Cilt 4 - Bölüm 33: Şeylerin Arkasında (1/2)

avatar
326 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 33: Şeylerin Arkasında (1/2)


“Acısı şimdi gelmeye başladı,” dedi. Köleleri ona zihnini uyuşturması için şarap vermişti fakat artık en üst düzeyine ulaşan bağışıklığı nedeniyle hiçbir etkisini hissetmiyordu.

 

“Her gidişinizde biri ölecek sanırım.”

 

Raya çadıra tekrar girerken elinde iğne ve iplik vardı. Ayrıca daha önceden getirdiği merhemler masanın üstünde duruyordu. Fia ve Sofya, Yu’nun önünden çekildi ve Raya bir sandalyeyi alıp üstüne oturdu. Deniz’in ona uzattığı mumun ateşinde iğnenin ucunu ısıtırken Yu ile göz göze geldiler.

 

“Umarım öyle olur,” dedi. “Ama ölen ben olmam.”

 

Raya, Yu’nun yarasını dikmeye başlamadan önce merhem sürdü ve şifa büyüsüyle destekledi. Hem merhem hem de şifa büyüsüne rağmen iğneyi soktuğunda Yu inlemeden edemedi.

 

“Tch- Ah... Elin hafif değil. Acıyor.”

 

“Erkek adamsın,” dedi Raya. “Dayan.”

 

“Benimki can değil mi?”

 

Raya’nın şifa büyüsü yarayı büyük ölçüde iyileştirmiş olsa da tamamen kapamayı başaramamıştı. Bunun muhtemelen meleğin bir özelliğinden kaynaklandığını düşünmekle birlikte, şu anda yarasının kendi kendine iyileşmesini beklemekten başka yapabileceği bir şey yoktu.

 

Raya damlayan siyah kanı silmesi için elini Fia’ya uzattı. Fia kanı silerken Raya yüzünü buruşturarak konuştu.

 

“Kanın iğrenç.”

 

“Özür dilerim.”

 

“Ayrıca çok sıcak... Tanrım, elim yanacak.”

 

Raya iğneyi sokup çıkartmaya devam ederken Yu da inlemeyi sürdürdü. İki eliyle de sandalyeyi sıkıyordu. Sağ eli bunu yapmak için yeterince güçlü olmasa da sol eliyle sandalyenin tuttuğu kısmını parçalamak üzereydi.

 

“Düzelmişsin. İlk geldiğinde ne de iğrençtin öyle. Gözün falan siyah olmuştu.”

 

Anlattıklarına göre Yu yüzünün kızardığını düşünürken aslında yüzü siyahlaşmış, gözlerinin beyazı da siyaha dönmüştü. Kendi tırnaklarının siyaha döndüğünü görmüştü ama diğerleri anlatmadığı sürece vücudunun diğer kısımlarında olanları bilmiyordu.

 

Şu anda hem tırnakları hem yüzü hem de gözleri normaldi ama Raya dikiş attığı sırada yaranın çevresi siyaha boyanmış gibi gözüküyordu.

 

“Beklenmedik bir şey değil, kanım renk değiştirince vücudumdaki bazı şeylerin de renk değiştirmesi gerekiyordu zaten. Şimdiye dek büyülü bir şey olduğu için vücudumun renginin aynı olduğunu varsaymıştım. Öyleymiş, sanırım, umarım. Öyle olduğunu düşünüyorum. Umarım öyledir. Gerçi tırnaklarımın kanım siyah diye siyaha döneceğini düşünmüyorum. Bok rengi gibi bir şey olurdu.”

 

Raya yarayı dikmeyi bitirdiğinde şifa büyüsüyle biraz daha üzerinde durdu. Büyü sayesinde Yu’nun hissettiği acı hafifliyordu.

 

“Önceki yaraların hızlı iyileşiyordu, bunda da aynısı olur diye düşünüyorum,” dedi Raya. “Normal bir insan olmadığın için tahmini bir süre söyleyemiyorum.”

 

“Bir hafta diye bir süre sallayacağım,” dedi Yu. “Hızlı iyileşmem gerekiyor.”

 

Raya dalga geçer gibi sordu. “Hızlı iyileşsen ne yapacaksın ki? Oradaki meleği mi öldüreceksin?”

 

“Anlattılar demek.” Yu, Raya’nın sargıyı geçirmesi için kollarını kaldırdı. “Kendi gücüme güvenmesem de kılıcıma güveniyorum. Hem köyde de yapmam gereken bir şey var.”

 

Raya, Yu’nun yarasını sargı beziyle sardıktan sonra ellerini yıkadı. Cildinin tahriş olduğunu görebiliyordu. Kadının ellerinin üstünde beyaz bir parıltı belirdi ve tahriş olmuş cildi normale döndü.

 

“Ne olduğunu sormayacak mısın?”

 

“Merak etmiyorum.”

 

“Ben olsam sorardım. Neyse, şu goblin olayı canımı sıkıyor. Fake ile bunu konuşmak istiyorum. O adam kesin bir şeyler planlamıştır.”

 

Raya konuyla ilgilenmeden birkaç adım geriledi ve başını eğerek reverans yaptı.

 

“Yaranızla ilgilenmek için döneceğim. Bunun haricinde bir ihtiyacınız olursa çağırabilirsiniz, Efendi Valarfin.”

 

Raya çadırdan çıkarak Yu’yu köleleriyle birlikte bıraktı. Yaralı olmaktan daha kötü olan şey yapacak hiçbir şeyinin olmayışıydı. İçki ya da uyuşturucu artık onu etkilemiyordu, onlarla seks de yapamazdı ve eğer yapmak isterse bunun için köye inerek Farmiya’yı bulması gerekirdi. Bunu yapılacaklar listesine ekledi fakat oraya giderse yalnızca bunun için gitmiş olmazdı. Fake ile de konuşur ve goblin meselesinin aslını öğrenmeye çalışırdı.

 

“Gerçekten çok sıkıcı...” Köleleri ayakta duruyordu. “Sürekli bunu yapıyorsunuz. Ayakta durmanıza gerek yok, bundan hoşlanmıyorum. Yapacağınız bir şey yoksa oturun.”

 

Kollarını havaya kaldırdı ve omuzlarını esnetti, bunu yaptığında yarası yanarak ona yaptığının doğru olmadığını söyledi.

 

“Efendi Valarfin, kendinize dikkat etmelisiniz,” dedi Fia.

 

Yu dilini ağzının içinde gezdirirken Fia’ya baktı. Sineklerden korunmak için krem kullanmaya başladıklarından beri kapalı kıyafetler giymek zorunda değildi ve giydiği yazlık elf elbisesi onu aşırı çekici gösteriyordu.

 

“Sağlığım için endişelenmen beni mutlu etti, teşekkür ederim.”

 

Elfin bunu iyi niyetle söylediğine inansa da Yu’nun olmadığı bir senaryoda başına kötü şeyler gelmesinden korktuğu için onun sağlığı hakkında endişelendiği fikri de aklının bir yanındaydı.

 

“Paranoyakça düşünceleri bırakmalıyım ama ben böyle düşünmek istemesem bile aklıma geliyorlar. Elimde değil.”

 

Sıkıntıdan patlayacaktı. Dünyadayken sıkıldığı ve oyun oynamak istemediği bazı zamanlarda bir şeyler yiyerek vakit geçirirdi ama burada ne abur cubur vardı ne de yemek yemeye iştahı. Şu anda can sıkıntısını giderebilecek sadece üç şey vardı ve üçünü de yapmaya müsait değildi.

 

Yarası kılıç kullanmasına bir süre engel olacaktı, vicdanı kölelerine el uzatmasına izin vermiyordu ve aksiyondan çıkmış olsa da hiç uykusu yoktu.

 

“Fia, yanıma otur.”

 

Yatakta onun için yer açarken eliyle oturmasını istediği yeri işaret etti. Fia sandalyesinden kalkıp Yu’nun yatağına geldi ve oturdu. Daha sonra Yu başını onun dizlerine koyarak ayaklarını uzattı.

 

“Elimi ovala,” dedi sağ elini ona verirken. “Başka elf türleri de var mı? Yani var olduğunu biliyorum ama buralarda var mı?”

 

Rolderhelm’deki Büyücülük Akademisinde birden çok elf türü olduğunu öğrenmişti. Elflerin çoğunluğu Fia, Lucia ve Lucie gibiydi. Genelde özel bir isimle anılmasalar da Büyücülük Akademisi kayıtlarında ‘İnsansı Elf’ olarak geçiyorlardı.

 

Her birinin diğerleriyle aynı tonda olan beyaz tenleri, genel olarak büyük göğüsleri, sarı saçları ve yeşil gözleri vardı. Boyları insan ortalamasına göre uzun olsa da genelde Yu’dan en fazla on santim uzun oluyorlardı ve kadınları Yu ile eşit veya biraz daha uzundu.

 

Onlara ‘İnsansı Elf’ isminin verilme sebebi en yaygın elf türü olmalarıydı ve kulakları haricinde dış görünüşlerini insanlardan ayıran bir özelliklerinin bulunmamasıydı. Elbette vücutlarında daha çok mana bulunuyor ve büyüye daha yatkın oluyorlardı fakat bunlar ilk bakışta anlaşılan şeyler değildi.

 

“Mora’da değil ama kuzeyindeki ülkelerde Yüksek Elflerin ve Kara Elflerin yaşadığını biliyorum,” diye cevap verdi Fia. “Tabii daha önce ormandan çıkmadığımız için onlarla karşılaşmamız mümkün değildi. Sadece bildiğimiz bir şey.”

 

Yüksek Elfler, insanlardan önce yaratılmıştı ve dünyanın tanrılar tarafından yaratılan ilk sakinleriydi. Onlar diğer elflerden daha uzundu, tenleri daha beyaz ve parlaktı. Saçları sarının daha açık tonlarıyla birlikte gümüşe kadar uzanan parlak bir renk aralığına sahipti. Her biri istisnasız yüksek büyü gücüne sahipti fakat dış dünyayla en az teması bulunan ırklar arasında en üst sıralardaydılar. Bu yüzden haklarında bilgi toplamak Büyücülük Akademisinin yüzyıllardır var olan kütüphanesi için bile zor olmuştu.

 

Kara Elfler de Yüksek Elfler kadar nadirdi. Hatta bazıları onları sadece efsaneden ibaret olarak görüyordu. Yeraltı veya şeytan dünyasında yaşadıkları, insanlara düşman bir ırk oldukları anlatılırdı.

 

“Ejderhalar için üzücü olsa gerek. Hem savaşı kaybediyorlar hem de onlara kalan topraklar da sonradan tanrıların cennette istemeyip dünyaya saldığı canlılar tarafından kullanılıyor.”

 

Fia, Yu’nun elini nazikçe ovalarken başını salladı. “Ejderhalar savaşı kaybeden taraftı ve dünyaya mahkûm kaldılar. Savaşı kaybedenler, kazananların kurallarına göre hayatlarını sürdürürler. Maalesef bu böyledir.”

 

“Maalesef, huh?”

 

Fia’ya göre kendisi kaybeden taraftaydı ve bu yüzden Vazgeçilenlere itaat etmek zorundaydı. Eğer adil haklar ve yasalardan bahsetmesi gerekirse böyle bir zorunluluğu olmadığı elbette söylenebilirdi lakin şu anki durumda onu itaat etmeye zorluyorlardı.

 

“Çok zedeleyici... Kendi mantığın ile vurulmak...”

 

Mutluluğun sadece iyi insanlara ait olması gerektiğine inanıyordu. Ona göre mutluluk denen şeye kötü insanların dokunmaması gerekirdi. Kötü insanlar başkalarının mutluluğuna zarar vermesin diye ortadan kaldırılmalıydı.

 

Kendisinin de kötü bir insan olduğunu biliyordu. Hâlâ içten içe inanmayı sürdürdüğü mantığına göre mutlu olmamalıydı, yaşamamalıydı. Yine de mutlu olmak istiyordu. İçerisinde bulunduğu çelişki yüzünden düşüncelerinden şüphe duyuyor, yıllarca inandığı şeye ters düşmek gururunu zedeliyordu.

 

“Theia, onun hikâyesini duymuş muydun? O öldükten sonra tanrılar dünyaya gelmemiş çünkü tanrıların dünyada ölebildiğini keşfetmişler.”

 

“Evet,” diye cevapladı Fia.

 

“O zaman o dağın içindeki kim?”

 

“Üzgünüm, bilmiyorum.”

 

“Çok saçma.”

 

Link’in anlattığı hikâyenin yüzde yüz bir doğruluğu olamayacağını biliyordu. Sonuçta üzerinden yüzyıllar geçmiş bir olaydı ve elbette hikâyede bazı yanlışlar olabilirdi. Buna rağmen Link açıkça o andan sonra tanrıların dünyadayken ölebileceklerini anladığını ve bir daha dünyaya inmediklerini söylemişti.

 

“Tanrılar zaten iki bin yıl önce savaşmamış mıydı? O zaman dünyadayken öleceklerini zaten bilmeleri gerekmez miydi? Yani, eğer dünyada savaştılarsa. Hem o dağın içindeki kişi bir tanrıysa ve tanrı öldüyse, Theia’dan önce tanrıların ölebildiğini anlamış olurlardı. Yok, eğer o kişi Theia’dan sonra geldiyse de bu çok büyük bir olay değil mi? Tanrı dünyaya iniyor. Bunu insanların bilmesi gerekirdi.”

 

Parmakları güzel bir elf tarafından ovalanırken Yu’nun beyni Link’in hikâyesi ve mağaranın içindeki kişi üzerine düşünmeye yoğunlaşmıştı.

 

“Orada bir hikâye vardı. Anladığım kadarıyla şeytanlar dünyaya gelmiş ve insanları köleleştirip onları yemiş. O dağın içindeki tanrı da melekleriyle gökten inip insanları kurtarmış.”

 

“Şeytanların dünya üzerine geldiği pek çok sefer olduğunu biliyorum,” dedi Fia. “Anlattığınız çok özel bir hikâye gibi gözükmüyor.”

 

Fia haklıydı. Mora’ya gelmeden önce İlonya’nın ormanlarındayken bile şeytanlar Roaronların köylerine saldırıyordu. Yine de resimlerden anladığı kadarıyla burada yaşanan olay çok daha büyüktü ki gökyüzünden bir tanrı inmişti. Böyle bir olay gerçekten yaşandıysa onu Büyücülük Akademisindeki tarih kitaplarında görmesi gerekirdi.

 

“Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oluyor.”

 

Mağaradakinin kim olduğu gizemi bir yana goblin gizemi de düşünmesi gerekenler arasındaydı. Bir de başına gelen her şeyi planlamış olması muhtemel kişi vardı, Oğul’un babası. Hâlâ onunla tanışmamıştı ve o adam, Oğul’a, Yu’nun yaptığı her şeyi anlatan kişi olarak gizemini koruyordu.

 

Yarası iyileşene dek bunları düşünebilirdi ama bir sonuca varacağını zannetmiyordu. Elinde neredeyse yok denecek kadar kısıtlı bilgi vardı ve bu bilgilerle yalnızca varsayımlar oluşturabilirdi.

 

“Tıraş olacağım, su ısıtın. Sonra da bir şeyler yiyelim,” dedi. “Şu masanın üstüne de toparlayın şişeler falan hep orada duruyor, çirkin gözükmesin.”

 

Uzun süredir dokunmadığı sakallarını artık kesmek istiyordu. Başını koyduğu dizlerden kaldırdı ve sağ elini Fia’nın yanağına götürdü.

 

“Sen çok güzelsin. Teşekkür ederim, kendimi iyi hissediyorum.”

 

“R-rica ederim, Efendi Valarfin,” dedi Fia. “İyi davrandığınız için biz teşekkür ederiz.”

 

İyi davranmaktan kastı onları dövmemek ve tecavüz etmemekti.

 

“Zaten yapmamam gereken şeyleri yapmadığım için teşekkür almak mı? Dünya böyle bir yer olmamalı.”

-------------------------

30.08.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr