Cilt 5 - Bölüm 10: Salderough 10 (1/2)

avatar
251 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 10: Salderough 10 (1/2)


Malikânenin girişine serilen renkli bezlerin üstünde kurulanıyorlardı. Daha doğrusu sadece Çelise kurulanıyordu. Neden kapının önünde yaptıklarını anlamasa da kız içeri girip kıyafetlerini değiştirmeden önce hizmetçiler onun saçlarını yumuşak bir havluyla siliyor, oturması için altına bir sandalye koyduktan sonra ıslanan ayaklarını kuruluyorlardı.

 

Sivina ve Yu ise saçlarından dökülen suyla birlikte Çelise’nin arkasında öylece bekliyorlardı. Hâlâ bir havlu almamışlardı. Belki hizmetçilerin aklına havlu vermek gelmemişti belki de sadece rahatsız etmek istedikleri için vermiyorlardı. İkincisi daha olası gözüküyordu.

 

“Bize de havlu verebilirsiniz,” dedi Yu. “Ya da yürüdüğümüzde yerleri silmekle uğraşırsınız.”

 

Eh, haklıydı. Eğer çizmelerini çıkarmazlarsa yerler ıslanacaktı ve su çizmelerinden içeri girdiği için çizmelerini çıkarıp gitseler bile yer ıslanacaktı. Islandığı zaman bu pahalı halıların yapacağı kokuyla uğraşmaz istemezlerdi. Yani ikisine kötülük etmek isteseler bile sonunda uğraşacak olan onlar olacaktı ve bu Sivina’yı kıkırdatıyordu. Çekememezlikleri o kadar yüksek seviyedeydi ki sonuçlarını düşünemiyorlardı. Başkalarını rahatsız etmekten zevk alan birine dönüşebilirdi.

 

Hizmetçiler onlara iki havlu verirken Yu nazikçe teşekkür etti. Sivina onun saçlarını kurulayıp ıslaklığı biraz aldıktan sonra çizmelerini çıkarttı ve ayaklarını kuruladı. Giydiği çizme o kadar kötüydü ki eğer dışarıda çıplak ayakla dolaşsaydı muhtemelen daha az ıslanırdı. Her yeri kapalı olan çizmenin nasıl su geçirdiğini de anlayamıyordu.

 

Kurulanma sırası Sivina’ya geldiğinde hizmetçiler hâlâ Çelise’nin saçlarıyla uğraşıyordu. Yu karısının saçlarını hızlıca kuruladı ve toplayıp havluyu başına sardı. Böyle banyodan yeni çıkmış gibi gözükmüştü. Yu diz çöküp çizmelerini çıkarırken yine kalbi titriyordu, gayet normal bir olay olsa da onu böyle görmek burada yapamayacağı şeylerin hayalini kurdurtuyordu.

 

Sivina daha özel bir ilgi beklemesine rağmen Yu ayaklarını da aynı hızla kuruladı. Bu esnada hâlâ Çelise’nin saçıyla ilgileniyorlardı. Kızın saçlarının en ufak bir zarar görmemesi için gösterdikleri özeni kendi çocuklarına bile göstermediklerine emindi. Çelise ise kocasının geldiğini gördüğü andan beri yüzünü saklıyordu. Sivina onun bazen burnunu çektiğini duyuyordu, arada omuzlarına bir titreme giriyordu ve öksürmeye başlamıştı.

 

Onun için bir kez daha üzüldü. Muhtemelen kızın gururu Sivina ve Yu arkasında bulunurken her geçen saniye kırılıyordu. Her ne kadar bazen ihtiyaçları olsa da değer verdiği, değer görmek istediği, arkadaş olmak istediği insanların önünde ağlamayı kimse istemezdi.

 

“Biz üstümüzü değiştirmek için odaya gidelim,” dedi çizmelerini eline alırken. “Sizin için uygun mudur hanımefendi? Kurulanıp üstümüzü değiştirdikten sonra lordun karşısına çıkıp kalan işi tamamlarız.”

 

Çelise tekrar burnunu çekti. “O-olur,” dedi titreyen sesiyle. “Gidebilirsiniz, ben sizi çağırırım.”

 

Ağladığı, canının yandığı o kadar belliydi ki sadece onu konuşturduğu için bile pişman olmuştu. Ona sadece bir kez dokunsa bile haykırmaya başlayacak gibiydi, bu sebeple yüzüne hiç bakmadan Yu ile birlikte önüne geçti ve hizmetçileri arkasında bırakarak odalarına doğru yürümeye başladı.

 

Çelise tarafından tanıtıldıkları için malikânede ilerlerken hiçbir sıkıntı çekmiyorlardı ama yeni gelen lordla birlikte koridorları dolduran muhafızların arasından geçmek, onların bakışlarını hissetmek canını sıkıyordu. Duvar diplerinde konuşlananlar sanki insan değil yeni grotesk heykellerdi, öylesine bir hareketsizlikle bekliyorlardı. Yeni gelenlerin vücudundan yayılan manayı hissedebiliyordu. Hâlâ çok değildi ama saf güç mücadelesine girildiğinde Yu’dan üstün olacaklardı. Kendisi için endişelenmese bile onlarla savaşmak zorunda kalabilecek kocası için endişeleniyordu.

 

“Sanki biraz strese gireceğiz,” dedi muhafızların arasından geçerken. Tehlikeli katiller olmalarına rağmen ellerini kollarını sallayarak malikânenin içinde dolaşmalarına izin verişleri de pek uğurlu bir alamet değildi. İkisi nasıl kendisine güveniyorsa yeni gelenler de kendilerine güveniyordu.

 

“Ben stresli değilim,” diye cevap verdi Yu odalarının önüne gelince. “Önümüze kim çıkarsa çıksın yenecek ve yolumuzdan sapmayacağız.”

 

“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Neye güvenebiliyorsun?”

 

Yu’nun yapabilecekleri belliydi. Öyle bir şey yapmazdı ama Yu ile ölümüne bir dövüşe tutuşacak olsaydı onu öldürmekte zorlanmazdı bile. Kendi sınırlarının farkında değil miydi?

 

Cevap vermeden kapıyı açtı ve içeri girdi. Kapı kapanır kapanmaz ıslak kıyafetleri çıkarmak için soyunmaya başladı. Sivina da kapıyı kilitledikten sonra aynısını yaptı fakat hâlâ bir cevap alamamış olmak canını sıkıyordu, sinir bozucuydu.

 

İkisi de soyununca “Neye mi güveniyorum?” diye sordu, cevap vermek için neden bu anı beklediğini anlamamıştı.

 

Yine de başını salladı, merak ediyordu.

 

Evet, Yu kendi sınıfındaki insanlardan güçlüydü. Evet, olağanüstü bir yeteneği vardı ve evet, Mora’da yanında Yurine yokken hayatta kalmayı başarmıştı ama bunlar yeterli değildi. Her zaman daha güçlü rakipler vardı. Her zaman daha büyük bir balık vardı.

 

Çok da uzun olmayan bir zaman önce onları ezip geçen Yu Zao bugün bile ulaşmalarının hayal olduğu bir seviyedeydi ve onu yenebilmek belki de ömürleri boyunca hayalden ibaret kalacaktı. Büyücüler de vardı, yakın dövüşçülerin doğal düşmanlarıydı çünkü yaklaşmaya fırsat vermeden dövüşü sonlandırıyorlardı.

 

Şimdiye dek malikânedeki herhangi birini kolaylıkla yenebileceklerine inanıyordu ama yumurta kapıya dayandığı vakit olumsuz düşünceler de kafasına dadanmaya başlamıştı. Hâlâ içinden bir ses kazanacaklarını ve burayı terk edeceklerini söylese de kader anına yaklaşırken sevdiceği adına endişeleniyordu.

 

Bu yüzden Yu’nun rahatlığını geçerli sebeplerle desteklemesini umuyordu. Şimdiye dek strese girmeyip rahat olan kişi kendisi olsa bile şimdi özgüveni endişeyle sarsılmıştı ve Yu’dan bir destek bekliyor, özgüvenini geri getirmesini istiyordu.

 

Ama Yu “Hiçbir şeye,” dedi. “Hiçbir şeye güvenmiyorum. Çıkacağım ve karşıma çıkanı öldüreceğim. Çelise ne derse desin yasalar böyle, ne kadar adil olmasa da böyle. Evet, işime gelmeyen bir yaşaya karşı çıkarım fakat bu yasayı kabul etme sebebim sadece işime gelmesi değil. Yasanın doğru şekilde kullanıldığına inanmam, benim ellerimde böyle.”

 

“Sen salaksın.” İki adım önüne gelip sarıldı. “Zeki olduğunu düşündüğün günlerden beri sadece bir salaksın. Ben anlayamıyorum. Nasıl kendine bu kadar güvendiğini anlayamıyorum, neden endişelendiğimi bile anlayamıyorum. Duygularım yine karmakarışık bir hâl aldı. Lord buraya gelmeden ve yargı gününe henüz zaman varken rahattım, içimde bir kuşku yoktu ama şimdi o gün aniden karşımıza çıktı ve… Bilmiyorum, bilmiyorum Yu…”

 

Yu yatağa oturdu ve Sivina’yı bacağının üstüne oturttu. Saçlarını kulaklarının arkasına atarken masum bir öpücüğü yanağına kondurdu. Yüzünde bir ifadesizlik yoktu, sakinlik vardı. Biraz da kararlılık, gelecek olan şey her ne olursa olsun ona karşı sarsılmaz bir irade.

 

“Adımı söyleyişin hoşuma gidiyor. Büyümüş hissediyorum, sorumluluklarım canımı yakmak yerine kalbimi okşuyor. Bana adımla seslendiğimde evliliğimiz daha gerçekçi görünüyor.”

 

“Sadece bir isim mi bunları yapıyor?”

 

Başını iki yana salladı. “Hayır, o ismin senin dudaklarından çıkması yapıyor.”

 

İkisi de çıplak olmasına rağmen içinden sevişmek gelmiyordu. Sadece ona sarılmak, gözlerini kapatıp hissettiği duyguların içerisinde kaybolmak istiyordu. Az önceki stresi geldiği gibi aynı hızla kayboldu.

 

“Karşımıza çıkacak kişi kim olursa olsun yeneceğiz,” dedi kocasına. “Merak etme, ben geçen bir yıl içerisinde yeterince güçlendim. Hem asıl sorun birilerini öldürmemiz ve bunu yapan da benim, o yüzden dövüşmemiz gerekince benim dövüşmem daha doğru olur. Zaten karşımıza çok güçlü biri çıkamaz. Yeni gelen muhafızlar bile yenemeyeceğimiz kimseler değil.”

 

“Her ne kadar benden güçlü olsan da karımı dövüştürmek içime sinmiyor.”

 

“Ha?” Kulağını ısırdı, çok tatlıydı. “Beni nasıl bir kadın sanıyorsun? Babam bir erkeğin kollarına muhtaç kalmayayım diye kılıcı elime verdi.”

 

Dövüşmek zorunda kalmamak, Yu’nun arkasına sığınmak ve biricik kocasının onu koruyuşunu izlemek. Güzel olurdu, böyle bir kadın olmayı isterdi ama böyle bir kadın değildi ve Yu’nun hayalini kurdukları dünyaya kadar yaşamasını sağlamak için olamazdı.

 

“Baban iyi bir adammış.” Yanağını okşuyordu. Şimdi yanağının okşanması, sevişirken memesinin okşanmasından daha zevkliydi. “Babanın neler hissettiğini anlayabiliyorum. Eminim beni senin yanında gördüğünde çok mutlu olmayacaktır. Ben de ablalarımı erkeklerle görsem mutlu olmazdım. Onların benim dışımda herhangi bir erkeğe muhtaç kalmalarını istemezdim. Bu yüzden bir gün bana bir kız verdiğinde onu babanın seni yetiştirdiği şekilde yetiştirmek istiyorum.”

 

Eğer devam ederlerse mutluluktan kalbi şişip patlayacaktı. Şimdilik kocasını şefkatli bir gülümsemeyle ödüllendirdi ve kucağından kalktı.

 

“Biraz sonra Çelise birilerini gönderecektir,” dedi. “Şimdi giyinelim.”

 

“Tamam.”

 

Önce kendi kıyafetlerini giydi, basit şeyler olduğu için zor değildi. Köylerde bulduğu çeliklerle desteklediği biz çizme, bir pantolon ve yine köylerde bulduğu çeliklerle bacaklarının bir kısmını korumak için yaptığı parçalar, gömlek ve üstüne göğsünü ve sırtını kaplayan yeşil bir deri parçası.

Omuzlarında da köylerden bulduğu çelik parçaları bükerek yaptığı dandik omuz korumalıklarını takmıştı. Aynada kendine baktığında hiç yoktan iyi demekten başka bir şey bulamıyordu.

 

Yu’nun zırhı da her ne kadar vakti zamanında kaliteli bir plaka zırh olsa ve şu anda bile iyi para etse de berbat hâldeydi. Cornelia ile olan karşılaşmalarından sonra özellikle göğüs kısmı delik deşik olmuştu. Öyle ki orada aslında bir göğüs zırhı olmadığını söylemek bile doğru olurdu. Bazı delikler o kadar büyüktü ki göğsüne yapılan bir saldırının çeliğe isabet etmesi için özel bir çaba göstermek gerekirdi.

 

Zırhın içerisinde ejderhayı sürdüğü günü hatırlıyordu. Bir kahraman gibi gözükmüştü. Gelmiş geçmiş tüm şövalyelerden daha inandırıcı bir şövalye gibiydi. Ejderhanın pulları gün ışığında nasıl parlıyorsa çelik de öyle parlıyordu ve mor gözleriyle oluşturduğu uyum büyüleyiciydi.

 

Vermia’nın kapılarından içeri girişiyse soylu bir prensi, mağrur bir generali anımsatıyordu. Şehirde insanlar olmasa bile perdelerin arasından bu yakışıklı generalin yüzünü seyredebilmek için baktıklarını görebilmişti.

 

“Merak ediyorum,” dedi Yu. “Duygularının bu denli çabuk değişmesinin sebebi ben miyim?”

 

Sivina buna evet diyebilirdi ama evet dese bile devamını nasıl getireceğini bilmiyordu. Yu’ya daha önce de bağlıydı, daha önce de sürekli onu düşünüyordu fakat eskiden yalnızca uzaktaki değerli bir taştı. Şimdiyse onu avucunun içinde tutuyordu ve yabancı bir elin uzanıp onu almasından korkuyordu. Hissettiği korku, o taşa olan ilgiyi bilmek ve nicesi duygularını kararsızlaştırıyordu.

 

“Adet misin?” diye sordu cevap gelmeyince.

 

“Puf~ hayvan.”

 

“Yanlış bir şey mi dedim?” Yu endişeli bir şekilde Sivina’ya baktı. “Benim bilmem gerekmez mi? Nasıl olacağını merak ediyorum. Evlendiğimizden beri hiç olmadın, çok da zaman geçmedi tabii o yüzden yakında olman gerekiyor diye tahmin ediyorum. O zaman sevişmeyecek miyiz? Seni zorlamak istediğimden değil sadece bilmem gerekiyor diye düşünüyorum. Ablalarım o dönemlerde gergin olabiliyordu ve özel ilgi istiyorlardı yani…”

 

Tüm dişlerini göstererek gülerken karnını tuttu. Yakında ölümüne bir mücadeleye çıkacaklardı ve kocasının düşündüğü şey tamamen alakasızdı. Onunla ilgilenmesi hoşuna gidiyordu ama yargı vakti kapıya dayandığında bu kadar vurdumduymaz olmamalıydı.

 

Yanına yaklaşıp alnından öptü ve burnuna parmağının ucuyla vurdu. “Yarın, olmazsa sonraki gün başlamasını bekliyorum ve bana özel bir ilgi göstermeyi planlıyorsan göster; ama bunu her zaman yap!”

 

Adet dönemlerinde duygu durumu değişmiyordu, acı çekmiyordu ve herhangi bir komplekse girmiyordu. Sadece canı sıkılıyordu ki o da bununla yaşamak zorunda olduğu içindi. Eski arkadaşı Ana’yı düşündüğüyse onun kendi dönemlerinde hırçınlaştığını hatırlıyordu. Durum belki Sivina’nın kişiliği ile alakalıydı, belki de bir El kadını olmasının avantajıydı.

 

“Tamam.”

 

“Daha samimi söyle.”

 

“T-tamam…”

 

Öncekinden farkını anlamamıştı ama bir kez daha öpebilirdi, öptü. Kıyafetlerini giydikten sonra baltasını ve kılıcını koymak için kın kemerlerini pantolonunu tutan kemere bağladı. Çelise ondan kılıcını almamış, üstüne hem baltası hem de kılıcı için kınlar vererek yardımcı olmuştu.

 

Yu’nun kılıcı da kendi kınındaydı. Siyah kabzası kılıcın özel olduğunu ilk bakışta anlamak için yeterliydi ve kınından çıktığında siyah çeliğin verdiği mesaj açıktı; ben normal değilim diyordu. Karşısındaki herhangi bir düşman kılıcı gördüğünde Yu’yu hafife almaktan vazgeçecek ve belki ürperecekti.

 

Bu biraz kötüydü, Yu’yu hafife almaları Yu için bir avantaj olurdu.

 

“Her şeyimiz hazır mı?” diye sordu Yu.

 

Kocasının zırhını ve silahlarını kontrol etti. Kıyafetlerinin üstüne bağladığı parça parça çeliklere birkaç kez vurdu ve onların en azından ölümcül bir darbeyi tek seferlik de olsa engellemesini umdu. Hafif zırhlar giymeyi tercih etse de bu kadarı düşmana güven verecek seviyedeydi.

 

“Hazırız,” dedi. “Şimdi sadece Çelise’nin bizi çağırmasını bekleyeceğiz.”

 

Beklerken arkasını Yu’ya döndü ve saçını ensesinden kıyafetinin içine sokmasını istedi. Dövüşmeleri gerektiğinde birinin tutmasını istemiyordu. Aslında yakın dövüşe giren kadın maceracılar saçlarını kısa keserdi fakat aynaya baktığında gümüş renk o kadar hoşuna gidiyordu ki kesmeye kıyamıyordu.

 

Birkaç dakika sonra kapı çaldı ve sert bir ses onlara seslendi. “Efendi Herict sizi huzuruna bekliyor.”

 

Yu miğferini elinin altına alırken son bir kez onu kontrol etti. Antrenmandan çıkmış olması onu zorlayabilirdi. Hemen bugün dövüşeceklerini düşünmediği için antrenman yapmakta sakınca görmemişti ama önceden söylediklerinin arkasındaydı, dövüşmesi gerektiğine aksiyon anıyla yorgunluğunu unutacak ve vücudunun sınırlarını görmezden gelecekti.

 

Ve kocasının dayanıklılığı beklediğinden yüksekse vücudu yaptığı antrenmanı sadece ısınma olarak görür ve performansı yükselirdi.

 

“Çekinme,” diye fısıldadı kocasının kulağına. “Korkma, geri durma, göğsünü kabart ve kendini ezdirme. Onların bizden üstün olduğu hiçbir konu yok. Yine de akıllı davran ve insanları mümkün olduğunca sinirlendirmemeye çalış. Herhangi birini öldürebilecek olsak da gereksiz kan dökmek bize de zarar verebilir.”

 

“Gerektiği gibi davranacağım,” dedi Yu fısıldamaya gerek duymadan. “Nazik biriyle karşılaşırsam nazik davranırım ama Çelise’ye baktığımda öldürmem gereken biriyle karşılaşacağımı düşünüyorum. Gerçekten… Öyle birini yaşatmamalıyım, bir sübyancı dünyada olmamalı. Belki lordun kendisi karşımıza çıkmak ister, belli mi olur? Öyle olursa bu iş çok daha hayırlı sonuçlanır.”

 

Aynı şeyleri düşünüyordu ama bir lord, herhangi bir şövalyeden daha tehlikeli olabilirdi çünkü soylular arasında büyücülerle karşılaşmak, köylüler arasında büyücülerle karşılaşmaktan daha olasıydı.

-------------------------

21.02.2023 – 01:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr