Bölüm 5: Acımasız Göreve Bak…

avatar
566 0

The Zombie Knight Saga - Bölüm 5: Acımasız Göreve Bak…



Bölüm 5: Acımasız Göreve Bak…

Çevirmen: Lucius

 

Hector hastaneye ulaştığında gece olmuştu. Binaya girerken yeni yıkanmış kıyafetlerini havalandırmaya çalıştı.

 

Mallory’nin kızı gecenin geri kalanında koruyucu gözaltında olması gerekiyordu, ve Garovel başlangıçta Hector’un biraz dinlenmesini istiyordu. Fakat sonra Azrail birkaç memurun özel olarak konuştuğunu duydu. Dört ayarlanmış koruma da gece bitmeden Rofal’ın adamlarının kız için gelmesini bekliyordu, yalnızca Memur Colt onların yoluna çıkma düşüncesine sahipmiş gibi görünüyordu. Onu da ikna etmeleri çok sürmedi.

 

Başka bir açıklamaya gerek olmadan, Hector resepsiyon masasındaki adamın bakmadığından emin olduktan sonra gizlice ilerledi. Çantasını yanında tuttu ve insanlarla göz teması kurmamaya çalıştı.

 

Mallory ameliyat için arka kanada götürülmüştü, ve Garovel’in dediğine göre kızı bekleme odasındaydı. Hector köşeden etrafı gözledi ve dört memurun koridorun sonunda durduğunu gördü.

 

‘Odayı görüyorum,’ düşündü. Memurların görmediği bir yer seçti ve oturdu.

 

‘Güzel. Şu an kızlayım.’

 

‘Yeni bir şeyler öğrendin mi?’

 

‘Kızının ismi Melissa. Boyu biraz kısa, senden biraz daha büyük görünüyor, kahverengi saçlı, kurdeleyle bağlanmış at kuyruklu saçı var, sevimli bir köpekli yeşil tişört, mavi pantolon, beyaz spor ayakkabısı…”

 

‘Bu—ah—çok fazla bilgi verdin…’

 

‘Nasıl göründüğünü bilmen gerekebilir.’

 

‘Ah… evet, peki. Teşekkürler. Demek istediğim, şey… annesi veya Rofal hakkında belki…’

 

‘Annesi hayatta değil.’

 

‘Oh…’

 

‘Hemşire bunu Melissa’ya sordu. Annesinin dokuz yıl önce öldüğünü söyledi. Başka bir aile üyesinden bahsetmedi.’

 

‘Aman tanrım… ve şimdi…’

 

‘Evet. Bekle. Doktor geliyor. Ameliyat hemen bitmiş mi?’

 

Hector nefesini tuttu.

 

‘…Zamanında kan nakli verememişler. Mallory öldü.’

 

Hector tuttuğu nefesini bıraktı ve gözlerini kapattı.

 

‘Melissa mahvolacak.’

 

Hector elini yüzüne getirdi. ‘Sen haklıydın.’

 

‘Keşke olmasaydım.’

 

Beklediler. Hector rahatsız edici bir şekilde koltuğunda döndü. Atmosfer bunaltıcıydı. Memurların ne konuştuklarını merak ederek arada bir köşeden baktı. Sonra onlardan birinin kendine doğru yürüdüğünü gördü.

 

Adam köşeyi dönerken alçak sesle mırıldanıyordu.. “Geri zekalı sürüsü…” Gözleriyle ona kitlendi, Hector anında başka tarafa bakmaya çalıştı ama boşunaydı. “Hey, çocuk. Ne yapıyorsun burada?”

 

“Ah” Tekrardan adamın gözleriyle karşılaştığında, mavi gözlerinin çok sakin olmasına biraz şaşırdı, rahattı, ya da belki de sadece kendine güveniyordu. Üniformasındaki rozette ‘COLT’ yazıyordu. “Ben… sadece birini bekliyorum… Neden sordun?”

 

“Belki de dışarı çıkmalısın. Biraz hava falan al. Sana iyi gelir.”

 

Hector kaşlarını çattı. “Teşekkür ederim ama ben iyiyim…”

 

Colt eğildi. “Sana ayrılmanı emredemem. Böyle bir yetkim yok ve açıkçası ben, başka bir adamın istediği yere gitme ve istediği şeyi yapma özgürlüğüne saygı duyan bir adamım. Fakat, çocuk. Burası fena karışacak. Sana başka bir yerde olmayı dileyeceksin dediğimde bana güven.”

 

Hector yalnızca sandalyesine doğru büzüldü, çantasını göğsüne çekti ve steril zemine baktı.

 

“Lanet olsun, çocuk. Bu bir uyarıydı, tehdit değil.” Bir süre sonra, Colt omuz silkti ve uzaklaşmaya başladı. “Peki. Ne istiyorsan onu yap.”

 

Colt’un gidişini izledi, birkaç hemşire ve bir doktorla konuştuğunu gördü, onlardan ayrılmasından çok geçmeden korkarak kaçıştıklarını gördü.

 

Hector bundan sonra daha fazla beklemek zorunda değildi. Adamlar kesişen koridora girer girmez onları fark etti. Dört kişi saydı, beraber yürüyorlardı, hepsi de gece vakti güneş gözlükleri ve içeride kara şapkalar takıyordu

 

‘Geldiler,’ söyledi.

 

‘Ben de öyle.’ Garovel duvardan çıktı ve Hector’un omzunu kavradı. Hector acıya alışmaya başlıyordu. ‘Onlar olduğuna yüzde yüz emin olana kadar bekle,’ Garovel söyledi. ‘Bir dans grubuna falan saldırırsan bu çok garip olur.’

 

Hector ona bir bakış attı.

 

‘Hey, bu mümkün. Belki de üyelerden biri antrenman sırasında bacağını kırdı ve dostları da onu ziyarete geldi. Bilemezsin.’

 

Memur grubuna ulaşmalarını bekledi. Üniformalıların onlara yol vermesi Hector için yeterliydi. Koridora uçtu. Onun ayak seslerini duyunca döndüler, ancak en soldaki kişi için artık çok geçti. Hector ona doğru uçtu. Adamın vücudu ince duvarın içinden yumruklandı, Melissa’nın odasına yağdı. Kız çığlık attı.

 

“Ne oluyor?!” Katiller silahlarını çekti ve bu polislerinde kendi silahlarını çekmesini sağladı, fakat Hector çoktan ikinci adamı kolundan yakalamıştı. Onu bir bez bebekmiş gibi üçüncüye doğru fırlattı ve ikisi de yerde kaldı. Hector dördüncüye döndü, göğsüne bir kurşun yedi, ve adamı o kadar sert yumrukladı ki adamın çenesinin kırıldığını hissetti.

 

“Hay sikeyim. Sen de k…” Silah atışı sözlerini kesti.

 

Arkasını döndüğünde Colt’un iki memuru vurduğunu, üçüncünün çoktan yerde yattığını gördü. Onlar ne olduğunu bile anlayamadan hepsi kafalarının arkasından vurulmuştu.

 

Colt ona baktı. “Hey, sen o çocuksun değil mi? Maske ne ayak?”

 

Hector bir göz kırpma süresinde onun üstündeydi. Silahı tokatlayarak uçurdu ve adamı duvara yasladı. “Ne yapıyorsun?! Neden onları öldürdün!”

 

“Ne diyebilirim ki? Patronum bir aile adamı.” Colt Hector’un kavrayışından sıyrıldı. “Biliyor musun, beni gerçekten dinlemeliydin…”

 

Hector bıçağın çenesinin altından girdiğini hissetti. Her şey parladı ve karardı.

 

Bu tanıdık bir histi. Boşluk. Belirsizce, bir boşlukta olma düşüncesi. Hayat yok, nefes almak yok, ışık yok, hissedecek veya farkında olacak bir şey yok.

 

Sonra geri döndü. Oturdu, zeminde yattığını gördü. Başını salladı, gözlerini kırptı. “Ne oldu…?”

 

‘Özür dilerim, Hector… Seni yeterince hızlı diriltemedim…’

 

“N-Ne? Ben—“

 

‘Colt seni bıçakladı. Bıçak beynini deldi. Hala beynine ihtiyacın var. Seni diriltmek zorunda kaldım.’

 

Ayağa kalktı. Maskesi çıkmıştı, fakat ilk düşüncesi bu değildi. “O nereye gitti?”

 

‘Bilmiyorum. Seni diriltirken onu takip edemedim.’

 

“Lanet olsun…” Daha sonra başına dank etti, aniden gelen bir korku. Garovel ne demişti. Özür dilemişti. “Ah hayır…!” Melissa’nın odasına daldı.

 

Kız yerdeydi, başından vurulmuştu..

 

Hector sendeleyerek odadan çıktı. Gözleri genişçe açılmış, her yere bakıyordu, ancak kızın görüntüsü orada duruyordu. Tökezledi. Nefes almak bile zorlaşmıştı, sanki havanın kendisi onu boğuyordu. Gözlerini sertçe kıstı ve dişlerini gıcırdattı.

 

‘Özür dilerim, Hector.’

 

“Hay—sikeyim!” Yumruklarını öyle bir sıktı ki kanamaya başladı. “Onu kurtarmam gerekiyordu! En azından onu kurtarmam gerekiyordu! Ben--Ben--! Na-Nasıl--? Güçlüyüm! Yorulmuyorum! Öldürülemiyorum bile! Ve…! Ve diyorsun ki bunlar yine de yetmiyor?! Da-Daha ne lazım--?! Ben…! Anlamıyorum!”

 

‘Bunların hepsinden daha önemli olan şeye sahip değildik.’

 

“Ne!”

 

‘Bilgiye,’ dedi Garovel. ‘Eğer Colt’un Rofal’e çalıştığını bilseydik, olaya daha farklı yaklaşırdık. Bu bir oyundu. Melissa’yı koruma konusunu açarak diğer memurların görev duygularını test ediyordu. Ben de bunu göremedim…’

 

Hector’un yüzü yamuldu. Hıçkırarak ağlamaya başladı.

 

‘Özür dilerim…’

 

“K-kes şunu,” ağladı. “Senin… senin hatan değildi…”

 

‘Öyle ama. Bilgi için bana güveniyorsun. Lütfen kendini suçlama, Hector. Lütfen…’

 

Daha fazla ağlamaya başladı.

 

Uzun bir süre sessizlik sürdü. Kimse onları kontrol etmeye gelmedi. Kaçmamış olanlar dahi silah seslerini duyunca muhtemelen kaçmıştı. Garovel hiçbir şey söylemedi, öylece ağlamasına izin verdi. Kanlı elleri sıcaktı, titriyordu ve ellerinin içinde pütürlü bir şey olduğunu hissedebiliyordu, fakat görüşü bulanık olduğu için ne olduğunu söyleyemiyordu.

 

Gözyaşları sonunda durdu, ancak başka bir şey ilgisini çekti, tamamen beklenmedik bir şey. İkinci bir ölüm meleği duvarın içinden çıkmıştı.

 

‘Ah. Benden önce biri gelmiş,’ dedi diğer ölüm meleği. Garovel’den farklıydı. Daha yavaş ve daha tasasız konuşuyordu ve nedense dipsiz sesi farklı hissettiriyordu. O da iskelet gibi görünüyordu ama kemikleri daha zayıftı, yüzü de daha uzundu. ‘Bu iyi oldu. Tek seferde bu kadar ölü tek başıma biraz sürerdi.’

 

‘Benim adım Garovel. Seninki ne?’

 

‘Bohwanox. Tanıştığıma memnun oldum. Çocuk kim? Katil mi?’

 

‘Hayır. O benimle.’

 

‘Bu neden beni izlediğini açıklıyor.’ Bohwanox durdu ve ikisine tekrar baktı. ‘Ah. Onunla bunu durdurmaya çalıştın, değil mi?’

 

‘Lütfen, şimdi sırası değil.’

 

‘Dört ölü? İşleri daha kötü yapmadığına emin misin? Eğer sadece işleri olduğu gibi bıraksaydın kaç kişi ölürdü?’

 

‘Konuşmayı kes,’ dedi Garovel. ‘Sen ikisini al ben de diğer ikiyi alacağım.’

 

Bohwanox üç ölü memurun yanına uçtu. ‘Morg ne olacak? Genelde onun için buraya gelirim.’

 

‘Ah. Doğru.’ Garovel başını salladı. ‘Bilmiyorum. En azından orada biri daha var.’

 

‘O zaman ilk oraya gidelim. Buradakilere en azından soğuma şansı tanıyalım.’

 

‘Pekala.’

 

Bohwanox tekrardan ikisine baktı, belki de bir şeyler daha söylemeyi düşünüyordu, sonra sessizce uzaklaştı.

 

‘Hector,’ Garovel nazikçe konuştu. ‘Bu ruhları şimdi yarığa taşımam gerekiyor. Biraz sürecek. Yarına kadar dönmeyeceğim. Dinlenmelisin.’

 

Yavaşça ayağa kalktı. Dalgın dalgın Garovel’e baktı, göz yaşlarının düştüğü yere kan sıçramıştı.

 

‘Hadi ama. İlk önce seni eve bırakacağım. İstediğin kadar uyuyabilirsin, arkadaşım.’

 

Ç.N: Bu Garovel'i sevmeye başladım :)



 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47018 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr