Bölüm 25: Kargaşa (4)

avatar
13713 40

Against The God - Bölüm 25: Kargaşa (4)


 

Çeviri için Useless, düzenleme için Aoi Shuu, kontrol, edit için Wertyul  arkadaşımıza teşekkürler. Keyifli okumalar…

 

Bugün Xiao Klanı’nın en yoğun günü olduğu söylenebilir.

 

Sabah erkenden, Xiao Klanı’nın girişi çoktan yoğun kalabalıktı. Yüzen Bulut Şehri’nin bütün önemli aileleri burada görülebilirdi ve ayrıca kendi başkanları tarafından temsil edildiklerini. Birçok mevcut olmasına rağmen, hiçbiri gürültü yapmaya cesaret edemedi. Xiao Klanı içindeki önemli misafir rahatsız olur korkusu yüzünden mümkün olan en küçük seslerle hepsi birbirine fısıldadı.

 

“Xiao Klanı’nın kurucusunun uzun zaman önce Xiao Tarikatı’ndan geldiğini duydum. Bu beklenmedik bir şekilde doğru görünüyor.”

 

“Xiao Klanı yeni doruklara ulaşacak. Şimdiden onlarla iyi ilişkiler kurmalıyız.”

 

“İyi ki Xiao Klanı’nı hiç rahatsız etmedim, başka türlü barış içinde yemek yemek ya da uyumak mümkün olmazdı.”

 

“Yaşlı Mu, neden buraya kadar geldin?”

 

“Oh, herkes buraya ilk koşan oldu, yani gelmemezlik edemezdim. Burada bir ilişki kurmaya çalışıyorlar ama ben her ihtimale karşı buradayım. Eğer Xiao Tarikatı’nın veletleri Yüzen Bulut Şehri’nin önemli ailelerinden kaç tanesinin geldiğini kontrol ederlerse ve sadece benim Mu ailemin gelmediğini görürlerse? Eğer onlar böyle bir kusur bulurlarsa, benim tüm ailem bunun sonuçlarına nasıl dayanır?”

 

Xiao Klanı’nın kapıları kapalı kaldı ve herkes dışarıda tamamen büyük bir titizlikle bekledi. Hiç biri terk etmeye cesaret edemedi.

 

Sabahın dokuzuna kadar beklediler.

 

Şafaktan önce, Xiao Klanı’nın ortasında boş bir alanda kurulan platformda sandalyelerle masalar ve her türlü araç gereç etrafta kuruluydu. Sabah dokuzda, tüm Xiao Klanı sakinlerinin toplanması için acil bir talimat geldi. Derhal, Xiao Klanı sakinleri toplanma noktasına koşarak hemen bir araya geldi. Bir saatin dörtte birinden (Ç.N: 15dk’dan) daha az sürede, genç ya da yaşlı olsun, Xiao Klanı’ndaki herkes, tek bir eksik olmadan belirlenmiş pozisyonlarındaydı.

 

Bugün Xiao Klanı’nın en önemli günü olacaktı. Hepsi bugün neler olacağını net bir şekilde biliyordu ve büyük çoğunluğu heyecanlı ve beklenti içinde görünüyordu. Vasat yetenekleriyle hala kalplerinden Xiao Tarikatı’ndan olanlar tarafından seçilmek için şans dileyen bazıları bile vardı.

 

Xiao Che esasen son gelen oldu. Xia Qingyue’nin öncülüğünde elele yürürken temposu ne hızlı ne de yavaştı, o anında mevcut herkesin ilgi odağı oldu… Elbette, yalnız başına olsaydı, şansına kimse ona iki kez bakmak bile istemezdi. Önemli olan şey Xia Qingyue’nin onun yanında olmasıydı!

 

Duruşunda zarif bir incelik vardı ve görünümü bir şehri fethetmeye yetecek kadar çekiciydi, yalnızca dünyayı bile***. Oradaki insanlar, benzersiz güzellikteki bir nehir perisinin kendilerine doğru yürüdüğünü görüyormuş gibi davrandılar. Bu özellikle genç erkekler için geçerliydi, cam gibi gözleriyle orada durdular ve kalpleri çılgınca attı. Hatta bazılarının ağızlarının kenarlarından aşağı bilinçsizce salyaları aktı…

 

Buna karşılık, Xiao Che onun yanındaydı… Yüzü solgundu, göz kapakları sarkmıştı, gözleri ruhsuz görünüyordu ve ayak sesleri güçten yoksundu. Daha bir düzine adım bile atmamıştı bir de aşırı cinsel ilişkide bulunmuş ve uykuya hasret biri gibi görümüyle çoktan üç kere esnemişti.

 

Ha? Aşırı cinsel ilişkiye girmek…

 

Onlar bunu düşünerek ve bir de onları elele görünce, epeyce bir insan dişlerini sıkarak tamamıyla titredi. Onların gözlerinden derin bir memnuniyetsizlik ve yanan bir kıskançlık yayıldı. İlahi güzellik üzerine böyle düşünürken, onların rüyalarında can attıkları tanrıçanın, en aşağı gördükleri bir çöp parçası tarafından her gün aşağı bastırılması, neredeyse öfke ve kıskançlıktan karınlarının yarılmasına neden olacaktı.

(Ç.N: kıskançlıktan çattır çatır çatlayacaklarmış yani)

 

Xiao Che’nin yarı uykulu ve son derece yorgun görünümü bir rol değildi ama belli ki bunun nedeni hiç bir aşırı cinsel ilişki olamazdı. Onun düzenli akupunktur tedavisi için sabahın üçünde uyanırken eğer enerjisi olsaydı garip olurdu, kendini ölesiye çalıştırdı ve sonra tekrar sabahın bu saatinde uyandı. Ellerini sıkıca tutunca, kesinlikle Xia Qingyue’nin yapabileceği bir şey yoktu. Daha doğrusu, yürüyüşleri biterken, Xiao Che kalabalığın dikkatli gözleri altında aniden onu yakaladı. Xia Qinyue kabaca kendini kurtaramadığından dolayı, ek olarak son birkaç gündür elinin tutulmasına alıştığından, sadece öyle bırakmıştı.

(Ç.N: Kabaca derken güç kullanmaktan bahsetmiş galiba, kalabalığın önünde Che’ye kötü davranamadığını belirtmiş.)

 

“Xiao Klanında her şey mükemmel, gereksiz ve çirkin bir çöp parçasına sahip olmamız dışında.”

 

Xiao Che bir gencin yanında geçerken, yanından duyabileceği kadar yüksek alaycı bir ses geldi. Xiao Che hafifçe kaşlarını kaldırdı ve dikkatle gözlerini kısarak ileriye bakıp Üçüncü Elder Xiao Ze’nin torunu, Chengzhi’yi gördü. Ağzının kenarlarında asılı fark edilemeyen bir küçümseme ve yüzünde şiddetle saklamaya çalıştığı kıskanç bir bakış vardı.

(Ç.N: Bildiğin Cengiz işte bu ya)

 

Bu kelimeleri kime söylediği açıktı, sadece bir aptal bile Xiao Che’yle alay edildiğini bilirdi. Birden bire, etraftan kahkaha sesleri yükseldi. Her bir genç öğrenci Xiao Che’ye gözlerinde alaycı bir ifadeyle baktı.

 

“Chengzhi kardeş, az önce söylediğin bana mıydı?” Xiao Che adımlarını durdurdu ve yüzünde masum bir gülümsemeyle Xiao Chengzhi’ye sordu.

 

“Oh, Xiao Che kardeş, yanlış anladın. Az önce söylediklerim tamamen bir çöp parçasınaydı. Xiao Che kardeş böyle sorduğuna göre, bunun anlamı kendisinin bir çöp parçası olduğunu düşünmesi mi?” Xiao Chengzhi etrafında döndü ve bir gülümsemeyle söyledi. Xia Qingyue’nin karbeyaz yüzüne gözleriyle dokunurken, gözlerinde parlayan coşkulu bakışı gizlemek zordu.

 

“Oh! Demek böyle oldu!” Xiao Che aniden anlamasıyla başını salladı. Onunla birlikte Xia Qingyue’nin elinden çektiği zaman: “Gördüğün gibi benim hakkımda konuşmadı. Qinyue karıcığım, hadi acele edip eski pozisyonumuza dönelim… Cık cık cık, bir kara kurbağasının kuğu eti yemek hakkında hayallerini seyretmektense, bir çöp parçasının her gece kuğuyla uyumasını tercih ederim. Qingyue karıcığım, sen ne düşünüyorsun?”

 

“Ne… sen ne dedin?” Xiao Chengzhi yüzünde karanlık bir ifadeyle birden etrafında döndü.

 

“Huh?” Xiao Che durdu ve şaşkınlıkla: “Kardeş Chengzi, sorun nedir? Ben sadece bir kara kurbağası hakkında konuşuyordum yani neden böyle tuhaf bir tepki verdin? Hakkında konuştuğum kara kurbağasıyla bir özel ilişkin olduğunu söyleme Chengzhi?”

 

“Sen!!” Xiao Chengzhi’nin dudakları titrerken büyük öfkesi ifşa oldu, başka herhangi bir şey düşünüp söyleyemezdi.

 

“Qingyue karıcığım, daha hızlı gitmek zorundayız. Bir kurbağa huzursuzken ısırır. Eğer böyle bir şey tarafından ısırılırsak, tiksintiden ölmez miyiz?” Xiao Che konuşurken Xia Qingyue’yi uzağa çekti. (DN: Xiao Che son sözü söyler ‘’Girme benle laf yarışına sokarım seni at yarışına’’ :D )

 

Xiao Chengzhi’nin yüz kasları seğirirken neredeyse kan kusuyordu.

 

“Che Er, Qingyue, buraya gelin.”

 

Kalabalığın ortasında, Xiao Che hemen onları çağıran Xiao Lie’yle yanındaki Xiao Lingxi’ye baktı. O ve Qingyue hızla yürüdüler.

 

Xiao Che’in Xia Qingyue’ye yaptığı akupunktur tedavisinden sonra, fiziğinden bahsetmeden bile, yüzündeki büyük değişim görülüyordu. Fiziğini hesaba katmazsak, cildi daha zarif hale gelmişti, pembe ve parlak. Gelgelelim, ciltteki bu değişim Xiao Lie’nin gözlerinde farklı bir anlam buldu. Xiao Che’nin açıkça etrafa yayılan cansız duruşunu görünce, Xiao Lie sesini alçalttı ve bir kıkırdamayla söyledi: “Che Er, henüz çok gençsin. Daha tam olarak büyümedin ve bedenin hala gelişmekte. Kadınlar ve erkekler arasındaki konularla ilgili, kendini mümkün olduğu kadar kontrol edebilmelisin yoksa bedenin zarar görebilir.”

 

“Ah?” Xiao Che ona baktı. Kendini toparladıktan sonra, sadece mahçubiyetle kafasını sallayabildi: “Bu… anladım. Gelecekte, kesinlikle kontrol edeceğim… kontrol… AH!”

 

(Che) Acılı bir ses çıkardı. (Lingxi) Küçük eliyle tutup aniden onu tırnaklarıyla acımazca çimcikledi. Xia Qingyue yüzünü uzağa çevirdi ama bir parça pembeliğin yanaklarının üzerinde yavaşça yayıldığı hafifçe görünüyordu.

 

(Ç.N: Parantez içine isim yazma nedenim daha önce de açıkladığım gibi Türkçedeki “O” üçüncü tekil kişisinin kadın-erkek ayrımına sahip olmaması.)

 

Eh eh ehhh? O gerçekten kızardı…

 

Xiao Che bir kez daha yüzünü acı içinde buruştururken usulca kendine açıklamak üzereydi… Xiao Lingxi’nin küçük elleri sol kolunu şiddetle çimdiklerken.

 

“Küçük hala, neden beni çimdikliyorsun?” Xiao Che yüzünde haksızlığa uğramış bir ifadeyle, Xiao Lingxi’ye bakarak söyledi.

 

“Hmph!” Xiao Lingxi yüzünü astı ve diğer tarafa dönerek bir öfke nöbetiyle inkar etti.

 

“Genç Usta Xiao geldi!!”

 

Şuanda, kalabalığın önünden yüksek ve anlaşılır bir bağırış patladı. Xiao Tarikatı’nın zerafetinden bir bakış yakalamak isteyen herkes hemen sakinleşerek gözlerini sesin kaynağına çevirdi. Çok geçmeden, lüks giyimli genç bir adam gururlu bir tavırla kalabağın üzerine yürüdü. Xiao Moshan yarım adım arkasındaydı ve Xiao Yunhai önünde bizzat klavuzluk ediyordu. İkisi de onun ifadesine ve duruşuna farklılık gösteriyordu, saygısızlığın hissi bile yoktu.

 

Xiao Yunhai’nin rehberliği altında, Xiao Kuangyun yürüyüp platforma dikildi ve ortadaki onur koltuğuna oturdu. Halkına yüksekten bakan bir imparator gibi kibirli bir bakışla aşağıdaki Xiao Klanı üyelerini gözleriyle süpürdü. Bir an sonra, Xiao Yunhai’ye başını sallayarak başlayabileceği gösterdi.

 

“Xiao Tarikatı’ndan büyük kodaman bu mu? Eğer hakkında hiçbir şey konuşmasak bile, görünümü hala biraz fazla çirkin. Büyük Xiao Tarikatı’nın genlerinin heybetli olduğunu sanırdım… Eh? O evlatlık olamaz, değil mi?” Xiao Che sessizce mırıldandı.

 

“Ondan yüz tanesi Küçük Che’yle karşılaştırılamaz!” Xiao Lingxi’nin cevabı yankılandı. Bunu mümkün olduğunca çabuk söylemişti, ona kızgın olması gerektiğini hatırladı. Bir kez daha hızlıca *hmph* sesi çıkardı ve yüzünü dönüp onu görmezden geldi.

 

“Che Er, Xi Er, boş lakırtıyı kesin.” Xiao Lie alçak sesle söyledi.

 

“Oh” Xiao Che konuşmayı keserek cevapladı.

 

“Xiao Klanı’ndan herkes burada mı?” Xiao Kuangyun yarı açık gözleriyle yavaşça söyledi ve sesi bıkkın bir tondaydı. Bununla birlikte, iki gözü de dün gördüğü peri figürünü kalabalığın içinde arayarak hızla dönerken, dün Xiao Yulong’un bir peri ile eşit olduğunu iddia ettiği güzelliği de arıyordu.

 

“Çoktan onaylandı. Herkes burada. Tek bir eksik bile yok.” Xiao Yulong yüzünde ciddi bir bakışla söyledi.

 

“Çok iyi!” Xiao Yulong başını salladı. O zaman onun bakışları ana girişe doğru eğildi: “Kapının önünde duran bunca insan kim?”

 

“Genç Usta Xiao’yu bilgilendireyim, onlar Yüzen Bulut Şehri’nin tüm güçlü aileleri. Genç Usta Xiao’nun zerafetinden bir bakış kapma umuduyla sabahın erken saatlerinden beri burada toplandılar.” Xiao Yunhai sandalyesini kısmen dışarı yükselterek cevapladı.

 

“Ah, demek böyle.” Xiao Kuangyun başını salladı ve sonra elini sallamasıyla söyledi: “Madem onlar misafir, böyle dışarıda bekletmemeliyiz. Gelsinler. Xiao Klanı’nın dışındaki insanlar bugünün önemine tanıklık etmeleri iyi bir şey, aksi taktirde daha sonra diğerleri ön yargılı olduğumu söyleyebilirler.”

 

Xiao Yunhai hemen ona yalakalık yaparak: “Genç Usta Xiao gerçekten Xiao Tarikatı’nın ustasının oğlu olarak dikkate değer biri. Siz genç ve açık fikirli birisiniz. Bu kızarıp utanmam için yeterli… Xiao De, acelet et, misafirlerimizi de davet et.”

 

Ana giriş açıldı ve Yüzen Bulut Şehri’nin güçlü sakinlerinin her biri çekingen bir tavırla düzen içinde yürüdü. Hepsi ağır hediyeler getirmişti. Kalabalığın arasında, Xiao Che, Xiao Qinyue’nin babasını da gördü, Xia Hongyi’yi.

 

“Çok iyi, artık başlayabiliriz.” Xiao Kuangyun sandalyesinde doğruldu ve sonunda sözüm ona kabul edilebilir bir pozisyonda oturup aşağı baktı ve hafifçe konuştu: “Adım Xiao Kuangyun ve Xiao Tarikatı’ndanım. Xiao Tarikatı’nın büyük ismine gelince, hepiniz için gayet açık olacaktır. Mavi Rüzgar İmparatorluğu’nda, Xiao Tarikatı’nın çözemeyeceği bir şey yoktur. Siz biraz zayıf olsanız bile, bu yüzden hepiniz onur ve gururu hissetmelisiniz, Xiao Tarikatıyla ilgili olarak hala bunu söyleyebilirsiniz. Bizim Xiao Tarikatı’mızın birinci Elderinin oğlu Xiao Klanı’nın kurucusu. Her halükarda, elderin oğlu sizin kurucunuz bile olsa, o aslında hizmetçi bir kadından doğma. Onun konumu çok düşük kayda değer değil ve kaynak gücü gerçekten çok yetersiz. Bir çöp parçası olarak, Xiao Tarikatı’nda kalmaya uygun değil. Sizin kurucunuz böylece Elder tarafından buraya sürgün edildi ve böylece Xiao Klanı meydana geldi.”

(Ç.N: Acıktım mı nedir gece gece, kurucu dedikçe aklım yemeğe gidiyor)

 

Xiao Kuangyun’un ağır sözleri tüm Xiao Klanı’nı ve onların kurucusunu küçümsemesini gizlemedi. Xiao Klanı’nın birkaç üyesi bu duyduklarının üzerine kaşlarını çattı ama kimse yaygara koparmaya cesaret edemedi.

___________________________________________________________________________

ÇEVİRMEN NOTU

Bu bölümden sonra Orkun baya bölüm yayınlayacak galiba, Orkun’nun dediği gibi ‘okuyun ve öğrenin’ o zaman :D

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr