Cilt 3 - Bölüm 54: Fırtına (1/2)

avatar
381 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 54: Fırtına (1/2)


Yu ile omuz omuza savaşacağı için heyecanlıydı. Geceki kuşatma savaşını saymazsa daha önce sadece küçük çaplı çatışmalarda bulunmuştu ve bu, Sivina’nın ilk gerçek çarpışması olacaktı.

 

Bunu sevdiği adamla yan yana yapıyor olmanın onun için ayrı bir motivasyon kaynağı olduğunu söylemeye gerek yoktu.

 

Aynı zamanda korkuyordu çünkü Yu, kuşatma savaşından çok daha tehlikeli bir ortamın içindeydi. İlk başta Yu’nun tüm savaşın dışında olması gerektiğini düşünmüş olsa da Keichi bunun Yu’nun kesin ölümü ile sonuçlanabileceğini kesin bir tonda söylediğinde Yu’nun ordunun bizzat içinde bulunmasına itiraz etmedi.

 

Keichi’yi tanımıyor, bu yüzden de ona karşı güçlü bir güven duygusu beslemiyordu ama Yu ona ya da en azından onun çıkarlarına güveniyor gibi gözüküyordu. Bu yüzden Sivina da Keichi’nin sözlerine güvenecekti.

 

“Tebrik ederim efendim, tüm kâfirleri cehennemin dibine yolladınız!”

 

Keichi’nin sürdüğü komodorun arkasında oturan Akalda kollarını Keichi’nin boynuna doladı. Sivina’nın gözünden baktığında Keichi, Akalda tarafından kontrol edilen acınası birine benziyordu ve Yu’nun neden ona güvendiğini anlamıyordu.

 

“Yu’nun yardımıyla,” dedi Keichi ve Akalda’nın kollarını boynundan çekti. “Burada bana fazla sırnaşma…”

 

“Kardinal hazretlerinin çekiciliği her yerde aklımı başımdan alıyor.”

 

Akalda’nın miğferinin arasından gözüken gül kırmızısı dudaklarında sinsi bir gülümseme vardı. Bu iffetsiz kadın da Sivina’nın gözünde Keichi gibi acınasıydı.

 

“Yalancı kadın,” diye düşündü onun için.

 

Sivina’nın Yu için yaşadığı duyguları başkalarının taklit ettiğini görmek onu sinirlendiriyordu. Bu asil duygular entrika malzemesi olmamalıydı.

 

“Yu, başarının çalınmasına izin mi vereceksin? Benim planımdı desene!” Yurine, Yu’nun sol kolunu tutup karnına bastırdı ve Akalda’ya bağırdı. “Yu’nun fikriydi! Onun başarısını çalma iffetsiz kadın!”

 

Sivina’ya sapık kadın derken Akalda’ya iffetsiz diyerek doğrudan hakaret ediyordu. İkisine karşı olan tutumunda fark olması gayet doğaldı ama yine de bunu Yu’nun kızından özel muamele gördüğü şeklinde yorumlamak istedi.

 

“Yurine, gruplar arasında tartışma başlatmayalım. Şu muharebeyi kazandığımız sürece başarının kime atfedildiği ile ilgilenmiyorum.”

 

Önce birliklerini bölmüş, tepelere ve ağaçlık alanlara pusu kurmuşlardı. Daha sonra düşmanın üç bin kişilik süvari birliği geldiğinde onların etrafını sarmış, kimsenin kaçmasına müsaade etmeden hepsini yok etmişlerdi.

 

Keichi’nin mi yoksa Yu’nun mu bu planda daha büyük katkısı var bilemiyordu, ikisi de birbirlerini tamamlayan cümleler kurmuştu ama bildiğinden emin olduğu bir şey vardı; Yu yalan söylüyordu.

 

Hem de Yu kesinlikle yalan söylüyordu. Bundan, adının Sivina olduğuna emin olduğundan daha fazla emindi. Ejderha olayının ardından Yu’nun karakterinde değişimler olduğunu görebiliyordu ama bu Yu’nun şu anda yalan söylediği gerçeğini değiştirmiyordu.

 

“Yu başarıyı başkasına bırakacak biri olamaz… Kesinlikle olamaz.”

 

Sivina’ya aynı dünyadan geldiklerini Keichi’ye söylememesini, Keichi’nin hakkındaki şeyleri bilmesini istemediğini söylemişti. Sivina elbette Yu’nun sözüne uyacağını belirtmiş ve Link’e, Ana’ya ve roaronlara da Yu hakkında bilgi vermemelerini tembihlemişti.

 

Ama bu sabah Yu, Sivina’nın saklamasını istediği bilgileri Keichi’ye kendisi vermişti. Üstelik bunu yaparkenki hâli kişiliğine öylesine aykırıydı ki Sivina o anki kişinin Yu olduğunu söyleyemezdi.

 

Daha önce Satoshi’ye rahatsız olarak bakan, güzel bulmadığı insanların yüzüne bakmaktan bile çekinen Yu’nun Satoshi’ye tıpatıp benzeyen Keichi’ye böyle dostane yaklaşmasını açıklayamıyordu.

 

“Statü farkı yüzünden mi?” diye düşünüyordu ama bu da cevap olamazdı.

 

“Satoshi’ye aynı memleketten olduğunu söylediğinde öyle ahım şahım bir tepki ile karşılaşmadık. Keichi neden Yu’ya bir peygambermiş gibi yaklaştı? Ya da Yu onun taşıdığı Lütuf’dan mı korktu?”

 

Yu korkusuz biri değildi. Onun geleceği bilmesinden korkup onunla dost olmanın daha iyi olacağına karar vermiş olabilirdi ama gerçekten bu yüzden mi şu anda karakterine ters bir şey yapıyordu? Üstelik korkmuş olsa bile Sivina hâlâ Keichi’nin neden ona özel bir şekilde yaklaştığını açıklayamıyordu.

 

“Yu, elini kaybettiğin gibi kafandaki tahtaları da mı kaybettin sen?” Yurine, Yu’nun başına kapı çalar gibi birkaç kez vurdu.

 

“Bu oldukça inciticiydi,” dedi Yu.

 

“Normal hâline dön!” Yurine bir eli ile havada bir şeyi tutmuş gibi yapıp aşağı çekti. “Eğer kafanda miğfer olmasa kulağını çekerdim.”

 

“Normal hâlime döneyim… Öyleyse ‘Kendi ışığına güvenen başkalarının parlamasından korkmaz,’ diyorum.”

 

“Bunu en başta söylemeliydin!”

 

Etkileşimleri izleyenler için komedi unsuru barındırıyor da olsa Yurine son derece ciddi ve haklıydı. Bu kişi tanıdıkları Yu Valarfin değildi.

 

“Terazi Kardinali’nin Başak Kâhyası’ndan daha parlak olduğu bir gerçek,” dedi Akalda.

 

“Buna Terazi Kardinali’nin kendisi bile inanmıyordur,” diye düşündü Sivina.

 

Yurine sadece alaycı şekilde gülümsedi. Yu’yu her durumda savunan bu küçük kız bile Akalda’nın kışkırtmasını ciddiye almıyorsa bu iffetsiz kadın sahiden değersizdi.

 

“Pekâlâ, konumuza dönelim,” dedi sıkılmış şekilde tartışmayı izleyen Keichi. “Bunlarla ne yapacağız?”

 

Savaş esirlerine baktılar. İki yüz kadar kişi esir alınmış, diğerleri öldürülmüştü.

 

“O büyücünün tam olarak nerede olduğunu biliyor musun?” diye sordu Yu, Keichi’ye.

 

“Tam konumunu bilmiyorum, sadece arka taraflardan geliyordu.”

 

“Geliyordu- mu?”

 

“Yani… Vizyonlarımda.”

 

Burada da Sivina’nın dikkatini çeken tuhaf bir ayrıntı vardı. Yu, Keichi ile ilgili Sivina’nın fark edemediği bir bilgiyi fark etmiş ve buna göre hareket ediyor olmalıydı.

 

Eğer o hâlâ Yu ise eylemlerinin ardında kaçınılmaz bir art niyet vardı. Yu Valarfin için aksi mümkün değildi.

 

“Öyleyse,” Yu ıslık öttürdü ve birkaç roaron öne çıktı. “Sorgulamaya başlayalım… Hmm… Seninle.”

 

İki roaron savaşçısı rinosundan inip Yu’nun işaret ettiği bir süvariyi kollarından tutarak ayağa kaldırdı. Üçüncü roaron bir savaşçısı gelerek inerek şövalyenin miğferini çıkardı ve adamın ter yüzünden sırılsıklam olmuş sarı saçları gözlerinin önüne düştü.

 

“Aldığım bir duyuma göre sizin ordunun arasında Tanrı Azer’in soyundan gelen kudretli bir büyücü varmış. Bu büyücünün şu anda nerede olduğunu söyle,” dedi Yu.

 

“Bilmiyorum,” diye yanıtladı şövalye.

 

Yu, şövalyenin önünde duran roarona başını salladı ve roaron baltasını adamın kalbinin üstüne vurdu. Adamın göğsündeki zırh yarıldı ve balta önce göğüs kafesini sonra da kalbini parçaladı.

 

Diğer roaronlar şövalyenin kolunu bıraktığında şövalye yere düştü. Elleri bağlanmış hâlde oturan diğer esirler manzara karşısında başlarını yere eğdi.

 

“Sıradaki,” dedi Yu. Roaronlar bir başka askeri kaldırdı.

 

“Azer’in soyundan gelen büyücünün nerede olduğunu biliyor musun?”

 

“B-Bilmiyorum.” Az önceki roaron baltasını tekrar kaldırınca adam nefes almadan konuştu. “Gerçekten bilmiyorum!”

 

Son kelimeleri ölümünü engellemedi. Yu başıyla onayladığında roaron tekrar baltasını adamın kalbinin üstüne vurdu ve zırhını yararak tek seferde canını aldı.

 

“Yu insanları öldürüyor…”

 

Yu sırayla insanları ayağa kaldırıyor, yüzünde yaptığı işten rahatsız olduğunu gösteren herhangi bir ifade olmaksızın istediği cevabı vermeyen herkesin ölüm emrini veriyordu.

 

“Sıradaki… Sıradaki…”

 

Onun birilerini öldürdüğünü daha bugün duymuş ve daha fazla insanı öldürdüğünü düşünmüştü. Yine de şimdi bunu bizzat görmek Sivina’ya acı veriyordu. Yu bu kadar kolay can alabilen biri olmamalıydı.

 

Onu bu hâliyle bile sevecek olsa da böyle olmasını istemiyordu.

 

Yu’nun bir katil değil, kahraman olmasını isterdi. Onu başka birine çevirmeye çalışmasının bencilce olduğunu biliyordu ama bu bencilliğe engel olamıyordu.

 

“Ben biliyorum…” dedi ip gibi dizilmiş esirlerden birisi.

 

Yu’nun emriyle roaronlar istenilen cevabı vermeyenleri öldürmeye devam ediyor, diğer herkes Yu’nun yaptığını onaylarcasına izliyordu.

 

Soru sırasına uzak olsa da esirlerden birisi başını kaldırmış, Yu’ya bakarak konuşmuştu. Başında miğfer yoktu ve saçları, esirlerin çoğunun saçları gibi sarıydı.

 

“Çadırı altıncı tümenin içinde, nehir tarafındaydı… Tabii en son oradaydı. Şu an onu nerede bulacağınızı bizim bilmemizi bekleyemezsiniz.”

 

Evet, onlar yalnızca sıradan şövalye ve süvarilerdi. Gizli silah olacak kadar güçlü birinin yerini nokta atışı olarak bilmelerini sağlayacak yetkiye sahip değillerdi.

 

“Altıncı tümen nerede?” diye sordu Yu. Gökyüzüne kara bulutlar çökmeye başlamıştı.

 

“Bizim sol kanadımızın arkasında,” diye cevap verdi esir asker.

 

“Yu, hemen gitmeliyiz,” dedi Keichi. “Bu kara bulutlar hayra alamet değil. O… Başlıyor.”

 

“Ben de sürekli artan manayı hissediyorum,” dedi Yurine.

 

Yağmur hafifçe atıştırmaya başladı. Sivina yağmur bulutlarının bu hızda toplandığını hiç görmemişti.

 

Sivina konuştu. “Büyü için soylu kanına ihtiyaç yok muydu? Şimdi mi başladı? Ordumuz şehirden soylu transferi yapılmasını önleyecek sanıyordum.”

 

“Ben de öyle sanıyordum,” dedi Yu. “Lakin neden kendi ordularındaki soyluları kullanmasın ki?”

 

“Öyleyse şehirdeki soyluların transfer edilmesini neden engellemeye çalıştık?” diye sordu Sivina.

 

Soruyu cevaplayan Keichi’ydi. “Çünkü büyüyü daha geç gerçekleştireceğini umdum.”

 

Sivina göğsünde bir sızı hissetmeye başladı ve kulaklarında yıldırımların sesini işitti. Şu anda gökyüzünde herhangi bir yıldırım yoktu, bu yalnızca Sivina’nın işittiği hayali bir sesti ama yakında gerçekten duyacaktı.

 

“Bunları ne yapalım?” diye sordu Yurine.

 

“Bazıları burada kalıp onları ağaçlara bağlasın, biz de ilerleyelim. Arkada kalanlar sonradan bize yetişir.”

-------------------------

28.04.2022 – 20:53






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr