Noah ruhları hemen tüketmek istiyordu. Fakat şu an savaşın sonucunu görmek için beklemesi gerekiyordu. Neyse ki soy uyanışı savaşlarının sonucunu görmesine yetecek kadar uzun dayanabilirdi.
Bu sırada kendi özgün tekniğini kullanan kadınsa, kullandığı teknik yüzünden birden solgunlaştı. Diğerleri bunu beklemediğinden şaşırdılar. Biri tepki vermekte geciktiği için yüzünde bir tebessüm belirerek aniden kalp atışı durdu.
Rüzgar kullanıcısı ise bu tekniği daha önce kadından duyduğundan durdurmak için yüzünü kollarıyla kapatırken bağırdı.
“Yapma Elisa! Birlikte yenebiliriz onu. Hiçbir şey olmasa kaçarız. Işınlanma kristallerimiz yanımızda.”
Rüzgar kullancısının dediği doğruydu. Her birine bu yolculuğa çıkmadan önce bulundukları konumdan üç kilometre uzağa ışınlanmalarını sağlayan bir ışınlanma kristali verilmişti. Bunlar, o kadar değerliydi ki, sıradan bir klanın tüm mal varlığını hatta kendilerini dahi komple satsan bile bunlardan bir tane etmeyebilirdi. Değeri o derece astronomikti.
Yine de buna rağmen çalıştıkları yer bunları hayatta kalmaları için tedarik etmişti. En azından rüzgar kullanıcısının bildiği buydu.
Kadın, onun dediğini duyunca bir an duraksadı.
“Sen ne anlatıyorsun? Benim kristalim falan yok. Hatta buradaki kimsenin yok. Sadece senin gibi kahrolası zengin pisliklerin kristali var.”
Diye öfkeyle yanıtladı. Sonrasında iki eliyle dev bir enerji küresi oluşturup, rüzgar kullanıcısına fırlattı. Görülen yüze göre herkese bu kristalden dağıtılmıştı. Fakat işin aslı öyle değildi. Tarikattan da gelsen, imparatorluktan da gelsen eğer belirli bir ağırlığı olan arka planın yoksa sana ölüm askeri muamelesi yapıyorlardı. Yaşayıp, yaşamaman umurlarında bile değildi. Kadın bu yüzden tereddüt dahi göstermeden ihanet etmişti.
Rüzgar kullanıcısı göremese de sezileri yüksekti. Yoğun tehlikeyi içgüdüsel bir şekilde hissetti ve yana doğru sıçarayarak atlattı. En azından o öyle düşündü. Dev küre aniden ikiye ayrılıp yatay bir şekilde zıt yönlere hareket ettiler. Rüzgar kullanıcısı buna tepki vermekte gecikti.
Sonuç olarak ise hızla geriye savruldu, duvara çarptı ve bayıldı. Kadın ise ona bakarken bir an acır gibi bir ifade gösterse de, sonrasında tekrar ifadesiz yüzünü takındı. Onu öldürmek için bir büyü topu oluşturmuştu. Tam ona fırlatacak iken Noah aniden “Dur.” dedi. Dediğini duyan kadın yeni patronunun dediğini yaptı.
Noah tüm bu olanları şaşkınlıkla izlerken istemsizce hayran kaldı. Kadının bu kadar kararlı olmasını beklemiyordu. Kendi yoldaşını öldürecek kadar kararlıydı.
“Bu çok… Etkileyici.” Diye mırıldandı kendi kendine. Sonra ise etrafa dikkatlice baktığında yapılacak başka bir şey kalmadığına karar verdi.
“Sen kadın, o adamı bağlayıp benim yanıma getir. Diğerleri ise; ben şu portalın önündeyim. Halledersiniz sonuncuyu.”
Sonra ise figürdeki canlılık hızla söndü ve Noah’ın gözleri canlandı ve bir kez daha aurası şiddetlendi. Fakat ilk olduğu kadar aşırı değildi. Aksine oldukça kontrollü bir yükseliş gibiydi.
“Huh, bu yorucuydu. Artık elimizde neler var bakabilirim.”
Noah bir kez daha ruh sarayına dalarken, ortada bir ona afallamış bir şekilde bakan Julia, bir savaşı kazanmanın verdiği heyecanla kalan saldırgana saldıran halk, bir de ne olduğunu bilemeyen bir kadın bırakmıştı.
…
Savaşın başlangıcında Noah’ın gezegeninde;
kendisi gelen ruhları tüketmeye devam ediyordu bir saray oluşturmak için. Fakat saray oluşturmanın pek de kolay olduğu söylenemezdi. Süreç oldukça yorucuydu. Yine de kaba taslak olarak bir tür saray oluşturmuştu.
Gerçi saray demek uygun bir tabir olmazdı. Onunki daha çok bir villa gibiydi. Annesiyle kaldığı villaya oldukça benziyordu. Tek farkı bu villanın içinin tamamen boş olmasıydı. Adeta bir kabuk gibiydi.
Noah ise ona bakarken anne hasretiyle kavruldu. Kim bilir nerelerde, neler yapıyordu? Üzülmeden edemedi ve bir kez daha zayıflığına lanet etti.
Düşüncelere dalmış iken birden hemen komşusu olan saraydan onunla neredeyse aynı bir genç çıktı. Çıktığı saray kendi villası gibi değil, tam anlamıyla bir saraydı. En azından bir zamanlar öyleymiş gibi duruyordu. Saraydan kanasusamışlık ve vahşet sızıyordu. Fakat ruh enerjisinden mahrum kalmış gibiydi. Sarayın çeşitli yerleri deforme olmuş ve parçalanmanın eşiğine gelmişti.
Noah ise dikkatını daha fazla saraya vermek yerine ona bir sırıtışla yürüyen gence baktı. Genç ondan farklı olarak kan kırmızısı gözlere ve kan kırmızısı saçlara sahipti. Siyah çizgili kırmızı ilginç bir kıyafet giymiş, sırtından ise kandan yapılmış kanatlar çıkıyordu. Tüm bu farklılıklar dışında yüz ve vücut yapısı Noah ile hemen hemen aynıydı.
“Heron? Bu sen misin?”
Kanatlarını över bir şekilde kahkahayla yanıtladı genç.
“Haha! Tabii ki! Bu ihtişamlı kanatlara başka kim sahip olabilir ki?”
Bu genç, Heron’dan başkası değildi tabii ki. Noah anlamsızca sordu.
“Heron, anlamıyorum. Sen burada ne arıyorsun? Burası tam olarak neresi? Benim ruhumda neden böyle bir alan var?”
Noah’ın sorularını duyan Heron iç geçirdi.
“Keşke bunu cevaplayabilsem. Fakat buranın yöneticisi bu konu hakkında konuşmamızı yasaklıyor. Yine de…”
Bir an duraksayıp yarı saydam bir hale gelen eline baktı.
“…Bunu yapacağım. Fakat dinlediklerini sakın unutma evlat. Bir kez anlatacağım.”
Noah neler olduğunu anlamasa da masumca onayladı.
“Pekala. Bilgim sınırlı bu yüzden bazı dediklerimde boşluk olsa bile soru sorma. Çünkü cevaplayacak kadar zamanım olacağını sanmıyorum. Ayrıca araya kendi teorilerimi de sıkıştırdım haberin olsun.”
Sonra nefes almaya ihtiyaç duymamasına rağmen üzerindeki stresi boşaltmak için derince bir nefes aldı ve anlatmaya başladı.
“Bu yer bildiğin üzere ruhumuzun içi. Burada bir zamanlar tek bir saray bulunuyordu. Fakat ne olduğunu bilmesem de bir şekilde o saray ve o sarayın sahibi tarihe karıştı ve bir şekilde bizim ruhumuzun içinde oluştu. Tabii bu kısım benim teorim. Her neyse bu oluşan yer nedeniyle de ruhumuz sonsuz bir reenkarnasyon döngüsünde sıkışıp kaldı. Ölemiyoruz. İstesek de. Her seferinde yeni bir vücutta doğuyoruz. Kimi zaman bir böcek, kimi zamansa bir ejderha oluyoruz. Fakat kaderimiz değişmiyor. Bir hiç uğruna ölüyoruz. Bazenleri ise belirli bir düzeyde gelişim yapmayı başarabilen canlılar oluyor ve ruh saraylarımızı oluşturabiliyoruz. Bunlar olduğunda ise öldüğümüzde düşük bir olasılıkla irademiz ruh sarayımızla birleşip bir tür araf benzeri bir ortamda kalmamıza neden oluyoruz.”
“Bekle, bekle! Ne demek istiyorsun sen!? Yani aslında buradaki herkes, her şey benim bir reenkarnasyonum mu!?”
Noah onu bölerek istemsizce haykırdı. Heron ise onu duymamış gibi devam etti.
“Bu sebepten ötürü burada çok fazla irade kalıntısı oluştu. Bazı irade kalıntıları güçlüydü. Bu yüzden zayıf olanları avladılar ve şu zamana kadar hayatta kalmayı başardılar. Fakat bildiğin üzere güç sınırsız değildi. Eninde sonunda yok olacağız. Bu sebepten buranın yöneticisi, kendisine “Sistem” diyen bu varlıkla bir anlaşma yaptık. Yeni doğanlar arasından en fazla potansiyel gösterenlere mirasımızı verecektik. Bu sayede herkes huzura kavuşabilirdi. Bu yüzden çoğunluk kabul etti. Ben de o kabul edenler arasındaydım.”
O sırada vücudunun tamamen saydam bir hale geldiğini görünce acıklı bir gülümseme açığa çıkarttı.
“Anlaşılan yönetici daha fazlasını anlatmama müsaade etmeyecek. Neyse evlat. Seninle konuşmak eğlenceliydi. Sana tüm deneyimlerimi, tekniklerimi ve geri kalan her şeyimi aktarıyorum. Yoksa sistemin içinde yok olup gidecekler ve bunu yapmaktansa sana vermeyi tercih ederim. Kendine iyi bak ve sakın unutma. Bu evrende pes edene ekmek yok.”
Sonrasında ise Heron aniden parçalanırken neler olduğunu kavramakta zorlanan bir Noah ve çeşitli bildirimler işitmesine sebep olan bir sistem bıraktı.
[Kan Meleği Heron’un mirası başarıyla alındı.]
[Hata! Heron anlaşmanın maddesini bozdu. Miras iptal ediliyor…]
[Başarısız! Kullanıcıya çoktan nüfus etmiş bulunmakta. Arındırılsın mı?]
[Evet/Evet]
Sistemin yazısını gören Noah cevap veremedi. Bunun sebebi ise zihnine aniden gelen anılardı. Üstelik bu anılar tek bir kişinin anıları değildi. Ondan fazla kişinin hayatını aynı anda yaşıyordu.
Birinde tarikatta gelişim yapan sıradan bir gelişimciydi. Yolda gezerken değerli bir hazine bulmuş, bunu sevgilisine göstermişti. Aradan zaman geçtikten sonra ise sevgilisi onu arkasından bıçaklamış ve hazineyi alıp onu terk etmişti.
Başka birinde ise bir müzayede evi işletmecisiydi. Oldukça paragözdü. Fakat buna rağmen iyi bir şekilde müzayede evini işletmiş bunun sonunda ise çok kar etmişti ve mutlu bir yaşam sürüp, mutlu bir şekilde ölmüştü. Tabii yaşamını uzatmak için gelişim de yapmıştı. Fakat asla ilk planda değildi. Bu sebeple sadece on yıl daha geç ölmüştü.
Başka bir hayatında ise sıradan bir insandı. Birden gökyüzünden bir teknik indi ve gelişimci oldu. Aradan zaman geçti. Birkaç kadından oluşan bir harem ve koskocaman bir imparatorluk kurdu. Fakat sonunda ise sevdiği kadınlardan biriyle sevişirken ölüverdi.
Bu ve buna benzer hem iyi hem de kötü bir sürü hayat deneyimlemişti. Yine de bunların hiç bir Heron’un hayatı kadar şok edici değildi.
Heron, bebekliğinden beri dayak yiyen birisiydi. Evet, bebekliğinden beri. Heron farklıydı. Görsel hafızaya ve olağanüstü bir zekaya sahipti. Bu yüzden tüm olanları bilebiliyordu. Annesi her gün farklı bir adamı eve alırdı. Getirdiği adam ise bebek olmasına rağmen umursamadan Heron’un önünde annesiyle sevişirdi. Elinden hiçbir güç gelmeyen Heron ise anca öfkeyle ağlayabilirdi. Annesi ise onu yatıştırmak yerine susması için döverdi. Heron ise zamanla ağlamayı bıraktı ve çatık kaşlarla sessiz bir bebek oldu. Üç aylıkken ise yürümeye başladı. Bunu belli etmesi kaçınılmazdı. Normalde tek yaptığı dövüp, azarlamak olan annesi şok olmuştu. Fakat Heron onun duygularını zerre önemsemiyordu. Nefret ediyordu annesinden. Bir yaşında da konuşmayı öğrenmesine rağmen hiçbir şey söylemedi.
Büyümeye devam etti. Artık annesi ona ayrı bir oda ayarlamıştı. Bu sayede hayatı nispeten daha huzurluydu. Hala o lanet sevişme seslerini duyabiliyordu. Fakat artık dayak yoktu. Bu yüzden biraz daha rahattı. Bu sebepten annesine karşı olan büyük nefreti büyük ölçüde azalmıştı. En azından on yaşına kadar öyleydi. Sonra annesinin adı tüm köy boyunca yayıldı ve oğlu olarak hep zorbalık görmeye başladı. İlk başta ezildi. Yine de sonra hızla toparlandı ve kendini en ufak bir şekilde ezdirmemeye başladı. Aksine dövüş sanatları bilmemesine rağmen ona zorbalık yapan herkesi bir bir dövdü. Fakat buna rağmen bazıları hala ona sataşıyordu. Heron'un bir an onların akıldan yoksun birer canavar olup olmadığını merak ettiği zamanlar bile olmuştu.
Yine de buna rağmen zaman çabucak geçip gitti ve Heron yetişkin oldu. Aynı anda da sistemle ilk kez tanıştı.
“Anlıyorum, yani sen bana bir tür rehberlik sunacak bir tür sistemsin? Pekala, işime karışmadığın sürece umurumda değilsin.”
Verdiği ilk tepki bu oldu. Sonra aradan zaman geçti. Sistem ona çeşitli görevler verdi. Heron’un da işine geldiğinden dolayı verdiği görevleri yaptı. Bunun sonucunda Vampir oldu. Bu pek de onun umurunda değildi. Güçlenmek için her şeyi kullanırdı.
Ve bu zihniyet sayesinde kısa sürede bir tarikatın dikkatini çekip girmeyi başardı. Tabii tarikata girmeden önce yüzünü ezberlediği tüm adamların ‘aletler’ini kesmeyi unutmadı.
Katıldığı tarikatta da gittikçe ünlü olmaya başladı. Herkes ona “Kan Savaşçısı” veya “Ölüm Tanrısı” gibi havalı isimlerle hitap ediyordu. Onun bulunduğu gezegende ırklar eşit muamele görüyordu. Sadece güçlünün sözü geçer gerisi önemsizdi. Bu sebeple kimse Heron’un soyunu sorgulamadı o da söyleme zahmetine girişmedi.
Bu popülerlik ve beraberinde gelen korku orantılı bir şekilde arttı. Heron gittikçe acımasızlaştı. Karşısına kim gelirse acımadan öldürüyordu ve her öldürdüğünün kanını tamamen alarak kurutuyor, dehşetengiz bir hızla güçleniyordu. Gücü o kadar dengesiz yükseliyordu ki kısa sürede tarikat liderine meydan okuyup tek vuruşta onu öldürmeyi başardı.
Tabii sonra olduğu tarikatı da beraberinde yok etti.
***
Ne kadarda manyak bir karakter değil mi? :D Öhm neyse bayadır duyuru yazmıyordum. Küçük bir şey sormak istiyorum. Okuyucu sayısı gittikçe düşüyor gibi geliyor. Belki de bana öyle geliyordur? Bilemeyeceğim. Her neyse sizden bunun sebebini öğrenmek istiyorum. Hatalarım nelerdir? Neyi düzeltmem gerek? Düşünceleriniz benim için önemli. O yüzden hatalarımı söylemekten çekinmeyin. Teşekkürler, iyi günler ^^
He bu arada şuraya atmayı da unutmadan Yuen'in öldüğü vakitten sonra Noah ve ele geçirdiği sırada Heron'u tasvir eden bir resim bırakacağım buraya.
Çizim için Okuyucu#4769'ya teşekkürler. Heron kısmında daha iyi bir iş çıkarabileceğini düşünsem de Noah kısmı özellikle harika olduğunu düşünmekteyim.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..