“Hiçbir şey hissetmedim. Tarif ettiğiniz şekilde bir
büyüyü oluşturacak mana seviyesine sahip herhangi birisi burada yok.”
Ana’nın raporu Yu’yu hayal kırıklığına uğratmıştı. İşlerin bu kadar kolay çözülmesini elbette beklemiyordu ama en azından birkaç kişi bir araya gelerek o saldırıyı yapabilecek mana seviyesine sahip birilerini bulabilmeyi ummuştu.
Gerçi bu dünyada böyle bir şeyin mümkün olup olmadığı konusunda bir fikri yoktu ama bu dünya ile ilgili şeyleri düşünürken elinden geldiğince ‘fantastik’ olmaya çalışıyordu.
Yu yeni elde ettiği sol elini çenesine götürürken Ana yeşil saçlarını eliyle savurdu ve sırtını bir duvara dayadı.
“Erkekleri sevmiyorum, ilk kez kadın görmüş gibi bakıyorlar,” dedi kollarını karnında birleştirirken.
“Hmm? Roaronlardan buna engel olmalarını istemiştim,” dedi Yu. Ordudakilerin çoğu ergendi ve Ana’yı lise çağındaki çocukların yanına tek göndermek istememişti.
“Oldular zaten. Kükrediklerinde çocuklardan biri altına işedi.”
Eğer eskiden olsaydı bu yanıta gülerdi ama kendisi de korkudan altına işeyen biri olduğu için gülemedi. Aslında aynısını kendisi yapmamış olsa bile artık eskisi gibi gülemezdi.
“Ayrıca Yu ve ben de erkeğiz,” dedi Yu’nun yanında duran Link. “Alındığımı söyleyebilirim.”
“Siz hariç,” diye ekledi Ana. “Tabii Bay Valarfin son zamanlarda biraz sinirimi bozuyor olabilir.”
“Vay canına, bu beklenmedik derecede cüretkârdı.” Link güldürmeyi umarak elini Yu’nun omzuna koydu ama Yu gülmedi.
“Özür dilerim,” diye cevap verdi Yu. “Ama elimde olan bir şey değil. Başkalarının duygularını kontrol edemem.”
Ana, özellikle bugün başladığı üzere Sivina’nın Yu’ya karşı olan ilgili davranışlarını kıskanıyordu. Bu yüzden yüzü, katedralden ayrılıp limana geldiklerinden beri düşüktü.
Hatta belki tamamen hatırlamasa da önceki dünyada da Sivina’nın Yu’ya karşı davranışlarını fark etmiş ve kıskanmış olmalıydı. Bu kıskançlık duygusu Yu aracılığıyla bu dünyaya aktarılmış olabilirdi.
“Yu’ya karşı daha saygılı ol.” Konuşan, Yu’nun elini sıkıca kavramış olan Yurine’ydi.
Sesinde neşe ya da öfke yoktu. Hatta cümleyi sadece söylemiş olmak için söylemişti.
“Özür dilerim,” dedi Ana. O da özründe samimi değildi.
“Yuri waifuları güzel mi buluyordum? Artık aynı şekilde düşünmüyorum.”
Ana yanlarından ayrıldı ve üçüncü tümenin bineceği gemilere doğru ilerlemeye başladı. Sivina orada gemileri araştırıyordu ve Yu da onun yanına geçip arkasından araştırmaya başlayacaktı.
“Ana’nınki sonu olmayan bir yönelim,” dedi Link yürüyen Ana’yı izlerken.
Konuşmaya devam edecekti ama kendisine bakan Yurine’yi görünce sustu ve Yu ile birlikte ilerlemeye başlarken tek bir şey söyledi.
“Bence Sivina ile yakışıyorsunuz, romantik bir ilişkiye ihtiyacın var. Gerçekten.”
Yu cevap vermeden önce Yurine’yi bekledi, onun tepkisini merak ediyordu ama beklediği tepki gelmedi. Yurine, Link’in sözlerini görmezden gelmeyi tercih ediyordu.
Yurine tepki vermeyince Yu konuşmaya başladı. “Böyle şeylere zaman ayırabileceğimi zannetmiyorum.”
Link yüzüne piç gülüşü denilen tarzda yamuk bir gülümseme yerleştirdi. “Ayırabilsen olur yani?”
“Ne duymak istiyorsun?”
Yu gerçekten tartışmaktan yorulmaya başlamıştı. Bu yüzden Link’i anlamaya çalışmak yerine kısa kesmeyi tercih etti.
“Yu Valarfin’in romantik yönü hakkında bir şeyler duymak istiyorum. Mesela mümkün olsa Sivina Ecues ile birlikte olur mu?”
Buna cevap veremedi. Ağzını soruyu cevaplamak için açmış ama tıkandığı için susmak zorunda kalmıştı.
Aklındaki kadın Rie’ydi. Onunla geçirdiği zaman üç saat bile etmezdi ama ruhu, Rie’ye karşı anormal bir çekim hissediyordu. Bu anormal çekimi Rolderhelm’deyken değil, Gökyüzü Sarayı’ndayken hissetmeye başlamıştı.
Sivina’ya gelince, kalbi titremişti ve bunu reddetmesi mümkün değildi. Nasıl titremezdi ki? Ona nasıl bir canavar olduğunu anlatmasına rağmen Sivina geri adım atmamıştı.
Onun hissettiği duyguların sağlıklı olmadığını düşünse de Yu etkilenmişti. Özellikle desteğe muhtaç olduğu bir anda, günahlarını itiraf ettikten sonra o öpücüğün gelmesi terapi ediciydi.
“Neden cevap vermiyorsun?” diye sordu Yurine.
Link ile yalnız olsalar bir cevap verebilirdi ama Yurine varken ne demesi gerektiğini bilmiyordu.
“Yani… Bir erkek gözüyle baktığımda ve tüm bu olaylar yaşanmadan önce tanışmış olsaydık,” diye cevapladı. Dürüst olmak zorunda değildi ama özellikle Yurine’ye yalan söylemek istemiyordu.
Yurine tekrar bir şey söylemedi. Yu onun kalbini kırdığını düşündü ve gönlünü almak için bacaklarından tutarak kucağına aldı. Yurine her zamanki gibi kollarını boynuna doladı.
“Bu biraz ‘Yu Valarfince’ olmayan bir cevaptı. Geçiştirip yalan söylemeni ve gerçek duygularını saklamanı beklemiştim.” Link, Yu’nun asık suratına rağmen neşeliydi. “Ama madem öyle diyorsun, o zaman ben odadan çıktıktan sonra neler olduğunu da bir ara anlatırsın.”
“Hangi odadan çıktıktan sonra?” Yurine başını Yu’nun omzundan kaldırmadan sordu.
“Hastaydım ya, o yüzden…” Bu bir yalan sayılmazdı, o yüzden cevap verirken çekinmedi ama hangi oda olduğunu da söylemedi. Yurine de daha fazla üstelemedi.
“Bu arada Terazi Kardinali ile konuştum,” dedi Link. “Sizinle konuşmasının daha doğru olacağını söyledim ama zamanının olmadığını söyleyip benimle konuşmakta ısrarcıydı. Ordunun yasallığına dair belgeyi görmek istedi ve yolculuk edecek her asker için iki gümüş talep etti.”
“Şerefsiz herif, geçen sefer bir gümüş istemişti…” Birkaç asker için iki gümüş olsa ücret pek fark etmezdi ama binlerce asker için iki gümüş demek Yu’yu zarara sokmak demekti.
“Öyle mi olmuştu? Özür dilerim.”
“Özür dilemene gerek yok, şu işi kayıp vermeden bitirsek yeter.”
Aklına şehri aldıktan sonra yapması gereken diğer şeyler geldiğinde kendini daha yorgun hissetti. Virgo’daki meclisle de ilgilenmesi gerekiyordu ve muhtemelen o meclisin Kova Katedrali ile bağlantıları vardı.
Sonuçta, Kova Katedrali onlar ortaya çıkmadan önce şehrin kontrolünü bir nevi elinde tutuyordu ve şehirde hâkim olan mezhep onlardı. Kara para aklama gibi şeyleri düşündüğünde Kova Kardinali ile de karşı karşıya gelmesi çok olasıydı.
“Bu şerefsiz ile savaşsak ne olur? Yener miyiz? Yanında taşıdığı kova ne işe yarıyor ki?”
Kova Kardinali’nin savaş gücü ile ilgili hiçbir şey duymamıştı, tek bildiği Başak Katedrali’nden daha zengin olduğuydu.
Sivina’nın araştırmakta olduğu gemiye girmeden önce Link konuştu. “Yu, yeni hâlinin tek eksiği gülümsemiyor olman.”
“Üzgünüm.”
Gülümseyemiyor olmasının sebebi ile yeni bir hâle bürünmesinin sebebi aynı olduğundan bu konu hakkında yapacak bir şeyi yoktu. En azından Vermia’yı geri alana dek gülümseyebileceğini zannetmiyordu.
“Ama artık daha arkadaş… Arkadaş…” Link cümleyi nasıl devam ettireceğini düşünmek için elini çenesine götürdü. “Arkadaş canlısı? Ya da onun gibi bir şey olduğun için mutluyum. Açıkçası bu bana da kendimi iyi hissettiriyor.”
Yu konuşmayı sürdürmek yerine geminin güvertesine çıktı ve etrafı taramaya başladı. Saldırının üçüncü tümenin olduğu kısımdan geldiğini biliyorlardı ama hangi gemiden çıktığı hakkında fikirleri yoktu. Bu yüzden üçüncü tümeni taşıyan tüm gemileri araştırıyorlardı.
“Kardinal hazretleri, sayın şövalye, Bay Valarfin.” Arkalarını döndüğünde güverteye çıkan başka bir adamı gördüler. “Üçüncü tümen komutanı Aridan Fork. Emir ve görüşlerinize hazırım efendim!”
Üzerinde kırmızı kumaştan bir kıyafet ve gümüş renkli bir zırh vardı. Göğsünde Başak Katedrali’nin bakiresi yer alıyordu.
Miğferinin sol omzunun altında miğferini tutarken sağ eliyle asker selamı vermişti. Tümen komutanı olarak seçtikleri kişi askerlerden iki buçuk kat daha yaşlıydı. Kısa kesilmiş siyah saçlarının yanları beyazlıyordu ve yüzünde kırışıklıklar oluşmaya başlamıştı. Kahverengi gözleriyle sıradan biri izlenimi veriyordu.
Ama daha önce birkaç savaşta yer almıştı ve tümen komutanı yapabilecekleri deneyime sahip olan sınırlı kişilerdendi.
“Evet. Üçüncü tümen ile altıncı tümen yer değiştirecek. Siz ikinci grupla birlikte geleceksiniz.”
“Emredersiniz!”
“Ayrıca üçüncü tümenin içinde zararlı güçlerin maşa olarak kullandığı hainler olduğunu düşünüyoruz. Zaman kaybetme lüksümüz olmadığı için biz biraz sonra ayrılacağız fakat sen bu hainleri tümenin içinden ayıklamadan gelme.”
“Emredersiniz!”
Aridan Fork, olması gerektiği gibi sorgusuz sualsiz bir şekilde emirleri kabul etti.
Yu onun başarılı olacağını zannetmiyordu ama biraz sert bir koşul ortaya sürerek onu motive etmeyi denedi.
“Ayrılabilirsin.”
Yu’nun izniyle Aridan Fork topuğunun üstünde arkasını döndü ve seri adımlarla uzaklaştı.
Tümen komutanının uzaklaşmasının ardından elinde torba tutan yeni bir figür güvertede belirdi. Gümüş saçları rüzgârla her zamankinden daha farklı dalgalanıyordu ve üstünde enerjik bir hava vardı.
“Ölümümüze gittiğimizi bildiği hâlde nasıl böyle olabiliyor? O gerçekten hasta.”
Sivina’nın arkasından Ana çıktı. Yu onun hakkında ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu.
“Yu, pek bir şey bulamadım,” dedi Sivina. Yüzünde parlak bir gülümseme vardı.
“Bunu gülümseyerek söylemen gerekmiyor,” dedi Yu. Sesi biraz sert çıkmıştı. Bunun onu incittiğini düşünerek daha yumuşak tonla konuşmaya devam ettiği. “Hiçbir şey mi yok? Tüm gemileri araştırmana rağmen?”
Sivina elindeki torbayı uzattı ve bir avucunu açtı. Torbayı salladığında Yu’nun eline birkaç eşya düştü.
“İki taş, bir… Şey ve bir mektup?”
Yurine’yi taşıdığı için onları detaylıca inceleyemiyordu. Ana büyü taşlarını ve Yu’nun şey dediği yeşil cismi alırken Link de mektubu aldı.
“Büyü taşları,” dedi Ana. “Ama sizinkilerden daha güçsüz. Her kiminse süs eşyası ya da anı diye saklıyordur.”
Daha sonra oyun hamuruna benzeyen yeşil ve yumuşak şeyi inceledi. Hiçbir özelliğe sahip değil gibi gözüküyordu.
“Mana hissetmiyorum, öylesine bir çöp.”
Ana yeşil şeyi denize fırlattıktan sonra büyü taşlarını elinde tutmaya devam etti.
Ana konuştuktan sonra Link elindeki zarfı yırttı ve mektubu çıkardı. Mektubu biraz inceledikten sonra Yu’ya gösterdi. “Brahatul alfabesiyle yazılmış.”
Üzerinde halkalar, yıldızlar, karalamaya benzeyen şekiller olan bir kâğıt parçasıydı. Brahatul alfabesi dediği alfabe de sağdan sola yazılan ve Hint ile Arap alfabesinin karışımına benzeyen bir yazı çeşidiydi.
“Bu bir mektup değil,” dedi Yurine. “Rüne benziyor.”
“Kelimeyi oyun ve kitaplardan hatırlıyorum ama ne olduğunu hatırlamıyorum.”
“Bunu kullanarak büyü yaparsın ama rün konusuna hâkim değilim, tek bildiğim bu. Kâğıttan mana hissetmiyorum.”
Yu başını salladı. “Yani birisi bu şeyi kullanarak iki defa büyü yapabilir mi? Peki, gemideki yangın nedendi?”
Üstelik bu büyüyü hemencecik mi oluşturmuştu? Çevresindekiler büyüyü oluşturanı görmeli ve ona engel olmalıydı.
Alev okunun ejderhaya doğru nasıl gittiğini hatırladı. Düz bir şekilde doğrudan hedefine uçmuştu. Büyüyü oluşturan nişan almak için de zaman harcamış olmalıydı.
“Hepsini farklı gemilerde buldum,” dedi Sivina. “O kâğıt parçası yanımızdaki gemiden çıktı. Yolcu kamarasındaki tahtalardan birinin arasına sıkıştırılmıştı.”
“Bulduğun gemiye hangi askerlerin bineceği önceden belirlenmiş miydi?”
Belirli değildi, sırayla bineceklerdi ve binecekleri sıraya gemilere binmeden önce gireceklerdi. Bunun böyle olduğunu biliyordu, yine de bir umutla sordu ama Sivina başını iki yana sallayarak hayır cevabını verdi.
“O zaman bunu her kim koyduysa o gemiye bineceğini mi hesap etti? Belki bu rünün olayla hiçbir alakası yoktur, hatta gerçekten büyü yapmaya bile yaramıyordur…”
Her ne düşünürse düşünsün sonuç değişmeyecekti. Şu anda hainin ya da hainlerin kim olduğunu bulmaları mümkün gözükmüyordu ve ayrılmak zorundaydılar.
“Link, bu sefer Ana ve sen de bizimle geleceksin,” dedi Yu.
“Arkada kalan askerleri kim kontrol edecek?” diye sordu Sivina.
“Eğer planım işe yararsa onlar gelmeden Vermia surlarının içinde olacağız. Planım işe yaramazsa ölüyoruz zaten, varlıkları iki türlü de bir anlam ifade etmiyor.”
Geride dört bin asker kalıyordu ve bıraktıkları üçüncü tümenin gelmeyeceğini varsayarlarsa sayı üç bine iniyordu. Geçen sefer bundan daha az olmalarına rağmen ilk mücadelede iyi bir iş çıkarmışlardı ve onlar olmadan da bir şeyler başarmaları mümkündü.
“Pekâlâ,” dedi Link.
“Ben diğerlerinden önde gideceğim,” diye devam etti Yu. “Yeşim Ejderi’nin tekrar saldırıya uğrama riskini göze almadan ona ulaşmak ve konuşmak istiyorum.”
Yurine elleriyle Yu’nun omuzlarını sıktı. “Yu, güvenli mi?”
“Evet, muhtemelen, belki, sanırım, umarım.” Geçen sefer onu öldürmek üzere olmasına rağmen Yeşim Ejderi ile anlaşabilmişti. “Bu sefer de onunla anlaşabileceğimi düşünüyorum.”
“Ben de seninle geleceğim, değil mi?” diye sordu Yurine.
“Evet, eski kadro nasılsa öyle gideceğiz.” Link’in ne olur ne olmaz diye adamları kontrol etmek için arkada kalması gerekiyordu.
Yu’nun içinde planının başarılı olacağına dair bir his vardı ama yaşananları düşündüğünde bu histen hoşlanmadığını fark etti.
Yeşim Ejderi’nin geçmişi hatırlayıp hatırlamadığını ve anlaşmalarında tekrar bir el alamayacağını söylemesine rağmen bir eli olduğunu görünce ne tepki vereceğini merak etti.
-------------------------
03.05.2022 - 19:50
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..