İlk temas gününü hatırlıyorum, güzelliğine ve ihtişamına hayran olduğum bir geceydi. Kayan yıldızlar, geceyi süsleyen harika renkler, insanlığın yaşamaya başlayacağı kabusa tezatlık gösterircesine göz alıcı bir şölen...
Küçüklüğümden beri en sevdiğim aktivite yıldızları izlemek olmuştur, onlar ve onların yüzdükleri uçsuz bucaksız deniz her zaman tutku alanım olmuştu. Onların bilinmezliği ve cazibesi, içlerinde barındıkları sonsuz olasılık...
8 yıl önce abimle yıldızları izlediğimiz başka bir geceydi. Biz izlerken bir yıldız kaymıştı, heyecanı mı hala hatırlıyorum. Yıldız kaymasının iyi şans alameti olduğu söylenirdi. Ve tam o sırada bir yıldız daha, bir tane daha ve bir tane daha. Bir anda bir sürü kuyruklu yıldız gökyüzünü süslemişti. Ağabeyimle ben kuyruklu yıldızları (en azından o küçük mutlu anda öyle olduğunu düşünmüştük) izlerken adeta mest olmuştuk, hayatımızda gördüğümüz ve görebileceğimiz en şahane sahne olduğuna emindik ikimizde.
Ardından tüm bu heyecanımız korkuyla balkona çıkan iki korumayla kesilmişti. Ne olduğunu anlayamadan bizi toplantı odasına götürmüşlerdi.
Babam (Aynı zamanda Kutsal Segin İmparatorluğunun 202. İmparatoru) ve etrafındaki komutanları konuşuyorlardı. O an için hiçbir şey anlamamıştım, birkaç cümle hariç; ‘’Yalin Cumhuriyetinden gelen bilgiye göre sınır karakollarının tamamı yok edilmiş majesteleri, hayatta kalan yok.’’.
Ağabeyimin bunu duyunca düştüğü dehşeti hatırlıyorum. Ben ise… Çok bir şey hissetmemiştim, hissedememiştim… Savaş, yıkım, ölüm gibi kavramlar o yaşlarımda bana çok yabancıydı.
Ertesi gün yapılan bir açıklamayla durum paniklemeye başlamış halka anlatılmıştı. Gerçek inanılması güç ve korkunçtu, korkunç ama bir o kadar da kafamızı yukarıya çevirip düşünmemizi sağlayacak gerçek:
Yalnız değiliz
Uçsuz bucaksız yıldızların arasında başkaları da vardı. Ve bu başkaları niyeyse bize saldırmaya karar vermişti. Niye olduğunu bilmiyoruz, bir sefer harici (ironik bir şekilde yaptıkları korkunç bir şey için özür dilemek içindi bu) bir kere bile iletişime yanaşmamışlardı.
Savaşın ilk ayları tam anlamıyla bir katliamdı, bu şeytanlar her daim bir adım önümüzde olmayı başarıyor, istediklerini elde ediyorlardı. Ama ilginç bir şekilde bizi tamamen yok etmek veya şehirlerimizi ele geçirmek gibi bir niyetleri yok gibiydi. Genellikle alacaklarını alıp geri çekiliyorlardı.
Daha sonra ise onlara karşı savaşmayı öğrendik, askeri teknolojimiz hafife alınacak türden değildi, bunu bizim kadar onlarda biliyordu. Biraz daha geliştirmeyle onlara karşı durabilir hale geldik. Ama tüm Erda Ulusları eski düşmanlıklarını ve rekabetlerini bir kenara bırakıp tek yumruk olmasına rağmen hala kesin bir zafere çok uzağız. 8 yıldır süren savaş ve dökülen onca kana rağmen...
Savaşın ikinci yılında hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bu yaratıklara sonunda bir isim verdik, daha önce hiç duymadığımız ve bilmediğimiz bir isim:
Terralılar.
Kimse bu ismin ne anlama geldiğini veya ne ifade etmesi gerektiğini bilmiyordu. Görünüşe göre birleşik komuta bilmemize gerek duymuyordu.
Benim içinse; Terralıların ne olduğu veya ne diye adlandırıldıkları önemli değil. Ben, Prenses Aliya Furstas Leytham-Niyana Ver Segin, bu Terralı denen mahlukatlar her ne olursa ve bunun için ne bedel ödemek zorunda olursam olayım, onkarı Usi-Erda’nın temiz topraklarından atacağım ve insanlarımı onların korkusunda kurtaracağım!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..