Bölüm 131: Mutluluk İşte Bu

avatar
10039 33

True Martial World - Bölüm 131: Mutluluk İşte Bu


 

Çeviri: bebebiskuvisi Düzenleme: bezald35


“Sen...Sen…” Yi Yun’un küstah sözlerini duyan delikanlı öfkeyle konuştu: “Bunlar Jin Long Wei tarafından verilmiş yiyecekler, nasıl yapabilirsin...nasıl yapabilirsin…”


Delikanlı sözlerini bitirmeden Yi Yun gülmeye başlamıştı bile.


Sun Jingrui de ona eşlik ediyordu.


Jin Long Wei’nin birkaç savaşçısı da onlara katıldı. Acımasızca alay ediyorlardı.


“Bu çocuğun salaklığı ne tatlıymış öyle.” dedi Sun Jingrui gülerken.


Ç.N.:Zalımlar resmen. :) Ben de güldüm ama utandım sonra. :D


Çocuk olanlar karşısında sersemledi; sonunda ne kadar saçma laflar etmiş olduğunu anladı.


Yi Yun kahkahalarını bastırıp soğukça, “Yemek istiyorsun elbet. Önce kız kardeşimin evine attığınız gübrelerden biraz yiyin, sonra size bir şeyler veririm.” dedi.


Diğer çocuklara inek gübresi atmalarında önderlik eden çocuğun ifadesi değişti. “Eviniz çoktan yanıp kül oldu. İnek gübreleri...gübreler de tamamen yandı!” dedi bir çocuk.


Yi Yun merakla konuşan çocuğa baktı. “Köyde yığınla bok var, rahatça bulabilirsiniz.”


“Sen...Sen…” Çocuk dişlerini sıktı. Yi Yun’un bugün onları canlarından bezdireceğini fark etti.


Yemek vermeyi hiç düşünmemişti ve insanların önünde de dalga geçmişti!


Kinle doluydu ve Yi Yun’a bakan gözlerinde öfkeden başka bir şey yoktu.


Yi Yun’un rakibi olamayacağını bildiğinden Yi Yun’a beddualar etti, anasına bacısına sövdü.


Yi Yun kaşlarını çatsa da sessizliğini sürdürdü ama Liu Tie öne atıldı.


“Siktiğimin küçük orospu çocuğu, neye bakıyorsun lan öyle? Gözlerini oyarım senin!” Liu Tie, yüzü şişene dek çocuğun suratını yumrukladı. Daha sonra saçlarından tutup bir yumruk daha attı ve çocuğun burnunun kanamasına neden oldu.


Liu Tie acımasızdı. Bu çocuk Tao Yunxiao’dan birazcık daha büyüktü ama Liu Tie merhamet göstermedi. Köylüler erkenden evlendiğinden onun gibi on beş yaşında bir çocuk da bir iki yıla evlenme çağına girecekti.


Liu Tie durmak bilmeden çocuğa saldırdı, onun da ailesinin de ızdırap içinde feryat figan etmelerine neden oldu.Çocuğun büyük babası olan kıdemli, mosmor olmuş hâlde izledi ama Liu Tie’yi durdurmaya cesaret edemedi.


Kabadayılık yapma niyetinde olanlar eninde sonunda dayağı da yerdi. Bir zamanlar o çocuk zorbaydı. Bir grup yalakaya liderlik edip millete üstünlük taslar, ona karşı koyanlara grubuyla beraber dayak atardı. Pek çok kız ciddi bir biçimde yaralansa bile sığınacak kimseyi bulamamıştı.


Yi Yun tüm bunları görmezden geldi. Birkaç yardımcıya sahip olmanın o kadar da kötü bir şey olmadığını düşündü.


Pek çok konunun halledildiğini gören Yi Yun bineğine atladı. Liu Tie’ye, “Yiyeceklere göz kulak ol. Bir saate geri dönerim, geri döndüğümde dağıtırım!” dedi.


Bunu duyan Liu Tie heyecanlandı. Bu, Yi Yun’un ona vermiş olduğu ilk emirdi!


Bazı zamanlar insanlar ucuz olurdu. Köle olmak için boğuşurlardı. Liu Tie de böyle bir insandı, görevini tamamlayacağının garantisi olarak bir an bile beklemeden avuç içiyle göğsüne vurdu.


Yi Yun, Sun Jingrui’ye veda etti ve bineğini koşturmaya başladı.


Hedefi dağ sırtıydı. Jiang Xiaorou’yu bulacaktı!


Yi Yun nedensiz bir şekilde oraya doğru giderken kendini huzursuz hissetti. Bu huzursuzluk duygusu kaşlarını çatmasına neden oldu…


Dizginleri tuttu ve hızını arttırdı!


Dev hayvan bir toz fırtınası kopardı ve Lian kabilesinin dağ sırtına doğru dört nala ilerlerdi!


Yi Yun’un ayrılışını izleyen insanlar karışık duygular içerisindeydi. Yi Yun ile dalga geçenler ve Jiang Xiaorou’ya eziyet çektirenler yoğun bir endişe içindeydiler ve endişeleri yüzlerine yansıyordu.


Yi Yun’un bunları hatırlamayacağını ummuşlardı ama Yi Yun’un yapılan her şeyi hatırladığı açıktı.


Jin Long Wei tarafından yapılan gıda nakliyatı Lian kabilesini bu zor durumdan kurtarmakla kalmamış, ayrıca Yi Yun tarafından minnet borcunu ve intikamını ödeme yolu olarak da kullanılmıştı.



Lian kabilesi, dağ sırtı…


Dağda hava köye göre daha soğuktu. Derin ve hızlı akan Doğu Nehri dışında tüm dağ pınarları donmuştu.


Dökülmüş yapraklar olduğu gibi, mavi göğe uzanan uzun, yaşlı ve yaprak dökmeyen ağaçlar da vardı.


Yaprak dökmeyen ve yapraklarından dolayı yukarısı görünmeyen bir ağacın üzerinde küçük, gösterişsiz bir ağaç ev vardı. Dışarıda soğuk rüzgarlar esse de ağaç evin içi epey sıcaktı. Bunun nedeni sürekli sıcak bir ateş enerjisi yayan Chi Lin metruk kemiğiydi.


Ağaç evin içinde on beş yaşında bir kız çıplak ayaklarıyla pencere kenarında oturuyordu. Küçük elleri çenesine dayanmış vaziyette dışarıya bakarken…


Bugün, on altıncı gündü…


Yi Yun’un ayrılışının on altıncı günü! O günden beri günleri saymaktaydı! Yi Yun’un ne yaptığını bilmiyor, onun için endişeleniyordu.


Yapacak pek işi de yoktu. Yi Yun dışarı çıkmamasını tembihlediğinden zamanının çoğunu ağaç evde geçiriyordu. Bir çeşit hayvanla veya bir savaşçı hazırlama kampı üyesiyle karşılaşırsa kendini tehlikeli bir durumun içinde bulabilirdi.


Jiang Xiaorou bu sebeple günlerini pencere kenarında, dışarıyı izlemekle geçirmekteydi.


Ağaç evin küçük penceresinden sadece küçük bir parçası görünen gökyüzüne baktı. Yüzlerce yıllık ağaçlara ve ezelden beri değişmemiş kayalara baktı.


Jiang Xiaorou her gün her sabah büyük bir kayanın üzerinde oluşan kırağıyı, her öğlen kayanın üzerindeki kırağının buharlaşmasını ve her akşam ayışığı altındaki kayanın görüntüsünü izliyordu…


Sadece bekleyebilirdi ve bekledi de.


Her gün pencere kenarına yalnız başına oturuyor, endişeyle bekliyordu. Bazı zamanlar korkuyla yataktan sıçramasına neden olan kabuslar görüyordu.


Öğlen…


Nadir ve sıcak bir kış güneşi, ağaçlar arasındaki boşluklardan Jiang Xiaorou’nun yüzüne vurdu.


Güneş ışınları altında, Jiang Xiaorou’nun ipeksi saçları soluk bir altın ışıkla parladı.


Aniden hafif bir ses duyuldu. Bir sincap oraya gelmiş ve pencere kenarında durmuştu.


Kürklü sincabı gören Jiang Xiaorou, o nadir gülümsemelerinden birini sergiledi.


Şans eseri karşılaşmış olduğu küçük bir arkadaştı o. Aşırı avlanma nedeniyle Lian kabilesi dağlarında çok az hayvan vardı.


Jiang Xiaorou bu küçük arkadaşının varlığıyla yalnızlığının üstesinden gelebildi. Bu ufaklığı tahıllarla ve mısırla besledi. Bu yüzden de ufaklık sık sık yemek için geri geldi.


Jiang Xiaorou pencere kenarına biraz mısır serpip ufaklığın onları yemesini izlerken nilüfer gibi kollarıyla narin bacaklarını sarmaladı.


Ufaklık hızlıca mısırları yedi. Hızla yanaklarını doldururken etraftaki tehlikelere karşı tetikte olmayı da bırakmadı. Ara sıra etrafa bakınmak için başını kaldırıyordu.


Sevimli arkadaşını izleyen Jiang Xiaorou bir parça rahatlama hissetti.


“Yun’er’in seçmeleri bitmiş olmalı.”


Pencereden dışarı bakarken iç çekti. “Nasıl sonuçlar aldı acaba... Son zamanlarda çok güçlenmiş olabilir ama Krallık Seçmeleri’ne katılan bir sürü uzman vardır. Tao kabilesinin yakınlarında bir düzine kabile var. Hiçbiri de Lian kabilesinden küçük değil...Hem Tao kabilesi de devasa…”


Yi Yun için endişeliydi. Yi Yun’un seçmeleri geçeceğine ve söz verdiği gibi kendisine prensesler gibi bakacağına pek inanmıyordu.


Lian Chengyu’nun, Jin Long Wei üyesi olma şansının %80-90 civarı olduğunu biliyordu. Ve Yi Yun, Jin Long Wei üyesi olamazsa Jin Long Wei’nin desteğinden mahrum kalır ve Lian Chengyu ile karşılaşmak zorunda kalabilirdi!


Böyle olursa, Yi Yun büyük bir tehlike içinde kalırdı.


Bunu düşündüğü her seferinde endişelenmekten kendini alamıyordu.


Jiang Xiaorou engin yabanda büyümüş olsa da bir tanrıya inanmıyordu. Ama on gün geçtikten sonra onun gibi bir ateist bile bir mucize için dua etmeye, Yi Yun için dua etmeye, Yi Yun’un seçmeleri geçmesi için dua etmeye başlamıştı.


Böyle günleri atlatabilmek kolay değildi.


Jiang Xiaorou kendi düşünceleri içine gömülmeye başladığında bir parça mısır çiğneyen afacan, pençelerinin arasındaki favori yiyeceğini yere düşürdü. Ayağa kalktı ve etrafa göz gezdirdi. Çiğnemeyi bıraksa da yanakları hâlâ doluydu. Ama küçük siyah gözleri tamamen tetikteydi.


Jiang Xiaorou meraka kapıldı. Ne oldu?


Dikkatle dinleyince uzaktan gelen, devasa bir hayvan dağlarda koşturuyormuş gibi bir gürültü duydu.


Sincap korktu ve hemen jiang Xiaorou’nun arkasına saklandı. Şu son birkaç günde bu ufak sincap Jiang Xiaorou’ya güvenmeye başlamıştı.


Jiang Xiaorou ayağa kalktı. Devasa hayvan yakınlaşıyormuş gibi ses gittikçe artmaya başlamıştı.


“Olabilir mi…” Jiang Xiaorou pencere kenarına koştu ve dışarıya baktı. Yıkılacakmışçasına sallanan birkaç ağaç görebiliyordu. Yakınlarda büyük bir hayvan olduğu kesindi.


Jiang Xiaorou nefesini tuttu.


Yaklaşık on saniye sonra sonunda önündeki ağaçların arasından kendisine doğru gelen iki kat yüksekliğinde devasa bir hayvan gördü.


Dev hayvanın geniş omuzlarında oturan görkemli genci görebiliyordu. Bu sık ağaçlar arasında, genç bir yıldız gibiydi, son derece şıktı! Bu genç ama olağanüstü olan yüz, Jiang Xiaorou’ya tanıdık geliyordu.


“Yun...Yun’er?” Jiang Xiaorou önündeki gencin Yi Yun olduğuna inanamadı!


“Xiaorou Abla!” Yi Yun o kadar zamandan sonra Jiang Xiaorou’yu tekrar görünce duygulandı. Onu sağ salim görünce inanılmaz mutlu oldu. Jiang Xiaorou’nun başına bir bela gelmesinden gerçekten korkmuştu.


Dünyanın en büyük acısı, mutlak başarıyı elde etmek ama bunu paylaşacak kimseyi bulamamaktı.


Bu, yalnızlığın en uç boyutuydu.


Bu dünyada Yi Yun’un tek akrabası Jiang Xiaorou idi. Başarısını ve sevincini sadece onunla paylaşabilirdi.


Yi Yun, Jiang Xiaorou’nun onu bir Krallık Şövalyesi olarak gördükten sonra yüksek bir asil ve hatta bir aziz olarak görebilmesini de istiyordu!


Yi Yun, bineğini buraya doğru sürerken nedensiz bir şekilde huzursuz hissetmişti. Jiang Xiaorou’nun başına bir şey gelmesinden endişelenmişti. Ama onu gördüğünde endişesi hafiflemedi.


O belirsiz his hâlâ kaybolmamıştı.


Kolayca ağaç eve sıçrayarak ağacın ileri geri sallanmasına neden oldu. Tek bir kelime bile etmeden sıkı sıkı Jiang Xiaorou’ya sarıldı.


Onu bıraktığı an Jiang Xiaorou kaybolacakmış gibi hissediyordu.


“Xiaorou Abla, geri döndüm!” Yi Yun boğuluyormuş gibi hissetti, neden bu duyguyu hissettiğini bilmiyordu.


Bu duygu neyden kaynaklanıyor olursa olsun hayatının geri kalanı boyunca Jiang Xiaorou’yu koruyacağına yemin etti.


Yi Yun’un kucaklaması altında Jiang Xiaorou’nun gözleri yaşarmıştı bile. “Yun’er geri dönmen çok iyi. Geri dönmen çok iyi…”

 

Yi Yun ona sarıldığında Jiang Xiaorou’nun kalbi mutlulukla doldu. 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44329 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr