( 1.1)
Aslen düzmece olan bir dünyada, Agula Kıtası’nın parlayan yıldızı, Kırmızı Papatya Krallığı.
Hoş düzenlenmiş saray koridorlarının birinde, başında değerli taşlarla şereflendirilmiş bir taç takan birisi yürüyordu. Hızlı hızlı adımlıyor olmasına karşın yüzü durgun bir nehir gibiydi. Ayak seslerine dışarıdaki kuş cıvıltıları eşlik ediyordu. Koridorunda ilerlerken onu görenler saygı ile eğilip selam veriyorlardı. O da onların krallarına verdikleri selamı geri çevirmiyor, büyük bir alçak gönüllülükle karşılıyordu.
Güneş krallığa veda edip yerini Ay’a bırakırken toplantı odası giderek kalabalıklaşıyordu. Odada devasa bir masa duruyordu. Kalabalık sırayla masaya yerleşmişti. Masanın bir köşesinde kral III.Lasym ile sağ kolu Aerehrt duruyordu. Kral durgun bir ifade ile hangi konukların gelmediğine bakıyordu. Aerehtr ise görevlilerin işlerini doğru yapıp yapmadıklarına kontrol ediyordu. Bugünkü toplantı oldukça önemliydi ve tabiri caizse her şey mükemmel olmalıydı.Kapıdan geçenler, muhafızlar tarafından gözden geçiriliyor ve ondan sonra içeri alınıyordu. Lasym, sağ koluna döndü, “Herkese haber gönderildi mi?”
Aerehrt ona döndü, “Evet efendim. Haftalar öncesinden haber gönderildi. Davetten haberi olmayan kimse yok.”
“Güzel.” diye mırıldandı kral.
Saniyeler kendilerini, dakikalar onları kovaladı. Saatler de onlara dahil olacaktı ki yere takılıp düştüler. Odaya hemen hemen herkes toplanmıştı.
Aerehtr tarafından son kontroller de yapıldıktan sonra, kral parlayan tacı ile herkesi selamladı ve toplantıların olmazsa olmaz açılış konuşmasını yaptı. Ezber, samimiyetsiz bir konuşmaydı ki bir toplantının sıkıcı başlangıcıydı bunlar. Uyutulan meraklar, kral asıl konuya giriş yapınca vahşi bir şekilde uyandı:
“Namütenahi Ormanı’ndan geri çekileceğiz.”
Masanın öteki tarafından bir ses yükseldi. Eğer uzaktan birisi bu sesi duysa davul sesi diyebilirdi bu sese, “Nasıl?”
Berisinden de bir fısıltı çıktı, “Sonunda.” bunu sadece yanındaki koltuk duyabildi.
Salondaki gürültü, bir çığ gibi yükseldi. Aerehtr onları susturmasaydı, konuklar birbirlerine bile girebilirlerdi. Herkes sessizleştiğinde kral tekrardan konuştu, "Namütenahi Orman'ından geri çekileceğiz, bunun için nedenlerimiz var. Olay şu ki, terbiyecilerimiz yeterli sayıda ve tecrübeye sahip değil. Üstelik başterbiyeci ölümcül bir hastalığın pençesindeyken o ormanda canavar yakalamayı bırak, oraya adım atmak bile intihar olur. Bir başka neden ise daha çok komşularımız ile ilgili…" dedi ve masanın üzerindeki bardağı kavradı. Birkaç yudum alıp nazikçe öksürdü, "Güneş Krallığı ve civar lordları anlaşmayı onayladı fakat daha önce onlarla anlaşma yapan devletler, Güneş Krallığı ve diğerlerinin anlaşmaya sadık kalmadıklarını söylüyor. Sağ kolumdan bunları araştırmasını istedim. Aerehtr, sanırım bundan sonrasını sen göstersen daha iyi olur."
Aerehtr bir adım öne çıktı ve masaya birkaç dosya öne sürdü. Dosya açıktı ve içi kağıt kaynıyordu. "Bu iki yıl önce, Güneş Krallığı'nın saldırı ve savunma birimlerinin raporu. Bayramlardaki gövde gösterileri ve istihbarat doğrusunda oluşturuldu." Yeşil gözleri masanın etrafındakilerde gezindi. Kısa denilemeyecek ama uzun da
sayılmayan saçları gözlerinin önüne düşmüştü. Masadaki bayanlar için yakışıklı bir görüntüydü bu. Eldivenli eliyle kağıdı kavradı ve sayfayı çevirdi. Koca masadan soluk sesi çıkmazken kağıdın keskin sesi adeta kırbacın teki gibi şakladı, "Bu da bu ayki."
Kağıda bir göz gezdirince başta pek bir şey göze çarpmıyordu. Piyade, okçu, süvari sayıları orantılı bir şekilde artıyordu. Ondan sonra, savaş araçlarında pek bir artış yoktu. Aritmetiği iyi olanlar, terbiyeci sayısındaki azalmayı görmüştü ama en önemlisi; kağıdın alt kısmında, büyük harflerle yazılmış canavar yazısıydı. Yanına ise çetele ile sayısı eklenmişti. Dört tane, kocaman, tehlikeli varlık krallığın bünyesine katılmıştı.
***
Kırmızı Papatya Krallığı, Canavar Terbiyeciliği Kampı, Kampın Hasta Çadırı
Dev şifa çadırında kurulmuş yatakta bir hanımefendi yatıyordu. Yatağının yanında hafif ve taşınabilir sandıklar vardı. Sandıklar kapalıydı ama dışarıya çeşitli bitkilerin tuhaf kokusu yayılıyordu.
Yatakta uzanan hanımefendi, yaşlıydı. Kırışıklıklar yüzünü kaplamıştı. Saçları tel tel azalmaya başlamış, tek bir renk dahi barındırmıyordu. Yüzü solgunca buruşuktu, üzerindeki yorgan boğazına kadar çekilmişti. Zayıf elleri, yorganını iki taraftan tutuyor adeta yorganın düşmesini engelliyordu. Düzenli ama zayıf nefes alış verişi çadırın içindeki tek hareketti.
Çadırın dışında, bol kumaş kıyafetler giymiş iki kız bekliyordu. İkisi de siyah saçlı ve badem gözlüydü. Birbirlerine çok benziyorlardı, muhtemelen kardeş idiler.
Çadırın girişine biri gelince başlarını kaldırdılar ve gelen kişiye baktılar.
Bu kişi oldukça sağlam giyinimliydi. Kumraldı ve koyu renk gözlere sahipti. Net takip edilebilen yüz hatlarına sahipti. Çadırın bulunduğu koruluğa yerleştirilmiş meşaleler loş bir ortam oluşturuyordu. Loş ışık, gelen adamın adem elmasını daha kasvetli kılıyordu. Canavar derisi ve iyi metalden yapılmış bir omuzluk kuşanmıştı. Bir diğer dikkat çekici noktası sırtındaki kınında olan dev kılıç idi.
Çadırın girişindekiler, ona baktı. Gelen adam, bir şeyler dedi. Çok benzer olan kızlar birbirlerine baktı. Gözler ile konuşmayı çok iyi biliyorlardı. Daha sonra geri çekilip omuzluk takan adama izin verdiler.
Adam her adımını dikkatle atarak çadırdan içeri girdi. Hanımefendi yatağında idi, solukları duyulmasa huzurlu bir uyku çekiyor olabilirdi. Nefesi zorlaşınca kaşları çatılıyordu. Tekrar düzene girince sakin bir şekilde uyumaya devam ediyordu.
Adam bir tabure aldı ve ses çıkarmadan yatağın yanına koydu. Tahtadan yapılma bir tabureydi ama ne yapacağı belli olmaz, aniden kendini yere atabilirdi. Tabureye oturdu ve ilerideki on on beş dakikasını yatakta uzanan hanımefendiyi izlemekle geçirdi.
Süre dolduğu vakit eline dokunmak için kendi iri elini uzattı ama yarı yolda hareketini aniden kesti. İçini çekti. Kapalı gözlerine bakarken ellerini geri çekti.
"Hanımefendi, biraz daha dayanın. Eminim ki bu durumdan da sağ sağlim çıkacaksınız. Lütfen, en kısa sürede iyileşip ekibin başına girin. Siz başlarında olmazsanız nasıl o pislikleri kovacaklar? Lütfen, rica ediyorum. Lütfen…"
Omzu sarsılmaya, gözünde yaşlar birikmeye başladı. Pek çıkık olmayan elmacık kemiğinde birikince yaşlar, eliyle sildi ve kalktı. Yavaşça dışarının yolunu tuttu ve çıkmadan evvel bir kez daha hanımefendiye baktı. Sonrasında çıktı ve uçsuz bucaksız ormanın derinliklerinde kayboldu.
Bölümün sonu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..