Az sayıdaki eşyalarını topladılar ve Karabaş’ı alıp hışımla
malikâneden çıktılar. Kapı onlar için açılmış ve kimse durdurmaya çalışmamıştı.
Hoş, çalışsalar bile nafile olur, yalnızca ikilinin öfkesine kurban giderlerdi.
Muhafızlar yapabilecekleri en akıllıca şeyi yapmış ya da Lord Araka onlara
verebileceği en akıllıca emri vermişti.
Ama malikâne lordunun bu kararı vermesinin asıl nedeninin daha fazla kan dökülmesini engellemek olmadığın biliyordu. Sivina için böyle bir karar almıştı. Belki gözüne girmek için, belki onu burada kalmaya zorladığında daha kötü sonuçların ortaya çıkacağını görebilecek kadar akıllı olduğu için yapmıştı ama nihayetinde gitmelerini engellemeye çalışmamıştı.
Güven içinde ayrılmalarına rağmen Araka buna müsaade ettiği için gidebildikleri fikri canını sıkıyordu. Merdivenleri sinirle inerken basamakları kıracakmış gibi ayağını vuruyordu.
Sükûnetini kaybettiği ve onu öldürebilecek bir adama karşı durduğu için Yu’ya sinirliydi. Hayatını göz göre göre tehlikeye atmasına katlanamıyordu, sanki hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranmıştı. Yu onu Araka’nın yaptığından çok daha fazla kızdırmıştı. Karşısında duran adamın nasıl bir büyücü olduğunu bile bilmiyorlardı, ya bir anda saldırsaydı? O zaman Yu ne yapacak, kendini nasıl koruyacaktı? Elbette koruyamayacaktı. Öldükten sonra, Sivina’yı yalnız bıraktıktan sonra neler olacağını bilmiyor muydu? Tahmin edebiliyor olmalıydı.
Sağanak yağmur yüzünden su altında kalan zeminin üstünde yaprak parçaları yüzmeye başlamıştı. Devasa bir sıçanın suyun içinden geçip pazardaki tezgâhlardan birinin altına kaçtığını gördü. Sıçan, muhafızlar ve onlar dışında yağmurun altında duran başka ahmak yoktu.
Etraftaki evlerden birinin penceresinde onlara bakan bir çocuk fark etti, başını kaldırıp ona baktığında çocuk korktu ve içeri kaçtı. Gök gürlerken yağmur hızlandı ve çocuğun bulunduğu evden çıkan yaşlı bir adam pazardaki üstü açık tezgâhına doğru koştu. Tezgâhın üstünü kapattıktan sonra evine geri koşarken yanından geçen Sivina ve Yu’nun üstüne su sıçrattı ama zaten sırılsıklam oldukları için bir önemi yoktu.
Kasabayı ikiye ayıran nehrin üstüne kurulu köprüyü geçtikten sonra tapınağın yanından geçtiler. İçeriye sığınmış birkaç kadın ve muhafız vardı. Muhafızlar gözlerini ayırmazken kadınlar ona bakmaktan çekiniyordu.
Buna da alışmıştı. Bir katildi, öyle görülüyordu. Oradaki kadınların kocalarını öldürmüş olabilirdi. İçinde üzüntü aramaya çalıştı ama umurunda olmadığını fark etti, vicdan azabı da çekmiyordu. Doğru şeyi yaptığına dair inancı tamdı ve tüm suç onlara bulaşanlardaydı. Çalışsa bile yaşananlardan dolayı kendini suçlayamıyordu.
Bir de ona bakılmasına engel olan gümüş saçları vardı tabii. Genel olarak genç erkekler ve şimdiye kadar karşılaştığı çoğu insan bunu umursamamıştı ama bazı kadınlar ve muhafazakâr insanlar saçlarını cadıların beyaz saçlarına benzettiği için ondan hoşlanmıyordu. Sivina ise saçlarını saklama gereğini hiç duymamıştı, rahatsız olanların sayısı azdı ve rahatsız olmaları onların sorunuydu.
Tapınağı aşıp hanı görüş alanlarına aldıklarında Karabaş fırladı ve hana doğru koştu. Yu ve Sivina buraya gelene dek yeterince ıslandıkları için koşmaya gerek görmüyordu ama Karabaş onlar gibi düşünmemiş, hana sığınmaya çalışmıştı.
Karabaş’a yetiştiklerinde Yu hiçbir şey demeden hanın kapısını açtı. O kadar sertti ki kapının kulpu kırılmış bile olabilirdi ama dönüp kontrol etmedi. Kapıya bağlı zil çalarken içerideki sandalyeleri birleştirerek üzerine yatan hancı aniden sıçradı ve ikisini görünce telaşa kapılıp yere düştü.
“Burada kalacağız,” dedi Yu dört gümüş çıkarıp hancıya fırlatırken. “Bu akşam ve yarın akşam, sonraki gün gideceğiz.”
Hancı herhangi söz söyleyecek cesarete sahip değildi. Ağzını kapalı tutup aceleyle yerdeki paraları toplamaya başlamışken Yu’nun tekrar konuşmasıyla sıçradı.
“Köpek yağmur dinene dek burada kalsın, önceki odanın anahtarını ver.”
Hancı koşmaya çalışırken kendi getirdiği sandalyelere takılıp düştü fakat hissettiği korku yerde oyalanmaması için yeterince motive ediciydi. Ayağa kalktı ve koşarak tezgâhın altındaki çekmeceden odanın anahtarını aldı. Bu sefer onu fırlatmak yerine usulca yaklaşarak Yu’ya uzattı.
“Teşekkür ederim,” dedi anahtarı alırken.
Yukarı çıkarlarken Sivina onları takip eden köpeğe döndü. “Burada kal!” dedi ve köpek bu sefer başka laf söylemesine gerek kalmadan itaat etti. İkinci kata giden merdivenleri hızla çıktılar, aynı odanın önüne geldiler ve Yu kapıyı açtı.
Sivina içeri girerken Yu hancıya bağırdı. “Küvet istiyoruz!” Hancının karşılık verdiğini duymamıştı ama Yu’nun sesini işitmemesi mümkün değildi, yakında banyo yapacaklardı.
İkisi de içeri girdiğinde taşıdığı eşyaları yere bıraktı ve Yu’nun ona dönmesini bekledi. Yu ise hemen karısının yanına gelmek yerine kendi eşyalarını onun aksine masanın üstüne dizdi, sonra yere bıraktığı eşyaları almak için Sivina’nın önüne geçti.
Sivina eğilip eşyaları almasına izin vermemişti. Onu tuttu ve kaldırdı, Yu anlamsızca ona bakarken tokadını savurdu. Yu’nun yüzü sola dönerken tek bir tokat Sivina’nın sinirini yatıştırmaya yetmemişti, tekrar ona bakmasını bekledi ve baktığında aynı yere tekrar vurdu. Kocasının yakışıklı yüzünde pembe bir el izi belirmişti.
Bir defa daha vurmamak için kendini zorlarken Yu “Neden?” diye sordu bir şey yapmamış gibi.
Sivina daha fazla sinirlendi, hışımla yakasına yapıştı ve bağırdı. “Ne mi yaptın? Aklını kaçırdın! Kime kafa tuttuğunun farkında mıydın acaba?”
Yu’nun şaşkınlığı gitgide arttı ama gözlerinde biraz hayal kırıklığı serpilmişti. Güzel suratında farklı duygular görmenin beklentisiyle yaşasa da şu anda buna sevinecek durumda değildi.
“Sivina, sakın bana o adamı savunduğunu söyleme.”
“Ne diyorsun sen?” Onu sertçe yatağa itti, düştüğünde giydiği zırh yüzünden canı yanmış olmalıydı. “O adamın seni öldürebileceğini görmüyor muydun sen? Sana neyine güveniyorsun diye sormuştum, güvendiğin bir şey de yok! Öyleyse neye dayanarak ona kafa tuttun! İçerideki herkese sana saldırmasını söylese ne yapacaktın? Tek bir ateş topunun suratını hiç edebileceğinin farkında değil misin? Delirdin mi yoksa aptal mısın? Ha!”
Ellerini serbest bırakırsa ona bir kez daha vuracaktı, bu yüzden çektiği sandalyeye sıkıca sarıldı ama Yu saçma sapan cevaplarla daha fazla kızmasına yol açarsa sandalye bir araca dönüşecekti.
“Ne yapmaya çalışıyorsun sen? Nereye varmaya çalışıyorsun? Niye sınıfın olmayan insanlara kafa tutuyorsun? Ölmek mi istiyorsun?”
Öfkenin yerini gözyaşları alırken derin bir nefes aldı. Lordun biraz daha sinirlenmesi durumunda Yu’ya saldırmayacağı kesin miydi ki? Kocasının ölümün kıyısından dönmediğini söyleyebilir miydi? Tek yapması gereken biraz düzgün konuşmaktı. Lordun alçaklığını görüp sinirlenmesine hak verebiliyordu ama Sivina gereken cevabı tabii ki verebilirdi. Bu kadar ileriye gitmek sadece ölüme meydan okumak olmuştu.
Bir şey diyecek mi diye Yu’ya baktı. Kocası güzel gözlerini yere eğmiş zemini seyrediyordu. Suçundan utanan bir çocuk gibi gözükmesi öfkelenmesine rağmen onu gülümsetti. Tuttuğu sandalyeyi yatağa yaklaştırıp önüne oturdu ve sordu.
“Neden?”
Yu’nun cevabı sessiz ve basitti. “Kıskandım,” dedi yere bakmaya devam ederken.
Bu esnada Sivina’nın gülümsemesi daha da büyüdü, öfkeden kızarmış yüzünün üstünde böylesine bir gülümseme garip gözüküyordu. Yaşlarını sildikten sonra Yu’nun sağ elini iki elinin arasına aldı ve sıktı.
“Seni kıskandım,” diye tekrar etti Yu, bu sefer başını kaldırmış ve yüzüne bakmıştı.
“İlk seferinde duyum.” Tuttuğu eli yüzüne götürdü. “Yine de tekrar duymak iyi hissettiriyor.”
Kıskançlık ölüme meydan okumak için kabul edilebilir bir sebep olmamalıydı ama hoşuna gitmişti. Yaptığı şey hâlâ azarı hak ediyordu ama ne diyeceğini bilemiyordu. Sessizce aşkına lanet okurken gözyaşlarını Yu’nun eline sildi.
“Senin duyguların karmakarışık, kendinle çelişiyorsun.” Yu elini çekip ayağa kalktı ve odanın içinde dolaşmaya başladı. “Bir an için kendine güveniyorsun, diğer anda seni stres içinde görüyorum. Hepsini öldürmek istemiştin, sonra bundan vazgeçmiş gibiydin ve bugün birilerini öldürmeye benden daha hazırdın. Seni bir an için kızgın görüyorum ve sonraki anda gülüyorsun. Bir an için dışarıda bir şeyleri umursuyor gibisin ve sonraki anda her şeyden vazgeçmeye hazır olduğunu düşündürtüyorsun.”
“Senin dışında her şeyden,” diye karşılık verdi. “Duygularım karmaşıksa bunun sorumlusu sensin, bir başkası değil, asla değil. Düz bir yolda yürürken beni tutup başka bir yola çekiyorsun ve sonra yürüdüğüm yönün değiştiğini söylüyorsun, yaptığın bu. Orada sinirlenmen saçmalıktan ibaretti. O adam senden daha güçlüydü ve bunu farkına varamayarak ona kafa tuttun. Sadece senin önüne dek gelmesi bile o adamın kendine ne kadar güvendiğini gösteriyordu. Sen onu okuyamazken, adeta ölüme yürürken benim duygularım istikrarlı olabilir mi sence? Ne hissedebilirim ki?”
“Ne yapabilirdim ki Sivina?” Başka çaresi yokmuş gibi kollarını açtı. “Adam karıma yürüyecek ve ben de izleyeceğim öyle mi? Yok öyle bir dünya. İnsanlar bundan daha azı için birbirini öldürüyor.”
Yu gibi ayağa kalktı, kocasının yüzünde beliren yeni ifadeleri seyretti. Ciddiyet, öfke, kıskançlık ve korku… Onu kaybetmekten mi korkuyordu? Bunun için mutlu mu olmalıydı?
“Gereken cevabı ben verebilirdim. Benim vermem daha iyi olurdu.”
“Benim anlımda gavat yazmıyor Sivina!” Hararetliydi. Başını birkaç defa duvara vurdu ve yumrukladı. “Ben konuştuğumda bile edepsizliğine devam etti, sen konuştuğunda susacağını mı zannediyorsun! Yaptığı şeyi yapmaya devam edecekti. Başka ne yapabilirdim? Yapabileceğim tek şey vardı ve onu yaptım.”
“Seni öldürebilirdi diyorum. Bunun ciddiyetini anlamıyor musun?”
Araka’ya meydan okumuştu. Bir büyücünün saldırılarına karşı ne yapmayı planlıyordu? Zırhının onu ateşten koruyacağını mı zannetmişti. Cornelia’nın büyüsüyle zırhını delik deşik ettiğini anlatırken bir ders almış olması gerekiyordu.
“Anlamamakta neden ısrar ediyorsun?” diye sordu Yu başını bir kez daha duvara vururken. “Ben sana kızmak istemiyorum, sana sinirli değilim, seninle tartışmak da istemiyorum. Beni test edip bunları yapıp yapmayacağımı mı görmeye çalışıyorsun?”
“Bunları amaçlamadığımı biliyorsun,” dedi Yu anlamamakta ısrar edince. “Sana yaşayan bir koca istediğimi söylemiştim. Yaşayan bir koca. İlk günümüzde söyledim. Bunu anlamamakta ısrar eden sensin. Kocamın ölmesini istemiyorum ve ahmak kocam kendini ölümün önüne attığında tabii ki sinirleniyorum!”
Yu derin nefesler alırken başını duvardan çekti, alnı kızarmış ve gözleri yaşarmıştı. Yavaşça karısına yaklaştı ve ellerini tutup dudaklarına götürdü, hiçbir şey söylemeden birkaç öpücük aldı.
“Sükûnetimi kaybettiğim için özür dilerim.”
Alnını alnına dayadı. “Bir de bana benim istediklerimi yapacağını söylemiştin. Yalancısın Yu. Benim istediğim şeyleri yapmıyorsun.”
“Bir kuştan uçmamasını isteyemezsin.” Verdiği nefesi hissedebiliyordu. “Bir balıktan yüzmemesini isteyemezsin. Karıma asılan bir adama karşı sakin kalmamı mı da isteyemezsin. Eylemi kelimelere dökmek bile beni sinirlendiriyor, şiddetin tekrar beni çağırdığını duyuyorum. Beni yola soktuğu şekilde işi bitirmemi istiyor. Şiddet tek çözüm, işitiyorum. Kulaklarımda. Sakin kalmam imkânsız, tek yolu kan dökülmesi. Başka seçenek yok, başka bir seçeneği aklıma getirmem bile korkaklık, günah. Tek bir yol var ve o yol bu yol.”
“Babam onu severdi.”
Ondan uzaklaştı. Onu anlayabiliyordu. Ona artık kızamıyor oluşunun sebebi babası Arthur Ecues’in aynı şeyi yapacağını bilmesiydi. Yu’ya baktığında karşısında babasını görüyordu. Daha kısaydı, daha gençti ve daha güçsüzdü ama inatçılığı, dik başlılığı ve koruyucu tutumuyla ondan başkası olamazdı.
Bundan hoşlanmıştı ama üzgündü de çünkü onda babasını gördüğü an fikrinden döndürmenin imkânsızlığını da anlamıştı.
“Ya ölseydin? Ya ölürsen? Benim dert yandığım nokta diğer hiçbir şey değil. Seni kaybetmekten korkuyorum, zarar görmenden korkuyorum. Senin yaşamanı istemem, incinmemeni istemem normal değil mi? Doğru olan bu değil mi? Yu, beni korkutuyorsun. Araka’nın manasını hissettim, dövüş vakti geldiğinde seninle dövüşmek isteyecek. O senin yenemeyeceğin birisi. En azından bırak da onunla ben yüzleşeyim, ben dövüşeyim. En azından kendini tekrar tehlikeye atmaman için sana yalvarıyorum. Lütfen, Yu seni seviyorum.”
Yu elini kaldırdı ve çenesini tutup Sivina’yı kendine çekti. “Senin için güçsüz birisiyim, değil mi?” diye sordu hayal kırıklığı içinde. “Bana güvenmiyorsun, kalbimi kırıyorsun.”
“Hayır,” dedi Sivina reddetmek için ama Yu parmağını dudağına bastırdı.
“Haklısın, güçsüz birisiyim. Benim yüzümden korkman normal ama görebiliyorsun ki bu iki erkeğin arasındaki bir mesele. Şimdi karımın arkasına sığınırsam aynada kendi suratıma bakamam.”
“Ölürsün…”
“Bir kılıcım var ve nasıl kullanacağımı biliyorum.” Dudakları birbirine değdi ve birkaç saniye durduktan sonra ayrıldı. “Senin yol göstermene muhtaç olsam da bir erkek olarak bu evin reisi benim. O herifin yaptığı şey kabul edilemez, aile şerefimize saldırdı, insanlığın değerlerine saldırdı. Mesele sadece bununla alakalı da değil.”
“Başka ne var?”
“Çelise… Araka o kızı rızası olmadığı hâlde yanında tutuyor. Kız gitmek istiyor Sivina. Bu çok belli ama Herict’in izin vermeyeceğini biliyor ve o şerefsizin küçük bir çocukla…” Bir süre yumruğunu sıkıp sessiz kaldı. “Görüyorum ve susamam. Görüyorsam artık benim sorumluluğumdadır, müdahale etmek zorundayım.”
Yu’nun gözlerinde kararlılık ve yüzünde aptalca bir ciddiyet vardı. Kahramanı oynaması içini hoş etse de hâlâ kaygılıydı.
“Çelise onun karısı.”
“Kızın rızası yok. Evlenmeye zorlanmış, bunu gördüğün hâlde normalleştirmeye çalışma. Herict geldiğinde nasıl bir tepki verdiğini gördün. Herict Von Araka ölmek zorunda. Onurumuzu böyle koruyabilirim, mağduru böyle kurtarabilirim.” Pencereyi döven yağmura baktı. “Karı. On beş yaşında bir çocuk için bu kelimeyi kullanmak ne kadar da rahatsız edici.”
On beş ya da daha küçük yaşlardaki evlilikler Mora’da da diğer ülkelerde de görülmeyen şeyler değildi.
“On beş yaşında olsaydım yine seninle evlenirdim,” dedi bir savunmaymış gibi.
Yu’nun karşılığı gecikmedi. “On beş yaşında olsaydın sana o gözle bakmazdım.”
Üzülmeli mi yoksa sevinmeli mi bilmiyordu. Kocası olan adamın küçük kızlara ilgi duymaması takdir edilesiydi ama ona o gözle bakmayacağını duymak istemezdi.
-------------------------
24.02.2023 – 05:20
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..