Bölüm 81 : İzin Veriyorum

avatar
3695 10

Yıldızlar Kralı - Bölüm 81 : İzin Veriyorum


Ersa'nın her adımında içindeki his daha keskin oluyordu. Sanki kayıp parçasını yıllar sonra bulmuş hissiyatı. Alanın ortasına geldiğinde kırmızı yapraklardan oluşan büyük bir küre gördü. Yapraklar havada uyum içinde uçuyor ve küre şeklini oluşturuyordu. Kürenin içinde ise ne barındığı görünmüyordu.

Ersa biraz daha yaklaştı. Ersa yaklaştığında yapraklar onun geldiği yoldan bir giriş oluşturdu. Ersa'nın geçebileceği boyutta bir delikti. Ersa şaşkınlık ve merakla kürenin içine doğru girdi.

İçeri girdiği anda yapraklar tekrar birleşti ve deliği kapattı. Ersa ilerisinde kan kırmızı bariyerin içinde duran küçük bir canlı gördü. Büyüklüğü eli kadar bile olmayan, Armedia da canavar sayılmayan küçük yavru bir kediydi. Gözleri kapalı halde duruyor, hoş bir uykuda görünüyordu.

Ersa kedinin onu çağırmış olma ihtimalini düşündü, ama kediye baktığında aynı hissi almıyordu. Çağıran şey başkasıydı.

Çevresine baktığında çemberin merkezinde havada duran küçük bir şey fark etti. Bileğinden dirseğine kadar olan uzunluktan biraz daha uzun olan silindirik bir eşyaydı. Sopaya benzer yapısı olsa da kan kırmızı rengi görüntüsü biraz ürkütücü hava veriyordu.

Ersa şaşırmıştı. Tuhaf görünümlü nesneye baktığında kendisini çağıran şeyin bu olduğuna emin olmuştu. Daha çok şaşırmasına sebebi de buydu. Ne olduğu belli olmayan bir nesne, kendisini çağırmıştı?

"Beni, sen mi çağırdın?"

Herhangi bir tepki yoktu. Ersa bir süre durduktan sonra havaya zıpladı ve nesneyi kaptı. Nesne eline değdiği anda kan akış hızı arttı. Kalbinde bastırılamayan bir heyecan ve savaş isteği vardı.

Dehşet verici bir aura Ersa'yı kaplamıştı. Şuana kadar hissettiği en korkutucu ve güçlü ikinci auraydı. Eğer kendisine düşmanlık amacı ile yaklaşsaydı, ölü olabileceğini düşündü.

Silindirik nesne Ersa'nın avucu arasında iken içinden kırmızı renkte gaz çıktı. Sivri bir iğne halini alarak Ersa'nın avucunu deldi ve akan kan nesneye çekildi. Ersa aniden silindirik nesneyi elinden bıraktı.

Nesne yere düşmeye devam ederken birden havada yok oldu. Ersa'nın göz bebekleri genişledi. Nesnenin kendi iradesi mi vardı? Birkaç adım geri çekildi ve çevresine bakındı. Nesnenin nereye kaybolduğunu görmek istiyordu.

O an vücudunda tuhaf bir duygu hissetti. Sağ elini kaldırdı ve bileğine baktı. Bileğinin ön kısmında kırmızı renklerden oluşan bir dövme gördüğünde kafası karıştı. Nesneler kan aracılığı ile sahiplenilebiliyordu, ama sahiplenilen nesnenin ortadan kaybolduğunu hiç duymamıştı. Ayrıca insanın değil de, nesnenin inisiyatif kullanarak sahibini seçtiğini de hiç duymamıştı.

Elindeki küçük hoş yıldız sembolüne ne kadar baksa o kadar aklı karışıyordu. "Neredesin?"

Ersa bir cevap edinme umudu ile seslendi, ancak etrafa sessizlik hakimdi. Tam pes edecekken zihninde bir şey belirdi. Sonsuz karanlıkta duran kan kırmızısı renginde silindirik bir nesne. Zihninde var olan karanlık alan ile korkmuş ve şaşırmıştı.

Gözlerini kapattı ve silindirik nesneye ortaya çıkma emri verdi. Nesne Ersa'nın emrini anında yerine getirdi ve sağ eline yerleşti. "Neden bu kadar tanıdık hissediyorum? Beni mi bekliyordun?"

Ersa'nın zihnindeki sonsuz karanlık kızıl renkle aydınlandı. Ersa hafiften tebessüm etti. Vücuduna heyecan duygusu hakimdi. "Nedense anlamadığım bir şekilde bende seni bekliyormuşum gibi hissediyorum."

Zihnindeki karanlık iki defa üst üste aydınlandı. Ersa geri gitmesini emrederek nesneyi gönderdi. Her şey o kadar karmaşık geliyordu ki. Daha önce görmediği bir mekan ve nesne, kendisine çok tanıdık geliyordu. Öyle ki buraya aitmiş hissiyatı bile vardı içinde.

Kendisinin burası ile bir alakası olmadığından emindi. Nasıl olabilirdi ki? Her zaman Armedia da kalmıştı ve çok fazla tanıştığı kimse yoktu.

Ersa uzun süre düşünse de aklına gelen hiçbir şey yoktu. Kan kırmızı bariyerle çevrelenmiş yavru kediye döndü. Bembeyaz tüylerle kaplıydı ve büyüleyici bir görünümü vardı. Etrafını aydınlatıyordu.

Ersa elini bariyere uzattı ve ne olacağını görmek için dokundu. Bariyer Ersa'nın dokunduğu yerden başlayarak kaybolmaya başladı. Ersa ürktüğünden birkaç adım geri çekildi. Bariyerin bir anda kaybolacağını düşünmemişti.

Yavru kedi yumuşakça kalan enerji parçacığı tarafından kırmızı toprağa bırakıldı. Ersa gerçekleşen her şeyi dikkat kesilmiş izliyordu.

Yavru kedi yere bırakıldığında her şeyden habersiz uyumaya devam ediyordu. Ersa kediye yaklaştı ve yakından inceledi. Yavru kedinin sahip olduğu masum ifade ile gülümsedi. Kediyi ne yapacağını bilmiyordu. Burada bıraksaydı, nasıl hayatta kalırdı?

Yanına alırsa da sıkıntılı olabilirdi. Uzun süre tereddüt ettikten sonra kediyi nazikçe elleri arasına aldı. Tek eli kediyi tamamen kaplamıştı. Denge yüzüğünden yumuşak bir örtü çıkardı ve yavru kediyi onunla sarmaladı. Ardından göğüs bölgesinde kalacak şekilde kediyi vücuduna bağladı.

Ersa daha fazla burada kalmasının bir anlamı olmayacağından kürenin dışına çıktı. Ersa çıktıktan sonra yaprakların tamamı yokluğa karıştı.

Ersa yaprakların yok oluşunu izlediğinde aklında tek ihtimal vardı. Küre amacını tamamlamıştı. Bu nedenle artık yokluğu karışmıştı. Daha önce kubbe alanı ayrıntılı incelemediğinden şimdi çevresini incelemeye başladı.

Etrafındaki hazinelerin miktarı o kadar fazlaydı ki ilk geldiğinde fark etmediğine şaşırdı. Bitkilerle kaplı bir alandı ama bitkilerin görünümü, kokusu onların muazzam değerini yansıtıyordu. Daha önce hiç görmediği bitkilerdi. Bu da Armedia’da muhtemelen bu bitkilerin bulunmadığı anlamına geliyordu. Heyecan tüm iç dünyasını kaplamıştı. Yeni bitkiler tıp ve simya da yeni bir aşamaya ulaşabileceği anlamına geliyordu. Ersa bitkileri kökleriyle birlikte nazikçe toplamaya koyuldu. Kubbe alandaki zengin doğal enerji ile her tarzdan bitkinin yetişmesi mümkün olmuştu. Birkaç saatlik uğraşından sonra sonunda tüm bitkileri toplamıştı.

Artık kalması için bir sebep yoktu. Son kez kırmızılarla kaplı alanı süzdü. Derin bir nefes aldı ve verdi. Ardından döndü ve kubbeden dışarı çıktı. Kırmızı ateşlerle aydınlatılmış mekana dönmüştü. Oyalanmadan dışarıya doğru koştu. Şelaleden atladı ve yüzerek kıyıya ulaştı. Yavru kedide soğuk sudan nasibini almıştı ama hiçbir tepki vermiyordu. Hala derin bir uykudaydı.

Ersa meraklı bir ses tonu ile mırıldandı. "Acaba Mely kritik noktaya ulaşmış mıdır?"

Ne kadar süredir burada olduğunu bilmiyordu. Baygın olduğu süre konusunda da bir fikri yoktu. Vücudunu gerdi. Antik kalıntıya girmeden önceki halinden çok daha iyi durumda olduğunu hissediyordu. Gücünün artmış olabileceğini düşünüyordu. Nöbet geçirmesini engelleyen kim ya da neyse, vücuduna ek etkiler de vermişti.

Ersa’nın nereye gideceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Yeraltına inmiş gibi hissediyordu. Denge yüzüğünden bir şeyler umabilirdi. Gitmesi gereken yoldan çıkmıştı. En azından bir yönde parlamasını umuyordu.

Elini önde tutarak üç yüz altmış derece olduğu yerde döndü ve denge yüzüğünün bir yönde parıldadığını gördü. Yüzüğün gösterdiği yönde ilerledi. Şelaleyi ardında bıraktı ve ormana karıştı. Sessizce canavarların dikkatini çekmeden yolculuğunu sürdürmeye özen gösterdi. Gereksiz mücadeleye girişmek istemiyordu.

Orman eğimliydi ve Ersa ormanın üst noktasına doğru çıkıyordu. Yolculuğu boyunca çeşit çeşit ağaç ve canavar gördü. Kalın ve güçlü ağaçlarla kaplı orman, ince uzun ağaçlarla kaplı orman, geniş yapraklı ağaçlarla kaplı orman...

En sıkıntı yaşadığı yer ince, uzun ağaçlarla kaplı orman olmuştu. Kendisini saklaması sıkıntılıydı. Bu nedenle canavarları sessizce fark ettirmeden öldürüp yoluna devam ediyordu. İki günden fazla süren bir yolculuğun sonunda bir vadiye ulaştı.

Onu da aştıktan sonra tepeye doğru eğimli ormanı geçti. Ormanın çoğunluğunu geçtiğinde çevresi birden zifiri karanlığa büründü. Arkasına baktığında karanlıktan başka bir şey göremiyordu. Biranda gerçekleşen bu farklılık muazzamdı. Ersa biraz geri gitti. Yeniden renkli ormana karıştı ve daha da hayran kaldı.

Bu olayın arkasındaki mekanizma muazzamdı. Ne tarz bir şey olduğunu tahmin bile edemiyordu. Bir süre burada oyalandıktan sonra daha fazla zaman kaybetmemek adına yukarı tırmanışına devam etti. Karanlığın arasında tek ışık kaynağı denge yüzüğündeki parıltıydı. Birkaç saatlik bir yürüyüşün ardından olması gereken yere dönebilmişti.

Tüm hızıyla yolculuğunu başlattı. Uçurumun aşağısında temkinli davrandığından hızını kısıtlasa da burada kısıtlamadı. Kendisinin de şaşırdığı bir hızda ormanda ilerliyordu. Yolculuğunda toprak koyu kahverengi tonundan açık kahverengi ile yer değiştirdi. Ağaç sıklıkları azaldıkça azaldı ve canavar sayısı da azaldı. Tek tük canavar ormanda bulunuyordu.

Ersa hızını düşürdü ve daha tetikte kaldı. İlerlemeye devam ettikçe gözlerine bir yapı ilişti. Yıkık dökük bir harabe çevresinde hiç ağaç barındırmadan duruyordu. Etrafındaki toprak bile çölleşmiş, kuma çevrilmişti. Ersa ağaçların arkasında uzak bir mesafeden harabeyi inceledi.

İki katlı olmasına rağmen ihtişamlı bir görünümü vardı. Mimarisi Armedia'daki yapılara benzemiyordu. Semboller duvarlarına kazınmış, yıkık görüntüsü ile güçlü bir aura yayıyordu.

Harabenin çevresinde on altı adet canavar duruyordu. Geneli büyükusta seviyenin başlangıcında olmasına rağmen bir tanesinin orta ya da son kısımlarda olduğunu tahmin ediyordu.

Harabe önemli eşyaları barındırıyor olmalıydı. Canavarların korumasına neden olan bir şey. Uçurumun altında yaşadıkları normalde olması gereken şeyler değildi. Asıl rotası buraydı ve kazanabileceklerini buradan alabilirdi.

Nadir bitkiler elde ettikten sonra antik kalıntıda bulunan hazineler konusunda çok ümitliydi. Kendisine yardım edebilecek en küçük şey bile olabilirdi.

Harabelerden uzaklaştı ve güvenli bir alan buldu. Büyük bir savaşa hazırlanmalıydı. Denge yüzüğünden canavar kirpiklerinin cesetlerini çıkardı ve dikenlerini ayırdı.

Dikenleri ok başlığı olarak kullanacaktı. Bu sayede verebileceği hasar muazzam miktarda artardı. Tek tek uğraştıktan sonra elli adet diken başlıklı ok hazırlamıştı.

Yüzükten kısa bir bıçak ve kap çıkardı. Elini kabın üst kısmında tutarak avuç içinde kesik oluşturdu. Kanı kabı doldurduktan sonra kanamasını durdurdu.

Kanının hala büyük bir yararı vardı. Seviyesi üstündeki canavarları öldürebiliyordu onunla. Okların uçlarını ve kılıcını kanına buladı. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı. Kanını zehir olarak kullanıyordu. Anormalliğinde anormali bir durumdu bu.

Gökyüzüne baktı. Güneş her zaman aynı noktada duruyordu. Burada gece ve gündüz değişimi olmadığını düşünmeye başlamıştı. Sadece gündüzün var olduğu bir mekandı.

Her şeyi hazırladıktan sonra harabelere en yakın ağacın tepesine konumlandı. Yayını eline aldı ve üç yüz metreye yakın uzaklıktaki normal canavarlardan birine nişan aldı. Derin bir nefes alıp vermesi ile aynı anda oku serbest bıraktı.

Ok havayı güçlü bir kuvvetle deldi ve acımasızca canavarın kafasına saplandı. Hazırlıksız yakalanan canavar tek bir vuruşta ölmüştü. Canavarın ölümüyle diğer canavarlar hemen tetiğe geçmişti, ama öncekini takiben gelen iki ok başka iki canavarın tepki vermesine fırsat vermeden kafalarına saplandı. Ersa oklarını ardı ardına fırlatmaya devam etti. Her atışı ile canavarlar yere seriliyordu. Ersa'nın kanı ile boyanmış olduklarından sağ kurtulma ihtimalleri de yoktu. Ersa gücündeki artış ile şaşırmıştı. Normalde okları ile bir canavar öldürebileceğini düşünmüştü ama hızı ve kuvveti şelalenin arkasındaki mekan da artmış olmalıydı.

Daha yirmi saniye bile olmadan liderleri hariç tüm canavarları öldürmüştü. Ersa liderleri kendisine doğru koşarken ağaçtan atladı. Aralarında otuz metre civarında mesafe kalmıştı.

Canavarları öldürmeye başladığından beri kırmızı renkli nesne Ersa’nın zihnindeki karanlık alanı aydınlatıyordu. Ersa canavardan kaçarken dayanamadı ve sordu. Ne istiyorsun?

Ersa aydınlanmanın şiddeti arttığında silindirik nesnenin aslında ne istediğini anlamıştı, ama doğru anladığından emin değildi. Sadece içinde onun ne söylemek istediğini hissediyordu. Savaşta nasıl yardımın olacak?

Ersa bu soruyu sorduğunda dikkati dağıldığından arkasından gelen cüsseli ve kürklü canavar ona yetişmişti. İri kızgın gözleri Ersa'yı öldürmek istercesine bakıyordu. Keskin pençeli koca eliyle saldırdı.

Saldırı Ersa'nın kaçamayacağı kadar hızlıydı. Ersa onlarca metre havada uçtuktan sonra yere düştü. Bu olay karşısında sinirlenmeye başlamıştı. Yaralarla kaplı bedeni ile olduğu yerden kalktı. "Bu üç oldu."

İki kere neredeyse kendisini öldüren canavar tarafından savrulmasından sonra şimdi de bu canavar tarafından savrulmuştu. Daha fazla saldırıya tahammülü yoktu. Zihnindeki silindirik nesne de sinirlenmiş gibiydi.

Şiddetli aydınlanmalar ile bulunduğu karanlığı aydınlığa çevirmişti. Ersa silindirik nesnenin ısrarlı tavrının sonunda pes etti. Ortaya çıkmana izin veriyorum.

Silindirik nesne Ersa'nın izni ile anında elinde göründü. Kan kırmızısı renginde parıltısı ile parlıyordu. Ersa karanlık alanın aydınlanmalarının devam etmesi ile mırıldandı. "Daha ne istiyorsun?"

Canavar ona doğru tekrar saldırıya geçince tüm gücü ile kaçmaya başladı. Her ne yaparsan yap, izin veriyorum.

Ersa, nesnenin ne yapmak istediğini anlayamamıştı. Ersa'nın sözlerinden sonra silindirik nesnenin içinden sisler çıktı ve Ersa'nın yaralı avcunu kesti. Kanlar üzerine aktı ama yere düşmedi. Kanları özümsüyordu.

Silindirik nesne küçük halinden çıktı ve gittikçe büyüdü. Ersa olayların gelişimi karşısında ürkmüştü. Bu nesnenin böyle bir yeteneği olduğunu düşünmemişti. Ersa'nın neredeyse omzuna gelecek kadar uzadıktan sonra uzamayı durdurdu.

Kan kırmızı parıltısı ise öncekinden çok daha yoğundu.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44266 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr