“Şu geren küçük orospu çocukrarına mir makın here.” Darkan eliyle kuzeyi işaret ediyordu. “Sayıyorum... Kırk yedi kişirer.”
“Gözünü sikeyim ne ara saydın?”
Tümsekli yeşil toprağın üstünde küçük yeşil yaratıklar hiçbir nizam olmadan yürüyordu. Yu onları incelediğinde erkek ya da kadın fark etmeksizin eline silah alan herkesin onlara karşı kendini savunabileceğini fark etti.
Rolderhelm’deki kitaplarda onların sayı üstünlüğü veya gizlilik ile bir şeyler başardıkları yazıyordu ama köylüler de tek başlarına değildi. Eğer gelen goblinleri fark ettilerse ellerine tırpanlar, oraklar ve baltalar alabilir; uzun sopalardan mızraklar yapabilirlerdi. Kadın olmaları kendilerini çocuk boyutundaki yaratıklara karşı koruyamayacağı anlamına gelmiyordu. Elli gobline karşı elli yetişkin kadın dursa, kadınların kazanacağına emindi.
“Bu yaratıklar bir yerlere total tahribat amacıyla saldırıyor olamaz. Sayıları ne kadar olursa olsun insanların eli armut toplamıyor. Yapabilecekleri en iyi şey yalnız başına olan insanları yakalamak olur. Burada kesinlikle bir iş var.”
Yaklaştıkça neye benzedikleri Yu’nun gözleri için belli oldu. Kitaplarda gördüğü goblinlere benziyorlardı. Sıska varlıklardı, küçük çirkin penislerini saklamak için bir kıyafet giymiyorlardı. El ve ayak parmakları uzun ve pençeliydi. Çirkin yüzlerinin hepsi bir diğerine göre orantısızdı; kulakları ve burunları istisnasız çok büyük, gözleri ve ağızlarının büyüklüğü ise her bir goblinde farklıydı.
Göz renkleri de farklılık gösteriyordu. Genelde sarı ve mavi arası tonlarda olsa da ara sıra turuncu renkli gözler de aralarında parlıyordu. Dirseklerinden çıkan uzun sivri kemikler bazı goblinlerde kırıktı. Ellerinde taştan ve sivri sopalardan yapılmış silahlar taşıyorlardı.
“Gerçekten, çok büyük bir tehdit gibi gözükmüyorlar. Tek başına yaşasan belki onlardan korkarsın ama etrafında birileri varken korkman için bayağı ılık götlü olman gerekiyor.”
“Doğru söyrüyorsun,” diyerek onayladı Darkan. “Men çocukken mizim köye iki sürü mirden sardırmıştı, tüm köyrürer topranıp hepsini ördürmüştük. Hiç kayıp vermedik.”
Goblinler ağanın evine yaklaşmayı denediklerinde sanki görünmez bir duvara çarpmış gibi davranıyorlar, ileriye doğru adım atamıyorlar ve içeride birbirine yakın bir şekilde duran yaşlı adam ve kadınlara hırlayarak tehditkâr tavırlar sergiliyorlardı.
“Adam doğru söylüyormuş, oraya giremiyorlar.”
Bazıları hâlâ görünmez duvarı açıp bahçeye girmeye çalışırken bazıları da denemekten vazgeçip köyü gezmeye başladılar. Nereye gitmeleri gerektiğini biliyor gibilerdi. Birkaçı gözden kaybolup birkaç dakika sonra koyunlarla arkadaşlarının yanına döndü.
“Tanrım, şimdi kusacağım,” dedi Vamaer.
Goblinlerin koyunlara yaptığı şeyle birlikte Rolderhelm’de onlar hakkında okuduğu kitaplarda yazılanlar da doğrulanmış oldu. Ağanın evine girmeye çalışan goblinler de koyunları fark edip o tarafa yöneldi.
Vamaer ayağa kalktı ve aşağı atladı. “Ördürerim mari.”
Planı goblinlerin hareketlerini izlemek ve sonraki gecelerde yapacaklarını düşünmekti. Onlara bu gece saldırmayı planlamamıştı.
Planını bozan Vamaer’e durmasını henüz söyleyemeden Darkan da aşağı atladı ve ikisi birden goblinlerin dikkatini çekmeyi başardı. Kılıcının onlara katılmak istediğini hissedince önce miğferini başına geçirdi, sonra bacaklarını çatıdan dışarı çıkarttı ve atlamaya korktuğu için kendini yere bıraktı.
“Ananızı sikeyim ya.”
Siyah kılıcını çekip Darkan ve Vamaer’in yanına yürürken sayıları elliye yaklaşan goblin sürüsü etraflarını çevreledi. Çocuğa benziyor ve güçsüz görünüyorlardı, kendilerinin plaka zırhları ve harika kılıçları vardı ama yine de bu kadar çok sayıda canavar tarafından sarılmak ürkütücüydü.
Gecenin karanlığında gözleri parlıyor, değişik hırıltılar çıkartarak birbirlerine işaret veriyorlardı. Bazıları gülerken bazıları stresliydi, hatta arkadaşlarının arkasında kalmayı seçenler saldırmak yerine kaçmak istiyor gibi davranıyorlardı.
「Korkma.」
Kılıcının tek kelimelik cesaretlendirmesinin üzerinde kayda değer bir etkisi olmamıştı. Yavaşça üzerlerine yürüyen rakiplerini beklerken diğerleriyle sırt sırta verdi ve saldırmalarını bekledi.
“Önce murada durup sayırarını miraz azartacağız, sonra sardırıya geçeriz,” dedi Darkran.
“Peki,” dedi Vamaer.
Goblinler birbirlerinin üstüne çıkacakmış gibi koşmaya başladı. Yu ayaklarının yere sağlam bastığından emindi. Goblinler kendi arkadaşlarını çiğneyerek üstüne atladığında kılıcını savurdu ve canavarların kırmızı kanı havaya saçılırken iki tanesini birden yere indirdi.
Sol elini kullanarak karnına sarılan ve çeliği ısırmaya çalışan bir goblinin boğazını tutup parmaklarıyla parçaladı. Bir başka goblin bacağına sarılmıştı, elindeki sivri taşla testislerine vurmaya çalıştığını gördüğünde hemen başına vurdu. Goblin çığlık attı ve elindeki taşı düşürdü, beşinci goblin başına atlamadan önce sivri parmaklarını kafatasından içeri geçirdi.
“Ananın-”
Penisine darbe almanın korkusuyla göğsü şişmişti. Vücudunun o kısmı zincir zırh tarafından korunsa da bu acı çekmeyeceği ve yaralanmayacağı anlamına gelmiyordu.
Başına atlayan beşinci goblini de sol eliyle tuttu ve yere attıktan sonra kılıcını boynuna sapladı. Kolları pek güçlü olmasa da hızlı koşuyor ve yükseğe zıplayabiliyorlardı.
“Çok kolay oldu amına koyayım.”
Yalnızca tek başına beş goblini yakalamış ve ona dokunmayı başaranlar da onu devirememişti. Zaten hepsi saldırmıyordu, arkada duranlar başından beri bunun kötü bir fikir olduğunu düşünmüş ve kaçmaya başlamıştı.
“Kovara onrarı!” dedi Vamaer. Yu’ya sesleniyordu. Yu önüne çıkan bir goblinin başına kılıcını indirdikten sonra kaçanların peşinden koştu.
Hızlılardı, onları yakalayabileceğini zannetmiyordu ama durup da onunla savaşmayı deneyen olursa birkaç saniyede öldürüyordu. Onları öldürmek insan öldürmenin verdiği zevkin yarısını bile vermediği için eğlenmiyordu.
Birkaç goblin yolun ortasında duran çalıların içine atladıktan sonra koşmayı kesti ve orada beklemeye başladı. Onları göremeyeceğini düşünecek kadar aptal olmaları Yu’yu gülümsetti. Zevk vermese de aptal canlıları öldürmek her zaman iyiydi.
「Birkaçı arkana geçti. Sen çalıya yaklaşırken üstüne atlayacaklar.」
Kılıcının uyarısıyla adımlarını daha da yavaşlattı ve kolunu arkasına savurmaya hazır bir pozisyona soktu. Çalıya yaklaştığında kılıcı kalbini tutup arkasına çevirmeye çalışıyormuş gibi karanlık doğasını ona iletti, Yu sinyali anlamıştı.
Aniden arkasını döndü ve üstüne atlayan üç goblinden birine kılıcı saplarken diğer ikisinden kaçtı. Çalıya saklanan iki goblin de kendilerini açığa çıkardı ve Yu’nun üstüne atladılar. Yu birinin karnını kılıcıyla yararken diğerinin göğsüne sol elinin parmaklarını soktu.
「Onlar etraftaki son iki goblin.」
Kalan iki goblin de yerde oturuyordu. Biri henüz kalkmayı denemeden önce gözünün üstüne kılıcını sapladı, diğeri kalkmış ve koşmak için ilk adımı atmıştı ki Yu onu boğazından tutup geriye doğru fırlattı. Onu öldürmek yerine rehin almak istiyordu.
Goblin kalçasının üstünde doğruldu ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Çirkin suratı yüzünden ağlaması Yu’da herhangi bir duygusal etki barındırmıyordu. Çenesine tekme attı. Ayağındaki çelik yüzünden tekmesi çok daha sertti.
Goblin ağlayıp çığlık atarken Yu kılıcını kınına soktu ve elleriyle bayıltana dek yaratığı dövdü. Goblin hiçbir şey yapamamıştı, en sonunda her yeri kan ve yara içinde bayılınca Yu onu bacağından sürükleyerek Darkan ve Vamaer’in yanına götürdü.
“İşte mu kadar,” dedi Vamaer. “Mu orospu çocukrarı aptar oranrardan. Hiçmir sik yapamaz möyrereri, anca hırsızrıkra faran uğraşırrar. Harmiden neden muraya germişrer ki?”
“Ne mireyim men,” dedi Darkan. Ardından bir goblini sürükleyen Yu’ya döndü. “O şeyre ne yapacaksın ran? Konuşamaz ki o.”
“Dövecek ve canım onu dövmekten sıkılınca salacağım. Nereye gittiğini görmek istiyorum.”
“Kartar dağrarı demedirer mi?” diye sordu Vamaer. “Maşka nereye gidecek?”
“İnini bulmak istiyorum,” dedi Yu. “Dağlara çıkıp nereden geldiklerini arayacak değilim.”
“Siktir et,” dedi Darkan. “Mizim işimiz munrarı ördürmekti.”
“Tch...” Yu dilini şaklattı. “Köklerini kazımazsak tekrar gelecekler.”
Aslında bu yalnızca bir bahaneydi. Yu köklerini kazımakla ilgilenmiyor, sadece neden buraya geldiklerini merak ediyordu. Bulundukları köye bir amaç uğruna geldiklerine emindi. Çevrede o kadar köy varken köylülerine saldırma şanslarının olmadığı bir köyü seçmeleri için ona söylenmeyen bir sebep olmalıydı.
“Fake ile konuşarak bu sebebi öğrenebilir miyim acaba?”
Gece karanlığında dağın eteğindeki kampına geri dönecek değildi. Darkan ve Vamaer ile birlikte Fake’nin evine gidecek ve sabah olana dek orada kalacaklardı. Bu aynı zamanda Farmiya ile biraz daha vakit geçirebileceği anlamına geldiği için güzel bir gece olacaktı. Belki birkaç seferin ardından Farmiya’dan sıkılınca ağanın odasına dalar ve kılıcını boynuna doğrultup onu sorgulardı.
“Her yer de kan oldu,” diye sızlandı ağanın evine yürürken. “Köylülere temizleteyim.”
Zırhı goblin kanıyla kaplanmıştı ve berbat kokuyordu. Miğferinin içine sızan koku nefes almasını zorlaştırıyordu ama unuttukları bir goblin başına saldırır korkusuyla miğferini çıkartamıyordu.
“Ne oluyor lan?”
Fake’nin evinin bahçesine girmişti ki sürüklediği goblin elinden kayıp düştü. Onu tekrar sokmayı denediğinde evdeki büyünün ölü canavarları da içeri sokmadığını anladı.
“Bana halat getirin,” dedi köylülere. “Hızlı olun.”
Yaşlı iki kadın evin kapısını çaldı ve kapı hemen açıldı. Bu esnada Darkan ve Vamaer açılan kapıdan içeri girdi. Kapıyı çalan yaşlı kadın Yu’nun isteğini içerideki bir çocuğa iletti ve çocuk evin içinde kaybolup Farmiya ile geri döndü. Farmiya kalın bir halat getirmişti.
Yu halatla goblinin ellerini birbirine bağladı, sonra bacaklarını bağladı ve en sonda tüm vücudunu sardı. Kendisi bile çözmekte zorlanacağı kadar güçlü bir düğüm atmıştı. Goblini çevre evlerden birinin içine taşıyıp orada bıraktı.
“Buna dokunmayın, burada kalsın,” dedikten sonra güvenli bahçeye girdi ve miğferini çıkarttı. Çabuk terlemiş ve saçları ıslanmıştı.
“Bana küvet veya leğen, artık sizde ne varsa ondan getir,” dedi Farmiya’ya. “Banyo yapmak istiyorum. Acele et.”
Zırhının kayışlarını yavaşça çözerken ona verilen odanın önüne geldi. Odaya girmeden önce zırhını tamamen çözdü ve parçaları yerde bıraktı. Terlediği için donu dışında her şeyi çıkartmıştı. Islık öttürdü ve bir kadınla iki çocuk bulunduğu koridora çıkıp ona baktı.
“Şunları temizle,” dedi kadına. “Tek kayışı bile kaybolmasın.”
Odanın içine girdi ve içeride tamamen soyundu. Kılıcını temizlemek için bir bez aradı, bulamayınca yatağın çarşafını söküp çıkarttı ve kınıyla kılıcını onunla temizledi. Sonra kapıyı açıp çarşafı da dışarı attı.
“Goblinleri daha... Tehlikeli beklemiştim,” dedi kılıcına. “Çok kolaylardı. Demek ki meydan savaşında pek de iyi değiller. Hırsızlık, tuzak kurma ve mağaralar onlar için daya uygun.”
「Öyle.」
“Sen de son zamanlarda pek bir konuşkan oldun. Merak ediyorum, benimle sıradan sohbetler etmeye başlayacak mısın?”
Kılıç buna yanıt vermedi ve sessizliğe gömüldü. Yu onu yatağın üstüne bıraktıktan sonra odanın içinde biraz bekledi. Beş dakika sonra Farmiya tahta bir leğenle içeri girdi. Onun ardından gelen üç kadın ellerinde taşıdıkları büyük kovalarla içeri ılık su taşıyıp leğenin içine boşalttı.
“Sen kal,” dedi kadınlarla birlikte çıkmak isteyen Farmiya’ya. “Bana yardım et, yoruldum.”
Diğer kadınlar çıkarken Farmiya içeride kaldı. Yu suyun içine girip oturdu ve kapıyı kilitlemesi için Farmiya’ya işaret verdi.
“Soyun,” dedi Farmiya yanına yaklaşırken. “Çekici bir kadınsın. Sana baktıkça seni yatakta hayal ediyorum.”
Farmiya gülüyordu. O da Yu ile birlikte olmak istiyordu.
“Aptal kadın,” diye düşündü onun hakkında. Ona saygı duymuyor, değer vermiyordu. Yu kendisinin nasıl biri olduğunun farkındaydı ve daha yeni tanışmalarına rağmen kendisiyle yatacak birine aşağılık gözüyle bakıyordu.
Farmiya, Yu’nun yanında diz çöktü ve onu yıkamaya başlamadan önce soyundu.
“Dur,” dedi Yu. “Bir dakika. Sadece bekle, sessiz ol.”
Farmiya’nın memelerine baktığında aklına aynalar gelmişti. Sağ memesini sağdaki ayna, sol memesini soldaki ayna ve başını da ortadaki ayna olarak görmeye başladı. Beyninin içinde bir şeyler canlanıyordu.
“Hangisine sorduğum fark etmez ama mesela ortadakine sorayım...”
Farmiya’nın sağ memesini tuttu. Büyük, yumuşak ve sıcaktı. Kadın bunu sevişme olarak algılamıştı ama Yu’nun aklından sevişmek geçmiyordu.
“Sana sağ meme rastgele cevaplar veren ayna mı diye sorsaydım, ray der miydin?”
Bu soru, doğru söyleyen aynanın da yalan söyleyen aynanın da mutlaka aynı yanıtı vereceği soruydu. Aksi mümkün olamazdı. Daha sonra kendini ortadaki aynanın yerine koydu ve vereceği cevapları düşündü.
“Eğer doğru söyleyen aynaya sorduysam ve sağ meme rastgele cevaplar veren aynaysa bana ray derlerse, sol memenin rastgele cevaplar vermeyen ayna olduğuna emin olabilirim. Eğer los derlerse de sağ memenin rastgele cevaplar vermeyen ayna olduğuna emin olabilirim.”
İki memeyi de eliyle sıktıktan sonra biraz daha düşündü.
“Rastgele cevaplar verene denk gelirsem de cevap önemsiz çünkü bir daha ona sormayacağım. Nasıl olduğunu ben bile anlamadım amına koyayım. Yarın kölelerle bunu test edeyim. Sonraki aşamalar zaten kolay.”
Yu’nun durup bir şey demeden göğüslerine bakmasıyla şüphelenen Farmiya ona iyi olup olmadığını sordu ve Yu iyi olduğunu göstermek için memelerini biraz daha okşayıp kadını öpmeye başladı.
-------------------------
26.08.2022 – 12:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..