“Aaağğhhhhh!”
Beynine saplanan derin acıyla birlikte zemine düştü.
“Yu!” Hem Link hem de Ana Yu’ya doğru eğildi ama Yu sağ elini sertçe savurduğunda ikisi de geri çekildi.
Birine vurmuştu ama kime vurduğunu bilmiyordu. Sadece elinde olmaksızın acı içinde çırpınıyordu.
“Kardinal hazretleri?” Link acı içindeki Yu’dan başını çevirdi ve Yurine’ye döndü. Yurine ağlıyordu.
Hem de kendini yırtarcasına, hüngür hüngür ağlıyordu.
Yu’nun isteği hemen onun yanına gitmekti ama hissettiği acı buna izin vermiyordu. Acı yüzünden yerde kıvrılmış tepiniyordu.
Yu’nun sol eli çürümekteydi. Ejderhaya sunduğu el soğuk ısırmasında olduğu gibi şişip kararırken Yu damarlarındaki zehirli kanın kaynayıp o ele nüfuz ettiğini hissetti.
Hatta bu bir histen ötesiydi, kolundaki damarlar sol eline doğru şişiyor ve kanı oraya taşıyordu.
Sol eli tamamen siyaha dönüşünce kaskatı kesildi. Artık parmaklarını bükemiyor ama acısını hissediyordu. O acıyla çığlık atıp yerinde tepinirken Yurine haykırarak ağlamaya devam ediyordu ve odadakiler kime yardım edeceğini şaşırmıştı.
“Ana, sen Yurine’yi tut. Kigaro, sen de hekim, şifacı bir şey bul! Sivina nereye gitti!”
Link diğerlerine emirler verdi ve Yu’nun üstüne yığıldı. Karnına oturdu ve iki elini sabit tutup çırpınmasını engellemeye çalıştı.
“Ah!”
Fakat Yu’nun sol elini tutamamıştı çünkü o el o kadar sıcaktı ki adeta yanıyordu. Yu’nun çığlıklar atmasının sebebi de bu acıydı zaten. Yu elini aşağıya indirdi ve sertçe zemine vurdu.
Bunu yaptığında eli, kemikleriyle birlikte cam bir bardak gibi parçalara ayrıldı ve Yu daha fazla çığlık attı.
“AAAAĞĞHHHHHHRHHHHHH!”
Bardaktan boşalırcasına akan siyah kanlar Yu’nun kolunu durmaksızın sallamasıyla birlikte etrafa saçılıyordu. Kanlar Link’in yüzüne geldiğinde Link de bağırdı ve kendini yere bıraktı.
“KESİN ŞUNU! KESİN! KOLUMU KESİN!”
Bu acının yok olması gerekiyordu ve kolu olduğu müddetçe acıya dayanabileceğini zannetmiyordu. Bu yüzden kolunun, omzundan itibaren kesilmesini diledi ama bu odada bunu yapmaya razı gelecek kimse yoktu.
Kolunu kesmedikleri için de yerde yuvarlanmaya ve çığlık atmaya devam etti.
“Aman tanrım…” Yu’nun eline bakan Link donakaldı.
Yu’nun parçalanmış elinden akan kan toplanıp şekil alıyordu. Önce kemikler oluştu ve bir elin temelini attı. Daha sonra kan kemiklerin üzerinde birleşti ve siyah bir ete dönüştü.
O et uzadı ve parmakları oluşturan kemiklerin üstüne yayıldı, daha sonra etin üstünde de yeni bir doku oluşmaya başladı. Sert doku kemiği andırıyordu. Dönüşüm bittiğinde uzun, sivri, pençeyi andıran tırnaksız ve kemiksi dokuda parmaklara dönüştü.
Hâlâ acı çekiyor ve parmaklarını oynatamıyordu, başını yere gömmüştü. Yurine de hâlâ ağlıyordu. En sonunda ağlamak dışında farklı bir şey yaptı, rüzgâr büyüsüyle Ana’yı itti ve Yu’nun üstüne atladı.
Yu çığlık atıp tepinmeye devam ederken Yurine, Yu’nun boğazına sarıldı ama bu basit bir sarılma değildi. Sadece sıkı sarılıyor da diyemezdi. Onu boğuyordu.
Link ve Ana, Yu’nun moraran yüzünü görünce Yurine’yi çekmeye çalıştı ama Yurine çok güçlüydü.
“Bu ne rezalet?” diye odaya daldı öfkeli Kova Kardinali.
***
Yu’nun içinde olduğu suya bir kaplıca denebilirdi. En azından o, böyle adlandırabileceğini düşünüyordu.
Oturmuş, ayaklarını uzatmış ve sırtını kaplıcanın kenarına dayamıştı. Üzerinden buhar tüten su içine kattıkları ilaç yüzünden sarı renge dönüşmüştü ve odanın içindeki tütsüler limon kokusu yayıyordu.
Cam kaplı pencerelerin önündeki perdeleri Yu’nun gün ışığını görebilmesi için sonuna dek açmışlardı.
Yurine’nin aksine ona verdikleri ilaç uyutmaya yönelik değildi çünkü Yu’nun bir yetişkin olduğunu söylemişlerdi. Bunun yerine sakinleştirici etkiye sahip garip bir meyve suyu içirmiş ve onu buraya taşımışlardı.
Gözlerini açtı ve odanın tam karşısındaki güneşin ışığı gözüne çarpınca başını suya eğdi. Sol elini sarı renkli suyun içinden çıkararak ona baktı. Gözünün algılayabileceği en siyah cisimdi.
Tıpkı Yu Zao ile savaşırken kullandığı şeytani kılıç gibi etraftaki ışığı emiyordu ve bu kemiksi siyah yapı omzuna kadar uzanmıştı. Sert olmasına rağmen istediği gibi hareket ettirebiliyordu.
Parmakları ilerledikçe sivriliyordu ve tırnaksız parmak uçları bir pençeyi andırıyordu. Parmakları uçlara doğru sivrildiği için sağ elinin parmaklarından biraz daha uzundu.
Eğer bunu bir animede görseydi havalı olduğunu düşünürdü fakat kendi vücudunda olunca yalnızca iğreniyordu. Elini daha fazla görmemek için suyun içine soktu.
“Ejderha yüzünden…”
Eli parçalara ayrıldığında bunun ejderha tekrar bir ele sahip olamayacağını söylediği için yaşandığını biliyordu. Zamanı geri almanın bu anlaşmayı bozacağını düşünmüştü ama görüldüğü üzere öyle olmamıştı.
Yine de şu anda istediği gibi kullanabildiği bir ele sahipti. Eğer eli ilk başta ejderha yüzünden parçalandıysa tekrar yerine gelmesi de vücudundaki zehirli kan yüzünden olmalıydı.
Ama Yeşim Ejderi ile yaptıkları anlaşma bozulmadıysa zamanı lanetli kan vücuduna girmeden öncesine saracakları için sonraki seferde bir eli olmayabilirdi.
“Çakma piç…”
Keichi’nin yüzü gözünün önüne geliyor, sesini kulaklarında işitiyordu. Onun zamanı geri alabildiğini anlamıştı ve onun bildiği her şey ile zafer kazanacağını düşünüyordu.
Ama o Yu Zao ile Yu dövüştüğü esnada ortaya bile çıkmamıştı. Bir yerde saklanmış ve Yu’nun kendisi için zafer kazanmasını beklemişti.
Nefes alış verişleri hızlanıyor, göğsü çok hızlı bir şekilde şişip inip iniyordu. Kalbinin sıkışmaya başladığını hissettiğinde sağ elini göğsüne götürdü ve başını daha fazla eğdi.
Uzunca bağırdı. “ÇAKMA Pİ~Ç!”
Nefesi suya çarptı ve suda oluşan dalgalanmalar diğer köşelere doğru yayıldı.
Öfke onun ellerini titretiyordu. İçindeki öfke o kadar fazlaydı ki tüm öfkeyi kendisine yöneltse bile bitiremiyor, içinden taşıp dışarı çıkıyordu. Yu bu öfkeyi birilerine yöneltmek zorundaydı.
“O BEYAZ SAÇLI FAHİŞEYİ DE! KENDİNE KRAL DİYEN OROSPU ÇOCUĞUNU DA! AMINA KODUĞUMUN ÇEKİK GÖZLÜSÜNÜN DE! GÜZEL GÜZEL DİYE BAŞIMIN ETİNİ YİYEN AMCIĞIN DA! CECİLUS ADLI KAHPE DÖLÜNÜN DE ANASININ AMINI SİKECEĞİM!”
Elaine Jie, Yu ile birlikte Yurine’yi öldürmüştü.
Yu Zao, Yurine’yi öldürecek o kadını yanında getirmişti.
Keichi elindeki mükemmel güce rağmen başarısız olmuştu.
Yu’ya bakıp çok güzel diye seslenen kişinin yıldırımların kaynağı olduğuna inanıyordu.
Cecilus ise tüm bu olayları başlatan kişiydi.
“Onları öldüreceğim… Her birini… Her birini…” İçinden konuşmak yetmiyordu. “HER BİRİNİ ÖLDÜRECEĞİM!”
Sağ eli kızarana kadar suya ve vurdu suyu etrafa saçtı. Tütsülerden bazıları su yüzünden sönmüştü.
“Bir hayvanmışçasına katledeceğim onları… Affetmeyeceğim… Öldüreceğim…”
Gözünü kapadı, suyun içinde biraz daha yayıldı ve başını suyu bir arada tutan duvarın üstüne, yani odaya girenlerin üzerinde yürüdüğü zemine dayadı.
“Kendimi nasıl öldüreceğim?”
Kimi suçlarsa suçlasın asıl suçlunun kim olduğunu çok iyi biliyordu. İçten içe tüm bu olayların tek sorumlusu olarak Yu Valarfin’i, yani kendisini görüyordu.
Yu Valarfin güçsüz biriydi. Yu Valarfin bir başarısızlıktı.
Bunu biliyordu. Bir başarısızlık olduğunu, bir hayal kırıklığı olduğunu biliyordu. Ablalarına gösterdiği yüzü hiçbir zaman gerçek yüzü olmamıştı. Onlara yalnızca görmelerini istediği kısımları göstermişti.
Gerçekte ne kadar aşağılık, ne kadar bencil, ne kadar kibirli bir yaratık olduğunu hep saklamıştı.
Ablalarının sevdiği Yu Valarfin gerçek Yu Valarfin değildi.
Başı ağrıyordu. Göğsünde bir sızı vardı, sanki kalbinin içinde biri ağlıyordu.
“Her şeyi cadıyı kurtarmak için mi yaptım?” diye sordu kendi kendine. “Neden… Neden bu ninni sürekli, sürekli, sürekli kafamda çalıyor.”
Kafasının içinde duyduğu ninni acıklıydı. Ninniyi söyleyen ses bir yerden tanıdık geliyordu. Rie’nin sesine benziyordu ama ses ona ait değildi. Sanki çok önceden tanıdığı biriydi.
“Rie… Ben deliriyorum… Aklımı kaybediyorum…” Yu’nun gözleri doldu ve gülmeye başladı. “Rie’yi kurtarmak için tüm bunları yapıyorum. Onu kurtarmak için çünkü Yurine bunu istiyor. En nihayetinde onu kurtarmak için.”
Yurine demişken, Yurine’nin onun üstüne atlamasını ve onu boğacak kadar sarılmasını hatırladı.
“Yurine hatırlıyor mu? Neden ağladı? Neden bana öyle sarıldı?”
Öylesine kuvvetli bir şekilde sarılmıştı ki eğer onları ayırmasalardı Yu’nun ölümü Yurine’nin elinden olurdu.
“Kaç kişi hatırlıyor? Sadece ben mi? Yurine… En azından geçmişten bir şeylere sahip olmalı…” Bir anda aklına geldi. “Cornelia’nın bana olan sevgisi… Kim bilir Keichi kaç defa zamanı geri sardı. Ben hepsinde kaybettim, hepsinde Yurine’yi öldürdüm… Ve zaman her geri alındığında Cornelia’nın hisleri birikti. Bana ilk görüşte vurulmasının sebebi buydu… Aslında o, ilk görüş değildi.”
Aklındaki soru hislerin nasıl biriktiği ve kendisinin neden bu sefer olanları hatırladığıydı. Peki ya göğsünde parlayan yıldızın, daha doğrusu Lütuf’un bu olaydaki rolü neydi? Bir şeyleri hatırlıyor olmasını Rie’ye mi borçluydu?
“Sivina da beni seviyordu…” Sürekli yan yana olacakları birinin ona âşık olması iyi bir şey miydi? “Onun hisleri de biriktiği için aşka dönüşmüş olmalı.”
Yu düşündükçe başı ağrıyordu ve daha düşünmesi gereken çok fazla şey vardı. Ejderha olayı hakkında düşünmeli, hainlerin kim olduğunu bulmalı ve Vermia’ya gitmeliydi.
“Hiç gerçekçi değil.”
Gözüne çarpan güneş ışığına baktı. Yüzüne değdiğinde hissettiği hissi normalde gerçekliğin yansıması olarak görürdü ama Keichi, Akalda’yı öldürerek zamanı geri sarmıştı.
Bunun gerçek olduğunu kabullenemiyordu.
“En azından paralel bir dünyaya geçmek yerine zamanı geri sarıyor, bunu biliyorum, sanırım. Peki, bir daha sardığında hatırlamazsam ne olacak? Geleceği bilen birini nasıl yeneceğim? Yoksa nerede olursa olsun sardığı her zaman her şeyi baştan mı almam gerekecek?”
Düşünmek istemiyordu ama beyni düşünmeyi bırakmıyordu. Kendi beynine lanet ediyordu. Yu beynini uyuşturmak istiyordu.
“Merhaba, efendim.” Bir kadına ait duygusuz ama hoş bir ses duyunca başını çevirdi. “Size yardımcı olmam istendi.”
Elinde samandan yapılmış sepet taşıyan bir yarı insandı. Siyah saçları ve siyah bir kuyruğu vardı. Başının tepesinde tilki kulakları yer alıyordu ve gözleri koyu maviydi.
Üzerinde beyaz tenini gizleyen hiçbir şey yoktu. Uzun bacakları, yuvarlak bir kalçası ve düz bir karnı vardı. Göğüsleri için orta boyda denemezdi ama küçük de değildi. Yu’nun eli ile kavrayabileceği şekildeydi.
Kadın kalçasını hafifçe sallayarak yürüdü, sepeti Yu’nun arkasına bıraktı ve suyun içine girip Yu’nun karşısına geçti. Şimdi onu daha yakından görüyordu.
Memelerindeki halkalar küçük ve ten rengine yakın pembe tondaydı. Yu ile göz göze geldiğinde meme uçları sertleşmişti. Kadının güzel bir yüzü vardı ama muhtemelen yaptığı meslek gereği yüzünde herhangi bir ifade kalmamıştı.
Yine de Yu’nun bacaklarını ayırıp arasına oturduğunda gülümsedi. “Çok güzel bir yüzünüz var.”
Yu sadece kadının yüzüne baktı. Fiziksel olarak daha önce kadınlara yaklaşmıştı ama ilk kez çıplak bir kadınla bu şekilde duruyordu.
“Ne yapıyorum ben…”
Kadın Yu’ya doğru uzandı, göğüsleri Yu’nun göğsüne temas ederken kadının parfümünün kokusu burnuna geldi. Kadın, Yu’nun kulağını iki dudağının arasına alarak biraz emdi. Geri çekildiğinde elinde bir sabun vardı.
Bunu Yu’nun arkasına bıraktığı sepetten almıştı. Sabunu ellerine sürdü ve suya bıraktı. Daha sonra da iki eliyle Yu’nun suyun altındaki bacaklarını yıkamaya başladı.
Yarı insan kadının yumuşak dokunuşları Yu’yu gıdıklıyordu. Bunun yanlış olduğunun farkındaydı fakat kadın Yu’nun penisini ayakları arasına alınca gözlerini kapadı ve arkasına yaslandı.
“Güzel bir tanesine sahipsiniz,” dedi yarı insan kadın. Ayaklarını yavaşça aşağı ve yukarı oynatıyordu.
Bu esnada uyarılan penisi doğal olarak sertleşmişti. Bu olduğunda kadın ayak parmaklarını sarmayı denedi ve penisinin başına yoğunlaştı.
Yu’nun gözleri hâlâ kapalıydı. Yaptığı şeyin yanlış olduğunun farkındaydı ama eğer bu şey düşünmesine engel olacaksa, neden yapmamalıydı ki?
Düşünmek istemiyordu, düşünmek onu yoruyordu ve şu anda hiçbir şey düşünmüyordu. Yani, karşısındaki kadının yaptığı şeyi düşünüyordu ama onun dışında aklında hiçbir şey yoktu.
İstediği de buydu, onu yoran şeyleri düşünmemek.
Bacaklarını ovmayı bitirdiğinde kadın ayaklarını Yu’dan çekti ve dizlerinin üzerine doğruldu. Yu’nun yüzüne bakıp biraz daha gülümsedikten sonra onun üzerine doğru eğildi. Şimdi de sol elini göğsüne sürmeye başladı.
Sağ eli ise Yu’nun bacağını okşayarak kasıklarına gitti, toplarına nazikçe sürttü ve sonra penisine ulaştı. Onu nazikçe kavradı, aşağı yukarı sıvazlıyordu.
Yarı insan kadın onu sıvazlarken Yu elinde olmaksızın inledi. Bundan hoşlandığını söylemeye gerek yoktu ama asıl hoşuna giden şey düşünmüyor oluşuydu. Beyni tamamen boşalmıştı ve farklı bir şeyin de boşalmasını istiyordu.
Kadın başını biraz daha eğdi ve Yu’nun göğsünü yalamaya başladı. Dili ile göğsünü temizliyordu. Yavaşça göğsünden yukarıya çıktı ve boynuna geldi. Oradan yanağına geçti ve sonra tekrar kulağındaydı.
Dilini kulağının içine sokup yalarken eliyle Yu’yu sıvazlamaya devam ediyordu.
Yu kulağındaki muameleden memnundu. Daha önce bu tarzdaki ASMR videolarını çok fazla izlemişti ve bundan hoşnut olmayan insanlar olduğunu bilse de o bundan hoşlanıyordu. Özellikle bu yaşanırken belinin altında da özel muameleye maruz kalmak harikaydı.
Kadın arada sırada kulağının üstünü emiyor, nefesini veriyor ve burnunu sürtüyordu. Daha sonra göğsünü de Yu’nun göğsünün üzerinde oynatmaya başladı.
Yu’nun şimdiye dek tattığı en harika anlardan birisiydi. Hiçbir efor sergilemiyor, yalnızca duruyor ve hiçbir şey düşünmüyordu. Sürekli çalışan, sürekli konuşan beyni artık tamamen sessizdi ve kontrol başka bir noktaya geçmişti.
Tilki kulaklı yarı insan kadını sona geldiklerine karar verdiğinde elini hızlandırdı ve biraz daha sert bir şekilde sıvazlamaya başladı. Kulağından tekrar boynuna inmiş ve boynunu öpüp, emmeye başlamıştı.
“Efendim, hepsini bana verin.”
Kadının baştan çıkarıcı sesi ve kelimelerini işittiğinde Yu kasıklarından penisinin başına doğru yükselen zevk verici akışı hissetti, omuzları titredi ve döllerini suyun altında dışarı çıkardı.
Kadın biraz daha sıvazladı ve tüm dölleri eline alarak elini sudan çıkardı. Elinden suları akıttığında sadece Yu’nun beyaz tohumları duruyordu.
“Teşekkür ederim,” dedi hepsini ağzına almadan önce.
Sonra hepsini ağzına aldı, ağzında biraz gezdirdi ve dilini çıkarıp Yu’ya gösterdi. Ondan sonra da Yu’nun ona verdiği tohumların hepsini yuttu.
Bunu yaptığında Yu tarif edemeyeceği bir tatminiyet ve güç duygusu hissetti ama hemen ardından pişmanlık geldi.
“Tekrar ihtiyacınız olursa beni çağırmaktan çekinmeyin, ismim Uhrimi,” dedi Yu’nun yanağına son bir öpücük kondurmadan önce. Ardından sudan çıktı ve Yu’yu pişmanlığıyla baş başa bıraktı.
Bir yandan düşünmeden geçirdiği on dakikadan memnundu ama bir yandan da yaptığı şeyin ahlaki olmadığını biliyordu.
“Kime göre ahlaki, bu da var… Modern toplumlarda bunun bir sorun olarak-” aniden düşünmeyi kesti. “Lanet olsun… Yine düşünüyorum.”
Uhrimi’yi tekrar çağırmak ve tekrar onunla ilgilenmesini istemek istedi. Eğer hemen ardından düşünmeye devam edecekse bu kısa şeyin anlamı neydi ki?
Derin nefesler aldı ve düşünmemeyi düşünmeye çalıştı. Tabii bu da başka bir düşünce konusuydu.
Aklına yaptığı şeyden duyduğu pişmanlık, dostlarının yüzüne nasıl bakacağı, savaş, ejderha ve öldürmek istediği insanlar geliyordu.
“Siktir, ne olacaksa olsun.”
Birkaç dakikalık iç çatışmanın ardından ayağa kalktı ve Uhrimi’yi tekrar çağırmak için sudan çıkmaya hazırlandı. Bu sefer ileriye gitmek istiyordu. Daha sonra bundan pişman olacağını bilse de düşünmemek için bunu yapacaktı.
-------------------------
01.05.2022 – 16:08
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..