiriyordu ki bunu Yu ile yapma fikri onu delirtecek kadar mutlu etmeye yetiyordu.
“Yu zaten bir baba, yani, çocuklarımıza da iyi bir baba olur… Her açıdan harika birisi.”
Burada durup Yu’ya seyretmek ve onun hakkında daha fazla şey düşünmek isterdi ama Yu konuşmaya başladığında onun hakkında düşünmek yerine güzel sesini dinlemeyi tercih etti.
“Keichi…” dedi Yu.
“Kardinal hazretlerine ismi ile hitap etmek yanlış bir davranış,” diye araya girdi Yashin Huo. “Özellikle bir kâhya için.”
Yu bozuntuya vermeden Keichi’ye bakmaya devam etti. “Özür dilerim.”
“Hah?”
Cornelia bu sesin ilk kimden çıktığını söyleyemezdi çünkü herkes aynı anda aynı tepkiyi vermişti.
Keichi’nin ifadesiz yüzü kaybolurken dudakları şaşkınlıkla aralandı ve kaşları karşısındakini anlayamıyormuşçasına yukarı kalktı. Onun yüzünde böyle bir ifade görmeyi hiç beklemiyordu.
“Yu, iyi misin? Ateşin mi var?” Yurine, Yu’ya doğru yürüdü, ellerini ona doğru kaldırdı ve sağ elini avuçlarının arasına aldı.
“İyiyim, neden sordun ki?”
“Neden özür diliyorsun o zaman?”
Yu, Yurine’ye bir cevap vermedi ve Cornelia nedensizce arkasına dönme gereği hissetti. Bunu yaptığında Sivina, Ana, Link ve roaronların da Yurine ve Keichi ile aynı tepkiyi verdiğini gördü.
Yu’nun özür dilemesi bu kadar şaşırtıcı bir olay mıydı?
“Arada sırada ben de yanlış yaptığımı kabullenebiliyorum,” dedi ve elini Yurine’nin elleri arasından çekip kızın başını okşarken başını kaldırıp Keichi’ye baktı. “Üzerine geldiğimin farkındayım ama nedenini anlayabiliyorsundur, bu yüzden daha fazla uzatmayacak ya da neden üstüne gittiğimi anlatmayacağım. Özür dilerim.”
“S-Sorun değil…” Keichi hâlâ şaşkınlığını atamamıştı. Öyle ki ilk kez özür dileyen birini görüyor olabilirdi.
“Bugün elimizden geleni yapıp, düşmanı yerin dibine sokalım,” dedi Yu.
“Güneşi gülüşüne nasıl sığdırdın be adam!”
Onu gördüğünden beri teni bembeyazdı ve son günlerde dudakları kullandığı ilaç yüzünden hafifçe mora dönmeye başlamıştı ama inci gibi dizilmiş dişleri ile verdiği parlak gülümseme hâlâ göz alıcıydı.
Cornelia bu gülümsemeye birkaç saniye içerisinde tekrar, tekrar ve tekrar âşık oldu. Ömrü boyunca bundan daha güzel bir gülümseme görmüş müydü acaba?
Elini üzerine koyup göğsünü yarıp çıkacakmış gibi atan kalbini dizginlemeyi denedi ama başarması imkânsızdı.
“Bugün ne olursa olsun pes etmeyelim, Keichi. Elimizden gelenin en iyisini yapıp tek bir seferde düşmanın işini bitirelim. Ezilebiliriz, yine de pes etmeyelim. Düşman üzerimize ne kadar gelirse gelsin yılmayalım ve bu işi bugün bitirelim.”
“Eğer güçsüz düşersek…” Keichi, Yu’nun motive edici sözlerine karamsar yaklaşıyordu.
“Ne derler bilirsin; Get up, stand up, don’t give up to fight.”
Yu’nun kurduğu cümlede anladığı hiçbir kelime yoktu. Anlamışlar mı diye Yurine, Sivina ve diğerlerine baktı ama hiç kimse anlamamıştı. Tek bir kişi dışında.
Keichi’nin dudakları titredi, gözleri patlayacakmış gibi açıldı. Dik tutmaya çalıştığı omuzları şaşkınlık yüzünden düştü. Cornelia, Keichi’nin gözlerinden yaşlar geldiğini fark etti.
“Bu… İngilizce?” dedi Keichi. Cornelia, İngilizcenin ne olduğunu bilmiyordu ama bir dil olduğunu anlaması zor değildi.
Keichi, Moralıya benzemiyordu. Belki de Yu onun ülkesinin dilinde konuşmuştu.
“Evet, İngilizceyi iyi bildiğime inanıyorum. Lisede doksandan aşağı hiç almamıştım.”
Keichi’nin dizleri titreyince herkes birkaç adım geriledi ve ondan uzaklaştı. Söylemeye gerek yoktu ama tüm dikkatleri üstüne toplamıştı.
“Kardinal hazretleri?” Akalda ellerini ona uzattı ama Keichi dizlerinin üstüne düştüğünde donup kaldı.
“Ben… Ben yalnız kaldığımı düşünmüştüm, bu dünyada, bu lanet yerde…”
Yu’nun büyük gülümsemesi küçülüp, bir ebeveynin nazik ve şefkatli bir tebessüme dönüştü. Keichi ise dizlerinin üstünde ağlıyordu.
“Sen bunca zamandır… Buradaydın…”
“Evet, Keichi. Bu dünyada bizim gibi bir sürü kişi var.”
“Sen…”
Normalde onun acınası olduğunu düşünen Cornelia şimdi onu acınası bulmuyordu. Keichi mutluydu. O kadar mutluydu ki bu mutluluk yüzüne kocaman bir gülümseme olarak yerleşmişti.
“Kardin-” Keichi konuşmaya çalışan Akalda’yı elini kaldırarak susturdu.
“Yu Valarfin,” dedi Keichi. Ayağa kalkabilmesi için Yu ona elini uzatmıştı. “Bunu arkadaşların biliyor muydu?”
“Heh…” Yu dudağını büzüp omuz silkti. “Ama merak ediyorsan sana söylememelerini söylemiştim.”
“Anladım. Şimdi neden söylüyorsun?”
“Düşündüm ki arkadaş olursak başarı şansımız artar. Ayrıca…” Yu elini yumruk yaptı ve Keichi’ye uzattı. “Bizi bizden başkası anlayamaz. Bu yüzden şimdi kalkalım, şu düşmana bir ders verelim ve evimize dönelim.”
Keichi, Yu’nun yumruğuna baktıktan sonra kendi elini yumruk yapıp onunla tokuşturdu. Cornelia’nın daha önce görmediği değişik bir selamlaşmaydı.
“Evet, öyle yapalım,” dedi Keichi. Ruhsuz yüzüne ruh yerleşmiş gibiydi.
“Ayrıca arkadaş olduk ama bu Vermilia’dan vazgeçip sana yol açacağım anlamına gelmiyor. Cornelia, Başak Katedrali’nin destekçisi.”
Cornelia, Yu ona bakıp göz kırptığında kalbinden vurulmuşa döndü. Tam şu anda birisi sorsa kendi adını bile söyleyemezdi.
“Âşığım… Âşığım… Âşığım…”
Yu harikaydı. Onun gibi bir adam nasıl var olabilirdi ki? Az önce gördüğü sahne… Yu tıpkı bir peygamber gibiydi.
Cornelia’nın gördüğü Yu parlıyordu, güneşin kendisiydi. Sanki uzun süredir kontrol etmeye çalıştığı duyguların kontrolünü bir anda kaybetmiş de şimdi bir anda göğsü bu duygular ile dolup taşıyormuş gibiydi.
Yu’nun onun olmasını istiyordu, Yu’nun olmak istiyordu. Bu duygular onu yakıyordu. Cornelia’nın tüm hücreleri aşk ile yanıyordu. Eğer bıraksalar o da Yu’nun karşısında diz çöker, onunla olması için yalvarırdı.
“Öyle olsun,” dedi Keichi. “Zaten bunda gözüm yoktu. Bu belayı atlatıp kendi işime geri döneceğim.”
“Ben de öyle yapacağım,” dedi Yu. “Pekâlâ, daha sonra tekrar konuşuruz. Şimdi işimize dönelim.”
Bir eli olmadığı için el çırpamıyordu ama aynı etkiyi yaratmak için sağ elini sol kolunun bileğine vurdu.
“Düşmanla ilgili tam olarak ne biliyorsun?”
-------------------------
26.04.2022 – 23:04
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..