Bölüm 82 : Kızıl Kan

avatar
3766 9

Yıldızlar Kralı - Bölüm 82 : Kızıl Kan


Canavar Ersa'nın saldırı mesafesine girdiğinde Ersa tebessüm etti. Silah olduğunu iddia ediyorsan, deneyelim o zaman.

Sopa şeklindeki nesneyi salladı ve canavarın kendisine doğru gelen koca koluna savurdu. Ersa'nın saldırısı ve canavarın elinin çarpışmasıyla canavarın göz bebekleri küçüldü. Sopa şeklindeki nesnenin çevresinden biranda sisler çıktı ve keskin bıçaklar oluşturdu.

Dehşet verici kuvvetiyle birlikte delici bir güce de sahipti. Saldırı sonucu canavarın elinde delikler oluşmuş kanlar akıyordu. Ersa hayret etmiş bir ifade ile canavarın yarasına ve elindeki nesneye baktı.

Nesne kendisi ile uyum sağlıyordu ve kanını kullanarak keskin saldırılar oluşturuyordu. Canavarın elinden başlayarak vücudu sindirilmeye başladı. Kızgın bir sesle kükredi.

Ölümü göze alarak Ersa'ya tüm enerjisi ile saldırdı. Ersa hızla nesneyi öne sürdü ve sertçe savurdu, ama canavarın tüm kuvveti ile gelen saldırıyı önleyebilecek gibi görünmüyordu.

Saldırı Ersa'ya ulaşacakken silindirik nesneden kırmızı gazlar çıktı. Ersa'nın önünü sarmaladı ve bariyer oluşturdu. Canavarın saldırısı bariyere sertçe çarptı.

Ersa saldırıda yenik düştü ve birkaç metre geriye savruldu. Yine de vücudunda oluşan hiçbir hasar yoktu. Nesne onu korumuştu. Olanların şaşkınlığını yaşıyordu. Her şey çok hızlı gelişmişti. Canavarın bedeni saniyeler içinde çürüdü ve sonunda siyahlaşmış bir ceset bıraktı.

Ersa silindirik nesneyi geri karanlık boyuta gönderdi. Karanlık boyuta kızıl rengi hakimdi. Ersa güldü. Evet sen haklıymışsın, özür dilerim. Harikasın.

Ersa'nın övgüleri nesneyi daha da sevinçli yapmıştı. Sana bir isim versem daha iyi olacak. Nasıl seslenmem gerektiğini bile bilmiyorum.

Ersa bir süre düşündükten sonra konuştu. Kızıl Kan'a ne dersin? Hiç durmadan etrafını kızıl rengine aydınlatıyorsun ve kan tüketmeyi seviyorsun.

Sonsuz karanlık tekrar kızıl rengi ile aydınlandı. Sevdiğine sevindim.

Ersa silindirik nesnenin ismini koyduktan sonra bakışlarını harabelere çevirdi. İçinde neler barındırdığını merak ediyordu. Temkinli davranarak ilerledi ve harabelerin girişine geldi. Merakla içine girdi.

Yumuşak bir esinti saçlarının havada süzülmesine neden olurken Ersa'nın gözleri mekanın ortasında duran şeye kaydı. Yüzey farklı renklerde topraklardan oluşuyordu. Bir taraf toprak kırmızı, başka bir taraf yeşil, başka tarafta siyahtı...

Topraklardaki farklı enerjiler ise farklılıkların birleştiği yere akıyordu. Tuhaf olan şey enerjilerdi, her biri yolların enerjisiydi.

Ersa böyle bir şeyin mümkün olduğunu ilk defa görüyordu. Enerjilerin akışı mekanın ortasında duran bir çiçekte toplanıyordu. Tek bir çiçek muazzam farklılıklara sahip enerjiyi bir arada tutuyordu. Farklı renkteki yaprakları yolları temsil ediyor gibiydi.

Bilinen yedi yolu temsilen, mavi, yeşil, kırmızı, kahverengi, mor, altın sarısı, siyah renginde taç yaprakları her rengin sahip olduğu enerjiyi ışıldıyordu.

Ersa canavarların burayı koruduğunu düşünüyordu. Daha doğrusu çiçeği koruyorlardı. Çiçeğe yaklaştı ve yakından inceledi. Çiçeğin yedi yaprağını birleştiren ortadaki kısım şeffaf bir renge sahipti.

Çiçeğin değerinin paha biçilemez olduğu su götürmez bir gerçekti. Çiçeği kökünden çıkardı ve çiçeğin görünümüne son bir kez hayranlıkla baktıktan sonra denge yüzüğüne koydu. Dövüş sanatlarında ilerleyen biri için çiçek kısa süreli seviye atlama kaynağı olabilirdi. En önemlisi ise yolları anlamasına yardım ederdi. Yolları anlamaya yardım eden şeyler o kadar nadirdi ki, en değersizi bile on binlerce mor sikke ediyordu.

Ersa'nın çiçeği alması ile yol enerjileri yavaş yavaş mekandan kayboldu ve toprakta harabenin taşlarına dönüştü. Ersa burada gördüğü şeylerin hayatı boyunca gördüğü şeylerden katlarca kez inanılmaz olduğunu düşünmeden edemedi. Kısa sürede hayranlık uyandırıcı o kadar fazla şeye şahit olmuştu ki.

Üst kata çıkan merdivenlere baktı. Birinci kat bomboş görünüyordu. Bu nedenle ikinci kata yöneldi. İkinci kata vardığında kendisini karşılayan şeyler şaşırtıcı miktardaydı. Duvarların tamamı çizimlerle kaplıydı. Odanın etrafında ise dağılmış bir sürü eşya vardı. Teknikler, silahlar, haplar...

Ersa bu sahne ile olduğu yerde afallamış bir ifadeyle kalmıştı. Neden her şeyin çok kolay ilerlediğini hissediyordu? İlk olarak elde edebileceği hazinelere yönelmedi. Duvarlardaki çizimler daha çok ilgisini çekmişti.

Duvarın bir kısmında yüzü belirsiz bir adam vardı. Çevresi yoğun kırmızı sis bulutu ile kaplandığından vücudu tam olarak görülemiyordu. Elinde tuttuğu uzun bir şey belli belirsiz resmedilmişti.

Ersa nedense bu nesneyi Kızıl Kana benzetmişti. Daha doğrusu artık elde ettiği nesnenin silah olduğunu düşünüyordu. Eşi benzeri olmayan, kendine has bir silahtı.

Diğer duvarlarda da farklı farklı kişilerin çizimleri bulunuyordu. Birinde yeşil sislerle çevrili bir kadın, başka birinde mavi sislerle kaplı bir kadın, en sonuncu kısımda ise siyah sislerle kaplı bir adam duruyordu. Hiçbirinin yüzleri belirgin değildi. Sisler vücutlarını tamamen gizlemişti.

Ersa kırmızı sislerle kaplı adama geri döndü. Burada büyük bir gizemin yattığını hissediyordu, ama bunu tahminlerle çözemezdi. Sorularını soracak biri gerekiyordu. Antik kalıntıya girdiğinden beri cevapsız birçok soru edinmişti. Bunları sorabileceğini düşündüğü tek kişi ise bu kalıntının sahibiydi.

Yüzüğün kendisini ona ulaştırmasını umabilirdi sadece. Çizimlere daha fazla ilgi göstermedi ve hazinelere döndü. Mükemmel kalitede çok nadir haplar, rünlü yüksek seviyeli silahlar vardı.

En önemlisi ise tekniklerdi. Armedia da teknikler farklı farklı aşamalara ayrılıyordu. Her evre kendine has tekniklere sahipti, ama başka evreye geçince bu tekniklerin pek bir önemi kalmıyordu. Bunun dışında sonsuz teknik olarak adlandırılan teknikler bulunuyordu. Kullanıcı ile birlikte gelişen sınırsız potansiyele sahip tekniklerdi.

Bazıları su yolunda, bazıları ateş, bazıları da şimşek yolunda gelişim sağlıyordu. Çok nadir olanları ise iki ya da üç yolu bir arada bulunduran tekniklerdi. Bunların değeri uç noktalardaydı. Armedia da bulunan güçlü klanların her biri sonsuz teknikler sayesinde gücüne kavuşmuştu. Onların çekirdeği idi sonsuz teknikleri.

Ersa ise karşısında ondan fazla sonsuz tekniğe şaşkın bir ifadeyle bakıyordu. İçlerinde iki, üç yolu kapsayanları bile vardı. Bu günlerde hayatı boyunca kullanmadığı şansını kullanmış olup olmadığını düşünmeden edememişti. Neden birkaç gündür iyi şeyler geliyordu başına? Bütün bunların ardında kötü bir şeyin yatmamasını umdu.

Teknikleri denge yüzüğüne koydu. Kendisi için işe yaramasa da Mely ve Alvina için yarayabilirdi. Belki babasını bile şaşırtabilirdi. Bu tarz düşünceler Ersa'yı heyecanlandırmıştı.

Hazinelerin çoğunluğunu topladığında çok az şey kalmıştı. Kalanlardan bir tanesi turuncu renginde bir toptu. Elde oynanabilecek boyutta küçük bir şeydi, ama ne işe yaradığını hiç anlamamıştı. Saydam görünüşteki topun iç kısmında hayvanların irisine benzeyen bir şekil vardı.

"Buda ne?"

Ersa burada bulunan şeylerin önemsiz olmayacağını düşündüğünden denge yüzüğüne koydu. Birkaç tane de silah dışında eşyalar vardı. Onları çok incelemeden denge yüzüğüne yerleştirdi. Bir kez daha duvarlara baktı. En son bakışları kırmızı sislerle kaplı adamda bir süre oyalandıktan sonra harabeden çıktı.

Normal biri buradan elde ettikleri ile çok fazla heyecana sahip olurdu, ancak Ersa için bunlar geçerli değildi. Çoğunluğunun kendisi için herhangi bir kullanımı bile yoktu. Bu tür bir durum fazla sevindirici değildi.

Harabeden çıktıktan sonra yüzüğün parıltısını takip ederek yoluna devam etti. Bu sefer karşısına işe yarar bir şey çıkmamıştı. Ormanı genelde saklanarak bazen de canavarları öldürerek aşıyordu. Günler süren bir yolculuğun sonunda karşılaştığı manzara ile hızını azalttı.

Yolu keskin bir sınırla kesilmişti ve ormanın devamında uçurum oluşuyordu. Bu sefer ise uçurumda karanlık bir durum yoktu. Uçurumun altı net olmasa da görülebiliyordu. Sert ve sivri kayalarla doluydu.

Ersa denge yüzüğündeki parıltının bu yönü gösterdiğini görünce şaşkınlığını gizleyemedi. "Yine bir yerlere atlamamı mı istiyorsun?"

Ersa sorusunu sormuşken gökyüzünde koca yazılarla bir cümle çıktı. ATLAYARAK CESARETİNİ HAYKIR YA DA ATLAMAYARAK YETENEKSİZLİĞİNİ HAYKIR ÇOCUK.

Bu sözlerin sahibini tahmin etmek Ersa için zor değildi. Kesinlikle kalıntının sahibiydi. Kalıntının girişine yazdığı tuhaf sözlere benziyordu. Şüphesiz eksantrik bir kişiliğe sahipti.

Ersa hafif bir tebessüm etti. Bu sefer tereddüt etmiyordu. Kendisini öldürmeyeceğinden emindi. "Atlamamı mı istiyorsun? Pekala."

Biraz geri çekildikten sonra uçurumun sınırına koştu. Sınıra vardığında tüm gücü ile atladı ve kayalıklara doğru serbest düşüşe geçti.

Vücudunu dikey konumda tutarak aşağıya düşmeye devam etti. Kayalıklarla arasındaki mesafe hızla azalıyordu. 500 metre, 300 metre, 100 metre, 20 metre...

Ersa mesafe sürekli azalırken içinde hala tereddüt bulunmuyordu. Gözleri net bir şekilde açık neler olacağını görmek için bekliyordu. Tam kayalıklara ulaştığında çevresi biran da değişti. Alanlar arasında sürüklenmeye başladı. Bedeninin kontrolü tamamen iradesini aşmıştı. Gözlerini açık tutmak istese de alanlar arası seyahat buna izin vermiyordu. Saniyeler boyunca bu şekilde sürüklendikten sonra mide bulantısı hissetmeye başlamıştı. En sonunda vücudunun kontrolünü geri aldığını hissettiğinde merakla gözlerini açtı. Nerede olduğunu görmek istiyordu.

Onlarca insan görüş alanında ortaya çıkınca şaşırmıştı. Çevresini daha dikkatli gözlemledi. Yeşillerle donatılmış hoş ve sakin bir alandı. Alanda ağaçlar yerine hoş çiçekler bulunuyordu.

Alan altıgen şekline sahipti ve her noktadan dışarıya açılan yollar vardı. Üstlerinde ise büyük harflerle kelimeler yazılmıştı.

Ersa her birinin üstündeki kelimeleri tek tek mırıldandı. "Şans, para, hayat, yetenek, yol, risk."

Altı farklı yol vardı ve tuhaf tuhaf isimlere sahiplerdi. Özellikle risk kısmı çok tuhaftı. Bir şey vaat bile etmiyordu. Hayat, para, yetenek, şans ve yolun en azından anımsattığı güzel şeyler vardı. Riskin ise anımsattığı şeyler sadece kötü olanlardı.

"Ersa!" Ersa kulaklarına ulaşan duymaya alışık olduğu güzel sesin sahibine döndü. Mavi kıyafetleri içinde tatlı ve neşeli bir ifadeyle duran Mely'i gördü. Geniş bir gülümseme verdi.

Mely ise koşarak yanına geldi. Ersa'yı gördüğünden dolayı çok neşeli görünüyordu. Yanına kadar geldi ve önünde durdu. Gülümsemesini engelleyemeden konuştu. "Bugün bir dilek hakkı kazandım!"

Ersa, Mely'nin bu kadar sevineceğini bilsem daha önce dilek hakkı vermiş olurdum diye düşündü. Güzel bir kahkaha attı. "Ne zaman geldin?"

"Senden iki gün önce." Mely, Ersa'nın anlaşmayı bozmaması için vurgulayarak söylemişti.

Ersa gülümsedi. "Ne diliyorsun benden?"

Mely bir süre duraksadıktan sonra hoş bir gülümseme oluşturdu. "Antik kalıntıdan çıkınca söyleyeceğim."

Ersa bu konuda meraklansa da ısrar etmedi. "Anlaştık. Yapabileceğim bir şey olduğu sürece ne dilersen yapacağım."

"Kesinlikle yapabileceğin bir şey olacak."

Mely'nin sözleri ile Ersa daha da meraklansa da bir şey söylemeyeceğini biliyordu. Mely'nin arkasındaki delici bakışlara baktığında onlarca kişinin ilgilerinin kendileri olduğunu gördü. Ersa'nın nutku tutulmuştu. Mely'den dolayı ilgi odakları olduğunu düşünüyordu.

Onları fazla umursamadı ve Mely'e döndü. "Yolculuğun nasıl geçti?"

Mely heyecanlı bir sesle anlatmaya başladı. "...arkam dik dağlarla çevriliydi. Bu nedenle ileriye doğru yolculuğuma devam ettim..."

Ersa'ya nelerle karşılaştığını, neler yaşadığını ve neler elde ettiğini hiçbir şeyi atlamadan anlattı. Ersa ise bakışları Mely de dikkatle ve endişe ile dinliyordu. "En sonunda uçuruma atlamam istendiğinde uzun süre tereddüt ettim. Atladığımda ise neredeyse öleceğimi düşünmüştüm. Korkutucuydu. Birçok kişinin bu nedenle geçemediğini düşünüyorum."

Mely uzun mu uzun hikayesini anlatmayı bitirdikten sonra Ersa'ya meraklı bir ifadeyle sordu. "Şimdi anlatma sırası sende. Neler yaşadın?"

Ersa, Mely'nin isteği ile bir süre duraksadı. Hastalık durumunu sadece babası bildiğinden bunları anlatamazdı. Mely'e yalanda söylemek istemiyordu. İç ısıtan bir bakışla konuştu. "Neler yaşadığımı şuan da tam olarak anlatamam. Ama söz veriyorum, her şey yoluna girince sana ayrıntılarıyla anlatacağım. Olur mu?"

Mely, Ersa'nın sözleriyle şaşırmıştı. Yoluna girmesi gereken şeyin ne olduğunu çok merak ediyordu. Kötü bir şey olmadığını umdu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra gülümseyerek cevapladı. "Sorun değil. Sadece vakti geldiğinde her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmayı unutma."

"Söz veriyorum." Ortam bir süre sessiz kalınca Ersa söze girdi.

"Bu arada neler elde ettiğimi görmek ister misin? Çok şaşıracağına eminim."

Ersa'nın iddialı sözleri ile Mely heyecanlanmıştı. "Evet."

Ersa denge yüzüğünden parşömen çıkardı. Mor ve turuncu renkle kaplıydı. Göze hitap eden bir görüntüsü vardı. Ersa'nın elinde tuttuğu şeye bakan Mely yoğun bir şaşkınlık yaşıyordu. Göz bebekleri genişlemiş, ağzı açık Ersa'ya baktı. "Sonsuz teknik mi?"

"Evet ve sana vermek istiyorum."

Mely daha da şaşırmıştı. Prenses olarak sonsuz teknik elde edebilirdi, ama Ersa'nın elindeki teknik farklıydı. Antik kalıntıya ait bir teknikti. Şehirler değerinde bir şeydi. Hatta çok daha değerli olduğunu düşünüyordu. "Bunun değerinin ölçülemez olduğunu biliyorsun, değil mi? Ülkemizdeki herhangi bir tekniğe benzemez. Antik kalıntıya ait bir teknik."

Ersa hiç etkilenmemiş görünüyordu. Elini uzattı ve Mely'nin elini tuttu. Mely, Ersa'dan beklemediği temas ile hareket yeteneğini bir anlığına kaybetmiş gibiydi. Ersa parşömeni eline yerleştirdi. "Bu benim sana hediyem. Ne kadar değerli olduğu önemli değil. Geri çevirme seçeneğin yok."

Mely samimi sözlerin karşısında reddedememişti. Sadece kabul edebilirdi. Hem gelen hediye Ersa'dandı. Kabul etmemesi için bir sebep yoktu.

Ersa aniden gülümseyerek denge yüzüğünden iki parşömen daha çıkardı. "Su yolu da senin için uygundu değil mi? Bu teknik su ve karanlığı içerse de işine yarayabileceğini düşünüyorum. Ayrıca sadece su olan da var."

Mely afallamış kalmıştı. Ersa'nın kendisine her şeyi vermiş olduğunu düşünüyordu. "Be- ben bu kadar şeyi kabul edemem."

Ersa katı bir ifade ile Mely'e gözlerini dikince Mely en sonunda pes etmişti. İç çekti ve konuştu. "Tamam kabul ediyorum, ama sende bir şey kalmamasından korkuyorum."

Mely bu sözlerinden sonra karşısındaki çocuğun dudağı kıvrılmış imalı yüzünü gördü. Ersa'nın konuşması yüzündeki ifade ile uyumluydu. "Merak etme, elimde hala ondan fazla sonsuz teknik ve başka şeyler var."

Bu sözler Mely'nin olduğu yerde donup kalmasına sebep oldu. Gözleri yuvasındaki en büyük genişlemesini yaşamış, ağzı yaşadığı büyük şaşkınlığı belirtircesine açılmıştı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr