"Küçük Chan'ı kurtaran... siz misiniz?"
Kar Ankası’nın iyi olduğunu ve yaralarının çoktan büyük ölçüde iyileştiğini gören Yun Che çok daha iyi hissetti.
"Evet." Prenses Kar döndü ve mutlu bir şekilde konuştu. "O senden sonra düştü ve gücümle ona yardım ettim. Aksi halde, Küçük Beyaz düşerek ölürdü. Eh? Küçük Chan? Onun ismi mi? Ehhh... Ne garip bir isim. Bence Küçük Beyaz kulağa daha güzel geliyor, değil mi, Küçük Beyaz?"
Scree... Kar Ankası kafasını alçalttı ve net bir haykırış attı. Davranış şeklinden... Prenses Kar ile aynı fikirde olduğu görülebiliyordu.
Kaynak mührü sayesinde Yun Che Kar Ankası’nın yaralarının çoktan yüzde yetmiş oranında iyileştiğini hissedebiliyordu. Anka Sıradağları’ndan uçarak çıkmak bir sorun teşkil etmiyordu. Her ne kadar durumu hala kötü olsa da burada kalmak çok tehlikeliydi. Bilincini kazandığına göre hemen buradan ayrılmalıydı.
Yun Che bedenindeki tüm gücü topladı ve ayağa kalkmaya çalıştı. Ayağa kalkarken Prenses Kar’ın güzel gözleri genişledi ve endişeli bir şekilde bağırdı. "Sen... neden kalkıyorsun? Bu kadar ağır yaralarla dolaşmamalısın."
Yun Che nazikçe kafasını salladı ve cevapladı. "Küçük Chan ve beni kurtardığı için Prenses Ka’ra teşekkür etmeliyim. Bize yaptığınız iyiliği hayatım boyunca hatırlayacağım. Ancak, burası Prenses Kar’ın bölgesi. Benim buraya düşmem zaten affedilemez bir suç. Ekselanslarını... rahatsız etmeye cüret edemem. Küçük Chan... gidelim... Ugh!"
Göğsünden aniden yoğun bir acı geldi ve bir 'puu' ile birlikte ağız dolusu kan püskürtürken Yun Che'nin yüzü anında soldu. Bedeni sendeledi ve dizleri üzerine çöktü.
"Ahhhh!" Prenses Kar çığlık attı ve ona yardım etmek isterken Yun Che'ye doğru koştu. Ancak yaklaştığında aniden durdu ve uzattığı elini bile geri çekti. Hatta kendisi bile birkaç adım geri çekilip endişeli bir şekilde sordu. "Sen... Sen nasılsın? Sana demiştim, bu kadar ağır yaralarla dolaşmamalısın. Acele et ve dinlen. Ben... Ben iyileşmene yardım etmek için kaynak enerjimi elimden geldiğince kullanmayı deneyeceğim."
Yun Che elini yere koyarak kendisini destekledi. Bir süre sonra, sonunda sakinleşti. Kafasını salladı ve ısrar etti. "Sorun yok, Ekselanslarını daha fazla rahatsız etmeye cüret edemem. Ayrıca, Tarikat Lideri bunu öğrenirse ben kesinlikle... Öhö... Öhö öhö..."
(Ç.N: Artık öksürük yazmıyom. Öksürük dediğin öhö diye olur )
Yun Che'nin göğsü yükseldi ve aralıksız olarak birkaç kan pıhtısı püskürttü. Bilincini kazanmış olsa da içsel ve dışsal yaraları hala son derece ciddiydi.
"Endişelenmene gerek yok." Prenses Kar kar beyazı, narin elini salladı. "Ne seni suçluyorum ne de babama söyleyeceğim, yani endişe etmeden burada kalıp yaraların ile ilgilenebilirsin. Daha fazla ısrarcı olursan sadece yaralarını kötüleştirirsin. Ayrıca... Ayrıca, Küçük Beyazı çok sevdim. O gördüğüm en güzel kaynak canavarı. Eğer sen gidersen Küçük Beyaz da seninle birlikte gitmek zorunda kalır... Ben gerçekten buna dayanamam."
(Ç.N: Evet tüm kızları çalıyor diye Yun Che'ye isyan eden erkek oyuncular asıl yeteneğin Kar Ankasında olduğunu öğrendiğinde bir kuş kadar olamadık dedikten sonra nefeslerini tutup intihar ettiler )
"…" Yun Che sonunda Prenses Kar'ın neden onun gitmesini istemediğini anladı. Bunu babasına söylememe konusunda söz bile vermişti. Bunun nedeninin yarısı yumuşak kişiliği, diğer yarısı da hiç şüphesiz... Kar Ankası idi!
Prenses Kar daha önce bu yere sadece kendisinin ve babasının girebileceğini söylemişti. Şimdi ise babasına söylemeyeceğini söylemişti. Bu da bu yeri tüm İlahi Anka İmparatorluğundaki en güvenli yer haline getiriyordu. Ayrıca, Yun Che şu anki durumu ile kaçmaya uygun değildi... Bunu düşündüğünde, anında sakinleşti, kanını ve zihnini sakinleştirdi. Yere oturdu: "O zaman... Ekselanslarından izinsiz girişim için özür dilerim..."
Konuştuktan sonra, gözlerini kapadı ve Budanın Büyük Yolunu kullanarak bedenini toparlamaya başladı... Budanın Büyük Yolunun pasif iyileştirme yeteneği, onu kullandığı zaman elde ettiği iyileştirme yeteneği ile kıyaslanamazdı. Bilincini kazandığında iyileşme hızı büyük ölçüde artmıştı.
Yun Che'nin burada kalma kararı verdiğini görünce Prenses Kar rahatlama nefesi aldı. Kar Ankası’nın yanına gidip onu okşamadan önce bir süre dikkatli bir şekilde Yun Che'ye baktı. Bedeni Kar Ankası’nın üzerindeyken mutlu bir şekilde konuştu. "Bu harika, Küçük Beyaz. Artık birlikte oynayabiliriz. Wahhh~~~ Tüylerin çok rahat ve rahatlatıcı... Neden bu kadar tatlısın..."
(Ç.N: Hayvan sevgisidir umarım sadece. Öyle olmasını temenni ediyorum...)
Yun Che her ne kadar yaralarını tedavi ederken gözlerini kapalı tutsa da neler olduğunu yine de duyabiliyordu. Rüzgârla birlikte kulağına gelen peri gibi ses zihninin dalgalanmasına neden oluyordu... Bu kadar saf ve kusursuz bir görünüş ve ses ile... O gerçekten bir insan evladı mıydı? Yoksa dünyanın en güzel nesnelerinin toplanmasıyla mı doğmuştu?
——————————————
Tüneyen Anka Ovası’nın üç tarafı dağlarla çevriliydi ve kalan güney kesiminde ise üç bin metrelik Mutlak Anka Uçurumu vardı. Burası tüm Anka Sıradağ bölgesindeki ruhsal enerjinin toplandığı yer gibi gözüküyordu ve tek bir bakışta, solgun ve kurumuş koyu kırmızı olan diğer yerlerin aksine saf, temiz bir yeşil renge sahip olduğu görülebiliyordu. Rüzgâr bile burada olağan dışı bir şekilde temiz ve nazikti. Tüneyen Anka Ovası’nın merkezinde sakin ve temiz bir göl bulunuyordu. Gölün yanında tamamen kar beyazı renkli ve dikkat çekici bir şekilde güzel bir Kar Ankası gölün temiz suyundan içiyordu. Onun yanında ise resimlerdeki perilere benzeyen bir kız bulunuyordu.
Kız zarif bir anka cübbesi giyiyordu ama giydiği kıyafet parıltılı, yeşim gibi cildi tarafından gölgede bırakılıyordu. Sırttan ve yandan görünüşleri rüyalardaki periler gibiydi. Yüzüne bakmadan bile sadece sırt görünüşüyle, sadece ilahi varlıkların sahip olabileceği bir güzelliği olduğu söylenebilirdi.
(D.N: tam 'yeşim gibi cilt' demedi bu sefer derken yazar yine yaptı yapacağını :D )
(Ç.N: Hislerini anlayabiliyorum :/ )
Genç kız temiz göl havasında bir süre nefes aldı ve ardından tatlı bir kahkaha attı. Yeşim parmaklarını yükseltti ve tokasını nazikçe çıkararak yumuşak ve parlayan uzun siyah saçının aşağıya düşmesini sağladı. Her bir saç teli sanki kendi hayatına sahip gibiydi ve omuzundan aşağı düşmeden önce havada dans ediyorlardı.
Yeşim elini alçaltırken cübbesinin askısı da nazikçe serbest kaldı. Altın anka desenleri ile işlenmiş altın renkli anka cübbesi nazikçe omuzlarından kaydı... Kıyafetsiz bir şekilde, hipnotize edecek kadar mükemmel gözüküyordu. Nazik dağ esintisi ile birlikte kusursuz kar beyazı sırtı, ince beli, narin ve mükemmel bacakları insanın ruhunu şok edecek bir şekilde ortaya çıktı... Ve bunların hepsi insanların zihninde sadece 'mükemmellik' sözünü oluşturabilen şeylerdi. Sadece sırtının görüntüsü bile bir erkeğin kontrolünü kaybedip çıldırmasına neden olabilirdi.
Altın ayakkabılarını çıkardı ve kar lotusuna benzer ayaklarının görünmesini sağladı. Kar Ankası’na işaret etti ve yüzünde kusursuz bir gülümseme ile birlikte nazikçe göle girdi. Yeşim ayakları henüz göl suyunda olmasa bile büyüleyici bir şekilde parıldıyorlardı.
"Küçük Beyaz, birlikte yıkanmak ister misin? Burası her gün banyo yaptığım yer."
(D.N: Oha lan kar ankasına bak yun che den bile hızlı çıktı :D )
Tüm dağ bölgesi bu yer hariç kavurucu sıcaklığa sahip olsa da burası sessiz ve temizdi. Göl suyu bile hafifçe serindi. Genç kız göl suyunu eli ile kaldırdı, parmaklarının arasından akmasını sağladı. Su, yeşim kollarından göğsünün önündeki kar tümseğine doğru akışını sessizce izlerken dudaklarının kenarı hafifçe seğirdi.
Göl suyu, suyun altındaki en ufak kum tanesinin bile görülebileceği kadar temizdi. Onun güzel figürü çok daha belirgindi, ama ne yazık ki, bu güzel manzaraya tanık olacak kimse yoktu. Onunla birlikte, sadece gölün tatlı suyundan içmekle ilgilenen güzel bir kaynak canavarı vardı.
"Küçük Beyaz, gerçekten birlikte yıkanmak istemiyor musun.... Ugh, neden bir sahibin var... Seni gerçekten sevdim... Çünkü ben karın rengi olan beyaz rengini seviyorum... On üç yaşındayken İlahi Anka Şehri’nde büyük bir kar fırtınası vardı ve bu benim gördüğüm en güzel manzaraydı. Her şeyimin beyaz kar ile birleştiğini hissetmiştim... Ancak, o günden sonra, bir daha asla kar göremedim..."
Genç kız Kar Ankası’na bakarken güzel yüzünü elleri ile destekledi. Güzel gözlerinde bulanıklaşmış bir ışık vardı. Kendi kendine mırıldanırken, yeşim omuzları suyun yüzeyinde ortaya çıktı, şekli saf güzelliğin somutlaşmış haliydi, bu manzara son derece çekiciydi.
"Ahhhh..." Genç kız güneye dönüp nazikçe konuşurken aniden bağırdı. "Küçük Beyaz, sanırım sahibin uyanmış. Hadi onu bulalım."
Hafifçe uçtu ve zarif anka cübbesini büyüleyici bedenine giydi. Kar Ankası’nın sırtına bindi ve mutlu bir şekilde bağırdı. "Gidelim."
Kar Ankası mutlu bir şekilde ses çıkarırken kanatlarını açıp Yun Che'ye doğru uçtu.
Bu sefer Yun Che iki gün boyunca meditasyon yapmıştı. Bilincini kazandığında içsel ve dışsal yaralanmaları çoktan yüzde otuz kadar iyileşmişti, kaynak gücü de yüzde yirmi, otuz kadar yenilenmişti. Bir haftadan daha kısa sürede, eğer biri ile savaşmaz ise aşağı yukarı tamamen iyileşmeliydi. Savaşırsa da hiç şüphesiz durumu kötüleşecekti... Böylesi bir yer her ne kadar daha önce hiç gelmemiş olsa da kalmak için en iyi yerdi.
Burada kalmasının ön koşulu kimsenin burada olduğunu bilmemesiydi ve bu karar kendisini bir Anka öğrencisi sanan Prenses Kar'a aitti.
Beyaz bir figür gökyüzünde parladı ve yavaşça önüne inmeden önce kafasının üzerinde tur attı. Prenses Kar, Kar Ankası’nın sırtından atladı ve büyüleyici bir gülümseme ile baktı. "Sonunda uyanmışsın. Aksi halde, Küçük Beyaz meraktan ölecekti. Yaraların daha iyi oldu mu?"
Kızın gülümsemesi basitçe çok büyüleyiciydi. Yun Che telaşlı bir şekilde konuşmadan önce bir anlığına dikkatini kaybetti. "Oldukça iyiyim. İlgisi için Prenses Kar’a teşekkür ederi. Bakın."
Konuşurken çoktan serbestçe hareket edebilen uzuvlarını uzattı.
"Waah! Çok hızlı iyileşiyorsun, bunun çok uzun süreceğini düşünüyordum." Bunu söylerken Kar Ankası’na baktı ve aniden ses tonu mahcuplaştı. "Ancak yaraların henüz tamamen iyileşmedi. Çok fazla hareket etmemelisin. Burada birkaç gün daha kal, merak etme babama söylemeyeceğim."
"Teşekkürler, Ekselansları." Yun Che gülümsedi. Prenses Kar'ın onun orada kalmasını istemesinin nedeni Kar Ankası’nı gerçekten seviyor olduğunu şimdi anlamıştı. Kar Ankası saf, beyaz, zarif bir canavardı. Ayrıca, İlahi Anka İmparatorluğu’nda oldukça nadir görülen buz tipi bir canlıydı. Ateş elementli İlahi Anka Şehri’nde hiç olmadığı söylenebilirdi. Bu nedenle, bu onu meraklı ve imrenir hale getirmişti. Ya da belki de, çok yalnız olduğundan onun varlığı şimdi kendisine eşlik edecek birinin olduğu anlamına geliyordu.
Tamamen yaralar ile dolu bedeni ile günlerdir bir şey yememiş Yun Che'ye açlık spazmı saldırırken oturdu. Ejderha eti çıkardı ve anka ateşini kullanarak onu kızarttı. Alev Ejderhası’nın sahip olduğu büyük bedene rağmen Yun Che onu yemeklerde kullandığı için geriye çok fazla et kalmamıştı. O anda, etlerin yüzde doksan dokuzu çoktan onun tarafından yenilmişti. Gökyüzü Zehir Sedefi’nde sadece acınası yirmi beş kilogram et kalmıştı. Ne tür bir ateş kullanması, ne kadar süreyle ve hangi baharatlarla pişirmesi gerektiği artık onun için oldukça netti.
-------------------ÇEVİRMEN NOTU------------
Yun Che kalan eti Prenses ile mi yiyecek? Prenses ve Kar Ankası arasında neler yaşanacak? Yun Che neler yapacak? Kar Ankası Yun Che'yi bırakıp Prenses'in kollarında huzur bulacak mı? Merak mı ediyorsunuz? O zaman... Bekleyin, okuyun ve öğrenin :D
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..