Bölüm 1440: Kıdemli Kız Kardeş, Büyümüşsün
Çevirmen: Sefix
Editör: Extacy12
Enerjilerini saldırıdan savunmaya zorla çekerken, iki Buz Ankası Saray Ustasının da düşünmeye zamanları yoktu.
Gökyüzü donuk bir yankı ile karardı ve Vahşi Kar Kutsal Maymunu'nun gücü, iki büyük Buz Ankası Saray Ustası tarafından bastırıldı.
Fakat hemen sonra, ani ve boğuk bir inlemeyle havaya savruldular.
Bu sırada, ikinci bir Vahşi Kar Kutsal Maymunu, cenneti bile yok edebilecek bir güçle yere atladı.
“Bu... Bu durum çok kötü!” dedi havaya savrulan iki Buz Ankası Saray Ustası; yüzleri şoktan bembeyaz olmuştu.
“Çabuk uzaklaşın!” diye bağırdı üçüncü Buz Ankası Saray Ustası, ikinci Vahşi Kar Kutsal Maymunu'na doğru atılırken. Kılıcı buzlu bir gökkuşağı gibi parlıyordu fakat Vahşi Kar Kutsal Maymunu'nun dehşet verici gücüne karşı koyamıyordu... Böylesine bir güç yerle birleşseydi, binlerce Buz Ankası öğrencisi korkunç bir ölümle yüzleşecekti.
Gökyüzü karardı ve o güç daha yere ulaşmadan Buz Ankası öğrencilerinde oluşan ezici bir azap duygusu, öğrencilerin ruhlarını parçalamaya yetmişti.
Sayısız dehşet çığlığı yankılandı... Aşağıda, Mu Xiaolan, az önce harikulade bir gösteri sergileyen o kişi, şimdi dizlerinin üzerinde, güzelliğinin yerini çirkinlik almış bir vaziyetteydi. Kaçmak istedi, fakat bir İlahi Kral'ın baskıcı gücü altında küçük bir adım atmak bile abartılı bir umuttan başka bir şey olamazdı.
Onun çevresindeki diğer Buz Ankası öğrencileri de aynı şekilde hissediyorlardı; birçoğu gözlerini kapatmış ve kendilerini kaderin kollarına bırakmıştı.
Üç Buz Ankası Saray Ustası dişerine kırasıya sıkıyordu, fakat çabaları nafileydi. Zaten bu bölgede patlak veren kaynak canavarı baskınını hafife alıp Kutsal Salon'dan destek istemedikleri için aşırı pişmanlardı.
Halbuki işin başında bu bariyerin sadece bu kudurmuş kaynak canavarlar tarafından yıkılmış olamayacağını anlamaları gerekirdi.
Tam da bu anda gökyüzü birden muazzam parlak bir alevin ışığı ile aydınlandı... Bu ışık, bir Anka kuşunun yankılı sesine eşlik etti.
Bir Anka kuşunun haşmetli görüntüsü, gökten Vahşi Kar Kutsal Maymunu'na doğru daldı. Göz açıp kapayıncaya dek, İlahi Kral'ın Vahşi Kar Kutsal Maymunu'ndan yayılan baskın ölüm aurası tamamıyla yok olmuştu. Vahşi Kar Kutsal Maymunu'nun bedeni alevler içindeydi ve ufka doğru savrulurken acınası bir şekilde kükrüyordu.
Aynı anda, buzlu bir ışın havada parladı ve aniden devasa bir Donmuş Son bariyeri oluştu. Bu bariyer, tüm artçı dalgaları sönümleyerek aşağıdaki Buz Ankası öğrencilerinin zarar görmemesini sağladı.
Onları böylesine umutsuzluğa ve kedere iten tehlikenin bir anda kaybolmuş oluşu, herkesi bir müddet şaşkınlığa uğrattı. Hâlâ neler olup bittiğine inanamayan Mu Xiaolan, kafasını kaldırdığında Yun Che'yi gördü...
“Kıdemli... Kıdemli Kardeş Yun!” diye neşeyle, ve gözlerinden yaşlar akarak bağırdı.
Yun Che eliyle bir kavrama hareketi yaparak Donmuş Son bariyerini havaya sabitledi. Bariyerin dağıldığına dair hiçbir işaret de yoktu. Bu sırada hızlıca öne uçtu, “Üç saray ustaları, lütfen herkesi koruyun; iki İlahi Kral Dev Maymunları da bana bırakın!”
Bang!
Her şey o kadar ani olmuştu ki havaya savrulan İki Buz Ankası Saray Ustası anca yere düşebilmişlerdi. Hemen doğruldular fakat betleri benizleri çabucak attı... Cevap bile veremezlerken, ateşli bir ışın Vahşi Kar Kutsal Maymunları'nın birinin bedenine feci bir şekilde çarpıp patlamıştı bile.
Yun Che'nin Anka ateşi bir kenara, bu tip buz sınıfı kaynak canavarlarının doğal düşmanı ateşti. Kızıl alevlerle yıkanırlarken, iki Vahşi Kar Kutsal Maymunu kilometrelerce geri çekilmek zorunda kaldı. Sanki bedenlerinden çıkan o soğuk kudret, bu alevlerce küle dönmüştü; tamamen mahvolmuşlardı.
Çoktan ilk başta mantıksallıklarını kaybetmişlerdi, ve şimdi de acı yüzünden kafayı sıyırmışlardı. İki İlahi Kral'ın aurası da Yun Che'nin bedenine kilitlenmişti. Geniş kollarının bir savruluşuyla üç bin metrelik bir buz dağı yaratıp Yun Che'nin üstüne fırlattılar.
Yun Che çabucak Sisli Son Vadisi'yle kendisi arasındaki mesafeyi ölçtü ve rahatlamış hissetti. Kollarını uzattı ve Anka alevlerini çok daha sıcak olan Altın Karga alevlerine çevirdi. Ardından, ateşli bir kılıç elinden patlayarak çıktı ve yatay bir kesik attı.
Soluk bir altın yay, antik zamanlardan beri soluk olan Sisli Son Vadisi boyunca kazındı.
Bu yanan kılıç buz dağını da, Vahşi Kar Kutsal Maymunları'nı da kesip geçti; maymunların bedenlerinde altın bir çizgi belirdi.
Buz dağı birden parçalanmıştı fakat tam moloz olup yere düşecekken gökyüzünü kaplayan bir sis haline geldi. Sonra, sis bile hiçbir iz bırakmadan kayboldu.
Vahşi Kar Kutsal Maymunları'ndan birinin bedeninin üst kısmı, altın kesikten itibaren kayıp yere düştü. İkiye bölünmüş bedeni birden yerden fışkıran altın ateşler içerisinde eriyip kül olurken, acı bir kükreme basıverdi.
Vahşi Kar Kutsal Maymunu ne de olsa hâlâ bir İlahi Kral Canavar idi. Kızıl felaketin etkisiyle gaddarlaşmış olsa dahi, bu düşük seviye kaynak canavarlar gibi kudurmamış olması gerekiyordu.
Bu iki Vahşi Kar Kutsal Maymunu, aslında Sisli Son Vadisi'ni yıllardır korumakla görevlilerdi. İlk maymun düştüğünde, ikincisi muazzam düzeyde kederli ve yaslı bir şekilde kükredi. Tamamıyla manyağa döndü ve bedenini Yun Che'ye doğru fırlattı.
Yun Che'nin kaşları gerildi. Buz Ankası öğrencileri hâlâ çok yakındalardı. Ne geri çekilebilirdi, ne de bu savaşı burada sonlandırabilirdi. Hızlı bir karar verdi. Kolunu sallaması ile Cennet Cezalandıran Kılıç'ı çekti ve bu canavarı bir Vahşi Dişle karşıladı.
Cennet Cezalandıran Kılıç, Vahşi Kar Kutsal Maymunu'nun enerji fırtınasının içinden geçip maymunun göğsüne saplandı. Hemen sonra, Yun Che'nin göğsünden dışarı devasa bir masmavi kurt ışıdı ve tüm yaratılışı korkutabilecek bir kükreme salıverdi.
Bang!!
Uzun bir mavi ışık hüznesi, Yun Che Cennet Cezalandıran Kılıç'ı Vahşi Kar Kutsal Maymunu'nun bedeninden geçirirken peşinden geliyordu.
Uzun mavi ışık hüznesi, Vahşi Kar Kutsal Maymunu'nun sırtından başlayarak birkaç kilometre daha devam ediyordu.
Vahşi Kar Kutsal Maymunu'nun bedenine devasa bir delik kazınmıştı. Dünyadaki her şey bu anda durmuş, ve hemen ardından Vahşi Kar Kutsal Maymunu'nun gözündeki o kudurmuş ışık yavaşça yerini dinginliğe ve hüzne bırakmıştı.
Bedenindeki delikten sayısız çatlak oluşmuş, çabucak bedenini sarmıştı. Bunu takiben, bedeni tıpkı bir buz heykelmişçesine kırılıp, gökten yağan kar beyazı bir moloza dönmüştü.
Cennet Cezalandıran Kılıç, Yun Che'nin elinden kayboldu ve Yun Che derin bir iç çekti. Buz Ankası öğrencilerinin etkilenmemeleri için bu savaşı hızlıca bitirmeliydi.
Fakat, son Vahşi Kar Kutsal Maymunu ölürken onun üzüntüsünü, hüznünü, kederini, acısını hissedebiliyordu... Dinginliğini de öyle.
Bu öfke, kendi istekleri doğrultusunda doğmamıştı. Tamamıyla, bu dünyada var olmaması gereken o auranın etkisi altında doğan bir öfkeydi bu... Her şeye kıyasla, asıl kurbanlar onlar olmuştu.
İki Vahşi Kar Kutsal Maymunları'nın yok edilişini takiben, meydana gelen bu kaosun da son bulması gerekirdi. Fakat, Yun Che'nin kalbi daha da ağırlaşmıştı.
İblis İmparatoru'nun dönüşü... Gelecekte bu dünyayı neler bekliyordu?
Diğer tarafta, üç Buz Ankası Saray Ustası da gökyüzüne fırlamıştı. Onlar daha bir bariyer oluşturamadan, iki Vahşi Kar Kutsal Maymunu da yok edilmişti.
Elleri havada durdu; üçünün de ağzı uzun bir müddet açık kaldı.
Aşağıdaki Buz Ankası öğrencileri halsiz ve ölü gibilerdi; uzun bir süre kendilerine gelemediler.
Yun Che'nin gücüne son şahit olduklarında, dört sene önce Kaynak Tanrı Toplantısı'nda, Yun Che'nin İlahi Kral Alemi'ne yeni giren Luo Changsheng'i yendiği yerdelerdi.
Ve şimdi, iki tane dev İlahi Kral canavarlarla kapışırken o... O, hemen öylece işlerini mi bitirdi?
Bedeni birkaç kez parladıktan sonra, Yun Che üç Buz Ankası Saray Ustası'nın da karşısında dikilmişti bile. “Bu durum üzücü de olsa, durum kritikti ve maalesef onların işini hızlıca bitirmem gerekiyordu. Buranın temizliği için siz üç saray ustasına zahmet vermem gerekiyor.”
“Erm...” derlerken Yun Che'ye dik dik bakıyorlardı. “Yun Che, sen... Sen çoktan İlahi Kral mı oldun!?”
“Mn.” Yun Che kafa salladı, “İlgilenmem gereken acil bir şey var, bu yüzden fazla kalamayacağım, elveda.”
Bu sözlerle aniden arkasına döndü, geriye da afallamış üç Buz Ankası Saray Ustası bırakarak uçup gitti.
Dört yıl önce, Kutsal Tanrı Savaşı'nın final dövüşünde, Yun Che dokuz aşamalı cennetsel musibete karşı koyduktan sonra İlahi Öz Alemi'ne geçmişti. Dahası, herkes Edebi Cennet İlahi Alemi'ne girmediğini de biliyordu.
Fakat, aradan sadece dört yıl geçmişti... Edebi Cennet İlahi Alemi'ne bile giremeyen Yun Che'nin dört yıl gibi kısa bir sürede bir İlahi Kral oluşu akla yatmıyordu.
Yun Che'nin aslında bundan üç yıl önce bir İlahi Kral olduğunu bilseler büyük ihtimalle şaşkınlıktan ölürlerdi.
“Kıdemli Kardeş Yun, Kıdemli Kardeş Yun!” Hey! Beni bekle!”
Yun Che, arkasında bir kızın çılgınca bağırışlarını duyduğunda çok uzaklaşmamıştı.
Yun Che durdu, ve arkasında ona büyük bir çaba sarf ederek yetişmeye çalışan Mu Xiaolan nefes almaya çalışırken gıcık olmuş bir ses tonuyla, “Neden... Neden o kadar hızlı koşuyorsun?”
“Mn?” Yun Che onu dikkatle incelerken çenesini kavradı, “Bu Kıdemli Kız Kardeş Xiaolan değil mi? Görüşmeyeli sadece birkaç yıl oluyor, fakat epey hızlı büyümüşsün.”
Yun Che'nin dirildiğini daha önceden duymuş olmasına rağmen, onu gördüğünde, hele ki bu kadar yakından, Mu Xiaolan'ın gözleri artık bastırılmamış duygularla parıldadı, “Hmph, çöpsün! Görünüşüm yıllar boyunca değişmedi, tamam mı? Aksine, değişen sensin…”
Mu Xiaolan, konuşurken, Yun Che'nin bakışlarının oldukça çarpık olduğunu gördü.... Yönü, şaşırtıcı bir şekilde göğsüne doğruydu; yüzündeki ifade de tartışmasız bir şekilde sapıkçaydı. Hızlıca, tiz bir ses ile, istemsizce kollarını göğsünde birleştirdi, yüzü kırmızıya döndü ve “Sen... Sen, sen, sen... Sen şimdi önemli bir figür olabilirsin, fakat karakterin hâlâ... Hâlâ... Hâlâ zerre değişmemiş!”
“E tabii ki.” Yun Che sevinçle cevapladı. “Ben, senin tabirince en aşağılık, utanmaz ve kaba kişiyim. Kişilik dediğin bırak seksen ila yüz yılı, üç ila beş yılda da değişmez, öyle değil mi?”
İsminin tüm Tanrılar Alemi'ni sarsacak güce ulaşmış olmasına rağmen, şu anki davranışı öncekinden de fenaydı. Fakat Yun Che'yi şaşırtan şey, Mu Xiaolan'ın eskiden yaptığı gibi uflayıp puflayıp sinirle veya utançla kaçıp gitmemesi olmuştu. Aksine, göğsünü kapatan kollarını aşağı indirdi ve güldü, “Kıdemli Kardeş Yun Che, büyüyüp büyümediğimi bizzat kontrol etmek ister misin?”
“...” Yun Che aniden afallamıştı. N'oluyor lan? Bu kıza neler oldu böyle? Sadece birkaç sene olmuştu ve bu kız şimdiden birini nasıl geri azdıracağını öğrenmiş miydi?
Yun Che daha önce ne görmemişti ki? Sürprizin ikinci saniyesinden sonra, keskin bir parıltı anında gözlerinde parladı ve şok, yüzünden kayboldu “İyi, iyi. Böyle şeyleri saptama konusunda uzmanım. Tüm Kar Şarkısı Diyarı'nda iki numara olduğumu söylersem, kimse ilk sıradakine oynamaz.”
Mu Xiaolan: “..”
“Mn... Öyle görünüyor ki, Kıdemli Kız Kardeş Xiaolan gerçekten de hızlı büyümüş, ve sen gerçekten de bir potansiyele sahipsin. Belki gelecekte, ustanın potansiyelinin yarısını yakalayabilirsin, heh heh heh.”
Mu Xiaolan: “..”
Yun Che bunu derken parmaklarını genişçe, tıpkı Mu Xiaolan'ın üzerine atılacak birer pençelermiş gibi gerdiriyordu... Fakat onu daha çok şaşırtan şey, Mu Xiaolan'ın hâlâ gülümsüyor, ve yaklaşmakta olan bu kavrama hareketine karşı bir tepkisiz kalıyor oluşuydu.
Mn?
Bir şey doğru görünmüyor!
Kalbi sıkıştı ve istemsizce arkasına döndü...
Mutlak güzelliğin karlı bir figürü, en fazla otuz metre civarı uzaktaydı. İlk kar gibi yüzü, gözleri bir çift derin havuz gibi, tek bir ses bile çıkarmıyordu.
Mu Bingyun.
“~!@#¥%...” Yun Che parmaklarını Yıldırım hızında geri çekti ve hızla eğildi. Yüzü sakin ve saygılıydı, ama sözlerinde hafif bir titreme vardı, “Öğrenci Yun Che, sarayı selamlıyor... Saray Ustası Bingyun.”
“Usta.” Mu Xiaolan'ın buzlu figürü Mu Bingyun'un yanında durmak için hareket ederken parlıyordu. Onun narin kafası yüzünde itaatkar ve utangaç bir ifade ile aşağı bakıyordu... Ama bir sonraki anda, aniden elini kaldırdı ve ağzını eliyle kapladı. Vücudu titriyor ve yüksek sesle gülmemek için tüm gücünü kullanıyordu.
Mu Bingyun, Yun Che'ye bakarak, “Ustan seni Kutsal Salon'da bekliyor, git ve gör onu.”
Sözleri her zaman çok soğuk ama nazikti, tıpkı bu kar bölgesindeki nazikçe süzülen kar gibi.
“Başüstüne,” dedi Yun Che, “Bu öğrenci şimdi gidecek.”
Hemen sonra Yun Che başını kaldırarak telaşlı bir şekilde, “Saray Ustası Bingyun, hemen şimdi... Uh... Kıdemli Kız Kardeş Xiaolan ve ben... Erm, hayır, Küçük Kız Kardeş Xiaolan ve...”
Bir şeyi açıklamak istemiş gibi görünüyordu, ama kelimeler ağzını terk ettiğinde, söylediği her şeyin sadece işleri daha da kötüleştireceğini fark etti.
Mu Xiaolan'a gözünün köşesinden baktı, dişlerini gıcırdatıp düşündü: Sadece bekle, küçük kız. Seni komple soyup Cennetsel Göl'e atmazsam bana da Yun demesinler!!
Bir zamanlar böyle masum ve küçük bir kız... Tüm kızların büyüdüklerinde böyle vahşi oldukları doğru olabilir miydi!?
“...” Mu Bingyun tek kelime dahi etmedi, sadece Yun Che giderken arkasından bezgin bir bakış attı.
O bakış, Yun Che'nin olduğu yere mıhlanmasına sebep oldu. Uzun bir süre hareket etmedi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..