Bölüm 685: O Zaman Bu Basitçe Harika
İlahi Anka Ordusunun yerleştiği alanın ortasında alev şekilli büyük koyu kırmızı bir çadır vardı; o bilhassa göz alıcıydı.
İlahi Anka İmparatorluğunun Uçan Bulut Şehrindeki komutanı olarak atanmış Fen Huwei gözettiği bu 'görevin' önemini bildiği için iyi bir ruh hali içindeydi. Böyle ağır bir sorumluluk alabilmesi tarikat lideri ve tarikat büyüklerinin ona olan güvenini ve verdiği değeri gösteriyordu. Bu görev bittiğinde tarikat içindeki pozisyonu da aşırı yüksek ihtimalle yükselecekti.
Ancak son iki gündür mavi rüzgar başkentine saldıran ordudan aniden haber alamaz olmuştu ve bu nedenle de biraz huzursuz hissediyordu.
"Ana ordudan hala bir haber yok mu?"
Büyük çadırda sadece iki kişi vardı. Feng Huwei hafif kıyafetler giymişti ve tahta sandalyesine otururken elindeki güçlü bir bardak likör ile birlikte yardımcı komutanının raporunu dinliyordu.
"Sadece ana ordu da değil, batı ordusunun komutanı Han Xingzhao Yirmi Beşinci Büyük ile birlikte başkentin durumunu araştırmaya gitti ama onlar ile de iletişimi kaybettik. Yanlarında elli bin kişilik ordu ve binlerce kaynak canavarı da götürmüşler yani ilerlemeleri ve gerektiğinde geri çekilmelerinde bir sorun olmamalı, ama..." Feng Huwei'nin bir numaralı vekil generali Tian Yi yüzündeki derin korku bakışı ile konuştu. Yüzden fazla yıldır birbiri ardında savaşlara girmişti ama böyle dehşet verici bir manzara ile alsa karşılaşmamıştı. Bu on binlercelik ordu bir dakika da yeryüzünü yok edecek güce sahipti.
Feng Huwei kaşlarını çatarken bir süre sessizce düşündü. Kısa süre sonra, yavaşça konuşmaya başladı: "On binlerce kişilik ordunun ve üç İlahi Anka Tarikatı Büyüğünün kısa sürede kaybolması ve ses iletişimi gönderecek bile fırsat bulamamalarını sağlayacak ne olabilir... Tek olasılık şehri koruyan Egemen Kaynak Alemindeki bir koruyucunun ortaya çıkması!"
"Egemen Kaynak... Bir Hükümdar?!" Yardımcı komutan Tian Yi'nin kafası kalkarken panik içinde haykırdı: "Bu nasıl mümkün olabilir?! İmparator Kaynak Alemi her zaman bu ülkenin limiti olmuştur ve bin yıllık tarihlerinde tek bir Derebeyi bile ortaya çıkmamıştır. Yani nasıl aniden bir Hükümdar ortaya çıkmış olabilir?! Üstelik, Egemen Kaynak Alemindeki gücü elde eden kaynak uygulayıcıları bu kıtanın içinde mutlak imparatorlar gibi görülen varlıklardır, yani neden bu düşük seviyeli ülkeye yardım eli uzatmak ile ilgilensinler?"
"Bunun dışında, başka bir açıklama yok. Tarikat Lideri ve diğerlerinin de aynı sonuca vardığını düşünüyorum." Feng Huwei tereddütsüz şekilde konuştu: "Eğer birisi Mavi Rüzgar Ülkesinin hiç Hükümdar'a sahip olmadığını söylerse... O zaman uçan Bulut Şehrindeki siyah kıyafetli o dehşet verici adamı nasıl açıklayacaksın?!"
Tian Yi'nin sözleri boğazında kaldı. Yarım yıl önce deneyimlediği korkunç manzarayı ve cehennemin derinliklerinden geliyor gibi gözüken aurayı hatırladığında kalbi şiddetle sıkıştı.
"Bu nedenle, Tarikat Lideri ve Büyüklerin de aynı sonuca vardıklarına inanıyorum." Feng Huwei boş likör bardağını fırlattı ve konuşmaya sakince devam etti: "Ancak Mavi Rüzgar Ülkesini koruyan bir Hükümdar olsa bile bunu nereye kadar yapabilir?! İlahi Anka Tarikatımızın on iki Hükümdarı var! Yani o kişi sadece Hükümdar olduğu için tarikatımıza meydan okuyabileceğini düşünüyorsa gerçekten saftır!!"
"Generalimin sözleri kesinlikle doğru. İmparatorluğumuza meydan okumaya cüret edenler Hükümdar bile olsalar ölümlerini arzuluyordur!" Tain Yi söylerken başıyla onayladı: "Yedi yüz bin kişilik kaybım ile üç tarikat Büyüğümüzün kan borcunu İmparatorumuzun on kat ağır bir şekilde ödeteceğine inanıyorum!" O an duraksadı ve ardından saygı ile devam etmeden önce ellerini kenetledi: "Bu komutanın generalimin karar vermemesine ihtiyaç duyduğu önemli bir mesele daha var."
(Ç.N: İmparatorun kesinlikle on kat daha ağır şekilde ödetecektir... Hatta yüz kat daha ağırdır ama ben İmparator derken Yun Che'den bahsediyordum sonuçta İMPARATOR kaynak aleminde ???? )
"Konuşabilirsin!" Tian Yi ileri doğru iki adım attı ve alçak, bastırılmış bir ses ile konuştu: "Bu öğlen on bir askerimiz öldürüldü ve bedenleri kamptan kilometrelerce uzakta bulundu..."
"Heh." Feng Huwei şok bile olmadı, yani doğal olarak kızgın da olmamıştı. Çünkü yarım yıldır bunun gibi şeylerden çok fazla yaşanmıştı. Bir süre sonra askerler aniden kaybolmaya başlıyordu ve cesetleri bulunduğunda korkunç işkencelere maruz kaldıkları görülüyordu yani sorguya çekildikleri açıktı. Soğuk ve küçümseyici bir gülüş attı: "Onları önemseme. Ne yöntem kullanırlarsa kullansınlar onlardan işe yarar bir bilgi alamayacaklar."
"Hayır, bu sefer durum biraz farklı." Tian Yi hemen cevapladı: "Bu sefer bedenlerinde en ufak dış yarlanma yoktu ama askerlerin her birinin yüzünde kasıntı ve donuk ifadeler vardı. Yani aşırı yüksek ihtimalle... Biri ruhlarını işgal etmiş!"
"Ruh araması?" Feng Huwei düşünürken kaşlarını çattı ama hemen ardından soğukça burnundan soludu: "Ruh arama tekniği kullanacak yeteneğe sahip olmak... Karanlıkta bu kadar uzun zaman harcadıktan sonra görünüşe göre birkaç uzman yollamışlar."
"Bu komutan geeneralin şu andan itibaren kendi güvenliğine daha çok dikkat etmesi gerektiğine inanıyor." Tian Yi önerdi.
"Buna grek yok." Feng Huwei elini sallayarak konuşurken endişesiz bir tonda konuşmayı sürdürdü: "Onlar Kutsal Bölgelerdense ne olmuş? İlahi Anka Tarikatımız büyük Anka Tanrısının korumasına sahip, yani askerlerimizi öldürecek cesaretleri olsa da bu generale karşı bir şey yapmaya cüret edemezler. Bu generalin Anka soyu var yani Lord Anka Tanrısının kendisinin koruması altındayım!"
"O zaman bu komutan bu konuda çok fazla endişelenmiş." Tian Yi saygı ile konuştu. Feng Huwei'nin kendinden emin tavrına bakarken bir anlığına tereddüt etse de sonunda cesaretini toplayıp konuştu: "General, askerlerimizi yerleştirip onları hazır tutmak dışında her gün askerlerimizi 'eğitiyoruz'? Bu komutan bir varsayımda bulunmaya cüret edemez ama son birkaç aydır askerlerimiz ve görevlilerimiz de..." Bu konuda konuşurken aniden Feng Huwei'nin bakışları soğudu ve yoğunlaştı. Bedeni kasıldı ve bu konuda konuşmaya devam etmeye cüret edemedi. Bunun yerine hızlıca özür diledi: "Bu komutan yersiz konuştu, generalin bunun için affetmesini temenni ediyorum."
"Yersiz konuştuğunu bildiğin sürece sorun değil!" Feng Huwei yüksek sesle burnundan soludu. Bakışlarını ondan çekti ve sakince devam etti: "Bu soruyu bir daha asla sorma! Tek bilmen gereken bunun bizzat Tarikat Lideri tarafından emredildiği! Eğer görevimizi tamamlarsak ülkemize şan içinde döneceğiz! Eğer batırırsak bu general bile başarısızlığın sonuçlarına dayanamayacak! Yani sorulmaması gereken şeylere geldiğinde ağzını kapalı tutmalısın! Neler olduğunu bilmen gerektiğinde doğal olarak öğreneceksin!"
"Anlaşıldı!" Tian Yi hızlıca yanıtladı ve bundan sonra konuşmaya devam edemedi.
"Oh, öyle mi? O zaman bir daha burnundan soluma şansını bile bulamayacak olmanız üzücü."
Havada aniden alaycı bir ses duyuldu ve bu ses gaipten gelmişti. Tian Yi yerden kalkıp anında uzun kılıcını kınından çıkardı: "Kim o?!!!"
Bu büyük generalin ana çadırıydı ve ağır savunma katmanları ile korunuyordu. Bunun dışında Feng Huwei'nin kendisi düşük seviyeli bir Derebeyi iken Tian Yi üçüncü seviye bir Taht idi. Ama bu ses sanki yanlarından geliyormuş gibiydi ve bundan önce kimsenin varlığını hissedememişlerdi. Bu nedenle tepkileri aşırı hızlı olsa da bedenlerindeki tüyler bu şoktan dolayı diken diken olmuştu.
Tian Yi uzun kılıcını sıkıca kavrarken hızlıca çevresini inceledi ama konuşan kişinin gölgesini bile göremedi. Döndü ve Fen Huwei'nin yanına gitmeye hazırlandı. Ama şok içinde altın bir cübbe giyen genç bir adamın Fen Huwei'nin sırtının otuz santimden daha yakınında olduğunu gördü. Bu kişi yüzünde aşırı soğuk bir gülümsemeye sahipti ve gözleri cehennemin gölleri kadar siyahtı. Derebeyi gücüne sahip olan ve her gözeneğinden kaynak enerjisi yayan Feng Huwei... Arkasında duran genç adamı fark etmemişti!!
Tian Yi'nin elindeki uzun kılıç şiddetle sarsılırken panik içinde haykırdı: "General... Ar... Arkanızda!!"
Fen Huwei otomatik olarak kafasını çevirdi ve yüzü diğer kişinin yüzüne dokunma mesafesine girdi. Anında göz bebekleri küçülürken geriye doğru sendeledi. Doğrulduğunda tüm bedeni soğuk terler ile dolmuştu. Parmağını genç adama doğru uzattı ve bir şey söyleyeceği sırada bu davetsiz ziyaretçinin yüzünün tanıdık olduğunu fark etti. Bir an düşündükten sonra ifadesi anında değişti ve ağzından birkaç söz çıktı: "Sen... Sen Yun Che'sin!!"
"Oh?" Yun Che ellerini göğsünde çaprazladı ve soğukça gülerken ona doğru baktı: "İlahi Anka İmparatorluğunun ünlü ve parlak Büyük Generali Fen Huwei beni tanıyor mu? Ah, bu gerçekten büyük bir onur."
"Yun... Yun Che?” Tian Yi kafasını çevirerek Feng Huwei'ye baktı: "O Yun Che? O üç sene önce... Ölmedi mi?”
İlahi Anka Tarikatının bir üyesi olarak büyük general statüsüne sahip olmanın yanında kaynak gücü de Tiran Kaynak Alemine ulaşmıştı, bu nedenle doğal olarak Sıralama Turnuvasında karşılaşmaya yeteneği vardı. Yani İlahi Anka Tarikatının haysiyetini ayaklar altına alan bu kişinin yüzünü nasıl unutabilirdi.
"Sen hala hayattasın!" Feng Huwei derin bir sesle konuştu. Eğer karşısındaki üç sene önceki Yun CHe olsaydı Feng Huwei kesinlikle korkmazdı. Ama şu an Yun Che onun beş santim uzağında bile olmasa da bunu fark edememişti! Eğer bir aptal olsaydı bile bunu yapmak içi gerekli güç seviyesini anlayabilirdi. Üstelik Yun Che'nin bedeninden tek bir kaynak enerji dalgalanması bile gelmiyordu ve sadece bir bakışı bile kalbini hızlandırmıştı. Tüm bunlar, karşısındaki Yun Che'nin üç sene öncekinden çok daha dehşet verici bir güce ulaştığını kanıtlıyordu.
"Ve sen de... Şu an ölmek üzeresin." Yun Che alçak sesli, soğuk bir şekilde kıkırdadı ve buz gibi öldürme arzusu Feng Huwei'nin üzerine kilitlendi.
"Generalime zarar vermeye bile düşünme!!" Tian Yi öfkelice atıldı ve kılıcını Feng Huwei'yi korumak için salladı. Ardından dişlerini sıktı ve Yun Che'ye saldırdı. Ama aynı zamanda burada böyle büyük bir şey yaşansa da dışarıdan bir tepki gelmediği için giderek daha da telaşlanıyordu... Tüm korumalar çoktan onun tarafından halledilmiş miydi? Ama dışarıdan açıkça hiç hareket gözükmemişti!!
Aynı zamanda tüm korumalar büyük salonun dışında dikkatlice duruyorlardı, ifadeleri soğuk ve ciddiyken renksiz ve şekilsiz 'Donmuş Son Hayali Aynası' tüm çadırı sarmıştı ve bu Yun Che'nin kontrol ettiği bir alan olduğundan içeriden ne ses ne aura çıkıyordu.
Tian Yi'nin kılıcının ucu göz alıcı bir girdap oluşturdu ve gösterişsiz bir şekilde tüm gücünü kullanarak saldırdı. Ama Yun Che hareket bile etmeden kılıcın göğsüne gelmesini bekledi.
Yun Che'nin kaçınma niyeti olmadığını gördüğünde Tian Yi'nin gözlerinde neşe parıltısı parlarken tüm kaynak enerjisi ileri doğru yükselirken kılıcın ucunda yoğunlaştı...
Kılıç bir Tahtın tüm gücünü içeriyordu ve sağlam çeliği bile kolaylıkla kesebilirdi, ancak Yun Che'nin göğsüne temas ettiğinde tek bir ses bile duyulmamıştı. Tian Yi sanki kılıcı aniden hiçliğe girmiş gibi hissederken tüm enerjisi 'hiçlik' içinde patlayıp iz bırakmadan yok oldu...
Tian Yi'nin uzun kılıcı Yun Che'nin göğsüne bastırırken o orada duruyordu, tamamen taş kesilmiş ve afallamıştı. Bir an sonra uzun kılıç titredi ve kılıcın gövdesi yere dökülen küçük toz tanesi bulutuna dönüştü. Tek kalan şey hala tuttuğu kılıcın sapı idi.
Tian Yi afallamış bir iade ile bakarken gözleri odaksızdı ve tüm bedeni orada hareketsiz duruyordu. Kılıcının yok oluşunun ardından o da odun bloğu gibi çöktü. Gözleri genişçe açıktı ama tek bir hareket bile sergilemiyorlardı... Onun bedeninde ne tek bir yara ne de bir yaşam vardı.
"Tian Yi!" Feng Huwei hemen geriye doğru sıçramanda önce ileri doğru bir adım hareketlendi. Yun Che'ye baktı ve ifadesi inanılmaz ağır ve karanlıktı... Yun Che'nin Tian Yi'yi öldürmek için nasıl bir yöntem kullandığını görememişti.
"Büyük General Huwei." Yun Che soğukça gülerken ona baktı ve öldürme niyeti o kadar güçlüydü ki bu Feng Huwei'nin bedeninin kasılmasına yol açtı; tek bir kasını hareket ettirmeye bile cüret edemiyordu. Yun Che devam etti: "Birkaç ay önce Uçan Bulut Şehrine askerlerini sokarken küçük halamı yakalama emri vermişsin."
Yun Che'nin sesi aniden kararıp soğudu: "Senin gerçekten fazlasıyla cesaretin var!!!"
Yun Che'nin sözleri Feng Huwei'nin kirpiklerini şiddetle titretti. Yun Che'nin kimin hakkında konuştuğunu aşırı net bir şekilde biliyordu. Çünkü Xiao Lingxi ile karşılaştığında iki şehir lordu onun Yun Che'nin küçük halası olduğunu söylemişti ve bu onu fazlasıyla heyecanlandırmıştı. O an, 'ölümden gelen' yun Che'nin neden aniden onu ziyaret ettiğini ve neden böyle bir öldürme niyetine sahip olduğunu anlamıştı... Mavi Rüzgar Ülkesindeki en güçlü tarikatlardan birinin küçük halasını kaçırmak suçundan bu yeryüzünden vahşice silindiğini ve tek bir parçasının bile geride kalmadığını birden fazla kez duymuştu!
Feng Huwei sakinliğini korudu ve içindeki korkuyu bastırdı. Soğuk bir gülümseme yüzünde ortaya çıkarken konuştu: "Beni öldürmek mi istiyorsun? Bu cesaretin olup olmadığına bağlı."
"Oh?" Yun Che'nin gözlerinin kenarı seğirdi.
"Şu an beni öldürecek gücün gerçekten var, ama..." Feng Huwei elini uzattı ve kendi şakağını gösterdi: "Ama burada bir ruh damgası bulunuyor ve bu ruh damgası Tarikat Lideri tarafından yerleştirildi! Eğer beni öldürmeye cüret edersen ölmeden önceki son otuz saniyelik anılarım doğrudan Tarikat Liderine iletilecek! Heh, eğer İlahi Anka Tarikatından birini öldürmeye cüret edersen çok daha sefil bir ölümle karşılaşacaksın ve seninle bağlantılı olan tüm kişiler de sefilce ölecek! Yani eğer cesaretin varsa gel ve öldür beni!"
"Oh, gerçekten mi?" İfadesi Feng Huwei'nin beklediği gibi değişmedi ve gözlerindeki küçümseme çok daha derinleşirken soğuk bir gülüş attı: "O zaman bu... Basitçe harika!!!"
------------ÇEEVİRMEN NOTU------------
Yun Che neler yapacak? Feng Hengkong ne tepki verecek? Useless bu soğukta neler yapıyor? Fullbringer böyle pasta yapmayı nereden öğrendi? Merak mı ediyorsunuz? O zaman... Bekleyin, okuyun ve öğrenin ????
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..