Bölüm 10: Hedef, Karaağaç Kalesi

avatar
2474 0

Upgrade Specialist in Another World - Bölüm 10: Hedef, Karaağaç Kalesi


 

Çeviren: 8DeadTheKid8 Düzenleyen: bebebiskuvisi

 

“Zhang Yang!”

 

Bai Yunfei titrerken, bu iki kelime dişlerinin arasından çıktı. Göz atmak için yavaşça arkasını döndü ve kendisinden bir düzine metre uzakta; şık kıyafetler içinde, elinde bir yelpaze tutan bir gencin, gülümseyerek yanındaki genç kıza bir şeyler söylediğini gördü. Bu Zhang Yang’dan başkası değildi!

 

Ancak yumruğunu iyice sıkarak ve dişlerini neredeyse kanatacak kadar gıcırdatarak, düşünmeden ölümüne savaşmak için onun üstüne atlamaktan kendini alıkoyabildi. Çünkü şu anda Zhang Yang’ın etrafındaki korumaları bile yenemeyeceğini biliyordu.

 

“Güzel fikir. Döndüğümüz zaman halama vermek için bir ya da iki güzel eşya seçeceğim. Ayrıca birkaç gün içinde eve döneceğim. Böylece anneme de biraz hediye getiririm.”

 

Billur gibi bir ses Bai Yunfei’nin kulaklarına geldi. Bakmak için gözlerini kaydırdı ve kendisine arkası dönük hâlde kaygısızca caddedeki dükkânlara göz gezdiren mavi kıyafetler içinde, uzun ipeksi saçları olan ince bir genç kız gördü.

 

“Bu o…”

 

ÇN= Aşık oldu bizimki herhâlde. Güçlenince alır artık kızı.

 

Bai Yunfei sersemlik içinde kendinden yavaş yavaş uzaklaşan iki karaltıyı seyretti. Sanki tarif edilemez bir duygu aklından geçmişti. Sakinleşmek için eliyle hafifçe kafasına vurdu ve ardından arkasını dönüp başka bir yöne doğru yürüdü.

 

Biraz para harcayarak annesinin ve dedesinin mezarlarını güzelce onardı, ardından iki mezar taşı yapıp bunları mezarların önüne yerleştirdi. Daha sonra da yiyecek, kıyafet, mutfak gereçleri, silahlar, mücevherler ve diğer şeylerin de dâhil olduğu birçok şey satın almak için bütün şehri dolaştı. Bir uzaysal yüzüğe sahip olduğu için bunu yapmak oldukça rahat oldu.

 

Bu sabah o dar sokakta o üç eşkıyaya bir ders vermesi kafasında yeni bir düşünce oluşturdu. Artık biliyordu ki bütün zamanını kapalı kapılar arkasında sıkı çalışarak geçirmek en iyi yöntem değildi. Onun hâlâ çok önemli bir şeye ihtiyacı vardı: Gerçek savaş tecrübesi.

 

Bu sebeple, bugünden itibaren evde çalıştığı zamanlar hariç, Bai Yunfei her gece uyumadan önce bir ya da iki saat dışarı çıkıp özellikle kötü adamları ve eşkıyaları bulup onlarla dövüşecekti.

 

Ama hemen bunda bir sorun fark etti: Bu rakipler çok kolaydı ve düpedüz onun seviyesinde değillerdi. Ne de olsa onlar sadece sıradan insanlara zorbalık yapan bir kısım ezik çetelerdi. Bai Yunfei onlarla dövüşmenin kendisine hiçbir fayda vermeyeceğini hissetti. Bunun tek faydası, zorbalık yaptıkları sıradan kişilerin tatminkâr alkışlarını kazanarak bu insanlara hak ettikleri cezayı verebilecek olmasıydı.

 

Ama şehirdeki büyük suç örgütlerinin çoğu da Zhang ailesini kontrolündeydi. Bai Yunfei yeterince güçlenmeden önce açığa çıkmaktan korkuyordu. Bu yüzden onlara bulaşamazdı. Yaptığı her şeyde çok dikkatli olmalıydı.

 

Böyle geçen dokuz günün ardından, Bai Yunfei savaşmak için yeni bir hedef seçmeye karar verdi: Karaağaç Dağı’ndaki haydutlar.

 

Luoshi Şehri’nden Karaağaç Dağı’na seyahat on gün sürüyordu. Dağ, birçok karaağaç barındırmasından dolayı bu adı almıştı. Üç tarafı da uçurum olduğundan ve dağa tırmanan tek yol tepede geniş, aşağıda dar olduğundan doğal olarak savunması kolay ama saldırması zor bir yerdi. Geçmişte bilinmeyen bir zamanda bir barbar çetesi dağda toplanmaya başlamıştı. Dağı işgal ettiler, haydutluk yapmaya başladılar ve Karaağaç Kalesi’ni kurdular. Ticaret kervanlarını ve dağın çevresindeki köylerdeki dükkânları soymaya yoğunlaştılar. Luoshi Şehri’nin başkanı haydutları zapt etmek için dağa birçok kez askeri birlikler yolladı ama hepsi de yenilgiye uğradı ve az kişi geri döndü.

 

Bai Yunfei önceden Karaağaç Dağı’ndaki haydutların gaddar faaliyetlerini sıklıkla işitmişti. Hatta bazı köylerin onlar tarafından tamamen yok edildiğini bile duymuştu. O zamanlar, ancak sessizce iç çekip, onları lanetleyip, haydutlara kötü şans dileyebiliyordu. Ama artık, belki de güç kazandıktan sonra zihnen değiştiği için, eskiden ara sıra düşündüğü bu dileği yerine getirmek için bir şeyler yapması gerektiğini hissetti.

 

Elbette, hiçbir zaman tek başına Karaağaç Kalesi’ndeki tüm haydutların kökünü kazıyabileceğini düşünmedi. Sadece kendini gerçek savaşta geliştirmek için dağdan inen küçük haydut gruplarıyla savaşmak istiyordu. Bai Yunfei’nin şu anki gücüyle sıradan haydutlarla savaşmak zor olmazdı. Ayrıca bu haydutlar genelde her türlü kötülüğü yaptığından onları yakalayıp yerel yetkililere teslim etmek, insanları beladan kurtarmak olarak sayılabilirdi. Ayrıca onları öldürse bile bu onda vicdan azabına sebep olmazdı.

 

Bütün hazırlıkları yaptıktan sonra Bai Yunfei Luoshi Şehri’nden çıkıp Karaağaç Dağı’na doğru yöneldi.

 

Bu, şehir dışına yaptığı ilk uzun yolculuktu. Bu nedenle dış dünyadaki her şey ona oldukça ilginç geliyordu. Dolayısıyla yolculuğunda kasten aceleci davranmadı. Bunun yerine gelişim yaptı ve vahşi doğada tek başına hayatta kalabilmek için ihtiyaç duyduğu yeteneklere alıştı.

 

Yollara yabancı olduğundan yol boyunca yönleri sormak zorunda kaldı. Daha sonra bir problem fark etti: Yön duygusu oldukça zayıf görünüyordu.

 

Genel olarak izlediği yol doğru olsa da birçok kez yoldan sapmıştı. Bir defasında, birisi açıkça ona bir yere ulaşmasının yarım gün süreceğini söylemişti. Ama o alakasız bir şekilde gitmişti ve oraya ulaşması neredeyse bir gününü almıştı.

 

Bu özellikle bir keresinde bir ormandan geçen çok kısa bir yol bulduğunda olmuştu. Ormanda bütün bir gün ve gece yürümüştü ve hatta birçok vahşi hayvana da rastlamıştı. Ama onların hepsini yeteneklerini geliştirmek için kendine hedef aldı. Henüz insanlarla savaşmamış olmasına rağmen vahşi hayvanlar sağ olsun şimdiden epeyce tecrübe kazanmıştı.

 

Luoshi Şehri’nden ayrıldıktan altı gün sonra, Bai Yunfei geceleyin bir tepeyi tırmandı. Tepenin eteklerinden çok da uzakta olmayan bir yerde ufak bir köy görünce geceyi geçirmek ve rahatça yön sormak için oraya gitmeye karar verdi…

 

… … … …

 

Bai Yunfei şu anda köyün güney tarafındaydı. Tam da bu sırada, köyün batı tarafındaki yol üzerinde, at toynaklarının aceleci tıkırtıları etraftaki sükûneti bozdu. Dörtnala koşan atların üzerinde yaklaşık otuz kişilik bir grup hızlıca geliyordu.

 

Bu insanların hepsi gaddar görünüyordu. Herhangi biri ilk bakışta onların iyi insanlar olmadığını söyleyebilirdi. Üstelik hepsi üstlerinde silah taşıyordu. En önde sarı yüzlü ve soğan şekilli burunlu, orta yaşlı bir adam vardı. Arkasındaki adamlar kadar iri yarı ya da güçlü görünmüyordu. Ama gözleri ara sıra etrafı taradığında, bakışları tamamen kurnazlıkla doluydu. Gökyüzünün rengini inceledi ve arkasındaki insanlara dedi: “Atlar neredeyse bir gündür hızlıca koşuyor. Dinlenme zamanı geldi. Herkes, hadi şu ilerideki koruda kamp yapalım. Bir geceliğine dinlenip ardından yolculuğa devam edeceğiz!”Koruluğa vardılar, sonra çadırları kurmaya ve yemek hazırlamak için ateş yakmaya başladılar. Orta yaşlı lider bir kayanın üstüne oturmuş, elindeki şarap çömleğinden azar azar yudumluyordu.

 

“Müdür, bu sefer okula getirilen hediyelerden oldukça memnun kaldı, bu yüzden bize bir ruh eşyası bağışladı. Şefin zaten Altınipek Ruh Zırhı vardı. Bir de bu Buzul Dikeni ile kesinlikle çok daha güçlü olacak. Bu sefer görevi büyük bir başarıyla tamamladım. Geri döndüğümde, eminim Şef bana önemli bir ödül verecek!” Bu sırada, belindeki çubuk şeklindeki odun kutuyu okşamaktan kendini alamadı: “Ruh eşyaları… Ne zaman bir tanesine sahip olabileceğim?”

 

Tam bu sırada sakallı ve bıyıklı, ölü balık gibi gözleri olan büyük bir adam orta yaşlı adama doğru yürüdü ve oldukça dalkavukça bir tavırla söyledi: “Konak Ustası Zhong, az ileride küçük bir köy var. Birkaç kardeşle oraya gidip biraz tatlı şeyler kaçırmak ve geri dönmek istiyorum. Son birkaç gündür bu kardeşlerimiz sadece yanında taşıdıkları kuru yiyecekleri yemek zorunda kaldılar ve hepsi şimdiden biraz et yemek için ölüyorlar…”

 

Soyadı Zhong olan orta yaşlı adam ona bir bakış attı ve gülerek azarladı: “Kardeşlerimiz için yemek çalmak istediğinden değil, yine kadın istediğin için gideceksin, değil mi?” Bu sözleri söyler söylemez etraftaki insanların hepsi kahkaha attı.

 

Ölü balık gibi gözleri olan o iri adam konuşamadan kuru bir şekilde öksürdü. Bu sırada Konak Ustası Zhong devam etti: “O zaman on kadar kardeşimizi yanına al ve oraya git. Gördüğün bütün değerli şeyleri al. Her neyse, burası ücra ve gelişmemiş bir yer. Bu yüzden hükümet askerleri buraya gelmeyecektir.”

 

İri adamın yüzünde mutlu bir ifade belirdi ve haykırdı: “Teşekkürler, Konak Ustası!”

 

… … … …

 

Sessiz köyde, dumanlar kıvrılarak mutfak bacalarından yükseliyordu. Birkaç çocuk mutlu bir şekilde koşuşturuyordu. Büyük, altın sarısı bir köpek, köyün girişinde karnının üstüne tembelce yatmış, akşam güneşiyle banyo yapıyordu.

 

Aniden, büyük, altın sarısı köpeğin kulakları titredi. Gözlerinde bir ihtiyat belirdi. Aniden ayaklandı ve vücudunu hafifçe büktü. İleriye doğru bakarak ağzından hafif hırıltılar çıkarttı.

 

Yer biraz sallanmış gibiydi. Ardından hızlı atların toynak sesleri duyuldu. Bir grup atlı adam köyün dışındaki yolda belirmişti ve köye doğru dörtnala gidiyorlardı.

 

Yirmi yaşlarındaki bir genç omuzlarında sırıkla iki kova su taşıyarak bir eve doğru gidiyordu. Arkasındaki hareket seslerini duyunca kuşkuyla arkasına baktı.

 

Bakar bakmaz, oldukça yakışıklı yüzü kireç gibi oldu ve derin bir korkuya kapıldı. Bacakları titremeye başladı. Öyle görünüyordu ki birkaç saniye sersemlemiş bir şekilde kalakaldıktan sonra anca tepki verdi. Omzundaki sırığı bir kenara fırlattı ve deli gibi bağırarak şehir merkezine doğru koştu: “Haydutlar! Haydutlar geliyor! Haydutlar geliyor!”

 

Bağırır bağırmaz bütün köy alarma geçti. Ondan fazla aileden yaklaşık yüz kişi art arda evlerinden dışarı çıktı. Yüzlerinde kuşkulu ifadelerle şehir meydanında kafasını ellerine gömmüş, çömelmiş vaziyetteki gence baktılar.

 

Oval yüzlü, omuzlarına kadar saçı olan, büyük gözlü, genç ve güzel bir kız, titreyen gence doğru yürüdü ve oldukça endişeli bir şekilde kolunu çekerek dedi: “Kardeş Xiao Feng, sana ne oldu? Buraya ne geliyor?”



“Onlar, onlar tekrar geliyorlar… Yok edildi… Köy gitti… Herkes öldü, herkes öldü… Annem, Babam… Kız kardeşim… Onlar tekrar geliyorlar…”

 

Genç kendi kendine mırıldandı. Korkudan ödü patlamış gibiydi. Ama genç kızın içten kelimelerini duyunca aniden sıçrayarak kalktı. Aniden ellerini kaldırdı. Yüzü dehşet ve kaygı doluydu. Genç kızın elini tutarak aceleyle dedi: “Onlar geliyor! Çabuk saklanmaya gidin! Ling’er, çabuk saklanmaya git! Bütün genç kadınlar evlerine girip saklansınlar! Kesinlikle dışarı çıkmamalısınız! Herkes ailesindeki tüm değerli şeyleri çıkartsın ve onlara versin! Onlara versin… Yoksa öleceksiniz… Öleceksiniz…”

 

Başlangıçta, genç kız ile konuşmuştu. Ama sonra yüksek sesle etraftaki köylülere de bağırdı.

 

Herkes biraz kendini kaybetmişti, ama hepsi gencin tavrından ve sözcüklerinden etkilendi. Herkes aynı anda, yan tarafta duran elli yaşlarındaki yaşlı bir adama baktı: O köyün şefiydi.

 

Yaşlı adamın yüzündeki ifade şu an oldukça ciddiydi. Xiao Feng isimli gence baktı ardından çoktan köye yaklaşmış olan bir grup atlı adama bakmak için kafasını çevirdi.

 

“Xiao Feng Karaağaç Dağı’nın yanındaki Li köyünden geldi. Köyündeki insanlar Karaağaç Kalesi’ndeki haydutlara direndiği için, neredeyse hepsinin kökü kazınmıştı. Şu an böyle olmasının sebebi bu…” Köy şefi kendi kendine konuşuyor gibiydi ama aynı zamanda çevresindeki insanlarla da konuşuyormuş gibiydi. Ardından kafasını kaldırıp onlara dedi: “Herkes Xiao Feng’i dinlesin! Bütün kadınlar saklanmaya gitsin! Eğer mallarınızı isterlerse direnmeyin!”

 

On kadar atlı köye girdiğinde, hâlâ köy meydanında duran bir düzine kadar köylü tekrar tekrar şiddetle ürperdi. Bu gaddar insanların hepsi ellerinde büyük, ürpertici kılıçlar taşıyor ve korkutucu görünüyordu.

 

“Oh? Sizin köyünüzdeki insanlar biraz özel. Görünüşe göre bize karşılama bile yapıyorsunuz? Güzel! Eğer itaat ederseniz, buradaki amcanız bugün sizi incitmeyecek! Çabuk bütün şarabınızı ve etinizi getirin. Ayrıca bize saygınızı göstermek için bütün mallarınızı da çıkartın! Tatmin olursam, eşyalarınızı aldıktan sonra gideceğim!” Ölü balık gibi gözleri olan adam sanki köylülere büyük bir iyilik yapıyormuş gibi gülerek söyledi.

 

Köy şefi adamların ellerindeki silahlara baktı ve karşılık vermeye cesaret edemedi. Büyük adamın önünde eğilip dedi: “Merhametli olduğunuz için çok teşekkür ederiz efendim. Gidip sizin istediklerinizi getireceğiz. Lütfen biraz bekleyin…”

 

Bundan sonra, gözleriyle arkasındaki adamlara işaret etti. Bunu yapmak istemeseler bile, direnmeye cesaret edemediler. Ondan fazla kişi dönüp kendi evlerine girdiler. Onlar gibi dağ köylerinde yaşayan insanlar, o acımasız haydutlara karşı direnmeye nasıl cesaret edebilirlerdi ki? Bugün, haydutların onların sadece mallarını alacakları ve onlara zarar vermeyecekleri için zaten memnundular.

 

“Bekleyin!” Ama ölü balık gibi gözleri olan adam herkesin yerinden sıçramasına sebep olarak aniden bağırdı: “Köydeki güzel ve genç kadınlara dışarı çıkmalarını ve bu amcanıza eşlik etmelerini söyleyin! Hala dağdaki bir koruda bekleyen birkaç düzine kardeşimiz daha var. Hepiniz itaatkâr olduğunuz sürece, eğer düzgünce hizmet ederlerse, onları zarar vermeden bırakırız!”

 

ÇN= Üzgünüm arkadaşlar, bu hafta sınavlar vardı. Pek bölüm çeviremedim. Bir de bir sıkıntım var onun da etkisiyle 3 hafta sonra gelmiş oldu bu bölüm. İnşallah bundan sonra yine haftada 1 bölüm çevirebilirim.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr