Bölüm 18 - Uyanan Şeytan (3) (18+)

avatar
2344 18

Vampir Hükümdarı - Bölüm 18 - Uyanan Şeytan (3) (18+)


Uyarı! Bu bölümde oldukça detaylı cinsellik içeren sahneler bulunmaktadır. Yaşı uygun olmayanlar veya bu tarzı sevmeyenler lütfen atlayarak okusun... İyi okumalar dilerim.


"Hmm? Kim acaba?" 


Noah da merak etti. Bu erken saatte kim gelmiş olabilirdi ki? Yuen gitti ve kapıyı açtı. Kapının öteki ucunda kızıl renkli bir rozete sahip en az on kişi vardı. Her biri en azından mana hissetme alemindeydi. Auralarını özellikle salmadıkları halde mevcut güçleri insanı tir tir titretmeye yeterde artardı. Üstelik bu da yetmezmiş gibi önlerinde ise kaslı görünen, kel bir adam vardı. O adamın saldığı aura o on kişinin aurasını baskılamaya yeter gibi bir izlenim bırakıyordu.


Noah, hemen ayağa kalktı. Fakat kalktığı gibi de geri çöktü. Bunun nedeni hissettiği baskıydı tabii ki de. Daha önce karşılaştığı Vampir bile ona böylesine bir baskı uygulayamamıştı. Ya da belki de uygulamayı tercih etmemişti. Bilemezdi. Fakat şu an konu bu değildi. Bu adamlar kimse onlara karşı aciz durumdaydı.


“Siz, siz de kimsiniz?” diyebildi zar zor. Yuen’in durumu da oldukça benzerdi. Auralardaki baskı onları yerlerine kitlemişti.


Onların bu halini gören kel adamın ela gözleri küçümsemeyle doldu.


“Kim olduğumuzu yakında öğreneceksiniz. Çocuklar, alın şunları.”


On kişiden birisi, Yuen’i omzuna aldı. Yuen direnmek için elinden geleni yaptı. Yumrukladı, tekmeledi ama boşaydı. Bunu gören Noah’ın gözleri öfke ile alevlendi. Vücudunun etrafı kızıl ve mavi bir çift aura kaplandı. Her şeyini kullanmasını gerektiğini biliyordu Noah.


[Uyarı! Kan İhtiyacı kritik düzeye indi.]


[Uyarı! Kan Özü tüketimi aşırı fazla!] 


[Uyarı! Mana tüketimi aşırı fazla! İç ve dış yaralanmalara sebep olabilir.] 


Gözleri yakut gibi parlarken en ufak bir tereddüt etmeden kel adama doğru saldırdı. Fakat tüm her şeyini etkinleştirmesine rağmen, kel adam ona sadece bir yumruk savurdu ve Noah, kapıdan, yirmi metre öteye uçtu. Duvar parçalandı. Aynı şekilde Noah’ın vücudu da. Göğüs kafesi içeri göçmüş, iç organları hasar almıştı. Bacakları şokun etkisiyle ters dönmüş, kırılmanın eşiğine gelmişti ve tüm bunların etkisi ile vücut iyileşebilmek için Noah’ın bilincini zorunlu olarak devredışı bırakmıştı. Tüm bunların hepsi tek bir yumruk ile olmuştu!


Noah’ın halini gören Yuen donakaldı ve dili tutuldu. Noah oldukça acınacak bir halde duruyordu. Tam “Noah!” diye bağıracak iken ensesine bir darbe yedi ve bayıldı.


“Hadi çocuklar gidiyoruz. Şu duvara göçen veledi de alın.”


“Emredersiniz efendim!”


Gelenlerden biri, Noah’ı molozların içinden çıkarttı ve ikisini de alarak iç sahadan kayboldular.


Aradan geçen on beş dakikanın ardından iç sahadaki bir villanın odasında Adrius, Utku’ya bakarak sordu.


“Hallettiniz mi?”


Utku yaltaklanır bir ifade ile yanıtladı.


“Evet kıdemli. Şu anda ikisi de sizin bodrumunuzda kilitli.”


"Güzel. Yuen’i yatak odasına getirin. Bende gidiyorum şimdi."


Utku onayladı ve adamlara emir verdi ve beklemeye başladılar.


O sırada bodrum da… 


[Kan İhtiyacı kritik düzey de uzun süre kaldığından kan özü tuketilerek kan ihtiyacı giderildi. Gelişiminiz temel Oluşturma sekize düştü.] 


[Uyarı! Fazla mana kullandığınızdan iç yaralanmalar iyileştirilemiyor. En yakın zamanda bir şifacıya görünmeniz önerilir.]


Noah bildirim seslerini duyunca gözlerini araladı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Her yer karanlıktı. Göz gözü görmüyordu. Elbette Noah’ın gözleri bu karanlıkta bile oldukça net görüyordu. Hareket etmeye çalıştı. Şangır, şangır sesler çıktı ve hareket edemedi. Başını zar zor çevirebildiğinde zincirlerle bağlandığını fark etti.


Biraz daha ileriye baktığında ise Yuen’i gördü. Ona nazaran hali daha iyiydi. Herhangi bir dış yaralanma yoktu. Ancak baygındı ve kaçmamaları için olsa gerek onu da zincirlemişlerdi.


Noah düşünmeye başladı. Etrafı en ufak ayrıntısına kadar incelerken bir çıkış yolu bulmayı tüm kalbiyle istedi. Fakat gerçeklik acımasızdı. Mevcut gücüyle buradan çıkmasının hiç bir yolu yoktu.


“Sistem, buradan çıkmanın yolu var mı?”


Sistem duygudan yoksun sesiyle yanıt verdi.


[Tek bir yol var. Fakat bu yolun sonucunda kullanıcı yanında birisini götüremez.]


“Siktir.”


Ne olursa olsun Yuen’i bırakamazdı. Yine de belki fikir verebilir düşüncesiyle Noah sistemin yolunu öğrenmek istedi.


[Kullanıcı, Kan Özünün tamamını yakarak yaklaşık beş dakika boyunca Mana Hissetme diyarı orta kademe birisine eşit güce sahip birisi olabilir ve bu süreyi buradan kaçmak için kullanabilir. Ancak başarılı bir kaçış için yanında herhangi bir yük taşımaması gerekir.]


Sistemin dediğini duyunca hemen sordu. 


"Peki sadece Yuen'i kurtarmanın bir yolu var mı?" 


Normalde duygusuz olan sistem hafif bir şaşkınlık tınısı içeren bir sesle yanıtladı. 


[Kullanıcı kendini feda etmek mi istiyor?]


Noah onayladı. Bunun üzerine sistem kısa bir süre sessiz kalıp yanıtladı. 


[Kan Özünün yakılması ve vücudunun tam potansiyelini kullanabilecek yasaklı bir teknik ile bu mümkün.]


Noah "Yasaklı tekniği öğrenmek istiyorum." dedi.


Sistem bir şey söylemedi. Ancak Noah kafasında belirli bir bilgi edindi ve hızlıca sindirmeye başladı. Normalde yavaş olmalıydı fakat şu an yavaş hazmedecek ne zamanı vardı ne de koşullar uygundu. Bunun sonucu ağır bir hasar alabilirdi ama umursamıyordu.


Bu sırada beklemediği şekilde dikdörtgen şeklinde bir sürü ışık girdi gözlerine. Kapıyı açmıştı birisi. Noah ışıktan doğru düzgün göremiyordu. Karanlığa alışmış vampir gözleri ani ışık karşısında çaresizdi.


Şangır! Şangır! 


Zincir sesleri tüm odada yankılanınca Noah, kafasını Yuen'in olduğu yere çevirdi. Net göremiyordu. Fakat Yuen’in zincirlerinin çıkarıldığını zar zor görebildi. İçine bir huzursuzluk çöktü. Daha önce Yuen’in evindeyken hissettiği gibiydi. Fakat yaralarının acısından dolayı pek belli değildi. Noah onu kurtarmak için debelendi. Ancak bir şey yapamadı. Tek yapabildiği Yuen’in götürülmesini -zar zor görebilse de- izleyebilmekti.


“Lanet olsun!” diye bağırdı. Sonrasında odaya tekrar karanlık nüfuz etti. Noah’ın tek yapabildiği çıkabilmek için yasaklı tekniği daha çabuk kavramaya çalışmaktı.


O sırada zincirleri çözülüp, sürüklenerek götürülen Yuen’in gözleri ışık nedeniyle kıpraştı. Sonrasında araladığında ondan biraz büyük iki kişinin onu sürüklediğini fark etti.


“Off, böyle bir güzelliğe yazık olacak.” dedi birisi. Diğeri de aynı şekilde iç çekerek onayladı.


“İyi yanından bak. Bizim ulaşamadığımız tanrıça yine bizim ulaşamayacağımız birine gidiyor.” diye yanıtladı.


Yuen tüm bunları duyunca sinirlendi.


“Siz neyden bahsediyorsunuz lanet olasılar!?” diye bağırdı. Onun sesini duyan ikili bir an irkildi.


“Aa… uyanmışsınız. Hey Raph, bırakalım da kendisi yürüsün. Hem bize de zorluk çıkartmaz. Ne dersin?”


Raph dediği kişi onayladı ve Yuen’i bıraktıar. Yuen yüzüstü düşmekten ucu ucuna kurtulup hemen ayağa kalktı.


“Lütfen zorluk çıkartmadan bizimle gelin. Aksi takdirde tekrar sürüklemekten çekinmeyiz.” diye uyarıda bulundu ne olur ne olmaz diye Raph.


Yuen mevcut durumu az buçuk farkındaydı. Kaçış yolu yoktu. Buranın lideri kimse onunla görüşürse anca kaçmaları için bir imkan oluşturabilirdi.


“Pekala, ama önce liderinizle görüşmek istiyorum.”


İkili bir an durdu. Sonrasında güldüler.


“Zaten liderimize götürüyorduk seni haha!”


Gerçi tam olarak liderleri olmasa da bundan elbette ki bahsetmediler. Yuen bunu duyunca rahat bir nefes aldı. Belli ki onlardan istedikleri bir şey vardı. Bu yüzden kurtulma umudu yükseldi.


“Tamam o zaman. Hadi gidelim.” deyip onlarla birlikte merdivenden çıktı. Sonrasında biraz yürüyüp ve tekrar geniş bir merdivenden çıktılar. En sonunda ise bir kapıya geldiler.


Raph isimli kişi ilerleyip nazikçe kapıya vurdu.


“Girin.” sesi duyulduğunda Raph kapıyı açtı.


İçerisi bir kralın yatak odası gibiydi. Her yerde süslemeler vardı. Yatağı büyüleyici kılan kapalı durumdaki beyaz perdeler* otantik bir hava katıyordu. Tüm bunların başı olan adamsa yatağın sol çaprazı yani, kapının tam karşısındaki koltukta, çay içiyordu.


YN: Buna perde mi denir? Emin olamadım. İsmini biliyorsan ona göre değiştirirsin :d


İçeri girenleri görünce, çayı yanındaki sehpaya koydu.


“Tamam çocuklar. Yuen’i bırakıp kapının önünde bekleyin.”


İkili saygıyla eğilip oradan ayrıldılar. Yuen gördüğü karşısında pek şaşırmadı. Bu adam onu çoğu kez rahatsız etmişti. İllaki bir hamle yapmasını bekliyordu. Ancak bu kadarı… biraz ani olmuştu.


Adrius gülümsedi.


“Ne o? Bana düşmana bakar gibi bakmanın bir anlamı… ya da boş ver. Böyle bakman daha iyi.”


“Ne istiyorsun domuz?” diye sordu soğuk bir şekilde.


Adrius gülümseyerek yanıtladı.


“Ne istediğimi gayet iyi biliyorsun.”


Yuen soğuk bir şekilde güldü.


“Haha! Hayalleri bırakman lazım pislik. Sen kendini ne sanıyorsun da bunu söyleme cüretini gösteriyorsun?”


Adrius’un sırıtışı genişledi.


“Kim olduğumu mu soruyorsun? Şöyle söyleyeyim. Şu an sana ve Noah’a bir şey olsa, hiç bir şekilde zarar almayacak birisiyim.”


Noah lafı geçince Yuen sinirlendi.


“Noah’a dokunmaya cüret edersen…!”


Adrius cüretkar şekilde yanıtladı.


“Cüret edersem? Ne? Ne yapacaksın? Beni asla affetmeyecek misin?”


Oturduğu yerden kalktı Adrius ve Yuen’e doğru yaklaştı.


“Unutma kaltak, buranın hükümdarı benim. Tek emrimde o küçük piçi öldürtebilirim. Hatta öldürtmeyi bırak, gözünün önüne getirip kendim öldürürüm.”


Her cümlesinde adım adım yaklaştı ve yüz yüze gelirken aurasını Yuen’i ezmek için kullandı.


“Bu yüzden, beni memnun etmeye çalışacaksın bugünden böyle. Anlaşıldı mı?”


Yuen dişlerini sıktı. Bunu kabul etmek istemiyordu ama yapacak başka seçeneği yoktu. Annesi görev için yola çıkmıştı, Noah ise ellerinde idi. Tamamen köşeye sıkışmıştı. Onun bu halini gören Adrius sorunu tekrarladı.


“Anlaşıldı mı dedim?”


Yuen dişlerini sıkarken onayladı.


“...Anlaşıldı…”


Yuen’in dediğini duyduktan sonra aurasını çekti.


“Güzel, anlaşılmasına sevindim. Öyleyse ne dersem yapacaksın. Aksi takdirde… Ne olacağını biliyorsun.”


Yuen yavaşça onaylarken içinden sövüyordu. Sövdüğü kişi hem karşısındaki adamdı hem de kendi zayıflığı…


“Güzel, güzel. Öyleyse ilk isteğim... Soyun.”


Yuen hemen öfkelendi.


“Ne!? Saçmalama. Böyle bir şey yapmam-”


Anında lafı kesildi.


“Yapabilirsin. Aksi takdirde olacakları biliyorsun. Sen her türlü elime düştün. Seni istersem şu an yakalayıp saatlerce tecavüz edip sonra da Noah’ı öldürebilirim. Fakat Noah’ı kurtarmak için bir şans tanıyorum şu an. Ha tabii Noah’ı önemsemiyorsan başka…”


Adrius’un dediklerini duyan Yuen terredüde düştü. ‘Noah için bunu yapmalı mıyım? Değer mi?’ Şu an onun değerini kafasında tarttı. Sonra tam tekrar reddetmek üzere iken Noah’ın gözünün önünde öldürüldüğü bir sahne canlandı ve sessizce soyunmaya başladı. O sırada biraz geçte olsa Noah’ı biraz fazla önemsediğini anlamaya başladı.


Sadece iç çamaşırları ile duran Yuen’i Adrius şöyle bir süzdü.


Beyaz dantelli bir sütyen ile külot giymişti. Göğüsleri çok büyük değildi. Fakat düzde değildi. Gayet ortalama sayılabilecek göğüsleri vardı. Onun dışında vücudunda herhangi bir kusur yoktu. Süt gibi beyaz teni ile Adrius için mükemmel sayılabilecek birisiydi ve öyle birine boyun eğdirdiği için içten içe kibirlendi.


“Güzel, güzel ama ben tamamen soyun dedim sana.”


Dişlerini sıksa da Noah’ı düşünerek uysalca davranıp onları da çıkarttı. Fakat tabii ki içgüdüsel şekilde elleriyle o bölgelerin gözükmesini engellemeye çalıştı.


“Aferim sürtük, şimdi yatağa geç. Hemen.”


Bir şey söylemeden uysalca yatağa doğru ilerledi Yuen. Fakat belli etmemeye çalışsa da bacakları titriyordu. Yüzünden ise iki damla gözyaşı düştü.


Adrius, Yuen’in yatağa doğru giderken ki kasıklarıyla götüne bakarken içinde sikme arzusu arşa çıktı. İşi bittikten sonra onu öldürmek zorunda kalacak olması ne yazıktı…


Yuen, yatağa oturdu. Yüzünde ise her zamankinden daha soğuk ve… tiksinme ifadesi vardı. ‘Daha hiç bir şey yapmadığımız halde kendinden mi tiksiniyor?’ diye düşünürken güldü. ‘İşimiz daha kolay olacak o zaman.’


O sırada Yuen’e biraz fazla odaklanmış olacak ki sikinin arşa çıktığını fark etmedi. Fark ettiğinde ise yüzünde piç gülümsemesine benzer bir gülümseme belirdi.


“Yanıma yaklaş.” diye emir verirken yatağa o da oturdu. Yuen istemeye istemeye yanına yaklaştı. Sonra ise beklemediği şekilde Adrius onu kucağına çekti ve dik sikini kasıklarına bastırırken omurgası ile kıçının arasındaki noktaya baskı uyguladı.


Bunu yapmanın ne kadar iyi hissettirdiğini düşünen Adrius, Yuen'in gözlerinde onu daha da harekete geçiren yarı üzgün yarı kendinden tiksinen bakışları gördü.


“Daha hiç bir şey yapmadığım halde ağlamaya mı başladın?” derken alaycı bir şekilde güldü.


Sonrasında ise ellerini Yuen’in vücudunda dolaştırmaya başladı. Hareketleri karşısında irkilen Yuen durdurmaya çalıştı ama o sırada aklına Noah’ı öldürmekle ilgili tehdit edişi geldi ve pustu.


Parmaklarını Yuen’in vücudunun her yerinde dolaştıran Adrius, Yuen’in göt deliğine parmağını soktu. Garip bir his anlık olarak Yuen’i titretti.


Sonrasında Adrius sıkılıp göğüslerini sıkmaya başladı. Çok sıktı, o kadar ki pembe olan göğüs uçlarından daha koyu bir kızarıklığa ulaştı.


“Biraz… yavaş ol lanet olası…” diye inledi Yuen.


Adrius ise tam tersi şekilde yanıtladı.


“Kapa çeneni küçük orospu.” dedi ve her iki göğüs ucunu da sıkıp aynı anda büktü.


“Ahhh!” diye ağzından keskin acı dolu bir çığlık yankılandı. Çığlık o kadar keskindi ki bodrum katında olan Noah bile duydu ve öfkeyle bağırdı.


“Yuen!”


Bu sırada ise Yuen’in ağzından acı bir çığlık çıkmasını fırsat bilen Adrius, Yuen’in dudaklarına yapışırken de altındaki saklı sopasını açığa çıkarttı ve Yuen’in duvarlarının içine girdi.


Yuen içinde bir şey hissettiği anda çırpında fakat Adrius’un dili onu bastırdı. Tamamen hükmü altına girmişti adeta. En sonunda Adrius’un dilini ısırdı Yuen.


Bunun üzerine acı bir inlemeyle hemen dudaklarını ayırdı.


“Lanet olası kaltak. Demek öyle oynamak istiyorsun ha? Öyle olsun!”


Adrius hiddetle sopasını içeri soktu ve sopasından aşağı kanlar süzülürken Yuen çığlıklar atmaya başladı.


“Çıkart şunu! Çıkart! Acıyor!”


Gözlerinden daha fazla tutamadığı inci taneleri dökülmeye başladı. Kutsallığı bozulmuştu. Hem de olabilecek en kötü insan tarafından. Bunları düşündükçe daha da kötü hissetti ve daha da keskin bir şekilde bağırmaya başladı.


“Hayır! Hayır! İttirme, çıkart seni pis domuz!”


Ancak bu bağırınmalar Adrius’un kulağına müzik gibi geliyordu, acımadan sopası ile hızlıca gel git yapmaya başladı. Çok sert yaptığından çok fazla acı veriyordu. O kadar acı vericiydi ki gözleri kızarmaya başlamıştı. Ancak… tuhaf bir his de yanında vardı.


‘Bu his…’ hisse biraz odaklanmaya çalıştı ancak o sırada Adrius daha da sert bastırdı ve göğüs uçlarını da büküp, sanki koparacakmış gibi sıktı. Öyle ki normalde orantılı bir şekli olan göğüs ucu düzleşti.


“Ahhh~! Kahrolası pislik!”


Yine de bu keskin çığlıklara rağmen Agruis oldukça zevk alıyordu şu an. Hareketlerini gittikçe hızlandırdı. Hızlandıkça da Yuen’in acısı yavaş yavaş dindi. Hala acıyordu göğüsleri. Ancak yanında bir tür garip bir hissiyat vardı ve bu hissiyat çok tatlı bir histi.


Yuen yine de bu hisse kapılmamak için elinden geleni yaptı. O, asla onun gibi birisiyle birlikte olduktan sonra bu histen zevk alamazdı. Almamak zorundaydı.


Ne yazık ki iradesi böyle dese de irade, vücuda boyun eğmedi. Tir tir titreyerek girilmemesi gereken yerden bir ıslaklık oluştu.


“Orospumuz biraz hızlı gelmiş anlaşılan ha? Merak etme bende birazdan geliyorum.”


Yuen bir an boş boş baksada sonradan hemen bağırmaya başladı.


“Sakın! Sakın içime boşalma! Çıkart şu lanet olası şeyi!”


Ne yazık ki Adrius onu dinlemedi ve tamamen kökledi, ta rahmine kadar ulaştı ve hemen ardından bir gayzer misali içine tohumlarını bıraktı.


Yuen, içinde sıcak bir şeyler hissedince daha fazla dayanamadı ve bir kez daha tir tir titredi ve orasından çeşme boşaldı.


Adrius, sopasını çıkarttı. Sopası hala oldukça haşmetliydi. Adrius’un suratında oluşan zevk ifadesinin yerini eski pis sırıtışı aldı.


“Seni küçük orospu. Demin benim dilimi ısırmaya cüret ettin. Bunun bedeli olarak ne yapacağımı biliyor musun? Hehe.”


Sonra onun götünü zorla kaldırdı ve haşmetli sopasını göt deliğine soktu. Daha yeni ilişkiye girip yorulan Yuen arkasında o şeyi hissedince acıyla çığlık attı.


“Ahhh!”


Ancak Adrius için onun acı çığlıkları eğlenceli bir müzik gibiydi. Yuen artık acıdan yalvarmaya başladı çıkartması için. Yine de Adrius umursamadı. Neden umursamalıydı? O sadece kullanıp atacağı bir orospu olacaktı. Daha önceden kendi isteğiyle onun olmadığı için anca kendisini suçlayabilirdi. En azından Adrius’un narsist düşünceleri bu yöndeydi.


Aradan saatler geçti. Mana Hissetme aleminde olsa bile henüz insanüstü bir libidosu yoktu. Bu sebeple ondan fazla kez hem göt hem de o deliği tohumlarıyla doldurarak bitirebildi.


Yanda çıkarttığı giysileri giyerken, ister istemez zevkten yüzünde tuhaf bir ifade oluşan Yuen’e bakarken konuştu.


“Unutma fahişe. Küçük piçi serbest bırakmamı istiyorsan. Bunun gibi bir süre daha bana hizmet etmen gerekicek.”


Yuen bunu duysa da cevap verecek durumda değildi. Aklındaki tek düşünce Noah’ın yüzüne nasıl bakacağıydı... Adrius giyindikten sonra odadan çıktı ve orada bekleyen askerlere emretti.


“Ben yemeğe çıkıyorum. Burası size emanet. Ha ayrıca, söyleyin de şu Noah’ı beslemeyi unutmasınlar. Henüz ölsün istemiyorum. En azından yarına kadar. Ayrıca eğer odadaki ile eğlenmek istiyorsanız, kafanıza göre takılın.”


İkili onayladı ve Adrius oradan ayrıldı. O ayrıldıktan sonra ise ikilinin yüzünde şehvetli ifadeler belirdi.


O sırada bodrumun kapısı açıldı ve içeri bir Kızıl Kuzgun üyesi girdi. Elinde bir kase çorba vardı.


“Al. Şanslısın ki geçici liderimiz şu an yaşamanı istiyor.”


Noah’tan hiç bir ses duyamadı. Biraz dikkatli baktığında Noah’ın ölü gibi solgun olduğunu gördü. Kafası öne eğikti. Ölü gibi duruyordu. Bunu gören üye korkup küfretti.


“Siktir! Ölmedin dimi lan!? Sikeyim, sikeyim!”


Korkudan hemen Noah’ın yanına gitti. Eğer bu iş üstüne kalırsa hayatı tam anlamıyla biterdi. Tam yanına yaklaştığı sırada Noah yavaş bir şekilde parlayan yakut gözleriyle kafasını kaldırdı. Yüzünde ise soğuk bir ifade vardı. Üyenin gördüğü son şeyde o soğuk ifade oldu.


Noah birdenbire zincirleri koparıp, üyenin boğazına yapıştı. Çorba yere döküldü. Boğazından yakalanan üye korkudan bir şey söyleyemedi. Zaten söylemesine de pek fırsat olmadı.


Boğazından yakaladığı gibi sıkıp boğazını parçaladı üyenin. Üzerinden fışkıran kanı ise ağzını açıp içti.


[Kan İhtiyacı %5]


[%6]


Çok yavaş bir artış gösterse de önemli değildi. Hemen buradan çıkmalıydı. Her şeyiyle yukarı koştu. Karşısına yine bir üye çıktı ancak Noah onu yakalayıp kenarda kanını emerek kuruttu.


[Kan İhtiyacı %500! Aşırı kan yüklemesi! En kısa sürede tüketilmezse kullanıcı patlayacak!]


Noah uyarıyı umursamadan kan özünü yakıyor ve emdiği kan emerjisini aynı anda kullanıyordu. Ayrıca manasını da tamamen vücuduna yaymıştı. Kısa süreliğine de olsa Manayı Hissetme orta kademeye eşit bir güç elde etti.


Şanslı olacak ki karşısına çıkanların çoğu Mana Hissetmenin başlangıç kademesindeydi. Hepsi tek hamlesiyle ölüyordu. Ya da belki de Noah çok güçlüydü?


Bilmiyordu. Bu konu da düşünecek vakti ise hiç yoktu. Hızla merdivenleri çıkarken inleme sesleri işitti. Oldukça boğuktu. Sanki bir şey tıkamış gibi. Noah daha hızlı aradı ve sonunda lüks görünen bir kapıyı kırarak içeri girdi.


İçeri girdiği ile donup kalması bir oldu...


Yuen çırılçıplaktı ve onu zorla sikiyorlardı…


Ani kapının kırılmasını üçlü fark edip hemen ona döndü. Yuen gördüğü kişi ile gözlerindeki gözyaşı akışı hızlandı. İkili ise kaçağın kim olduğunu anlayınca hemen siklerini çekip saldırmak istediler.


Ancak çok yavaştılar. Noah ışınlanır gibi bir anda önlerinde belirdi. Gözleri kan çanağıydı. Gözlerinin kızıllığına kan çanağı göz akı da eşlik edince bir vampirden çok kan arayan bir iblise benziyordu!


Tek bir yatay kesiş ve tüm kafalar yerde. Noah, hemen onu o iki cesedin arasından çıkartıp kucağına aldı. Yuen’in kasık bölgelerinde ve göğüslerinde morluklar vardı. Bunları görünce Noah’ın içi sızladı. Yetişememişti... 


Ancak Yuen onu görünce minnet, sevgi ve tanımlayamadığı bir duygu karışımıyla bakmaya başladı.


“Noah… teşekkür ederim, teşekkür ederim…”


Gözlerindeki gözyaşları tekrar boşaldı. Bu sefer Noah bir şey diyemedi. Ne diyebilirdi? Bilmiyordu. Yine de bir şey demesine gerek yoktu. En azından düşünceleri öyleydi Noah’ın.


“Tamam, geçti… hadi gidelim buradan.”


O sırada Yuen durumu kavrayabilmek için onu şöyle bir süzdü ve yüzünde acı bir tebessüm belirdi.


“Noah, senden küçük bir isteğim var. Buradan ayrılmadan önce yapabilir misin?”


Noah, onun bu kötü durumunu anladığından üzgün bir şekilde onayladı. O ne isterse yapmaya hazır durumdaydı.


“Beni… öldürebilir misin?”


Yüzünde hala o acı ve ümit dolu tebessüm ve bakışlar vardı. Böyle bir şey söylediğine inanmak güçtü.


“N-Ne?”


Noah afalladı. ‘Ne? Neden böyle bir şey istiyorsun?’ Yuen, ellerine baktı. Elleri tir tir titriyordu.


“B-Ben bu şekilde daha fazla yaşayamam… Kirlendim. Vücudum değil, hayır. Ancak… bu his tarafından kirlendim. Ben, ben kimsenin oyuncağı olmak istemiyorum N-Noah. Lütfen Noah. Öldür beni…”


Noah bir şey söylemek istedi ama diyemedi. Onun kendi kararıydı. Noah’ın kalbini bıçakla deşse de bu karar gözlerinin buğulanmasına sebep de olsa.


“Bunu, bunu yapamam… Sen… benim, benim sevdiğim tek kişisin…”


Yuen’in gülümsemesi daha da hüzünlü bir hal aldı.


“Sende benim ama… sana layık değilim. Eski ben olmam mümkün değil ve bu halimle yaşamak istemiyorum. Lütfen Noah, sana yalvarıyorum. Öldür beni.”


Noah, onu yere indirirken elleri en az Yuen’in elleri kadar titredi. Tereddüt içindeydi. Kalbi bas bas yapma derken beyni en azından son isteğine saygı göster diye bağırıyordu.


“Emin… misin…?”


Kelimeler zar zor döküldü ağzından. Noah’ın da gözleri dolmuştu. Kızıl iblisvari gözleri şu an en acımasız insanın bile biraz olsun acıma hissedebileceği bir şekilde bakıyordu. Yuen onayladı. Onun onayladığını görünce derin bir nefes aldı ve aklına gelen en az acısız yöntemle onu huzura kavuşturmaya karar verdi.


‘Sistem tek seferlik zevk vampir etkisi vermemi sağlar mısın?’


[Rahatlatma Vampir Etkisini kısa süreliğine kullanabilirsiniz.]


Noah, derin bir nefes aldı. Kendince üzüntüsünü bastırmaya çalıştı ve nazikçe ona sarıldı. Kolları tir tir titriyordu ve ruhen hala çelişkideydi. Kalbi bas bas yapma diye bağırsa da tam dişlerini geçirmek üzereyken durdu.

“Hayır… bunu yapmayacağım.”

Yuen bir an dondu. Sonrasında ise Noah’ın hiç beklemediği bir şey yaptı. Ondan ayrıldı ve yerde yatan adamların birinin belinde asılı duran kılıcı eline aldı.

“Haklısın… Senden bunu istemem lazımdı... seni seviyorum… ve bunu görmek zorunda kaldığın için özür dilerim...”

Kılıcı bir kez bile tereddüt etmeden boğazını kesmek için kullandı.

Noah’ın gözleri boş boş bakarken kendi kendine mırıldandı. Ne yazık ki Yuen sözlerini duyamadı, yere yığılmadan önce hemen önüne geçti ve kucağına düştü.

Bir süre boş boş cesede baktı. Sonrasında cesedi yere nazikçe koyup boyutsal yüzüğünün içine cesedi attı. Gözlerinden hala yaşlar akıyordu. Arkadan ise adım sesleri geliyordu. Anlaşılan cesetler ortaya çıkmıştı. Ancak Noah boş boş cesede bakmakla meşguldü. Gözleri bomboş, sanki ruhu sökülüp atılmış gibiydi.

Evet bir şey sökülmüştü ama bu sökülen şey ruhu değil kalbiydi.

Sonra ise…

“AHH~!”

...tarikatın görüp görebileceği en şeytani varlık uyandı.







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr