Bölüm-1: Aziz Ganguk Yetimhanesi
Masmavi gökyüzünün üstünde güneş tüm ışığıyla dünyayı aydınlatıyordu, Vania imparatorluğunun konumuna göre güneşe bakıldığında zamanın öğleden sonra üç gibi olduğunu görürdünüz. O vakit Vania imparatorluğunun en batısında olan bir şehirde, deniz kıyısına yakın bir ormanlıkta yıkık dökük bir yetimhaneyi ziyaret etmek üzere bir bayan ve bir erkek at arabasının içinde patika yolundan ilerliyorlardı.
Bu yıkık dökük yetimhaneye Aziz Ganguk yetimhanesi deniyordu, yetimhanenin içinde ise 16 yaşlarında siyahımsı saçlara ve balkabağı sarısı gözlere sahip uzun boylu bir genç kendisinden iki kafa uzunluğundan küçük bir kişininin başını okşuyordu
"Da Quan, seni evlat edinmek isteyen aile geldiğinde çekingen olma, hemen hemen gelmiş olmaları lazım" Konuşan kişi Ji Nan'dı, Da Quan'ın başını okşadıktan sonra kıyafetinin düğmesini ilikledi
Da Quan her zaman nazik bir çocuktu kimsesi yoktu ve tüm 13 yılını bu yetimhanede geçirmişti doğal olarak Ji Nan ile yakınlardı fakat bugün yetimhaneden ayrılıyordu. Da Quan dalgın bir ifadeyle "Peki senle rahibeye ne olacak Nan abi"
Ji Nan hafif bir iç çekti bu son yılda 30 dan fazla kişi bu yetimhanede kalıyordu lakin kardeş gibi gördüğü herkes evlat edinildi ve hepsini giderken Ji Nan uğurlamıştı "Bizi dert etme Quan, rahibe kendini halsiz hissediyor ama iyileşir beni ise bilirsin ben her zaman gülümseyen Nan abinizim o yüzden gözün arkada kalmasın" Bu doğruydu Ji Nan diğer çocuklara örnek olmak adına her zaman gülümsedi, çocuklar yalnız hissettiğinde, bir dertleri olduğunda, endişeli, mutsuz ve üzgün olduğu zamanların hepsinde Ji Nan yanlarındaydı
Da Quan isteksizdi fakat biliyordu ki rahibe ve Ji Nan kendisinin iyi bir hayat sürmesini istiyordu bunun içinde oldukça çabalayıp sonunda evlat edinecek bir aile bulmuşlardı
"Nan abi söz ver kendinize iyi bakacaksınız"
Ji Nan nazik bir ifadeyle gülümsedi "Pekala, bu bir söz" Bu sırada dışarıdaki toynak seslerini duydu Da Quan'ın sırtından hafifçe iterek yetimhanenin kapısına doğru ilerlediler
"Da Quan zamanı geldi ama unutma mutlu bir hayat"
Da Quan sadece başını hafifçe sallamakla yetinmişti.
"Tak Tak"
Kapıya iki kere hafifçe vurulduğunda Ji Nan kapıyı açtı, karşısına çıkan iki orta yaşlı bir çift vardı birisi üstüne krem rengi ceket ve beyaz gömlek giymiş sarı saçlarının üstüne siyah bir şapka takmış beyefendiyken diğeri uzun kahverengi saçlarıyla beyaz bir elbise giymiş bir hanımefendi idi.
"Merhaba genç oğlan ben Da Zhaohui ve yanımdaki de eşim Da Lifen" Erkek olan konuşurken Ji Nan'a hafif bir jest göstergesi olarak şapkasını çıkarmıştı
Ji Nan elbette kabalık yapmadı başını salladıktan sonra Da Quan'ı önüne çekerek omuzlarını tuttu "Tanıştığımıza memnun oldum ben Ji Nan, yanımdaki bildiğiniz gibi Da Quan öncelikle Rahibe yerine burada ben olacağım, kendisi sağlık durumları nedeniyle burada olamamaktadır lakin kendisinin sizlere iyi dileklerini iletmemi istedi"
"Daha önce rahibe ile evlat edinmek için gereken evlatlıkları hallettiğinizden istediğiniz zaman Da Quan ile ayrılabilirsiniz"
Ji Nan sözlerini bitirdiği sırada Da Lifen gülümseyerek ellerini Da Quan'ın yanaklarına götürdü "Eşim ve ben sıcak karşılamanız için teşekkür ederiz, oldukça nazik bir kişiliğiniz var bay Ji sizin için tüm bu çocuklara bakmak zor olmuş olmalı" Bu iki çiftin ilk gelişi değildi yani bazı durumlardan haberdarlardı.
Kafasını hafifçe sallayan Ji Nan yavaşça konuşmaya başladı "Hayır yanımdaki kardeşlerim oldukça uslu ve söz dinleyenlerdi ben nazik biriside değilim aslında Da Quan'ı evlat edindiğiniz için minnettar olmam gerekiyor"
Da Zhaohui şapkasının kenarını tutarken sırıttı "Alçakgönüllü olma evlat oldukça iyi bir iş başardın, ne yazıkki hemen ayrılmamız gerekiyor bu yüzden sohbet edecek vaktimiz yok lütfen rahibeye iyi dileklerimizi ilet"
Ji Nan başını sallayarak onayladı ardından Da Quan'ı hafifçe ittirerek cesaretlendirdi. Da Quan Ji Nan'a bakmak için arkasını dönse de bir şey söylemedi, daha doğrusu Ji Nan'ın gözlerini gördükten sonra kelimeler sadece ağzında kalmıştı başkaları anlamazdı lakin Da Quan biliyordu ki o balkabağı sarısı gözler kendisine özgüvenle "git" diyordu.
Her iki tarafta son nezaketlerini gösterdikten sonra ayrılmışlardı koca yetimhanede artık sadece Ji Nan ve rahibe kalmıştı. Ji Nan ellerini eski duvarlara sürterek yetimhanenin yukarı katına gitmeye başladı bu haldeyken bile nazik bir şekilde gülüyordu
[Tekrardan giden o sırtları gördüm, her zamanki gibi gülümsemeye devam ettim.]
[Onlarca defa aynı görüntü ve olaylar yaşanmıştı işin sonunda giden onca çocuktan tek bir mektup bile gelmedi.]
Ji Nan Merdivenlere ulaşmıştı hatta yarısını bile geçmişti duvarların ufak parçaları yere dökülürken kendisinin zihni tamamen boş bir şekilde yukarı çıkmaya devam ediyordu, toz yüzünden kirlenen elini fark etmemişti bile
[Yinede sesimi çıkarmadan sebat ettim ve bunu yapmaya devam ettim, istediğimi elde ettim artık kardeşlerim evlat edinilmişti artık endişe duymayacaktım]
Ji Nan yukarı katlardaki bir odanın kapısını açacakken suratında bir nem hissederek kendisine geldi ve adımlarını durdurdu tozla kaplı elini yanağına getirdiğinde göz yaşlarının sebepsizce aktığını hissetti ve dişlerini sıkarken dudaklarını büzdü
[İstediğimi elde etmiştim peki o zaman niye üzgündüm ? niye ağlıyordum ?]
Ji Nan kıyafetinin koluyla göz yaşlarını sildi ve durumunu düzelttikten sonra kapıyı açıp odanın içerisine geçti. Bu oda muhtemelen koca yetimhanedeki tek düzgün odaydı çünkü burası revirdi. Revirin tek yatağının üstünde ise yaşlı bir kişi uzanmış kitap okuyordu.
Yüzü ve eli kırışıklıklarla kaplı gözleri yorgunluktan dolayı hafifçe kapanmış yine de etrafa sıcak bir görünüm vererek sakince kitabını okumaya devam ediyordu. Bu kişi elbette yetimhanenin rahibesi idi, Ji Nan revir yatağının önüne bir sandalye çekip oturdu.
"Rahibe, Da Quan'da evlat edinildi size o çiftin iyi dileklerini getirdim"
Rahibe kitabı kapatmadan önce bir ayraç ile kaldığı bölümü işaretledi gariptir ki ayraç en son sayfada yer alıyordu ardından Ji Nan'a doğru bakarak gülümsedi "Şükürler olsun... göçüp gitmeden en azından bir çocuk daha hayata tutundur"
Ji Nan rahibenin sözleri karşısında şaşırmamıştı lakin elleri seğirmişti kızması doğaldı lakin bunu dışarıya göstermedi "Lütfen böyle konuşma... Ben-"
"Vücudumu en iyi ben tanırım Nan" Rahibe Ji Nan'ın sözünü keserek konuşmuştu hemen ardından devam ederek "Çok fazla vaktim kalmadı , sağlığım yüzünden tüm yükü senin sırtlarına yükledim tek pişmanlığım ise sana aile sevgisini veremememdir yine de hayatım boyunca çocuklara baktığım için pişman değilim"
Ji Nan başını iki yöne salladı "Pişman olmanıza gerek yok belki gerçek anne baba sevgisini hissedememiş olabilirim fakat rahibe benim için hem analık hem babalık yapıp beni büyüttü" demişti Ji Nan yüzündeki nazik bir sırıtışla
Rahibe buna bir şey demedi önüne dönüp duvara bakmıştı. "Ben gittikten sonra ne yapacaksın"
"Beni dert etme rahibe birkaç yük taşıma işi bulabilir ve karnımı doyurabilirim eğer yetimhaneye çocuklar gelmeye devam ederse bağışlar ile devam ettirmeye çalışacağım"
[Yalan söylüyordum, o'da gittikten sonra yalnız kalacaktım. Dediklerim sadece ölmek üzere olan birisini rahatlamak için söylenmiş aptalca şeylerdi]
Rahibe kısa bir iç çekti sanki rahatlamış gibiydi Ji Nan'a doğru yavaşça dönüp onun suratına baktı "Nan"
"Hm?"
"Üzgünüm..."
Ji Nan hafif şaşkın bir ifadeyle rahibeye baktı içini kötü bir his kaplarken rahibeye bir kaç kez seslendi ama cevap vermedi. Rahibenin gözleri hala açıktı ve Ji Nan'a bakıyordu belki de önündeki çocuk hakkında gerçekten kötü hissediyordu, tek pişmanlığı ile bu dünyadan gitmişti.
Ji Nan garip bir şekilde sakindi yavaşça ayağa kalkıp rahibenin gözlerini kapattı "Beni kafana takmamanı söylemiştim..."
[Bu sefer dediklerim içtendi fakat duygularım bana ihanet ediyordu. Adil değil diye hissettim bende rahatlamak istiyordum]
...
Bir kaç gün sonra Ji Nan bir mezarın önünde duruyordu mezarın üstündeki yazı sanki bir taşla oyulmuş gibiydi ve oldukça basit cümleler içeriyordu "Azize Chen Liling'in Mezarı"
Bu sırada Ji Nan elleri kanlı bandajlar ile sarılıyken tek başına ayakta duruyordu. Mezarı ve tabutu tek başına yaptı, oldukça zordu ve düzgün olmamıştı lakin yine de yapmıştı.
Her şeyi tek başına yaptı taşıdı, kazdı, gömdü ve toprağı üstüne atıp mezar taşını da üstüne koydu tüm bunlara rağmen yüzünde boş bir ifade vardı sanki yaptıkları anlamsız gibiydi. Ji Nan bir süre sonra başını eğip bazı şeyler söylenmeye başladı
"Rahibe üzgünüm, istediğin gibi tanrıya inanan birisi olmadım... fakat" Ji Nan boğazının kuruduğunu ve sözlerin çıkmadığını fark etti en sonunda ise başını göklere kaldırıp boş gözlerle bulutları seyretti
"Kudretli yüce tanrı, şefkatli kolların ile sana doğru gelen bu aciz ruhu kucakla, onu senin ışığın altında ebedi istirahat'a yatmasına izin ver"
Ji Nan yetimhanede büyümesine rağmen bu tür işlerde gerçekten iyi değildi ve umursamıyordu.
"Saçmalık, tanrıya inanmıyorum varsa da boğazından tutup tanrısal kıçını tahtından çekmesini sağlardım..." Ji Nan o kadar kötü durumdaydı ki düşüncelerini sözlü halde söylemişti
[Her şeyi kendi başıma başardım bana yardım eden kimse yoktu, ben adi bir pisliktim sadece rahatlatma adında içinden gelen her şeyi söylemiştim ama umursamıyorum]
"Tanrıya inanmıyorsun demek çocuk... yine de oldukça güzel bir dua söyledin"
Ji Nan başını arkasından gelen kadın sesine doğru çevirdi.
[Her şey bitti sanmıştım lakin aslında hikaye daha yeni başlıyordu, o an neden rahibenin ayracı son sayfaya koyduğunu anladım. Ben aslında hikayenin ilk sayfasını bitirmiştim her şey daha yeni başlıyordu]
----------------------------
Selam bu bölümü okuyanlara kısa bir şey söylemek istiyorum. Öncelikle kapak fotoğrafı sadece sevdiğim bir karakter seri adına hiç özen göstermedim bunun haricinde düşünce ve fikirlerinizi belirtirseniz sevinirim ve evet yazım kurallarımın göz kanatacak derecede berbat olduğunu biliyorum.
Bölüm atma sıklığı ise keyfime ayrıca bu seriyi okuyanlara bağlı. Umarım bölümü beğenmişsinizdir iyi günler ^^
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..