Bölüm 23: Canan Akrabalığın…

avatar
468 1

The Zombie Knight Saga - Bölüm 23: Canan Akrabalığın…



Çevirmen: Lucius

 

Bölüm 23: Canan Akrabalığın…

 

Yolculuğun geri kalanında sessizlik devam etti. Garovel bu fırsatı dinlenmek için kullandı ve Hector’a kaybolursa onu uyandırmasını söyledi. Ancak yolun geri kalanı düz yoldu bu yüzden Hector fazla endişelenmedi.

 

Aksine, Garovel’in ailesi için takındığı bariz hor görüşü hakkında daha endişeliydi. Brighton kulelerinin ufuğa giriş yaptığını görürken bile, bu onu hala rahatsız ediyordu.

 

Hector, Garovel’i uyandırma korkusundan dolayı düşüncelerin üzerinden çok geçemedi. Ancak düşünceler sessizce zihninin içinde kök saldı. Öyle bilinçli kelimeler oluşmadı fakat hala onu rahatsız hissettiriyordu.

 

Ailesi hakkında kötü düşünmek istemiyordu. Tüm hayatı boyunca onunla ilgilenmişlerdi. Başının üzerinde bir çatı, sırtı için giysiler ve karnı için yemekler sağlamışlardı. Ona oyuncaklar, oyunlar, kitaplar, kendine ait televizyon ve bilgisayar almışlardı. Belki diğerleri için çok bir şey değildi bu ama biliyordu ki bazıları için bu çok şey demekti.

 

Ayrıca hiçbir zaman ona karşı şiddet uygulamamışlardı. Bu bile diğer ebeveynler için söylenebilecek şeylerden fazlasıydı. Böyle ebeveyne sahip çocuklar görmüştü. O çocuklar asıl zoru yaşayandı, kendisi değildi ve onların katlandığı acı kendisininkinden kat be kat fazlaydı. Kesinlikle ebeveynlerinin onunkiler gibi olmasını isterlerdi.

 

Motoru bir mezarlığa getirdi ve bir dizi ağacın gölgesi altındaki anıtın arkasına park etti. Yapının içini kontrol etti, taş duvarlar iki bölüm oluşturuyordu. Rofal’den çaldığı paranın hala burada olduğunu görünce şok oldu. Aradan iki hafta geçtikten sonra paranın birisi tarafından çalınmasını bekliyordu. Bu yerin düşündüğünden çok daha iyi bir saklama yeri olduğunu düşündü. Karanlık ve huzurluydu fakat Garovel öncesinde ona burayı seçerken yüklenmişti, sanki korkunç bir şaka yapmaya çalışıyor gibiydi. Halbuki burası gerçekten oldukça uygun bir mekandı.

 

Buradan Cedar Sokağına kadar kısa bir yürüyüş yaptı. Akşam güneşinin kehribar ışıkları altında evini tekrar gördüğünde biraz rahatlamış hissetti. Hiç yoktan, en azından buraya varabilmekten memnunluk duydu.

 

Eve girdi ve babasını karanlıkta, televizyonun karşısında tek başına otururken buldu.

 

Babası ona baktı. Adam ayağa bile kalkmadı. “Merhaba evlat.” Tamamen düz ve sade bir şekilde konuştu. “Son birkaç gündür seni pek göremedim.”

 

Hector biraz daha bekledi, dahası var mı diye merak etti, ancak babası konuşmayı bitirmişti. Aniden, Garovel’in uyanık olmamasından memnunluk duydu. “Bir iş buldum.”

 

“Oh. Bu güzel.”

 

Hector yüzünü asmamaya çalıştı. Konuşmayı bitirme isteği çok güçlüydü, belki de en akıllıca hareket buna izin vermek olurdu, fakat önceki hissettiği endişe hala içinde onu ısırıyordu. “Annem nerede?” denedi.

 

“Uyuyor. İş yerinde uzun bir gün geçirdi.”

 

“B-bir şey olmadı ya?”

 

“Eminim her zamanki gibidir. Kaprisli müşteriler falan işte.”

 

Hector’un ifadesi başka bir konu bulmak için çabalarken gerildi. Neredeyse fiziksel bir acı hissediyordu, sanki bedeni konuşmayı bitirmek istiyordu ancak beyni buna izin vermiyor gibiydi. “B-beraber… um… bir şeyler yapmak ister misiniz? Üçümüz yani.”

 

“Ne gibi?”

 

“Bilmem… belki… sinemaya gidebiliriz?”

 

Hector’a tuhaf bir bakış attı. “Arkadaşlarınla gitmeyi tercih etmez misin?”

 

“H-hayır…”

 

“Gerçekten mi? Ben senin yaşındayken ailemle hiçbir şey yapmak istemezdim.”

 

Hector’un buna nasıl cevap vereceği hakkında bir fikri yoktu. Babasının alaycı gülümsemesi de buna hiç yardımcı olmuyordu.

 

Adam omzunu silkti ve televizyona geri döndü. “Annenin bu konu hakkındaki fikirlerine bir bakacağım.”

 

“Tamam…” Bununla beraber konuşma iyi sonlanmış gibi görünüyordu, gerçekten de hayallerinin ötesindeydi. Vazgeçti ve odasına geçti.

 

Tekrardan demir yaratmaya çalışmaya karar vermeden önce biraz yatağında uzandı. Çok geçmeden Garovel’in uyandığını hissetti.

 

‘Ah.’ Ölüm meleği kendini Hector’dan ayırırken konuştu. ‘Çoktan gelmişiz bile.’

 

“Evet. Ayrıca biraz daha iyi görünüyorsun.”

 

‘Daha iyi hissediyorum. Görüyorum ki çoktan çalışmaya başlamışsın.’

 

“Evet… peki, ah… Brighton’a geri döndük, fakat… şimdi ne yapıyoruz?”

 

‘Roman’ın notunda yazdığına göre Atreya savaşa girene kadar birkaç ayımız var. Yani. Müttefiklerimiz Sescoria’yı geri almak için dönene kadar yapılacak tek mantıklı hareket senin demir yeteneğini arttırmaya odaklanmak.’

 

“Fesih ve Geoffrey’i Öylece kendi başlarına mı bırakacağız? İnsanlar katledilecek ama…”

 

‘Başka yolu mu var? Aceleyle onları kendi başımıza durdurmaya çalışırsak, ölürüz ve insanları koruyabilecek kimse kalmaz.’

 

“Sanırım öyle…”

 

‘Fakat bir bakıma haklısın. Burada öylece oturup zaferi kazanmak için senin meditasyon yapmanı sağlamak yetmez. Bu böyle olmayacak. Meditasyon istikrarlı gelişim için iyidir ancak yeterince hızlı değil. Bir şansımız olmasını istiyorsak seni daha fazla zorlamalıyız.’

 

“Peki bunu nasıl yapacağız?”

 

‘Çok basit.’ dedi Garovel. ‘Kendimize sorun arayacağız.’

 

-+-+-+-+-

 

Geoffrey’in Rofal Malikanesi’ne dönüşü kesinlikle sessizdi. Desmond onun Sescoria’da kalmasını istemişti ancak Geoffrey aile işini sürdürmek için Brighton’a dönmesi gerektiğini düşündü. Ancak ne hayal kırıklığıydı ki, kimse onu karşılamak için burada değildi. Son birkaç gün boyunca tüm ev kendisine kalmıştı.

 

Bu yüzden bunu düzeltti.

 

Onlarca canlı kukla koridorlarda dolaştı. Bunu bir oyuna çevirdi, ofisinden hepsini kontrol ederken, onların gözlerinden baktı, zihinden zihine geçti ve birbirleriyle değişik etkileşimler kurararak gerçek bir oyun oynadı. Bazen huzurluyken, çoğu zaman değildi.

 

Telefonun çalmasını beklerken bu onu eğlendirdi, fakat daha sonra kuklalarından biri ön girişten kontrolü altında olmayan birinin geldiğini gördüğünde hoş bir sürpriz yaşadı.

 

Yabancı yüzü kırışmış, saçları ağarmış yaşlı bir erkekti fakat parlak gözleri ve kocaman bir gülümsemesi vardı. Yanında bir de ölüm meleği vardı.

 

Geoffrey anında insan kuklalarını unuttu ve onları karşılamaya gitti.

“Merhaba ve hoşgeldiniz!” Geoffrey mutlu bir şekilde konuştu. “Sizi buraya neyin getirdiğini sorabilir miyim?”

 

Yaşlı adam hevesle ona baktı. “Böö!” ellerini önünde sallarken konuştu.

 

Geoffrey gözlerini kırptı, ardından vücudunu hareket ettiremediğini fark etti. Kurtulmak için çabaladı ancak görünmez bir güç onu sımsıkı tutuyordu.

 

Yaşlı adam güldü. “Şaka yaptım!” Onu serbest bıraktı ve Geoffrey bir adım geri çekildi.

 

‘Üzgünüm.’ ölüm meleği konuştu. ‘Sadece seni gördüğüne çok heyecanlandı. Sen Geoffrey Rofal’sın değil mi?’

 

“Evet. Siz kimsiniz?”

 

‘Benim adım Feromas ve bu da Damian Rofal. Senin büyükbaban.’

 

Geoffrey gözlerini kırptı. Ardından birkaç kez daha bunu tekrarladı.

 

“Nasılsın Torun! İşler nasıl gidiyor?! Görünüşe bakılırsa o kadar da iyi değil! Aha! Tüm astlarını öldürdün mü?! Bu yaptığın pek akıllı bir şey değil, seni küçük haylaz!”

 

“Sen gerçekten de benim büyükbabam mısın?”

 

“Kesinlikle!”

 

‘Umarım Joseph’in cenazesine katılmadığımız için bizi affedersin. Aile artık Damian’a hiçbir şey söylemiyor. Onların dedikleri şeyleri anlamadığını düşünüyorlar.’

 

“Benim deli olduğumu düşünüyorlar! Aha!”

 

‘Bunun bir kısmı doğru.’

 

“Kapa çeneni Feromas! Zehir gibi zekam var benim!”

 

Ölüm meleği Geoffrey’e baktı. ‘İşleri yürütme konusunda biraz yardıma ihtiyacın olacağını düşündük. Ailede senden ödü kopmayan istekli bir çalışan yok ve Damian da son zamanlarda huzursuzdu zaten.’

 

“Tırtıl gibiyim!”

 

‘Ah, onu tekrar kaybettik. Önümüzdeki yirmi dakika boyunca söylediklerine aldırma.’

 

“Bir sihir numarası görmek ister misin genç adam?! Bana on tavşan, on şapka ve bir pala getir!”

 

Geoffrey gülümsedi. “Tarzını sevdim Büyükbaba.”

 

Damian tuhaf bir bakışla karşılık verdi. “Ben de senin tarzını seviyorum Büyükanne. Kaşların hatırladığımdan daha sivriler.”

 

‘Ciddiyim. Ona aldırma. Lütfen.’

 

Damian Feromas’a baktı. “Peki kimi öldürmemi istiyorsun?”

 

‘Şu anda kimseyi Damian. Lütfen sadece biraz rahatla.’

 

“Tamam, Patron. Patron olan sensin, Patron.” Ardından ölüm meleğinin yanında kalas bir odun gibi durdu.

 

“Onun gerçekten aile işini yürütmesini istiyor musun?” dedi Geoffrey. “Bunu yapabilecek kapasitesi var mı?”

 

‘Lütfen bana böyle zor sorular sorma. Yardımımızı istiyor musun, istemiyor musun?’

 

Geoffrey ağzını büktü, bir an düşündükten sonra omuz silkti. “Tamam, tabii ki. Ancak herkes çoktan kaçtı, bu yüzden ne yapmayı planladığınızdan emin değilim.”

 

Feromas uzun bir süre ona baktı, ardından kocaman bir iç çekti.

 

“Sorun değil!” dedi Damian. “Her türlü harika insanı tanıyorum ben!”

 

“Aklı tekrardan başına geldi mi?”

 

‘Emin değilim…’

 

“Diş Perisi gibi!”

 

‘Ah, yine gitti.’

 

“Bir diş-kalesi inşa edeceğiz! Kimse içeri giremeyecek! Tabii ki biz istemedikçe. Bir diş-asma köprüsüne de ihtiyacımız olacak. Belki biraz da diş-atları.”

 

Geoffrey bir kaşını kaldırdı. “Tam olarak ne kadar sıklıkla bu duruma giriyor?”

 

‘Günde bir iki kez belki. Değişebiliyor.’

 

Birden Geoffrey telefonun çaldığını duydu. Hızla ofisine gidip telefonu açtı. “Alo? Desmond?”

 

<”Selam, Geoffrey. Hoşuna gidebilecek bazı bilgiler aldım. Batıdaki küçük bir kasabada, bir adamın iki bebekle dolaştığı konusunda rapor aldık.”>

 

“Harika!”

 

<”Kasabanın adı Battonburg. Bilgi biraz eski bu yüzden artık orada değildir, ancak orayı bir ziyaret edersen bir ipucu bulabilirsin.”>

 

“Teşekkür ederim, Desmond! Tam olarak bunu yapacağım.”

 

<”İyi eğlenceler. Eğer daha fazla yardıma ihtiyacın olursa ara beni, tamam mı?”>

 

 

“Elbette. Çok naziksin.” Telefonu kapattı ve Feromas ile Damian’a baktı. “Tamam. Benim gitmem lazım. Um. Diş-kalesi ya da her neyse onu inşa etmede iyi eğlenceler size.”

 

“Tamamdır!”

 

‘Hey, dur bir dakika.’ dedi Feromas. ‘Bize soracak soruların yok mu?’

 

Geoffrey duraksadı. “Mm, pek sayılmaz.”

 

‘Fakat… benim ne olduğum hakkında meraklı değil misin? Ya da neden diğer insanlardan farklısın bunu merak etmiyor musun?’

 

“Bunları zaten biliyorum. Sen bir ölüm meleğisin ve ben de bir sapkınım.”

 

Feromas kaşlarını çattı. ‘Bunları nereden biliyorsun?’

 

“Fesih’teki bazı insanlarla tanıştım ve onlar…”

 

Damian bir adım geri attı. “Fesih burada Atreya’da mı? Ah, birkaç hafta önceki Sescoria’daki saldırının arkasında onlar mı vardı?”

 

“Evet. Ben onlarla beraberdim. Çok eğlenceliydi.” Geoffrey başını eğdi. “Ancak sanırım neden yalnızca şimdi beni görmeye geldiğini merak ediyorum. Tüm zaman boyunca benim sapkın olduğumu biliyorsan neden küçükken bana anlatmadın?”

 

Feromas başını salladı. ‘Bu puştun yüzünden. Benim haberim olmadan seni yarattı, daha sonra da seni tamamen unuttu. Birkaç gün önce halan bizi ziyaret edip Joseph’in ölümü hakkında bilgi verirken senin de adın geçene kadar da öyle kalacaktı.’

 

“Derken aniden hatırladım!” dedi Damian. “Annen nasıl bu arada? Onu yıllardır görmedim.”

 

“Ben de öyle.” dedi Geoffrey. “Fakat bir dakika. Beni yarattın mı? Nasıl?”

 

“Oh, Fesih’teki arkadaşların sana anlatmadılar mı?” dedi Damian. “Çok tatlı bir işlem. İlk olarak, bir ölüm meleği yakalaman lazım ve bir hizmetkarı kendine bağlamadığına emin olmalısın, yoksa bu sadece işleri karmaşıklaştırır. Daha sonra, bir adam ve bir kadına ihtiyacın var ve ikisinin de ölüm meleklerinin genetik özelliğine sahip olması lazım. Ardından, kadın hamile kaldıktan sonra bir ruh-nakli gerçekleştirirsin, doğan çocuğun ruhunu yakaladığın ölüm meleğinin ruhuyla değiştirirsin. Her şey iyi giderse, işin sonucundaki ruh yeni bir bilinç ve yeni bir vücutla doğmuş olacak ve sen de harika bir sapkın bebekle ödüllendirilmiş olacaksın.”

 

Geoffrey bir kaşını kaldırdı. “Ölüm meleklerinin genetik özelliği mi?”

 

‘Bizi ölümden sonra hayatta tutan özellik.’ dedi Feromas.

 

“Evet. Bu özellik resesif bir gen ve bu günlerde aşırı derece nadir.” dedi Damian. “Neyse ki, kendim bir taşıyıcım, annen de buna dahil. Asıl numara kendisi gibi bir taşıyıcıdan çocuk peydahlamasını sağlamaktı. Biliyorsun ki annen oldukça başına dik birisi ve aşk için evleneceği konusunda kararlıydı. Doğru adama aşık olsun diye olayları kapsamlı bir şekilde düzenlemek zorunda kaldım.”

 

‘Yaptığın bu muydu? Neden bana bundan hiç bahsetmedin? Sadece piçliğine ilişkilerini sabote ediyorsun sandım.’

 

“Seni şaşırtmak istedim!” Damian sırıtarak konuştu.

 

Feromas tekrar iç geçirdi. “Elbette. Bir anlığına senin aptalın teki olduğunu unutturdun bana.’

 

“Ha.” dedi Geoffrey. “Yani, eğer annem üzerinde ruh nakli gerçekleştirmemiş olsaydın, ben normal bir insan bebeği olarak mı doğacaktım?”

 

“Öyle görünüyor evet. Fakat ebeveynlerin gibi sadece ölüm meleği geninin taşıyıcısı olmazdın. Bu aslında senin içinde tezahür ederdi. Bu yüzden öldüğünde, Feromas gibi bir ölüm meleği olurdun.”

 

“Oh!”

 

“Ne yazık ki, sadece genin taşıyıcısı olan iki ebeveynle başarı oranı yaklaşık yüzde-beş. Eğer çocuk da yalnızca taşıyıcı olursa, nakil işlemi deneği öldürür. Aksi durumda birkaç abin ve ablan olabilirdi.”

‘Seni asla ziyarete gelmemesine şaşmamalı.’

 

“Hmm.” dedi Geoffrey. “Ne düşüneceğimden emin değilim. Ölüm meleği olmak bir sapkın olmaktan daha mı eğlenceli?”

 

‘Sanmam. Can sıkıntısı çoğumuz için gerçek bir sorundur.’

 

“O zaman sana teşekkür etmeliyim, Büyükbaba.”

 

“Bir şey değil.”

 

‘Bu arada, ben Damian’ın büyük büyükbabasıyım. Yani genlerin için bana da teşekkür etmelisin.’

 

“Anlıyorum! İkinize de teşekkür ederim öyleyse!”

 


 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr