Kısa bir süre önce,
köy halkı coşkulu bir şekilde birbiri ile konuşuyordu.
“Köy liderimiz döndü! Acaba her zaman yaptığı gibi bize ne gibi hikayeler anlatacak?” dedi bir ork çocuk heyecanlı ve meraklı bir şekilde. Yanında duran iri ork, çocuğun dediğine kahkaha atarken alınmış gibi konuştu.
“Haha! Oğlum, benim hikayelerime inanmak yerine, köy liderimizin hikayelerine inanmayı seçiyor. Çok üzücü…”
Çocuk ork, babasına dil çıkarttı.
“Senin, uçuk hikayelerinden daha inandırıcı köy liderimizin hikayeleri baba. Biraz daha inandırıcı olmalısın.”
Oğlunun tavrına daha çok gülen baba ork, çocuğunun saçını karıştırırken karşılıklı gülüştüler.
Buna benzer gırgır, şamata köyün etrafında dört dönüyordu…
...Ta ki köy ortasındaki heykele kızıl bir silüet uçana kadar. Bu silüete dikkatle bakan birisi bunun küçük bir çocuğun vücudu olduğunu anında fark edebilirdi. Bu çocuk vücudu heykele çarpmak üzereyken yaşlı bir orman elfi hemen öne çıkarak, çarpmasını engelledi. Fakat gördüğü manzara onu suskun bıraktı.
Koyu teni, her elfte olan sivri kulakları kendini oldukça belli ediyordu. Kabaca bakıldığında en fazla on bir, on iki yaşlarında gibiydi. Yine de olgunlaşmamış olmasına rağmen, bir insandan farklı bir sevimliliği vardı. Büyüdüğünde muhtemelen bir kaç kızın canını yakabilirdi. Sıradan bir kara elf oğlanının normal bir dış görünüşüydü bu.
Yine de kara elf oğlanını gören yaşlı orman elfinin bu tepkiyi vermesinin nedeni bu değildi. Mevcut yaşına kadar bu gelişim dünyasında güzeller ve yakışıklılardan bol bir şey görmemişti ne de olsa. Kara elf oğlanı oldukça… ağır yaralanmıştı.
Vücudu sanki bir savaştan çıkmış gibiydi. Her yerinde morluk ve kesikler vardı. Göğüs kafesi içeri göçmüş, bacakları ve kollarındaki kemiklerin çoğu kırılmış idi. Ölümün eşiğindeydi.
Köyde bunu gören herkes afalladı.
“Böyle... böylesine acımasız bir şeyi kim yapar?”
“Bu çok… korkunç…”
“Anne! Ne yapmalıyız?”
“Sakin ol evladım. Bakma…”
Yaşlı elf sessizce önündeki çocuğa bakarken, yapabileceği bir şeyi olmadığını biliyordu. Köy liderinin kızı belki bir şey yapabilirdi. Fakat çocuğun fırlatıldığı yöne bakarken o lükse sahip olmadığını içten içe biliyordu.
Bunu onaylarcasına çocuk zar zor konuşabildi.
“Amca… Yabancılar, geliyor. Saklanmalısınız… Onlar, çok, çok güçlüler… Öhö öhö!”
Konuşmaya devam etmeden önce kan kustu. Havanın gittikçe kararmaya başladığını düşünen kara elf oğlanı vaktinin sınırlı olduğuna karşı bir anlayışı vardı. İçten içe korkuyordu. Fakat köydekilerin kurtulmasını istediğinden zar zor -iradesiyle- bilincini açık tutarak olanları anlatmaya başladı.
“İnsanlar, geliyor. Görebildiğim kadarıyla elli kişiler. Kendilerine “Yanan Güneş’in Müritleri” diyorlar. Çok güçlüler… Benden bilgi almak için elinden geleni yaptılar. Elimden geldiğince konuşmamaya çalıştım ama onlar… Çok korkunçtu. Öhö, Öhö! Benimle işleri bitince aralarında lider gibi gözüken kaslı kadın… Göğsüme attığı tek tekmeyle buraya kadar fırladım. Çok vaktiniz yok! Öhö, öhö! Amca… Köyü… Kurtar…”
Bakışlarındaki canlılık yavaşça sönerken daha fazla devam edemedi. Yaşlı adam, dediklerini işittikten sonra gözlerinde bir parıltı geçti. Gözleri keskinleşti. Bakışları bir savaştan savaşa koşturmuş bir askerin bakışları gibiydi. Öldürme arzusu bilinçsizce yayılıyordu. Üstelik bu tek yaşlı adamda yoktu. Orada gencin dediklerini dinleyen hemen hemen tüm erkek ve kadınlardan benzer bir aura yayılıyordu. Çocuklar ise bu ani atmosfer değişime adapte olamayıp istemsizce korktular. Bu sebeple auralarını bastırmak zorunda kaldılar.
“B-baba?”
Baba ork yatıştırıcı bir tonda konuştu.
“Sakin ol oğlum. Bir şey yok. Babacık sadece biraz sinirlendi de. Gel, sırtıma çık. Köy liderine gidiyoruz.”
Korkan masum ork çocuğu sadece sessizce kafasını sallayıp babasının dediğini yaptı. Baba ork, derince bir nefes alıp, yaşlı adamın yanına yürüdü.
Yaşlı adam, kara elf oğlanının gözlerini kapatırken iç geçirdi.
“Umarım sonraki hayatında iyi bir hayat yaşarsın evlat…”
Bu sırada baba ork gelip, sadece onun duyabileceği bir tonda mırıldandı. Yüzünde nadir görülen bir ciddiyet vardı.
“Sonunda bulunduk. Efendimizin vaktinde söylediği plan, betaya geçmemizin vakti geldi. Çocuğumla köy liderimize olanları anlatacağım. Savaşamayacak durumdaki yaşlı ve çocukları, sığınağa götür. Ulric’e de söyle. Hazırlansın. Bu savaşın geçeceğini hissediyorum.”
Yaşlı adam onayladı ve sessizce, çocuğun cesedini yere koyarken, ceset birden ortadan kayboldu.
“Tamam.”
Daha sonrasında ork daha fazla bir şey söylemeden köy liderinin evine doğru koşturmaya başladı. Yaşlı adam ise derince bir nefes alıp, etraftakilere emirler yağdırmaya başladı.
“Sen! Sen! Ve sen! Hemen köydeki herkese saldırıya uğradığımızı bildirin. Duymayan kalmasın. Savaşabilecek durumda olan herkesin tetikte olmasını söyleyin. Çok fazla yaşlı, çocuk ve savaşabilecek durumda olmayanlara ise acil durumlar için hazırladığımız sığınağa gitmelerini söyleyin! Siz üçünüz ise benimle gelin. Ayrıca biriniz de Ulric’e burada olanları anlatsın!”
-
Olanları orktan öğrenen Noah, Lunette, Alicia ve Lillia birbirinden farklı tepkiler verdi. Lunette endişeliydi. Alicia, afallamış gibi görünüyordu. Lillia ise böyle bir olayın er ya da geç meydana geleceğini tahmin edebiliyormuş gibiydi.
Duygusuz bir sesle köy lideri olarak emirlerini verdi.
“Pekala. O zaman kocamın önceden planladığı gibi yapacağız. Hadi gidelim. Lunette, Alicia sığınağa gidin.”
Yüzünde duygudan hiç bir ibare yoktu.
Lunette, bir şey söylemek istedi ama diyemedi. Durumun şartlarını anlayabiliyordu. Olası bir baskın an meselesiydi. Ve kendisi zayıftı. Gelişime hiç bir zaman ilgi duymamıştı. Bu yüzden gereksiz bir yükten pek bir farkı olmazdı. Bu sebeple onaylamak zorunda kaldı.
Noah ise o sırada farklı bir şeyler düşünüyordu.
‘Neden saldırıyorlar!? Onları buraya çekecek bir şey olmamalı! Yoksa… benim yüzümden mi?’
[Senin yüzünden falan değil evlat. Tarikata yeni katıldığın için katıldığın tarikatın gerçek yüzünü görme fırsatın olmadı. Muhtemelen tarikatının tek amacı burayı yok etmektir.] (Akshay)
Noah zihninde duyduğu ağır başlı sesi duyunca bir anlığına şaşırdı. Gerekmedikçe pek konuşmayan birisiydi Ölümsüz Kral. Öyle ki çoğu zaman zihnindeki varlığını dahi unutuyordu.
Şaşkınlığı geçtiği gibi zihninde kükredi.
‘Ne demek istiyorsun? Benim için değilse buranın onlara ne gibi bir zararı dokunabilir!?’
Hemen sonra duraksadı. Sebebin bu olduğuna inanmak istemiyordu. ‘Sebebi bu olmamalı… Bu… çok saçma!’
[Hayır evlat. Dikkatli düşünürsen hiçte saçma değil. Senin için ırkların bir önemi olmayabilir. Fakat her canlı için böyle değildir. Canlılar, kendi türünden olmayanları hoş karşılamazlar.] (Akshay)
‘Haklısın… ama, ama yine de!’
Noah karşı çıkmak istedi ama sözü Akshay tarafından kesildi.
[İnsanların senin vücudunla katledilmesine rağmen en ufak bir şekilde orada olanları düşünmedin. Şimdi burada en son söz söylemesi gereken kişi sensin. Orada, ölmemesi gereken yüzlerce göreceli olarak masum hayat son buldu. Peki sen onları umursadın mı? Ben söyleyeyim. Aklının ucundan bile geçmedi! Yani fazla düşünmenin bir anlamı yok. Gerçeklik bu. Canlılar, görüşleri için, para için, kadınlar için, şöhret için, zevk için dahi öldürebilirler. İnkar etmenin bir anlamı yok. Bunun yerine nasıl hayatta kalacağını düşünmen gerek.] (Akshay)
[Haha! İyi dedin kral. Önceliğin hayatta kalmak olmalı. Bir kez daha sana yardım etmem pek mümkün değil! En azından onayımı alana kadar. Yani kendini korumalısın.] (Heron)
Noah, bu ikisinin ona dediklerine karşı bir cevap bulamadığından daha fazla düşünmek yerine önüne bakmaya karar verdi.
Lunette, durgun bir ifadeyle,
“Noah, hadi gidelim.” dedi usulca.
Noah, onu onaylamadan önce ona baktı. Yüzünde normal canlılığının tam tersi olan bir durgunluk vardı. Duygularını örtmeye çalışıyordu. Fakat Noah, ondan gelen hüznü hissedebiliyordu. Nasıl olduğunu tarif edemiyordu. Bir tür önseziydi. Fakat ondaki yoğun duyguları hissedebilmeye başlamıştı. Bir perde birden kalkmış gibiydi.
[Kabus ırkının, yeteneklerinden birisi. Canlıların olumlu, olumsuz duygularını hissedebilirler. Senin soyun tam olarak uyanmadığı için, sadece oldukça yoğunlaşan, anlık duyguları hissedebiliyorsun. Bu duyguları muhtemelen daha önce de hissetmişsindir. Fakat pek önemseme fırsatın olmamış olması oldukça olası.] (Akshay)
Noah anlayışla kafasını sallarken, Lunette’in omzuna elini koydu.
“Pek bir işe yarayabilecek bir konumda olmasam da, ne olursa olsun, sonuna kadar seninleyim.”
Yüzündeki ciddiyet dolu ifadeyle söylediğini duyan Lunette etkilendi. Umutsuzca yakınlaşmaya çalıştığı o kadar canlı varken ilk kez Noah gibi soğuk birine çekilmişti. Bu cümlelerin sonunda onunla yakınlaşabildiğini, ona güvenebileceğini hissetti..
Onlara yandan bakan Alicia, Noah’ın dediğini duyana kadar sessizdi. Noah’ın dediğini duyduktan sonra kendisinin de bir şey söylemesi gerektiğini hissetti.
“B-ben de yanındayım Lunette.”
Lunette, Alicia’nın dediğini duyunca gülümsedi.
“Tamam, tamam. Yanımda olduğunuzu biliyorum. Teşekkürler. Hadi daha fazla oyalanmayalım da anneme yük olmayalım. Yakınlardaki sığınağa gitmemiz lazım.”
Noah fazla bir şey demeden onayladı. Yapabileceği bir şey yoktu ne de olsa.
Önünde dönen dramayla karışık duygusal konuşmayı umursamayacak kadar düşünceler içinde Lillia planlama yapıyordu.
Noah, Lunette ve Alicia gitmeye hazır olduklarını görünce düşüncelerinden sıyrılıp konuştu.
“Gitmeden önce biraz bekleyin. Lunette ve Alicia. Siz az dışarıda bekleyin. Noah ile konuşmam gereken bir şey var. Yalnız.”
Lunette, annesinin kararlarını sorgulayacak durumda olmadığından kabul edip Alicia ile birlikte uzaklaştılar. Kapıyı kapatmadan önce ona son bir bakış attı Lunette ve ardından kapandı.
Odada kimse kalmadıktan sonra Noah alaycı bir şekilde gülümsedi.
“Benden şüpheleniyorsunuz değil mi?”
Sorusunun üstüne Lillia’dan yere çökmesine neden olacak kadar baskı yayılmaya başladı. Neyse ki zar zor ayakta durmayı başarabiliyordu.
“Şüphelenmemek için bir sebep göster. Yıllardır güvende olan bu köy nasıl bulunabilir?”
Baskısını ona yoğunlaştıran Lillia’ya karşı ister istemez diz üstü çökse de göz kontağını hiç bir şekilde bozmamıştı. Lillia’nın gözlerinden öfke, şüphe ve merak okunuyordu.
“Bilmiyorum. Fakat benim yapabileceğim bir şey de yok. Görüyorsunuzdur muhtemelen. Sakatın tekiyim. Kimseye yardım edemem veya herhangi bir muhbirlik yapmam söz konusu bile değil.”
Direkt yanıtlarken tereddüt dahi etmemişti. Ve hemen üstüne tahmin ettiği türden bir cevap almıştı.
“Yanınızda olan kadın, sizin aksinize gayette sağlıklı bir gelişime sahip. Rahatlıkla kısa mesafeden ilişki kurabilir.”
Cevap vermeden önce iç çekti.
“Evet doğru. Fakat o kadın direkt bana bağlı. Ben izin vermediğim sürece nefes bile alamaz. Ben ise neden sizi satayım ki? Tarikatta annem dışında bağlayan bir şey yok beni. Fakat burada beni bağlayan oldukça bağım olduğunu söyleyebilirim. Kızınız, kızınızın hizmetçisi, durmadan eski anılarını anlatan Ulric amca, bana durmadan zorbalık eden o kertenkele bozuntusu. Burada kazandığım bağları, orada hiç kazanmadım. Kazanma fırsatım da olmadı.”
Tüm içtenliğiyle cevap verirken bir kez bile olsun Lillia’nın gözüne bakmayı kesmedi. Sonunda Lillia’yı pes ettirmeyi başarana kadar birkaç sorusunu daha cevapladı. Anca o zaman gitmesine izin verdi.
Yavaş adımlarla gitti ve kapıyı açtı. Ardından usulca kapıyı kapattı ve düşünceler içinde bir köy liderini bıraktı.
-
“Sıkıldım~! Ne zaman kan göreceğiz? Kan istiyorum! Vahşet istiyorum! Kafatasına giren kılıç görmek istiyorum!”
Bunu diyen adamın yanındaki kadının yüzünde sadistçe bir gülümseme belirdi.
“Birazdan bol bol kan göreceksin. Sadece uygun anı bekliyorum. Unutma, buraya gelme amacımız sadece katliam yapmak değil. Köklerini bulmak. Bu yüzden paniğe kapılmalarını bekliyoruz. Dediğim gibi diğerlerini köyün etrafına yaydın değil mi?”
Adam başıyla onayladı.
“Elbette, hallettim. Hareketleri gizlice takip ediyoruz. Şu ana kadar hiç biri yakalanmadı.”
Kadın arkasına yaslanmadan önce hoş bir şekilde kıkırdadı.
“Güzel. Tarikat liderinin savaşta kritik rol oynayacağını düşünüp buraya beni yollamasına değer umarım.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..