Bölüm 350: Ayrılış

avatar
10055 24

True Martial World - Bölüm 350: Ayrılış


 

Çeviri: bebebiskuvisi Düzenleme: Fullbringer

 


Cang Yan, Luo Huo’er’in inanılmaz bir oluşumdan geldiğinden emindi. Ve Luo Huo’er, aşiretinde çok önemli bir yere sahipmiş gibi görünüyordu.


Bu koşullar altında, aşiretinin Luo Huo’er’i Tai Ah Kutsal Şehri’nde yalnız ve korumasız bırakması pek mümkün değildi.


Muhtemelen Luo Huo’er’in hayatını kurtarabilecek bazı yöntemlere sahiptiler. Ve bu yöntemler ‘Çoban’a rakip olamayacaksa, normal koşullar altında, Luo Huo’er birkaç ay önceden aşiretini haberdar ederek korunma talep etmiş olmalıydı.


Tai Ah Kutsal Krallığı şimdi akıntıya kapılmış gibiydi ve varlığını devam ettirebilecekse, her yılana tutunmaya razıydı.


Tai Ah Kutsal Şehri’ni kurtarmak için Luo Huo’er’e bel bağlamak pek bir umut vaat etmese de, umudu tamamen yitirmekten iyiydi.


Jian Ge gibi Tai Ah Kutsal Şehri bilgeleri bunu gururlarına yediremeyeceklerinden Luo Huo’er ile bu meseleyi konuşmak oldukça zordu. Bu görevin, manda suratlı Cang Yan’a verilmesinin sebebi de buydu.


“Aşiret mi? Ne aşireti?” Luo Huo’er bu konuda hiçbir şey bilmiyormuş gibi gözlerini devirdi.


Yi Yun da yürüyüşünü durdurdu. Arkasını dönüp Cang Yan ile Luo Huo’er’e baktı. Cang Yan’ın, Luo Huo’er’in hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmasını beklediği açıktı. Kuru kuru öksürdü ve ellerini ovuşturdu. “Luo Hanım, ihtiyaç zamanında sana gelmiş yaşlı bir adama şaka yapmayın. Tai Ah Kutsal Şehri’nde yaşayan sayısız adamın hayatı üzerine kumar oynuyoruz. Başka bir seçeneğimiz olsaydı, bu yaşlı adam sana bunları söylemek için yaşlı yüzünü eğmezdi…”


“Hayat değerlidir. Biz yaşlı adamlar, yaşanacak pek zamanımız kalmayan bu hayatlarımızı versek sorun olmaz. Ama arkamızda trilyonlarca vatandaş var. Yeni evlenen çiftler, yeni doğan çocuklar…”


“Bu hayatların, hayvan sürüsü tarafından yok edildiğini görmek istediğini sanmıyorum. Bu olursa, ne kadar büyük bir insanlık trajedisi olacağını…” Cang Yan ciddiyetle söylediği sözlerini yarıda kesti.


Kulak misafiri olan Yi Yun da, Cang Yan’ın konuşmasının oldukça iyi olduğunu kabul etti. Luo Huo’er artık arkasını dönüp giderse kalpsiz biri olurdu.


Üstelik...Tai Ah Kutsal Şehri’nin ışınlanma düzenini etkinleştirmek ve kontrol etmek için iki yasa uygulayıcısı gerekiyordu. Luo Huo’er hiçbir şey demeden ayrılmaya çalışırsa, muhtemelen Cang Yan gitmesine izin vermezdi.


Luo Huo’er Tai Ah Kutsal Şehri’nden kaçarsa, o zaman aşiretinin burayla ilgilenmesi için bir sebep kalmazdı.


Bunları Luo Huo’er de anladı. Dudaklarını ısırdı ve konuştu. “Kıdemli Cang Yan, size yardım etmek istemediğimden değil...ben yardım edemem. Tahminleriniz doğru, ben çok büyük bir oluşumdan geliyorum. Ama yakınlarımda beni koruyan bir uzman olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz…”


“Sizce neden arkamda bu kadar büyük bir oluşum varken Tai Ah Kutsal Krallığı gibi bir yere geldim?” Luo Huo’er soruyla karşılık verdi. Yi Yun da meraklandı.


“Aslında...bir sığınmacı olarak geldim. Aşiretim savaşın ortasında, geleceği belirsiz durumda. Bu yüzden son birkaç yıldır, aşiretim, genç nesillerini aşiret yok olursa soyumuz da yok olmasın diye dünyanın dört bir yanındaki aşiretimize bağlı kollara gönderdi.”


“Tai Ah Kutsal Krallığı’nda da ailemin bir kolu var, bu yüzden...buraya gönderildim. Aşiretim en iyi durumda olsaydı, eğitimdeyken bile beni koruyan uzmanlar olabilirdi! Ama şimdi...sizin için kullanışlı biri değilim! Ailemin Tai Ah Kutsal Krallığı’ndaki kolu ise, kendilerini açığa çıkarmaya karar verseler bile, muhtemelen böyle bir hayvan sürüsüyle baş çıkamazlar…”


Cang Yan, Luo Huo’er’in söylediklerini dinledikten sonra afalladı.


Otuz saniye kadar öylece bekledikten sonra iç geçirdi, daha da yaşlanmış gibi görünüyordu.


“Demek öyle...Madem durum böyle, öyleyse Gökler, Tai Ah’ın yıkılmasını istiyor olmalı…” Cang Yan başını salladı. Luo Huo’er’den yana pek umutlu olmasa da, onun gerçekten de yardımcı olamayacağını görünce kalbine bir ağırlık çöreklendi.


Cang Yan, Tai Ah Kutsal Şehri düşerse Kutsal Krallık’a ne olacağını düşünmeye cesaret edemiyordu. Muhteşem Kraliyet Şehri ile o canlı şehirlerdeki tüm insanlar yok olacak, o topraklar, Kutsal Yaban’ın bir parçası hâline gelecekti.


Bu düşünce kalbinin sızlamasına neden oldu.


“Ayrıl buradan.” Cang Yan elini sallayarak zorla durdurduğu Luo Huo’er’in de şehirden ayrılmasını istedi.


Luo Huo’er dudaklarını ısırdı ve garip bir şekilde hüzün hissetti. Bu konunun onunla hiçbir ilgisi olmasa da kendini sorumlu hissediyordu.


Luo Huo’er biraz düşündükten sonra bir şeye karar vermiş gibi göründü. Boyutlar arası yüzüğünden bir yeşim parşömen çıkardı ve Cang Yan’a verdi.


“Kıdemli Cang Yan, bunu bana babam vermişti. Tehlike içindeyken hayatımı kurtarabilecek bir düzen olduğunu söylemişti. Bunu alın! Şimdi Tai Ah Kutsal Krallığı tehlike altında ve ben ayrılıyorum, aşiretimin buradaki dalı büyük ihtimalle beni götürecektir…”


Luo Huo’er’in aşireti, aslında Tai Ah Kutsal Krallığı’nda geçici konuktu. Bir ağaçta dinlenen bir göçmen kuştu.


Ağaç devrilirken kuşun ağacı desteklemesi imkansızdı, tek yapabileceği uçup gitmekti.


Yi Yun, ışınlanma düzeni parlarken ayrılmaktan dolayı kalbinin sızladığını hissetti.


Tai Ah Kutsal Şehri’ne ne olacağını bilmiyordu. Jiang Ge, Cang Yan, Şehir Lordu ve geride kalanların kaderlerinin ne olacağını bilmiyordu!


Yi Yun, Tai Ah Kutsal Krallığı’na geri dönüyor olsa da Tai Ah Kutsal Şehri düşerse orası güvenli olacak mıydı ki?


Yi Yun mevcut gücünün, birçok krallığı silip süpürecek devasa hayvan sürüsünün karşısında, devasa bir tsunaminin içindeki küçük bir kabarcık olduğunu biliyordu. Çaresiz değildi ama her an yok olabilirdi.


Görünüş oydu ki...seçeneği yoktu…


Yi Yun ve Luo Huo’er, birlikte ışınlanma düzenine girdiler. Diğer tarafta bir hava gemisi bekliyordu. Genç elitlerin çoğu hava aracına binmiş, Tai Ah Kutsal Krallığı’na hareket etmeyi bekliyordu.


Yi Yun, Yao Dao, Yang Qian ve diğerlerini gördü.


Atmosfer o kadar gergindi ki, kimse bir şey söylemedi.


Luo Huo’er bir köşede şaşkınlık içinde oturuyordu. Kendi düşüncelerinde kaybolmuş gibi görünüyordu.


Yi Yun, Luo Huo’er’in yanına otururken hafifçe iç geçirdi.


Araç havalanırken sarsıldı ve hava aracının her sarsılışında Luo Huo’er’in bedeni de sarsıldı.


“Yi Yun...sence neden...savaşlar var?” Luo Huo’er hareket hâlindeyken ansızın kısık sesle sordu. Kafası karışmış bir ifadeyle pencereden Kutsal Yaban’a bakıyordu.


Savaşlar olmasaydı aşireti onu terk etmezdi. Savaşlar olmasaydı insanlar ölmezdi.


Yi Yun bir süre suskun kaldıktan sonra cevap verdi. “İnsanların savaşması, hayvanların yemek için kavga etmeleri gibi. Her zaman trajik olacaktır. Belki de gerçek barış diye bir şey asla var olmayacaktır. Bunun nedeni de, yaşamın bu dünyada var olabilmesi için sürekli olarak yiyecek için avlanmak zorunda olması. Hayatın devam edebilmesi için ölüm olmak zorunda. Bu, Semavi Dao’dur!”


“Ya avcı oluruz ya da av. Bu döngüden kaçmanın yolu yok. Ölsek bile cesetlerimiz ya başkasının yemeği olacak ya da toprak için besin...döngü devam edecek...Muhtemelen hayat bu demek!” Yi Yun iç çekti ama Luo Huo’er bu sözleri duyunca şaşırdı. Az önce kendi kendine konuşmuştu, Yi Yun’un böyle bir cevap vermesini hiç beklememişti.


Ve Yi Yun gibi on dört yaşında bir gencin böyle şeyler söyleyebileceğini hiç düşünmemişti.


“Bunlar önemli değil yine de.” Yi Yun omuz silkerek devam etti. “Bunlar yerine, yaşamaya nasıl devam edebileceğimizi düşünmek zorundayız!”


“Yaşamaya devam etmek mi?” Luo Huo’er dudaklarını büzdü. “Ben...ayrılmalıyım...aslında...seni de yanımda götürmek için aşiretimle konuşabilirim…”


Luo Huo’er’in, Tai Ah Kutsal Şehri’nde alık Dong’er dışında hiç arkadaşı yoktu.


Luo Huo’er başta Yi Yun’dan zerre hoşlanmıyordu ama ölüm ve yaşam arasında yürürlerken artık ondan rahatsız olmuyordu.


“Ayrılmak mı?” Yi Yun şok oldu. Bunu yapmayı biraz olsun istemediğini söylemek yalan olurdu.


Tai Ah Kutsal Krallığı’ndan Luo Huo’er ile birlikte ayrılırsa, doğal olarak güvende olurdu.


Ama...Tai Ah Kutsal Krallığı’ndan bir kez ayrılırsa bir daha ne zaman geri döneceğini bilemezdi.


Cang Yan’ın ve Şehir Lordu’nun ona söylediklerini düşününce de, böyle bir şey yapamayacağını hissetti.


Şimdiye kadarki tüm başarıları, Tai Ah Kutsal Krallığı’nın ona sağladığı kaynaklar sayesindeydi.


Kutsal Krallık’a geri çekilmekten başka çaresi olmadığını kabul etmişti zaten. Ama insanlar geride kalanlar için savaşırken kendisi kaçarsa, işte o zaman nankör bir piç olurdu.


Dahası, Yi Yun’un ablası, Jiang Xiaorou, Kutsal Şehir’de yaşıyordu. Zhou Xiaoke, Wang Teyze ve yakın ilişkileri olduğu tüm o insanlar da orada yaşıyordu. Yi Yun’un onları hayvan sürüsü karşısında ölüme terk edip kaçması mümkün değildi.


“Hayır, burada kalacağım!” Yi Yun bu cazip teklifi reddetti. Luo Huo’er dudaklarını büzdü ve başka bir şey demedi.


Aşiretinin buradaki kolundaki insanlarının, ‘Çoban’ın onların tahmininden çok daha korkunç bir hayvan sürüsü oluşturduğunun farkında olduklarından emindi.


Bu koşullar altında, büyük ihtimalle aşiretinin kolu, onu alması için birini gönderecekti.


Hava aracı, mutlak bir sessizlik içinde Kutsal Yaban’ı geçti. Tai Ah Kutsal Krallığı topraklarına girdi.


Uçarken, birbiri ardına büyük çaplı ışınlanma düzenlerinden geçti. Hareketli ve kalabalık şehirleri birbiri ardına gerisinde bıraktı.


Yi Yun hayvan sürüsü geldiği zaman, bu şehirlerin hepsinin harabeye döneceğini biliyordu.


Ve bu şehirlerde yaşayanlar kaçırılamazdı. Onlarca milyon insanın hepsini şehir ışınlanma düzenleri vasıtasıyla kaçırmak, karşılanamayacak miktarda enerji gerektiriyordu.


“Nereye gidiyoruz?” birisi yürüyerek geçen bir yasa uygulayıcısına sormadan edemedi.


“Kutsal Şehir’e!” diyerek cevapladı yasa uygulayıcı.


“Kutsal Şehir mi? Neden Kutsal Şehir’e gidiyoruz?” İnsanlar doğal olarak İmparatorluk Şehri’ne gideceklerini düşünmüşlerdi.


İmparatorluk Şehri, Kutsal Krallık’ta Tai Ah Kutsal Şehri dışında en korunaklı şehirdi.


Yasa uygulayıcısı açıkladı: “Kutsal Şehir, Bulut Çölü’ne en yakın olan en büyük şehir. Tai Ah Kutsal Şehri düşerse, İmparatorluk Şehri de düşecektir. Öyle olursa sizi saklanmanız için sadece Bulut Çölü’ne gönderebiliriz. Kutsal Yaban’a kıyasla, Bulut Çölü daha güvenlidir.”


Bulut Çölü’ne kaçmak mı?


Yi Yun şok oldu. Muhtemelen bu son çareydi.


Ama, her yerden hayvan sürüleri toplanıp ilerlerken Bulut Çölü de metruk hayvanların toplanma noktalarından biri olurdu ve öyle olursa orası güvenli olabilir miydi?


Ama sebep ne olursa olsun Kutsal Şehir’e bir kez daha geri dönerse, en azından ablası, Jiang Xiaorou’yu görebilirdi.


Sonuçta onun tımarı Kutsal Şehir’deydi.


Ve böylesine karışık bir zamanda bir kez daha Jiang Xiaorou’yu görebilmek, büyük bir lütuf olurdu.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr