Cilt 4 - Bölüm 47: İtirafçı

avatar
325 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 47: İtirafçı


Dar bir sandığın içerisinde yeni hücresine taşındığını biliyordu. Yol çok uzun ve sandık çok karanlıktı. Sandığın içine havanın girmesi için açılan deliklerden güneş ışığı girmemesi için özellikle uğraşmışlar ve Yu’nun zaman algısı kazanmaması için ellerinden geleni yapmışlardı.


Sandığın içine açılan küçük bir kapakçıktan dışarı dışkısını atabiliyordu fakat bunun için kambur adamın keyfini beklemek zorundaydı. Kambur adam dışkısını atması için kapağı açmadığı sürece kendi dışkısının içinde duruyordu. İdrar içinse çözüm yoktu. Ona dışkının çıkması için açılan kapaktan yemek verdikleri için yemek kalitesi de her zaman olduğundan çok daha kötüydü.


Sol kolu ile sandığı kırıp dışarı çıkmayı denemişti ama lanetli kol önceden sahip olduğu güçten yoksundu. Ne kadar denerse denesin sandığı kırmayı başaramamıştı. Sandığı kırmayı denediği her seferde yemek kalitesi düştüğü için bir süre sonra bunu denemeyi de bırakmıştı.


Arada sırada farklı insanlara ait sesler duyuyordu. Hayvanların sesi, yağmurun sesi ve diğer sesler kulağına geliyordu ama anladığı kadarıyla onu taşıyan üç kişi, fazla konuşmayan insanlardı. Konuştukları konular da genellikle taşıdıkları pisliğin yemek zamanıyla ilgiliydi. 


Yolculuklarının sonunda kulağına gelen yabancı insanların sesi en üst düzeye ulaşmıştı. Artık büyük bir yerleşkede olduğunu anlayabiliyordu. Daha sonra onun sandığını kaldırmış ve içerisindeki yolcunun rahatlığına önem vermeden taşımaya başlamışlardı. Merdivenlerden indirilmiş, havanın gittikçe soğuduğu bir yere gelmişti. Yolculuk bittiğinde onu biraz yukarı kaldırıp sertçe yere fırlatmışlar, sandık biraz çatlasa da kırılmadığı için kalan kısmı elleriyle parçalamak zorunda kalmışlardı.


Her ne kadar hayatının en berbat yolculuğunu yaşamış olsada işkence görmekten katbekat daha iyiydi. Şimdi onu omuzlarından tutup yeni zindanına sokarlarken yakında işkence görmeye başlayacağını bildiğinden biten yolculuğa lanet ediyordu.


Terliydi, idrar ve dışkıya bulanmıştı. Yolculuğun zorluğu ve açlık yüzünden hastalanmıştı ve işkence görmüş vücudundaki sağlam yerlerin çoğu hastalık yüzünden açılan yaralarla doluydu. Bacaklarındaki bazı kemikleri kırıldıktan sonra bilerek hatalı bir şekilde yerleştirdikleri için bacakları çarpıktı. Tüm vücudu eski güzelliğinden yoksundu, öksürmekte bile zorlanacak kadar güçsüz düşmüştü. Gündüz ve gece kalmamış, zaman algısını kaybetmiş ve karanlıktan ibaret, acı çekmek için var olmaya devam eden aşağı bir yaşam formuna dönüşmüştü.


Onu zincirlerine asan iki adam gittiğinde zindanın koridorundan gelen ayak sesi ve ışık omurgasından yukarı soğuk kesikler attı. Yüzlerce defa duyduktan sonra artık ayak seslerinden kimlerin geldiğini anlayabiliyordu. Kambur adam, işkenceci ucube geliyordu.


O, o kadar kötü birisiydi ki Yu’nun korkuyu daha yoğun hissetmesi ve gerginliği daha kuvvetli yaşayabilmesi için ayaklarını yere sürtüyor. olabildiğince yavaş hareket edip Yu ağlamaya başlamadan önce içeri girmiyordu.


Yu henüz o içeri girmeden altına kaçırdı. Ondan nefret ediyordu. Onu öldürmek istiyordu ama yapamazdı. Güçsüzdü. Bunu yapmayı hak ettiğini de düşünmüyordu. Çektiği içkencenin boyutu ne olursa olsun işlediği günahların bedelini ödeyemeyeceğini biliyordu. Bu yüzden kambur adam hücresine girip meşalesini çökmüş yüzünü görebilmek için doğrulttuğunda kaderini ve günahlarını kabullenmişti.


Kambur adamın gülümseyen yüzüne baktığında hak ettiği korkuyu bir kez daha hissetti. İşkence tekrar başlamak üzereydi ve her seferinde işkencenin dozu arttığı için korkusu biraz daha artıyordu. Vücudunda hâlâ el değmemiş yerler vardı.


“Uzun zaman oldu,” dedi kambur adam, tekrar yüz yüze gelmişlerdi. “Bana sadece birkaç karış uzağımda olmana rağmen sana hiç dokunamadım. Bugün bu uzun ve kederli yolculuğu telafi edeceğiz.”


Ona ağzındaki yeni çürük dişleri göstererek güldü ve parmağıyla duvarları işaret etti. Yu tek gözüyle kambur adamın işaret ettiği yere baktı. Onu yatırıp ezebileceği birkaç işkence aleti getirmişti. Kollarını germek için bir alet vardı. Paslı demir kazıklar ve dikenli bir sandalye normal bir evin mobilyaları misali hücreye döşenmişti.


“Yeni oyuncaklarımızı nasıl buldun?” diye sordu kambur adam. Artık konuşması daha akıcıydı. “Umarım işlediğin günahlar hâlâ aklındadır. O kadar uzun süredir dinlemiyorum ki sesini duymayı bile özledim… Bugün seni çok bağırtacağım.”


Eline bir çekiç aldığında Yu “Şükürler olsun,” diye iç geçirdi. Çekici parmaklarını kırmak için kullanıyordu. Ona daha ağır bir işkence yaparak işe başlayabilirdi ama hafif bir şey seçmişti.


“Hadi, anlatmaya başla.”


Anlatmak istiyordu ama konuşmak için çok fazla enerji harcaması gerekiyordu. Yetersiz beslenmesinden ötürü de o enerji vücudunda yoktu. Ağzını açıp konuşmaya çalıştığı vakit başarabildiği tek şey bir hayvanın sesine benzer sesler çıkartmak olmuştu.


“Sana yardım edeyim.” dedi ucube işkenceci, parmaklarını ezmeye başladığında. “Ablalarını öldürdükten sonra ne yaptın? Tekrar dinlemek istiyorum.”


Ezilen parmakları yüzünden çığlık atmaya başladı. Kuru boğazından yükselen acı dolu ses yeni zindanının da duvarlarında yankılanıyordu.


“Hiç bir şey mi?” diye sordu kambur adam.


Acı çekiyordu fakat konuşmak da istiyordu. Konuşmak ve tüm günahlarını itiraf etmek istiyordu. Yaptığı ve hatta düşündüğü her şeyi söylemek, günahların yükünü üstünden atmak istiyordu. Arınmak istiyordu.


“Hiçbir şey!” diye bağırdı kurumuş boğazını yırtarcasına. Sonra öksürmeye başladı ve sonra işkence yüzünden çıkan çığlıkları öksürüklerini bastırdı. Ucube işkenceci parmaklarını çekiçle ezmeye devam ediyordu.


“Tembelliğinin cezası elini kaybetmen olacak,” dedi kambur adam. “Madem ki hiçbir şey yapmadın, buna ihtiyacın da yok.”


Uzun ve büyük bir bıçak aldı ve onu Yu’ya gösterdi. Bıçağı biraz salladıktan sonra ıslık öttürdü, ıslığıyla birlikte içeri ona şifa büyüsü yapan elf girdi.


“Ama bu kadar kolay olmayacak,” dedi sonra. Bıçağı değiştirdi ve daha kalın, daha az keskin ama çok daha sivri bir şey aldı. “Ben cezanı keserken anlatmaya devam et. Anlat ki günahlarından arınasın, günahkâr kul.”


Ucube işkenceci Yu’nun sağ elini kesmek yerine bıçağı bileğine batırdı ve elini kolundan parçalayarak ayırmaya başladı. Bu esnada Yu’dan konuşmasını ve günahlarını itiraf etmesini istiyordu ama hissettiği acı konuşmasına izin vermiyordu.


Siyah kanı parçalanan bileğinden dışarı akıp ona çok fazla maruz kalan ucube işkenceciyi de yakıyordu. Adam en sonunda acıya dayanamayarak küfretti ve yanan ellerini iyileştirmesi için elfe uzattı. Elf o elleri sildikten sonra şifa büyüsüyle eski hâline getirdi. Elleri iyileşen ucube işkenceci Yu’nun bileğini parçalamaya kaldığı yerden devam etti.


Yu’nun eli kesildiğinde kan kaybından ölmemesi için elf ona şifa büyüsü uyguladı ve kanamayı durdurdu ama bu elini geri verdiği anlamına gelmiyordu.


“Elin bugünkü yemeğin olacak,” dedi kambur adam.


Gördüğü tüm işkencelere rağmen akıl sağlığını hâlâ kaybetmemişti. Sarhoş olabiliyordu, zararlı maddelerin kullanımıyla sağduyusunu bir süreliğine kaybedebiliyordu ama akıl sağlığını kaybetmiyordu. Uzun süre önce delireceğine olan inancı kaybolmuştu. Eğer delirseydi Yu Valarfin için bu işkencenin acısı azalırdı.


“Sonra buraya geldim,” dedi kaybettiği eline ağlarken. “Kızımın annesini öldürdüm. Onu koruyacak kadar güçlü olmadığım için öldü. Diğerleri gibi, sizin gibi olmadığım için öldü. Öldürdüm, öldürmeye devam ettim. Durmadım…”


Anlatmak istiyordu. Günahlarını tekrar tekrar itiraf ediyordu. Belki onun delirişi böyleydi, ne olursa olsun itiraf etmesi gerektiğine inanıyordu. Hiçbir sır saklayamazdı, yalan söyleyemezdi. Sadece tüm gerçekliği itiraf edebilirdi.


“Öldürmeye devam ettim… Masum birini öldürdüm, hayatını kurtarmak için kaçan birini… Benim gibi bir çocuğu da öldürdüm. Benimle aynı dünyadan gelen ve buraya umutlarla bağlanan biriydi. Tekrar öldürdüm…”


“Cinayet için seni cezalandırırsam idam etmem gerekir,” dedi kambur adam. “Başka bir şey söyle, Rolderhelm’de yaptığın bir şey vardı.”


“Hırsızlık,” diye cevapladı Yu. “Rolderhelm’de de İlonya’da da. Hırsızlık yaptım. Dolandırdım. Kandırdım.”


“Hırsızlığın cezası elin kesilmesidir ama bir elini çoktan kestim ve diğerini kesmem mümkün gözükmüyor…” Kambur adam başta üzgün gibi davrandı ama kısa sürede gülmeye başladı. “Sonunda güzel yüzünden bir parça daha alabileceğim… Hahaha! Kuzey ülkelerinde hırsızların burnu kesiliyordu!”


Yu’ya başka bir ceza kesmek için duvardan yeni bir alet aldı ve hızlıca yeni aletiyle birlikte Yu’nun önüne geldi. Yu başta burnunu korumak için başını salladı ama elfin gelip başını tutmasıyla daha fazla kıpırdatamadı.


“AAAHHHH! AAAAAAHHHHHHH!”


Burnu ondan alındığında kanama yüzünden ölmemesi için elf yine şifa büyüsü uyguladı ama burnunu geri koymamıştı. Kambur adam bunun da akşam yemeğinin bir parçası olacağını söyleyerek burnunu elinin yanına attı.


Yu’nun acısının dinmesi için biraz beklemeleri gerekmişti. Yüzünün ortasındaki boşluğu hissedebiliyordu. Buradan kurtulsa bile artık insanların arasında bir yeri yoktu. Lanetli bir kola sahipti, bir eli eksikti ve bir gözü çıkartılmıştı. Şimdi de burnu ondan alınmıştı. Böyle bir insan olarak diğer insanların arasında hiçbir şey yapamazdı.


“Köleleştirdim,” dediğinde yüzüne yeni bir köle mührü işlendi.


“Cinayet işlemeye devam ettim,” dediğinde iki ayağı birden kesildi. Ona geri verilmeyecekti.


“Zina ettim,” dedi üçüncü sefer. Cezasının ne olduğunu bilmesine rağmen itiraf ediyordu. İtiraf etmek zorundaydı. “Kadınları kullandım. Kendimi iyi hissetmek için. Birini hamile bırakıp terk ettim. Bir çeteye katıldım ve bir köye saldırdım. Onlar… Tecavüz ettiler…”


Kambur adam tekrar güldü. “Bu itirafın gelmesini bekliyordum.”


Ucube işkenceci kıvrımlı bir bıçak aldığında Yu titreyebildiği kadar titredi. Hak ettiğini bilmesine rağmen korkuyordu ve bunun geleceğini bilmesine rağmen suçunu itiraf etmişti. Ucube işkenceci yanına geldi ve penisini eline aldı. Erkeklik uzvu soğuktan büzüşmüştü ve kılları aylardır kesmesi mümkün olmadığı için uzamıştı.


Tevavüzcülere verilen ceza kesildiğinde Yu yine çığlık attı.


***


Hava artık o kadar soğuktu ki donarak ölmemesi için içeride ateş yakmaları gerekmişti. Kış mevsiminde olduklarını bu sayede anlayabiliyordu ama mevsimin hangi kısmında olduklarını söyleyemezdi. Günde bir defa yemek saati geldiğinde zincirleri gevşetiliyor ve yere düşürülüp ağzıyla yemek yemesi bekleniyordu.


Şimdiye dek defalarca kez dilini ısırarak intihar etmeyi düşünmüştü ama hâlâ itiraf etmesi gereken günahları olduğuna dair inancı, ölmeyi ne kadar isterse istesin intiharının önüne geçiyordu. Kambur adamın onun ağzını bağlamamasının nedeni de intihar etmeyeceğini düşünmesiydi.


Kalçasının arasından tekrar dışkı çıktı ve bacaklarına çarparak altındaki dışkı yığınına düştü. Bacaklarının arasındaki yarıktan akan idrar da bacaklarından aşağı süzülerek aynı yere iniyordu. Havalar soğuduğu için son dönemlerde çok fazla işemeye başlamıştı. Uzun süredir bir penisi yoktu.


Kambur adam bir süredir yanına gelmiyordu. Yu onun büyük bir şeye hazırlandığını düşünüyordu. Onu öldürmeyecekti ama şimdiye dek yaptığı gibi ölümden beter edecekti.


Ve parmaklıkların ardından gelen ayak seslerini duyduğunda kambur adamın planladığı yeni işkenceleri üzerinde uygulamak için geldiğini düşünmüştü. Birkaç saniye sonra onun bir başkası olduğunu anladı. Ayak sesleri kambur adamınki gibi değildi, buranın herhangi bir sakininin ayak sesine benzemiyordu. Hafifti, saklanamayan bir zarafeti vardı.


“L-lütfen…” diye mırıldandı. “Eğer onlardan biri değilsen, öldür beni…”


Bu bir oyun olabilirdi, kambur odam ona sahte bir umut vermek için çabalamış olabilirdi ve bu söyledikleri yüzünden çok daha sert bir işkence ile cezalandırılabilirdi ama söylemeden de edemezdi. İntihar edecek hakkı kendinde görmüyordu, bu yüzden bir başkasının onu öldürmesi işine gelirdi.


“Yalvarırım…” diye mırıldanmaya devam etti kaybetmiş Yu Valarfin. Ayak seslerinin sahibi parmaklıkların arkasından göründüğünde ona yalvarmaya devam ediyordu. Sonradan anladı ki sesi zayıftı ve parmaklıkların ardında duran sarı cübbeli kişiye sadece anlamsız hırıltılar ulaşıyordu.


“Uzun zamandır bu kadar yakından bakmıyordum,” dedi gelen kişi, bir kadındı ve yüzünü saklıyordu. “Şu suratın geldiği hâle bak… Güzelliğe verilen zarar bugün bile beni sinirlendiriyor… Ama çok güzel…. Günahlarla yoğrulmuş, acıyla şekillenmiş ama asaleti hâlâ üstünde barındırıyor… Ah…”


Sesinde erotik olmayan bir tutku vardı. Yu’nun sahip olduğu bir şey onu baştan çıkartıyordu. Sesindeki tutku öylesine yoğundu ki hayatı boyunca bu an için yaşamış gibi davranıyordu. Kadın, parmaklıklar orada değilmiş gibi arasından geçti ve Yu’nun karşısına geldi.


“Kendimi tutamıyorum,” dedi vücudu zevkle titrerken. “Hahahaha! Yılların sonunda… Lütfen bana hayal kırıklığı yaratma… Lütfen, lütfen…. Hayatın boyunca bir kez olsun hayal kırıklığı olma…”


Kadın elini Yu’nun derisi yüzülmüş göğsüne koydu ve Yu acıyla kasıldı. Ağzından köpükler çıkmaya başladığında göğsündeki yıldız da parlamaya başlamıştı.


“Senden geleceğini kim bilebilirdi ki!”


Kadın parmaklarını Yu’nun göğsündeki yıldıza sokmuş, onu çekmeye çalışıyordu. Yıldız ise Yu’nun göğsünden ayrılmamak için çabalıyordu. Yıldızın ağırlığı ve kadının onu çekerken uyguladığı güç kemiklerini parçalamak üzereydi. Isı çok kısa bir süre içerisinde dayanılmaz bir boyuta ulaştı ve Yu’nun vücudu bir kez daha alev aldı.


Çığlıkları zindanı şimdiye dek hiç sarmadığı kadar sarıyordu. Eti yanıyordu, organları yanıyordu; kalan gözünün görüşü kırmızıya bulandıktan sonra tamamen karardı ve dünyadan gelen hiçbir ışık Yu Valarfin’in beynine ulaşamaz oldu.


Karşısındaki kadın zevk dolu sesler çıkartırken Yu boğazını tekrar parçaladı. Artık ses çıkartamıyordu. Acısını dışarı vuramayan, bir canlı olduğuna dair çok az kanıt bulunduran tuhaf bir yaratıktı.


“Yine hayal kırıklığı.”


Yu yanan vücudunun arasında yıldızın rahatladığını hissetmişti. Sonra yıldızın tüm varlığı ortadan kayboldu ve Yu alevlerle baş başa kaldı.


“İğrenç kokuyor,” dedi kadın. Biraz önceki tüm tutkusu kaybolmuştu.


Yu’nun vücudunu saran alevler onun her yerini yaktıktan sonra göğsüne doğru çekilip söndü. Birkaç saniyenin ardından gözünün yavaşça tekrar ışık almaya başladığını fark etti. İyileştiriliyordu.


“Vücudunu sadece tekrar acı çekebileceği kadar iyileştirin,” dedi kadın. Kambur adam ve elf kadın parmaklıkların arkasındaydı. “Sonra tekrar yakın. Bunu yapmaya devam edin. Alevler onu öldürmüyor ama dikkat edin. Eğer ölürse onun yerine sizi koyarım.”


Kadın parmaklıkların arasından geçip kaybolurken kambur adam ve elf şifacı hücrenin kapısını açıp içeri girmişti.

------------------------

16.10.2022 - 20:20






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr