Bölüm 610: Yüzen Bulut’a Yaklaşan Güçler
Kaynak Gökyüzü Kıtası, Mavi Rüzgar Ülkesi, Yüzen Bulut Şehri, Xiao Klanı.
Yaprakları kurumuş antik bir ağacın altındaki eski bir sandalyede beyaz saçlı yaşlı bir adam gözleri kapalı bir şekilde otururken sabah güneşi onu aydınlatıyordu.
Siyahlı bir adam avluya yürüdü, adımları sessizdi, silüeti canavar gibiydi. Tek bir adımda avluyu geçerek yaşlı adamın önüne geldi... Önündeki yaşlı adam aslında yaşlı bir adam değildi, bu sene sadece altmış bir yaşındaydı. Bunun üstüne, o bir kaynak uygulayıcı idi, yaşlılık belirtileri bedeninde büyük bir iz bırakmamıştı. Ancak, son birkaç yılda çok hızlı bir şekilde yaşlanmıştı, saçı hızlıca beyazlamıştı. Önündeki siyah giyimli adam ondan bir tür huzur değil yalnızlık ve hisssizlik hissediyordu.
Sanki ölüme karşı bile kayıtsızdı.
Sanki birinin yaklaştığını hissetmiş gibi yaşlı adam gözlerini açtı, önündeki siyah giyimli gence sessizce baktı, ardından gözlerini kapadı: "Xi'er burada değil."
Siyahlı genç bir şey söylemedi. Hızlıca ayrılmak istermiş gibi döndü. O anda, uzun bir figür avlunun girişine geldi. O kişi Xiao Klanının Klan Lideri Xiao Yunhai idi. Xiao Yunhai siyahlı gence baktı, tüm bedeni şiddetlice titredi. Kemikleri gevşedi, gözleri sanki bir insana değil de dehşet verici pençeleri olan bir iblise bakıyormuş gibi korku doldu.
Xiao Yunhai ayrılacak cesarete sahip değildi. Biraz cesaretle ileri çıktı. Birkaç adım attıktan sonra bacakları gevşediğinden dolayı neredeyse düşüyordu: "Say... Saygılar... Genç... Genç Efendi Fen."
"Burada ne yapıyorsun?" Siyahlı genç konuştu, sesi sanki insan değil de soğuk, ölü bir bedenmiş gibi duygusuz ve kayıtsızdı.
"Sizin... Sizin naçizane hizmetçiniz... Özellikle... Özellikle... Beşinci Büyüğe saygılarını sunmak için geldi."
Xiao Yunhai böyle kolay bir cümleyi kekelemek için uzun süre harcadı ve dişlerinin birbirine çarpma sesi duyulabiliyordu.
"Hmph!" Siyahlı genç soğukça burnundan soludu.Görünürde bir hareket yapmadı, ama bedeni aniden arkasında bir ses bırakmadan kayboldu.
Xiao Yunhai'nin tüm bedeni gevşedi; felçli gibi yere düştü. Büyük bir rahatlama nefesi aldı, cübbesi tamamen soğuk terler ile ıslanmıştı.
Son birkaç yılda, onun ve tüm Xiao Klanının kaderi büyük bir dalgadaki yalnız bir tekne gibi gidip gelmişti.
Altı yıl önce Xiao Tarikatı Xiao Klanına muazzam bir iyilik bahşetmişti. Xiao Yunhai kurtçuktan gökte süzülen ejderhaya dönüşebilirlermiş gibi heyecandan kendinden geçmişti. Xiao Kuangyun'a yaranmak ve oğlu Xiao Yulong'u Xiao Tarikatına sokmak için Xiao Qingyue ve Xiao Lingxi'yi Xiao Kungyun'a verecek bir komplo yapma konusunda tereddüt etmemişti.
Xia Qingyue'nin Donmuş Bulut Asgard öğrencisi olacağını düşünmemişti... Onun kirli komplosu Yun Che'yi acı bir şekilde klandan atılmaya zorlamıştı... O gece Xiao Kuangyun ile birlikte Xiao Tarikatına ayrılmak üzere olan oğlunun dört uzvu ve beş hissi yok edilmişti... Çok geçmeden de sefil bir şekilde ölmüştü.
Üç yıl önce, Yun Che intikam için geri dönmüş ve onların korkunç bir kabusu deneyimlemesine neden olmuştu.
Bunun ardından, tüm Xiao Klanı korku içinde yaşamıştı, özellikle de Xiao Yunhai ve diğerleri ölümün onları beklediğini hissediyorlardı... Bundan sekiz ay sonra Yun Che gelmemişti ama onun ölüm haberi tüm kıtada yayılmıştı.
Tüm Xiao Klanı rahatlama nefesi almıştı. Ancak yarım yıl önce başka bir şeytan ile tanışmışlardı... Ki bu şeytan Yun Che'den çok daha dehşet vericiydi.
Fen Juechen!!
(Ç.N: Vay anasını sayın seyirciler ???? )
Bitmek tükenmez bir nefret taşıyan Fen Juechen tüm Xiao Klanını yok etmek istiyordu... Çünkü orası Yun Che'nin doğduğu yerdi!
Xiao Klanına gelmiş ve insanları öldürmeye başlamıştı... Her adımda kaybolmuştu ve her bir adım on kişiyi indirmişti. Daha duruma tepki bile veremeden yüzden fazla kişi onun ellerinde ölmüştü ve cesetleri bile geride kalmamıştı.
Onların arasında Ulu Büyük Xiao Li ve Üçüncü Büyük Xiao Ze de vardı.
Tüm bu zaman boyunca o bir şey söylememişti ve ifadesi de yoktu, sanki cehennemden gelip canları hasat eden bir ölüm meleği gibiydi.
En korkutucu şey ise... Onun ellerinde ölen kişilerin cesetlerinin hızlıca siyah bir gaz bulutu ile kaplanması ve kömür yığınlarına dönmeleriydi...
Ve bu şeytanı durduran kişi ise Xiao Lingzxi idi!
Xiao Lie ve Xiao Lingxi korku dolu yüzlerle ortaya çıktığında şeytan katliamını durdururken duygusuz yüzünde bir insana ait olan dalgalı duygular ortaya çıkmıştı...
Bunun ardından Xiao Klanını katletmeyi durdurmuş ve bu yerde durmaya devam etmişti... Bunun nedeni de Xiao Lingxi idi.
Xiao Klanı için o şeytan gibi bir varlıktı, hangi öğrenci onu görürse görsün dehşet içinde titriyor, nefes almaya bile cüret etmiyordu. İyi olan şey onun Xiao Lingxi'yi dinlemesi ve Xiao Klanı içindeki üyeleri daha fazla öldürmemesiydi. O zamandan beri tek bir kişiye bile zarar vermemişti ve avlusunun içinde kalmıştı... Her gün avlusundan ayrıldığı tek zaman da Xiao Lingxi'ye bakıyordu, uzaktan bile görse fark etmiyordu.
(Ç.N: Geldi bir aşk oku vurdu çocuğun böğründen. Koca intikamcı olacak adam ferhat oldu dağları deldi lan.)
(FN: Ben bu adamı seviyom valla. Dede Xiao küçük halayı bu çocuğa versin mevzu kapansın. Sonra Yun Che eniştesiyle beraber gidip kutsal bölgeleri kutsasın.)
Daha önceleri, savaş kaosundan kaçmak için Xiao Lie Xiao Lingxi'yi savaşın onlara ulaşmayacağı Yüzen Bulut Şehrine getirmişti. İmparatorluk Sarayının uyarısı nedeniyle Yun Che tehdidi olmasa bile onlar şu anki kimlikleri yüzünden saygısızca muamele görmüyorlardı. Xiao Lie şu anki İmparatoriçenin kocasının büyükbabasıydı ve Fen Juechen geldiğinde herkes Xiao Lingxi ve Xiao Lie'ye ataları gibi davranmıştı, en ufak bir saygısızlığa bile cüret etmemişlerdi.
Çünkü herkes bu korkutucu şeytanın Xiao Lingxi'nin her sözünü nasıl dinlediğini açıkça görebiliyordu ve bu da Xiao Lingxi'nin birini öldürmek istediğinde o kişinin kesinlikle anında öleceği anlamına geliyordu.
"Beşinci Büyük..." Fen Juechen ayrılmıştı ama Xiao Yunhai hala korkuyordu. Xiao Lie karşısında saygılı bir şekilde konuştu: "İlahi Anka İmparatorluğunun güçleri yaklaşıyor, Yüzen Bulut Şehrinin kapıları çoktan... Çoktan sonuna kadar açıldı, Vali Yuwen ve Vali Situ iki saat önce bizzat şehir askerlerini alarak şehri terk etti ve İlahi Anka Ordusunu karşıladı, ardından Xiao Klanımızı... Saygısızca bir şey yapmaması için uyardı. Şu an, İlahi Anka Ordusu geldi... Beşinci Büyük rahat olabilir, hiç direniş olmayacak, yani rastgele öldürme yaşanmayacak.”
Xiao Lie gözlerini açtı. Gözlerinde keder, hayal kırıklığı veya isteksizlik yoktu, sadece ölü bir grilik yayılmıştı: "Bu da güzel... Madem küçük düşmek kaderimizde var, en azından masum sivillerin ölmesini önleyelim."
Uzaktan yaklaşan yaygara dalgaları duyulabiliyordu. Xiao Yunhai hızlıca Ses İletişim Yeşimi çıkardı ve baktıktan sonra dikkatlice Xiao Lie ile konuştu: "Beşinci Büyük, İlahi Anka Ordusu şehre girmek yerine dışarıda durmuş, şehri sıkıca çevrelemiş… Ne yapmak istediklerinden... Emin değilim."
"Hemen klan öğrencilerini bilgilendiriyorum, onlar bu günlerde iyi davranışlı olmalılar. Beşinci Büyük, sizin dinlenmenizi daha fazla bölmeyeceğim."
Xiao Yunhai iki adım geri çekildi. Fen Juechen orada olmasa da o hala saygılıydı, en ufak kusur işlemeye cüret edemiyordu. Çünkü onun gözlerinde, Fen Juechen İlahi Anka Ordusundan yüz binlerce kat daha korkutucuydu. Sonuçta, İlahi Anka Ordusunun karşısında itaatkar bir şekilde teslim olup onların emirlerini dinlerlerse şehir katledilmezdi. Ancak Fen Juechen karşısında en ufak bir şansları olmadan anında ceset haline geliyorlardı.
O anda, telaşlı bir ses dışarıdan geldi...
"Büyük sorun! Beşinci Büyük... Büyük bir sorun var!!!"
Genç bir Xiao Klanı öğrencisi acele içinde sendeledi. Xiao Yunhai'yi gördüğünde nefes aldı: "Klan Lideri, siz de buradasınız... Büyük bir sorun var... Xiao Lingxi, o... O... O... O..."
Ani konuşma ve 'Xiao Lingxi' ismi Xiao Lie'nin gözlerinin genişçe açılmasına neden oldu. Xiao Yunhai'nin kalbi de hızlandı, bağırdı: "Xiao Lingxi'ye ne oldu... Çabuk konuş!"
“O... O..." Xiao Klanı öğrencisi şiddetlice kekeledi: "İlahi Anka Ordusu tarafından durduruldu... İlahi Anka Generali onu..."
Hissss!!!
"Ne dedin sen?!"
Zifiri karanlık bir silüet aniden havada parladı. Ayrılmış olan Fen Juechen aniden Xiao Klanı öğrencisinin önünde bir şeytan gibi ortaya çıktı. Tek eli ile onun yakasından tuttu ama hemen kenara attı. Bedeni öldürme arzusu ile parlarken aniden bulanıklaştı ve korkutucu bir hızla kuzey yönüne doğru ilerledi.
Yüzen Bulut Şehrinin şehir kapılarına gelmeden bir buçuk kilometre önce.
Feng Huwei, İlahi Anka İmparatorluğunun kudretli ve parlak General Huwei'si, Anka soyuna sahipti ve İlahi Anka Tarikatının üyesiydi. İlahi Anka Ordusu içinde aşırı yüksek bir prestij ve seviye sahibiydi... Aynı zamanda aşırı yüksek seviyeli kaynak gelişimi vardı, Birinci Seviye Tiran Kaynak Alemindeydi. Tarikat içinde bile o bir Büyük olabilirdi.
Mavi Rüzgar Ülkesi istilacılarının liderlerinden biriydi.
Ve Yüzen Bulut Şehri'ni almak olan 'önemli görev' bizzat onun tarafından yönetiliyordu!
Beklediği gibi, yönettiği yirmi beş binlik güçlü ordunun altında Yüzen Bulut Şehri biraz bile direniş göstermeye cüret edememişti. İki vali kapıları sonuna kadar açmış ve kendi istekleriyle onları karşılayıp yalakalık etmişlerdi.
Tüm şehri ordusu ile çevreledikten sonra büyük bir vahşi Ateş Mastifi ve arkasındaki beş yüz atlı ile şehre girmişti, vali ve yardımcıları ise ona secde etmişti. General Huwei kimliği olmadan bile bir Derebeyi'nin Mavi RÜzgar Ülkesinde ne ifade ettiğinden haberdardı... Gözleri Yüzen Bulut Şehrini süzdü... Her şey avucunun içindeydi, karınca ezmek kadar kolay olacaktı.
Aslında, abartılı derecede büyük yirmi beş binlik güçlü ordu gereksizdi, gelişigüzel bir şekilde tek başına tüm şehri dümdüz edebilir... Yaralanmak şöyle dursun üzerine toz parçası bile gelmezdi.
Yüzen Bulut Şehrini aldıktan sonra, şehrin altındaki devasa kristal madenini bulup görevini tamamlayacaktı. Bu onun hedefi değil, İlahi Anka İmparatorluğunun Mavi Rüzgar Ülkesini işgal etmesinin nihai hedefiydi… Mavi Rüzgar Ülkesini işgal etmek sadece diğerlerini kandırmak içindi!
Kimse bu işgalin nedeninin Yüzen Bulut Şehrinin altında yatan devasa kristal maden olduğunu düşünmezdi!
Bu görevin aşırı amaçsız ve aşırı sıkıcı olacağını düşünürdü... Ta ki bir kızı gözüne kestirene kadar.
Kız hoş mavi bir elbise giyiyordu, uzaktan bile zarifti ve hareketleri aşırı narindi. Yavaş adımlarının ardından elbisesi arkasından süzülüyordu. Zarif bedeni de hemen görülmüştü. Her ne kadar belinin kıvrılışıyla alt ve üstü sadece bir anlığına gözükse de bu güzelliği tarif edecek sözler yoktu.
Her ne kadar biraz görebilmiş olsa da o aşırı güzeldi. Onun hafifçe ortaya çıkan boynu kar beyazı bir mücevher gibiydi, sanki kemikleri bile görülebilecek kadar şeffaftı...
Derebeyi olan General Huwei ona bakarken daha önce sayısız kişi görmesine rağmen anında afallamıştı... O anda, dünyaya inmiş güzel bir peri görmüş gibi hissetmişti.
Kızın adımları hızlandı, korkunç işgalcilerden kaçınmak istediği belliydi. Feng Huwei'nin keskin gözleri ileri bakarken kıyaslanamayacak kadar aceleci bir şekilde konuştu: "Gidin! Bu küçük hanımı durdurun, bu general ona yakından bakmak istiyor!"
Genç hanımın ürkmüş haykırışının ardından, Xiao Lingxi bir grup atlı tarafından çevrelendi. Ne hareket edebiliyor ne de gere çekilebiliyordu. Gözleri dehşet içinde genişledi: "Ne... Ne istiyorsunuz..."
Yüzen Bulut Şehri vatandaşlarının hepsi kaçmıştı. Onlar dehşetle doluydu, yani kim onu kurtarmaya cüret edebilirdi?
"Hahahah!" Feng Huwei Ateş Mastifinin üzerinde görkemli bir şekilde güldü. Xiao Lingxi'nin bakışlarına göz attı ve bakışları sanki gözleri yanmaya başlamak üzereymiş gibi ateşlendi. Bilinçsizce dudaklarının kenarını yaladı: "Bu küçük bir yerde, beklenmedik bir şekilde bu ölçüde bir güzellik var... SSs, görünüşe göre buraya gelmek zaman kaybı değilmiş, hahahah!"
Yüzen Bulut Şehrinin valisi Yuwen Tuo hızlıca ileri çıktı. Sırtını eğdi ve pohpohlayıcı bir şekilde gülerek konuştu: "Bu şehrimizin en büyük ailesi olan Xiao Klanının Beşinci Büyüğünün kızı. Onun adı Xiao Lingxi, bu sene yirmi bir yaşında ve bekar. General Huwei'nin güzel gözleri var, o kesinlikle şehrimizin bir numaralı güzelliği."
"Evet, evet." Situ Nan hemen onayladı ve gülümsedi: "Eğer General Huwei onu sevdiyseniz bu onun hayatındaki en büyük şans olacaktır... Oh, doğru, ben bunu söyleyip söylememem gerektiğini bilmiyorum ama... Onun başka bir kimliği daha var. O... O, Yun Che'nin küçük halası."
"Ne?!"
'Yun Che' sözünü duyduğunda General Huwei'nin yüzü değişti. Aniden sırıttı, ardından vahşice güldü: "Yani bu güzellik aslında Yun he'nin aileisnden... Güzel! Güzel! Güzel.... Hahahahah! Bu basitçe harika! Madem Yun Che'nin ailesinden, zorla ele geçirmem gerekse bile bunu yapacağım! Onu bu generalin odasına getirin!"
Kontrolsüz bir şekilde zalimane bir tavır sergiledi. Çünkü önündeki bu topraklarda onun için her şey önemsiz şeylerdi. Ne yaparsa yapsın kimse onu durduramaz ve adalet getiremezdi... Tek yapabilecekleri itaatkar bir şekilde onu dinlemek ve titremekti.
En azından onun düşündüğü buydu.
Ancak sözlerini söylediğince buz gibi bir ses duyuldu... Bu ses cehennemden geliyormuş gibiydi:
"Götün... Yiyorsa... Ona... Dokunmayı... Dene..."
Fullbringer Notu: Adam var adam gibi, harbiden racon keser.
-------------ÇEVİRMEN NOTU---------------
Adam iyilik meleği olacak len resmen. Koca intikamcı ne hallere geldi. Ah ulan ah ????
Fullbringer Notu: Kaostan besleniyo resmen ipneye bak.
Yun Che neler yapıyor? Fen Juechen neler yapacak? Küçük halaya ne olacak? Yüzen Bulut Şehrine neler olacak? Merak mı ediyorsunuz? O zaman... Bekleyin, okuyun ve öğrenin ????
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..