Bu olayın üstünden yirmiden fazla yıl geçti. Zaman her şeyi yıpratır derler ya. Eri’nin nefreti de aynı şekilde yontundu. Heron hep ona yardımcı oldu. Bir gelişim tekniği verdi, güçlenmesi için gelişim kaynakları bulmasını sağladı. Ona mesafe koymaya çalışsa da koyamadı. Yakınlaştılar bu yıllar geçtikçe. İkisi de güçlenirken aralarında bir tür bağ oluştu.
Heron ise ilk başta Eri’yi ilginç bulmuştu. Taş kalbinde garip hisler doğurabilen tek kişiydi. Bunun sebebini merak etmişti. Zamanla bu hisleri çok sık yaşamaya başladı ve çocukluğundan beri taş olan kalbinin ilk kez birine karşı yumuşadığını hissetti. İlk kez böyle bir deneyimi yaşıyordu. Bu yüzden kıza yakın davranmaya çalışıyordu. Bazen şakalar yapmaya çalışıyor, bazen de sadece sohbet olsun diye yaşadığı tuhaf deneyimlerden anlatıyordu.
Ve böylece bir on yıl daha geçip gitti. İkisinin de zirveye ulaşmasına yarım adım kalmıştı. O eşiği geçtiklerinde bu dünyanın en tepesinde duracaklar ve bir üst diyara adım atacaklardı. Bu arada ikisi de sonunda aralarındaki nefret bağına rağmen birbirlerine açılmış ve birlikte olmuşlardı. Eri’nin karnında bir çocuk bile vardı.
İlk birlikte olmalarında çocuğun olmasına oldukça şaşkındı Heron. Aynı şekilde de biraz mutluydu ve de aynı şekilde korkusu da yok değildi. Korkusu iyi bir baba olup olamamak değildi. Korkusu çocuğunun ölme riskiydi.
Bu zamana kadar gezegenin bir ucundan diğerine kadar gezmişlerdi ve gittikleri her yere yıkım getirmişlerdi. Bu yüzden herkes onların düşmanıydı. Bir keresinde görev için dünyanın yarısını tek başına yok ettiği bile olmuştu. Bu sebeple herkes ondan iliklerine kadar nefret ediyor ve de korkuyordu. Yine de bu korku kadınının karnındaki tohum için geçerli değildi. Öğrenildiği anda tohumu yok etmek için elinden geleni artlarına koymazlardı.
Ve korkusu üç ay sonra gerçekleşti. Nasıl olduğunu bilmese de yanındaki kadının hamile olduğu söylentisi yayıldı ve bu onun için ittifak kuran büyük güçleri paniğe sürükledi. Kimse bu dünyaya ikinci bir Kan Meleği istemezdi. Bu sebeple onları tuzağa düşürecek bir büyük bir plan hazırladılar.
Heron ve Eri bunun eninde sonunda yayılacak olacağını bilmesine rağmen bu kadar çabuk olacağını beklemiyorlardı. Sonrasında ittifak, herkesin duyabileceği şekilde Yedi Ölümsüz’ün Ağıtı ismindeki meyvenin yetiştiği bir ağacın bulunduğunu duyurdu.
Bu meyve ölümsüzlerin kanı ölümlü diyarda döküldüğü vakit çıkan nadide bir meyveydi. Meyvenin bir sürü mucizevi etkisi vardı. Kişinin ömrünü uzatabilirdi, atılım yapmasını sağlayabilirdi ve en önemlisi Heron’un da ilgisini çekmeyi başaran özelliği, hamileliğin sorunsuz geçmesini sağlayabilirdi.
İlk başta hamilelik olayı sıradan gibi gözükebilirdi. Fakat unutmamalıydı ki iki oldukça güçlü varlığın spermi ile yumurtası bir araya geliyordu. Bunun sonucunda hamilelik başarısızlıkla sonuçlanabilir, çocuk ölü doğabilirdi. Bu çok olağandı. Gücün bedeli de bu doğurganlıktaki azalmaydı.
Fakat bu meyve sorunsuz geçmesini sağlayabilir ve çocuğun sağlıklı doğmasını sağlayaabilirdi.
Heron ise tüm bunların tesadüf olmadığını avcunun içi gibi biliyordu. O yaşlı bunaklar tuzağa düşürmek için bunu yapıyorlardı. Yine de Heron’un o meyveye ihtiyacı vardı. Bu sebeple yapması gerekeni yaptı ve diğer herkes gibi yayılan söylentide bahsedilen yere, Varlığın Sonu olarak bilinen manası korkunç derecede zayıf olan kara parçasına gitti.
Tabii giderken yalnızdı. Zar zor da olsa Eri’yi ikna etmişti. Bunun neticesinde döneceğine dair söz vermek zorunda kalmıştı.
‘Umarım sözümü tutabilirim.’
Diye düşünerek söylenen koordinatlara doğru ilerledi. Ve gerçekten de orada bir ağaç vardı. İlerlemeden önce etrafına dikkatlice bakındı. Hatta düşmanlarını belli etmek için tüm vahşetle dolu artık katılaşmış gümüş aurasını yaydı. Bu arada tüm bu zaman boyunca tesadüf eseri kabus soyu da elde etmişti. Sıradan bir Kabus soyu olmasına rağmen gücüne güç katmıştı.
Heron’un yaydığı aura da dolanan intikamcı ruhlar ve kan arzusu tüm alanı acımasızca sararken bir süre bekledi. Etrafta herhangi bir tepkinin olmadığına emin olduktan sonra uzayda bir yarık açtı ve favori tekniklerinden birisi olan kan bağı kopyalarından birini yarığa koydu.
Bu kan bağı kopyası, kan özü ve biraz da yaşam enerjisiyle oluşturduğu kopyalardandı. Eğer ölecek duruma gelirse bağını kullanarak bulunduğu konumla yer değiştirmek için manayı kullanabilirdi. Tabii böylesine dehşetengiz ve korkunç bir yetenek göklerin gözünden kaçmamış ve buna yargı ve sınama amaçlı yedi yıldırım yemişti. Son yıldırımda Eri’nin son anda destek olarak verdiği mana kristali olmasa yıldırımla pişmiş rostoya dönecekti.
Kopyayı bıraktıktan sonra yavaşça oraya uçtu ve orada onun gibi zirveye yakın bir varoluşun bile hissedebileceği kadar korkunç bir baskı yayıyordu. Buna rağmen dişlerini sıktı ve yaklaşıp renksiz, cam gibi saydam olan bu meyveyi koparttı.
Tam geri dönmek üzereyken, birden hareket edemediğini fark etti. Bulunduğu konumda adeta zaman donmuş gibiydi. Neler olduğunu tahmin edebilen Heron kaşlarını çattı.
“Bunun bir tuzak olacağını bekliyordum fakat bu kadar aşağılık olmanızı beklemiyordum Melek Avcısı İttifakı.”
Heron’un yanıtına karşılık hemen dışarıda altı farklı silüet belirdi. Birisinden patlayıcı bir aura yayılırken, diğerinden kutsal bir aura yayılıyordu. Kimisinde sakin bir aura, kimisinde ise sakinden çok sakin ve bir o kadarda soğuk bir aura yayılıyordu.
Heron onlara bakarken auralarından zerre etkilenmeyip kıkırdadı.
“Siz yaşlı bunaklar cidden tuzağınıza körü körüne atlayacağımı düşünmediniz değil mi?”
Heron’un dediğini duyan altı figür sessiz kaldı. Aralarından patlayıcı ve kavurucu bir auraya sahip olan adam öne çıktı.
“Acımasız katliamlarının sana dönüşü olacağını hiç düşünmedin mi Kan Meleği? Bu tuzağı sırf sen kaçama diye özel yaptık. Bariyerin içinde zaman durmuş durumda. En ufak bir hareket dahi edemeyeceksin. Bu sayede işini bitirebiliriz.”
Heron, onun dediğine inanmadı ve geri dönmek için kan bağı kopyasına geri dönmeye denedi. İlk başta işe yarıyor gibiydi. Fakat hemen ardından olduğu yere dönüverdi. Umutsuzca bir kaç kez daha denedi. Sonuç her seferinde başarısızlıktı. Hatta gittikçe güçleniyor gibiydi.
“Bu lanet olası düzeni nasıl buldunuz kahrolası piçler!?”
Heron’un öfkeli tavrına durgun auraya sahip kadın kıkırdadı.
“Hihihihi, sizi uzun zamandır izliyoruz. Kaçma tekniğinizi bilmiyoruz mu sanıyorsunuz? Çoktan bulduk ve ona çözüm bulmak için bir milyon ölümlü feda etmemiz ve göklerle savaşmamız gerekti.”
Kutsal auraya sahip olan canlı bir adım öne çıkarak konuşmaya katıldı. Işıktan cinsiyetini tanımlamak mümkün değildi. Aynı şekilde sesi de o kadar kutsal geliyordu ki tanımlamak imkansızdı.
“Evet, iblis. Yolun sonuna geldik. Bu gezegenden önce seni, sonra da o iblis tohumunu yok edeceğiz. Kendini hazırla.”
Elinde dev bir kılıç belirirken yavaş adımlarla bariyere ilerledi. Her adımında etrafında bu manasız kurak yerde yeşillik oluşuyor, çiçekler çıkıyordu. Sanki olması gereken kutsal bir vazifeyi yerine getiriyormuş gibiydi.
Heron ise onu görünce sinirle dişlerini gıcırdattı ve kullanmak istemediği o tekniği kullandı.
“Bunu kullanmaya zorlamamalıydınız beni. Kaos’un merkezinden çıktım, her yerde seni aradım. Vücudumu sana sundum, imkansızı bana başartman için. Tezahür ol ve bana güç ver! Ölüm Tanrısı’nın Kıyameti!”
Vücudunda damarlar belirmeye başlarken arkasında elinde orak olan siyah pelerinli korkunç bir varlık tezahür oldu. Sırtından bir çift kanat çıktı. Bu kanatlar, kendi yaptığı yapay, kanlı kanatlar değildi. Kemikten yapılmış, gerçek kanatlardı. Tabii Heron bu kanatların etrafına kendi kan kanatlarını da kapladı ve vücudundan çıkan kan enerjisi, ruh enerjisi ve de mana tek bir güç olarak vücudunu kapladı.
“Haaaa! Par-ça-lan!”
Ve birden bariyer parçalandı. Bunu beklemeyen altılı zamanında tepki veremedi. Heron adeta göklerin yargısı gibi dehşet verici bir hızla ona yaklaşmaya çalışan kutsal varlığın önüne geldi ve boğazını sıkarak kaldırıp hızla tüm manasını, ruhunu, vücudunu onu o yapan her şeyi tüketti.
Her biri Ölümsüz olmaya yakınlaşan yaşlı canavarlardı. O kutsallık yayan uzmanı tek hamlede ezmesi onlara korku salmıştı. Tereddüt dahi etmeden kaçmaya çalıştılar.
Fakat hiçbiri kaçamadı. Heron her birini acımasızca avladı. Sonunda hemen hemen hepsini öldürmeyi başardı.
Aradan sadece patlayıcı ve kavurucu auraya sahip olanı yakalayamadı. Bunun sebebi de gördüğü gibi uzay kristali kullanıp rastgele bir yere ışınlanmasıydı.
Hepsini tükettikten sonra durduğunda Tekniği durdurmaya çalıştı. Bunun sonucunda sırtından çıkan kemikten kanatlar kendi canlılığı gibi havaya dağıldı. Birden bire genç, duran yüzü, ölümlüler klasmanında elli, atmış yaş aralığında birisi gibi duruyordu. Arkasında tezahür eden tırpanlı figür ise kahkaha atıyor gibiydi. Yavaşça kaybolmadan önce bir şeyler söylediğini işitti. Fakat dil ona yabancı olduğundan hiç bir şey anlamadı.
Heron rahat bir nefes aldı. Canlılığının büyük bir kısmını feda etmesi gerekti. O dehşet verici formasyonu yok etmek için neredeyse intihar saldırı yapmak üzereydi. Neyse ki yaşlı ahmaklar akıllı oldukları kadar korkaktılar. Bu sebepten hepsini avlayabildi.
Meyvenin etkisi kaybolmasın diye gelmeden önce aldığı tahta gizemli kutuya koymuştu daha önce onu yüzüğünden çıkartıp baktı.
"Hmhm. Demek bu yedi ölümsüz ağıtı. Bununla çocuğum sağlıklı olarak doğabilir."
Meyveyi alıp gitmeden önce son kez etrafa baktı ve uzaysal bir yırtık açıp ortadan kayboldu.
Tekrar belirdiğinde sıradan bir köyün içinde bir evdeydi. Eri'nin isteği üzerine burayı yok etmek yerine korumayı tercih etmiştiler ve burada yaşamaya başlamışlardı.
Kapıdan içeri girerken Heron yaşlandığını hatırladı. Bunun için bir çözüm yolu olması için saksıyı hemen çalıştırdı ve küçük bir illüzyon oluşturmaya karar verdi ve hemen hemen ona oldukça yakın olan Eri’nin illüzyonu fark etmemesini umdu.
İçeri girdiğinde oldukça hoş bir manzara onu karşıladı. Karnı hafif şişmiş güzelleri güzeli bir tanrıça, oturmuş, bir kitap okuyordu. Oldukça huzurlu gibi görünse de Heron onun gözlerindeki endişeyi ve dikkatini dağıtmak için sarf ettiği çabayı rahatlıkla görebilirdi.
İçeri birinin girdiğini hisseden Eri hemen Heron’a döndü ve geleni görünce ayağa kalkıp Heron’un karşısına geldi. Endişeyle onu süzdü ve konuştu.
"Heron..."
Heron iç geçirdi.
"Evet o Tekniği kullanmak zorundaydım. Çocuğumuz için."
Birlikte keşifleri sırasında bulmuşlardı o tekniği. Nasıl da Eri fark etmezdi. Bu teknik öylesine korkunç bir teknikti ki kişi hangi alemde olursa olsun bir üst alemin gücünü elde etmesini sağlıyordu. Tabii böylesine akıllara zarar bir tekniğin korkunç bir yan etkisi de vardı. Kişinin yaşam ömrünün büyük bir kısmını bu tekniği kullanmak için Ölüm Tanrısına sunması gerekiyordu.
Her ne kadar Heron gizlemeye çalışsa da başarısız olmuştu. Canlılığı dibi görmüştü.
Heron sahte bir öksürükle konuşmaya devam etti.
"Öhöm, neyse gitmemin sebebi olan o meyveyi aldım. Afiyetle ye de çocuğumuz da senin kadar sağlıklı ve sevgi dolu olsun."
Heron, meyveyi çıkartıp, uzattı. Eri isteksizce meyveyi kabul etti. Kendisi için olsa tereddütsüz Heron’a verirdi. Fakat mevzu çocukları olunca…
Bir iç çekişle meyveyi ısırdı. Tadı ekşiydi. Fakat verdiği tatlı enerji o ekşiliği görmezden gelmesi için yeter de artardı.
Kısa sürede tüm meyveyi yedi ve vücudundan büyük baskı yayıldı. Heron gibi kanla vaftiz olmuş bir varoluş bile baskıdan dolayı nefes almakta zorlandı.
Neyse ki bu baskı kısa sürdü de Heron rahat bir nefes alabildi. Tam rahat bir nefes aldığı esnada ağzından kan geldiğini fark etti. Kan kustu.. Sonra sırtından gelen yoğun bir acı hissetti. Zar zor, arkasını döndüğünde ise o kaçan pisliği gördü.
“Na-nasıl?” kan öksürürken sordu.
Adam yanıtlarken diğer yandan Eri’yi salyaları akmış bir şekilde süzüyordu.
“Kolaydı. Cidden seni kaybedeceğimi mi sandın pislik? Diğer açgözlü bunakların aksine seninle aramızda bir kan davası var. Eşimi, çocuklarımı, klanımı sırf küçük bir piç için acımadan katlettin! Bunun intikamını senden alacağım. Normalde açık gözlülüğüyle bilinen senin gibi dehşet verici bir varlığın benim evrensel ölüm işaretimi fark etmesini beklerdim açıkçası. Fakat fark etmemen benim için çok iyi oldu.”
Adamın yanıtını duyan Heron öfkelenerek sisteme bunun sebebini sordu. Şu yıllar boyunca iki şeye güvenmişti. Biri sistem diğeri ise Eri’ydi. Sistem onun üzerinde bulunan her türlü kötü etkileri rapor edebiliyor, gelişimi için istatistiksel sonuçlar verebiliyor ve en önemlisi yönlendirebiliyordu onu. Fakat şimdi böylesine önemli bir bilgiyi gizlemişti. Nasıl olur da öfkelenmezdi.
Aldığı yanıtı duyunca ama suskun kaldı.
[Kullanıcı haddinden fazla yaşam enerjisi tüketti. Ölüm Tanrısı aracılığıyla tükettiğiniz yaşam, ruh, kan enerjileriyle birlikte manayı harmanlayıp zorla yaşam enerjinizi diğer bir deyişle ömrünüzü arttırmak için sistem tek odağını buna vermesi gerekti. Bu sebepten ötürü de bu sistemin dikkatinden kaçtı.]
Normalde sistemin bir şeye tek odak vermesini gerektirecek kadar önemli bir şey olmazdı. Bu da Heron’un durumunun ne kadar ciddi olduğunu anlatır nitelikteydi. Hayatı sistem sayesinde pamuk ipliğinde de olsa vardı. Fakat bu adam gelmiş ve makasla o hayatı da kesmişti.
Şu anki gücüyle o adama engel olması imkansızdı. Bu sebeple yapabileceği en iyi şeyi yaptı. Eri henüz tepki verememişken Heron hızla sistemden onu bir üst aleme ışınlamak için neler yapabileceğini sordu.
Bir üst alem diğer adıyla Ölümsüzler Diyarı diye geçerdi. Orası cennet gibiydi. Mana hem nitelik olarak oldukça kaliteli ve saftı hem de buradakinden çok çok daha yoğundu. Heron daha önce oraya nasıl gidebilecekleri hakkında sistemden bilgi istemişti ve aldığı bilgiler sonucunda oraya ölümsüz olmadan çıkmalarının yolu yoktu.
Tabii birisi kendini feda edip tünel olmadığı sürece…
Heron, normal bir insandan çok çok daha hızlı düşündüğünden kimsenin zamanında tepki vermesine fırsat tanımadan, tekme atarak öncelikle adamı uzaklaştırdı. Sonrasında Eri’ye sıkıca sarıldı ve varolmasını sağlayan her şeyle zorla Eri’yi bir üst diyara yolladı.
Ve kimse daha ne olduğunu bile anlayamadan bir efsane kendi kendine son verdi...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..