Bölüm 697

avatar
16359 37

Against The God - Bölüm 697


Bölüm 697 - Anka Şehrinin Kapılarında

 

Kaynak ışığının parlamasıyla birlikte Yun Che, Kara Ay Tüccar Loncası’nın birinci katına ışınlandı.

 

Kara Ay Tüccar Loncası’nın en alt katında bulunan bölgenin aurası doğal olarak yoğun değildi ya da yedinci katta bulunun ve iliklerine kadar nüfuz eden aura gibi değildi. Yun Che etrafındaki mekanlara göz attı; aynı şık, tek odalı bir apartman dairesine benziyordu ve sanki konuk evi olarak kullanılıyormuşçasına bir görüntüsü vardı. Fakat, bakışları tek bir yere odaklandığı için, odayı tam olarak güzel bir şekilde süzemedi.

 

Görünüşü şık olan orta yaşlı adam, el yapımı olan koyu kırmızı ahşap sandalyeden yavaşça kalktı ve nazikçe gülümseyerek konuştu: “Che’er, geldin demek.”

 

Yun Che’nin ağzı açık kaldı. Dizlerinin üzerine çökmeden önce uzunca bir adım attı. “Xia Amca…” Hitap şeklini değiştirmeden önce aniden durdu ve “Kayın baba, sonunda sizinle birlikte burada tekrar bir araya gelebildim.” dedi.

 

“Haha, ayağa kalk lütfen.” Xia Hongyi, Yun Che’yi kaldırmak için elini uzattı ve konuşmadan önce neşeli bir bakış atıp devam etti: “Göz açıp kapayıncaya kadar altı seneden fazla geçti ve sen de bu süre boyunca oldukça olgun bir insan oldun. Dış görünüşün bile çok değişti, Qingyue ile evlendiğinde daha benim alnıma anca geliyordun. Fakat şu an benden yarım kafa boyu daha uzunsun.”

 

Aslında, Xiao Loncasından şutlandığı günden beri Xia Hongyi’yi görmemişti. Dahası, Yüzen Bulut Şehrine geri dönüp Xia Hongyi’yi ziyarete gitmek istediğinde, uzun yıllar önce oradan ayrıldığını öğrenmişti ve onu nerede bulacağını bilmiyordu. Üstelik Yun Che, üç yıl önce Anka Şehrine geldiğinde, Xia Hongyi’nin Kara Ay Tüccar Loncasında olduğunu öğrenmişti, fakat onunla konuşacak yüzü kendisinde bulamamıştı… Ama şimdi, son görüşmelerinden bu zamana altı yıl geçmişti.

 

Yun Che, Xia Hongyi’de yalnızlık ya da sıkıntı dolu bir his sezmemişti, onun yerine hissedebildiği tek şey zarif bir sakinlikti. Bu da Yun Che’yi mutlu etmiş ve neşe dolu bir kahkaha ile konuşarak şöyle demesine sebep olmuştu: “Eğer büyümekten bahsedeceksek, burada gerçekten ‘büyümüş’ olan tek kişi Yuanba’dır. Eğer kayınbabam Yuanba’yı şimdi görseydi, onu kesinlikle tanıyamazdı.”

 

“Oh? Yani son zamanlarda Yuanba’yı gördüğünü mü söylemek istiyorsun?” Xia Hongyi gittikçe mutluluk yayan bir gülümsemeyle sordu, fakat gözlerinde derin bir kaygı görüntüsü parlıyordu.

 

“Evet.” Yun Che kafasını yavaşça salladı. Kara Ay Tüccar Loncası, Kaynak Gökyüzü Kıtasındaki en büyük bilgi ağına sahip loncadır. Bu yüzden Xia Hongyi, kendinden emin bir şekilde şu anki gidişatı düzgün bir şekilde koruyabiliyordu. “Yuanba gerçekten muhteşem bir insan. Şu anda, o bizim Mavi Rüzgâr Ordumuzun defansının son hattına göz kulak oluyor ve Mavi Rüzgâr Ulusunun en ağır ve en asil yükünü omuzlarında taşıyor… O etraftayken, Kutsal Anka İmparatorluğu bütün askerlerini de gönderse, bizim İmparatorluk Şehrimize bir adım bile atamazlar!”

 

“Güzel… Bu gerçekten güzel.” Xia Hongyi yavaşça başını salladı, derinden gelen bir gurur hissiyatı ve hoşnutluk, gülüşünün parlamasından okunuyordu.

 

“Mavi Rüzgâr Ulusu üzerindeki bu belayı attı ve şanını geri kazandı. Bence siz tekrardan bir araya gelebilirsiniz… O gün kesinlikle çok yakın.”

 

“Yuanba…” Xia Hongyi, sessizce kendi kendine söylendi ve içinde çok karmaşık duygular taşıyan bir nefes verdi. Kimse bu duyguları anlayamazdı… Xia Hongyi’nin babası bile… Xia Yuanba’nın yetenekleri Yüzen Bulut Şehrinde sıradan olarak bilinirdi ve kendisi de Mavi Rüzgâr Kaynak Sarayının soytarısıydı. Bir kaç yıl içerisinde Anka gibi yükselmişti ve şimdi Kaynak Gökyüzü Kıtasının zirvesinde duruyordu. Ve hatta dört kutsal bölgenin dona kalmasına ve hayretler içerisinde bakmasına sebep olmuştu. (TKN: Bir paragrafta nokta yoksa, o paragrafı doğru düzgün çeviremiyorum ki… Senin okuduğun mektebin a… yazar)

 

Halbuki, Yuanba’nın değişimini gören ve buna inanamayan kişilerin girdiği şok, Xia Hongyi’nin şu anki hissettiği karmaşık duyguların yanından bile geçemezdi.

 

İkisi de birbirleriyle karşı karşıya oturmuş ve keyiflilerdi. Yun Che, Hongyi’ye karşı çok saygılıydı. Yüzen Bulut Şehrin’de yaşadığı zamanlarda, eski nesilden sadece iki kişiye karşı çok saygılıydı… Birincisi büyükbabası, Xiao Lie, diğeri ise Xia Hongyi’ydi. Bunun asıl sebebi, en yakın akrabaları olması bir yana, Xia Hongyi ona gerçek ilgiyi gösteren ve sakat olmasına rağmen kızıyla evlenmesine hiçbir şey demeyen kişiydi. Hatta, evliliğin büyük bir kısmını bile karşılamıştı.

 

Yun Che, kendisiyle dağa geçen ve onu küçük düşüren diğer bütün kişilerden daha sıcak bir kalbe sahipti.

 

Qingyue, Donmuş Bulut Asgard’ına gittiğinde, Yuanba kayıplara karışmıştı… Bundan dolayı Xia Hongyi, kendisine büyük bir darbe indirilmiş gibi hissetmişti. Yuanba’nın izini sürmek amacıyla, aile mesleğini ve Yüzen Bulut Şehrini terk ederek Kara Ay Tüccar Loncasına katıldı. Daha sonra, Kara Ay Tüccar Loncası’nın karargâhına girme fırsatı yakaladı.

 

Kara Ay Tüccar Loncasına gireli bir kaç yıl geçmişti. Bazen, her gün aynı şeyleri tekrarlıyordu. Bazen, farklı insanlarla buluşuyor ve diğer günlerse, çocuğu ve Yun Che ile ilgili yeni haberler almayı umuyordu. Bu da kalbinin huzurla dolmasını sağlıyordu.

 

“Kayınbaba, cevabını bulmak istediğim bir soru var. Ama bir küçük olarak, sizinle daha yeni karşılaştığımız bu mekanda sormak istediğimden emin değilim…” Xia Hongyi ile karşılıklı olarak konuşan Yun Che, uzun zamandır kalbini saran bir sıkıntı olduğunu söylemek istedi, zaten bunu yapmaya karar vermişti ama hâlâ soruyu sorarken içinde tereddüt vardı… Çünkü, bu soracağı soru Xia Hongyi’nin en hassas olduğu konuydu.

 

“Sormak istediğin şey… Yuanba ve Qingyue’nin annesi, değil mi?” dedi Xia Hongyi, Yun Che’ye nazik bir şekilde bakarken.

 

“...” Yun Che’nin yüzünde, şok olmuş gibi görünen bir ifade vardı.

 

“Haha, onun kim olduğunun bir önemi yok, zaten onlara yabancı biri gibi gelir.” Xia Hongyi, kibar bir gülümseme takındı, ama sonra hayal kırıklığı ve hüsran yüzünde belirirken konuşmaya devam etti: “Yuanba ve Qingyue, tamamen tüccar bir aile loncasında doğdular. Xia ailesi, nesillerdir tüccarlıkla uğraşıyorlardı. Benim atalarım, ölmüş babam ve hatta kendim, kaynak yolunda sadece amatördük ve daha ilerisi için hiç ilgimiz yoktu. Aslında, Qingyue kaynak yoluna daha gençken oldukça eğilimliydi, hatta Yuanba… Geçen bir kaç sene içerisinde, gösterdiği yetenekle ölümlüleri geride bıraktı.”

 

Yun Che, hafifçe başıyla onaylamadan önce bir süre sessiz kaldı: “Ben sizin ailenizin sorunları hakkında biraz fazla şey bildiğim için, diğer kişilere nazaran aklımda çok daha fazla soru var.”

 

“Yuanba’nın çok özel bir güç olan ‘Zalim İmparatorun Kutsal Damarları’na sahip olduğunu biliyorum. ‘Zalim İmparatorun Kutsal Damarları’nın ne anlam taşıdığını tam olarak bilmiyorum, fakat Kaynak Gökyüzü Kıtasının bir numaralı uygulayıcısı, Mutlak Hükümdar İbadethanesi’nin Aziz İmparatoru, Yuanba ile çok yakından ilgileniyor ve ben de bundan haberdarım. Ve üç yıl önce, onun varlığı ortaya çıktığında, bu, diğer üç Kutsal Bölgede şok dalgalarının oluşmasına sebep oldu. Bu üç yıl boyunca çoğu insan da gizlice ya da açıkça gbenim arkaplanımı öğrenmeye çalıştı. Onlar, Geçmişimi ve kaynak gücümün seviyesini araştırdılar. Ama hepsi ellerinde bir hiç ile geri döndüler, haha…”

 

Xia Hongyi, kendinden geçmiş gibi kafasını salladı ve hafif bir sesle kıkırdadı. Yüzündeki ifade acizlik değildi, onun yerine diğerlerinin anlayamayacağı şekilde, kendi kendine dalga geçme ifadesi vardı. (TKN: Dediğin gibi olsun tatlım.)

 

Xia Hongyi’nin verdiği çeşitli cevaplar ve tepkiler, onun kızının ve oğlunun sergilediği cennete karşı gelici foğuştan gelen yetenek karşısında şok olmadığını veya bunu kabul edememezlik yapmadığını açıkça gösteriyordu. Aksine onun tepkilerinden Yun Che’nin hissettiği şey derince yerleşmiş bir melankoliklikti. Sonunda ağzını açtı ve konuşmaya başladı, Aslında sadece bu konularda geçici bir merakım var, bu yüzden kayın babam bu konuda konuşmak istemiyorsa, gerçekten sorun değil…”

 

“Yirmi beş yıl önce, soğuk bir kış gününde...” Yun Che’nin sesi tamamen kesilmeden önce, Xia Hongyi aniden konuştu. Kafasını kaldırdı ve odanın yeşil renkli olan tavanına baktı, gözlerindeki dumanlı bakışlar giderek büyürken konuşmaya başladı: “Şehrin dışında yapılan büyük bir anlaşmayı koruyordum ve eve doğru yola koyulmadan önce hava kararmaya başlamıştı. Bir anda kendimi karlı bir fırtınanın içerisinde buldum. Yakıcı soğuğa dayanmak oldukça zordu, hava kararmadan Yüzen Bulut Şehrine gitmem gerekiyordu. Kestirmeyi seçtim ve tehlikeli kaynak canavarlarının yaşadığı tepelere doğru ilerledik. Fakat yolculuğumuzun ortasında bir anda durduk ve ailemizin hizmetçileri bana bir şey rapor etti… Önümüzdeki karlı yolda, yerde baygın bir şekilde yatan birini görmüşlerdi.”

(TKN: Demek ona kaymış.)

 

“Benimle aynı yaşta görünen genç bir kızdı. Bembeyaz kıyafetler giymişti, ama kıyafetinin yarısına kadar kanla kaplıydı. O zamanlar sadece yirmili yaşlardaydım, fakat tüccar bir ailede doğduğum için ailemizin prensipleri vardı. Birini kurtarmak demek, onun düşmanlarını kendine düşman etmek demekti. Yerde yatan kadın sadece çok güzel değildi, yaradılışı bile o kadar mükemmeldi ki açıklayamam. Karların üzerinde baygın bir şekilde yatan kadının nefes alışı, örümcek ağı kadar hafifti ve bana öyle narin bir şekilde baktı ki, kendimi onu korumaya adamış bir şövalye gibi hissetmemi sağladı. En sonunda ona yardım edip, benimle birlikte Yüzen Bulut Şehrine getirdim… Bu olayın benim başıma büyük bir felaket getireceğini işte o zaman anladım.”

 

“...” Yun Che sessizce dinledi ve sonrasında o kurtardığı kadının Yuanba ve Qingyue’nin annesi olduğunu anladı.

 

Düşününce, o ikisi oldukça dramatik bir durumda tanışmışlar.

 

Fakat o kadın kimdi ve hangi statüye sahipti?

 

“Onu eve getirdikten sonra uzun bir süre boyunca uyanmadı ve yaşam gücü gittikçe zayıflamaya başladı. Bu yüzden bütün ünlü doktorlara gittim, hatta Yeni Ay şehrine doktor bulmak için defalarca seyahat ettim. Ama eve gelen bütün doktorlar,onun yaşam gücünün tamamen tükendiğini ve buna bir çözüm bulamayacaklarını söylüyorlardı. ‘Koskoca yedi gün sonra, neredeyse bütün umutlarımı kaybetmişken, o aniden uyandı… Bilincini geri kazandığında sadece çok zayıf değildi, bütün hafızasını da kaybetmişti.”

 

“Bütün hafızasını mı kaybetmiş?” dedi Yun Che, şiddetli bir şekilde kaşlarını çatarak.

 

“Evet, doğru. Neden yaralandığını, nereli olduğunu ve kim olduğunu hatırlamıyordu. Başından yaralandığı için, hafızasını kaybetmişti. Ondan sonra, genç kız Xia Ailesiyle beraber yaşamaya başladı, çünkü onun fiziksel durumu oldukça zayıftı, evden dışarıya çıkarken bile zorlanıyordu. Ona özel olarak baktım ve sağlığına geri kavuşması için bir hemşire tuttum. İşine yarayabilecek her türlü ilacı, masraftan kaçınmadan satın aldım… Kullandığı hiçbir ilacın etkisi olmamıştı, hala çok zayıftı. Kısa bir yürüyüşe çıktığımızda bile nefes nefese kalıyordu. Başka bir hastalık belirtisi olmadığı için şanslıydık.”

 

Çeşitli ilaçlar… Büyük ve pahalı ilaçlar... Fakat hâlâ işe yaramamış mı? Ve aynı zamanda, başka hastalıklar baş göstermemiş mi?

(TKN: Olmamış işte aq, boşuna tekrarlatıyon :D)

 

Yun Che, kaşlarını o kadar çatmıştı ki, arasındaki boşluk kayboldu ve yüzünde şaşkınlıktan buruşan bir yüz ifadesi oluştu.

 

“Onunla o kış gecesinde karların üzerinde tanıştığım için, ismini Dongxue koydum.”

 

(Ç.N: Buradan sonra bendeniz, Useless, çevirmeye başlıyor. Bundan önceki kısım Trollking tarafından çevrilmişti.)

 

"Ben onunla soğuk bir kış gecesindeki karın ortasında karşılaştığım için ona Dongxue ismini verdim. Benim ailemin yaz ismi (Xia) ile onun kış ismi (Dong) uyumluydu. Tüm gün boyunca onunlaydım ve birbirimizin hayatındaki ışıklar haline gelmiştik. Her ne kadar gerçekte kim olduğunu ve nereden geldiğini asla öğrenememiş olsam da duygularımı kontrol edemedim ve iki yıl sonra onunla evlendim. Buna ek olarak kısa süre sonra da hamile kaldı ve bedeni çok zayıf olduğu için doktorlar bebekten vazgeçmesi gerektiğini söyledi ve eğer bunu yapmazsa doğumun aşırı tehlikeli olduğunu da belirttiler. Ben de ona tavsiyede bulundum, ancak o doğurmak konusunda ısrarcı oldu ve yedi ay sonra erken doğuma girerek Qingyue'yi dünyaya getirdi."

 

"Belki de erken doğum ve annesinin zayıf bedeni nedeniyle Qingyue doğduğunda ne hareket etti ne de ağladı, tüm bedeni buz gibi soğuktu. Tam doktorlar ve ebeler onun ölü doğduğunu söyleyeceği sırada, şanslıyız ki baban, Xiao Ying, oraya geldi ve Qingyue'nin hala hayata tutunduğunu söyleyerek tüm kaynak enerjisini ona aktararak hayatını ve kalbini korudu. Xiao Ying tüm enerjisini onu kurtarmak için aktardığından dolayı iki saat sonrasında mucizevi bir şekilde Qingyue ağlamaya başladı..."

 

"" Yun Che'nin kalbi ağır şekilde sıkıştı; bu hikaye Yüzen Bulut Şehri sakinleri tarafından fazlasıyla biliniyordu ve küçükken Xiao Lie'den de bunu duymuştu. Ve tam olarak Xiao Ying Qingyue'yi kurtardığı için Xia Hongyi minnet borcunu ödemek adına Xiao Ying'in oğlu ile Qingyue'yi büyüdüklerinde evlendirme fikrini ortaya atmıştı.

 

Hongyi gözlerini hafifçe kapadıktan sonra devam etti: "İlk başta, doğar doğmaz bir felaketle karşılaşan Qingyue'nin sağlıksız bir bebek olacağını düşünmüştük, ama o oldukça sağlıklıydı ve hiçbir sıkıntı olmadan büyüdü. Üstelik inanılmaz derecede zekiydi ve olgunluk açısından emsallerini fazlasıyla aşan bir bilgeliğe sahipti. Annesi de onu doğurduktan sonra iyileşmeye başladı ve bir ay içinde tıpkı diğer insanlar gibi sağlıklı hale geldi. Bir yıl sonra da Yuanba'yı dünyaya getirdi..."

 

Bu noktaya geldiğinde Hongyi aniden duraksadı. Bakışları hala tavana bakarken gözleri tamamen sis ile kaplanmıştı; elleri de titremeye başlamıştı. Sevdiği kişi ile el ele yürüyebilmek, bir kıza ve bir oğlana sahip olmak, karısının sağlıklı hale geldiğini görmek ve çocuklarının da güvenle büyüdüğünü görmek... Herhangi birinin gözünde, özellikle de Hongyi'nin kendi gözlerinde, isteyebileceği en mükemmel yaşama sahip adam haline gelmişti.

 

Hongyi uzun süre sessiz kaldı, sanki hayatının bir zamanını dolduran mutluluğun içinde tamamen kendini kaybetmiş gibiydi. Bir süre sonra Yun Che bu sessizliği bölmüştü: "Ve... Bunun ardından ne oldu? Dedem bana Yuanba ve Qingyue'nin annesinin hastalık nedeniyle hayatını kaybettiğini söylemişti... Bu doğru mu?"

 

Daha önceleri bu konu hakkında hiç şüphe duymamıştı çünkü şüphe duyulacak bir şey yoktu.

 

Ama iş bu noktaya geldiğinden dolayı artık şüphe duymaması için tek bir neden bile yoktu.

 

"Qingyue dört ve Yuanba da üç yaşındayken o... Gitti." Hongyi afallamış bir ses ile konuştu.

 

"Gitti mi?" Bu söz birçok anlam barındırıyordu.

 

"O uçarak gitti... Tıpkı göksel bir kız gibi uçarak gitti."

 

Yun Che: “?!

 

"Gittiği gün, aniden hatırlamadığı anılarını hatırladı ve aynı zamanda içindeki güç de geri geldi... Bir gün bile durmadı. Aslında, tek bir saat bile durmadı... O şekilde gitti… Ve her ne kadar ağlasa da oldukça kararlıydı... Güçlerini geri kazandığı an aurasının çoktan fark edildiğini... Ve eğer gitmezse bana ve çocuklara büyük bir felaket getireceğini söyledi... Ve gitmeden önce de bana... Bu hayatta bir daha asla karşılaşamayacağımızı söyledi... Ve onu asla aramamam gerektiğini... Ve onu çoktan... Çoktan..."

 

Hongyi'nin sesi yoğun bir acı taşıyordu ve her ne kadar neredeyse yirmi sene geçmiş olsa da tepkisi, onu ve onu kaybetmenin acısını hala unutamadığını kanıtlıyordu. Devasa bir aile servetine sahipti ve Yüzen Bulut Şehrinin ana tüccarıydı, ama ne bir daha evlenmiş ne de bir cariye almıştı. 'Dongxue' ismini verdiği o kızın onun için ne kadar önemli ve kalbinde ne kadar özel bir yere sahip olduğu hayal edilebilirdi.

 

"Peki giderken... Gideceği yerin neresi olduğunu söyledi mi?" Yun Che Hongyi'yi nasıl teselli edeceğini düşünürken alçak sesle sordu.

 

Hongyi kafasını sallamadı. Hafif bir iç çekti ve yaz sisi gibi süzülen sesi ile kalbinin derinliklerinde dağlanmış olan iki kelimeyi söyledi...

 

"Tanrılar Alemi."

 

(Ç.N: Qingyue ve Yuanba'nın neden güçlü ve özel olduğu anlaşılıyor sanki yavaş yavaş )

 

"!!" Yun Che bu sözleri duyduğunda büyük bir şok geçirdi ve uzun süre kendine gelemedi.

 

Yun Che sonunda loncadan çıktığında çoktan öğlen olmuştu.

 

Parlak, göz kamaştırıcı gökyüzüne baktı ve duygu dolu ağır bir iç çekti: "Qingyue ve Yuanba'nın annesinin durumunun... Bu kadar karmaşık ve garip olduğunu kim düşünebilirdi. Böyle korkutucu doğuştan gelen yeteneklere sahip olmalarına şaşmamalı. Birisi Zalim İmparatorun İlahi Damarlarına Sahipken diğeri Puslu Camın Kar Kalbi ve Dokuz Kaynak Seçkin Beden'e sahip... Demek anneleri böyle bir yerden geliyor.

 

"Tanrılar Alemi ismini ilk defa Ejderha Tanrısından duymuştum. Ve şimdi de Xia Amcanın kendisinden duyuyorum." Yun Che uzun bir iç çekerken konuştu, kalbi bu nedenle hala şok içindeydi.

 

"Zalim İmparatorun İlahi Damarlarına ve Puslu Camın Kar Kalbi ile Dokuz Kaynak Seçkin Beden'e sahip çocuklar doğurabilen bir kadın, Tanrılar Aleminde bile aşırı yüksek bir statüye sahiptir." Jasmine yavan bir şekilde konuştu.

 

"Kocasından ve çocuklarından sonsuza kadar ayrı kalmak isteyen bir kadın yoktur... O kesinlikle zorlukla karşı koyabileceği sıkıntılara sahip olmalı." Yun Che kendi kendine mırıldandı: "Eğer bir gün Tanrılar Alemi isimli o yere gideceğim gün gelirse onun yerini öğrenmeye çalışacağım... Bu sadece Yuanba ve Qingyue'nin hatırına olsa bile bunu yapacağım."

 

Yun Che'nin kendi kendine mırıldandığı sürede maneviyatındaki dalgalanmayı hisseden Jasmine kaşlarını kaldırıp aniden sordu: "Gerçekten Tanrılar Alemine gitmeyi planlıyor musun?"

 

"Tabii ki." Yun Che doğrudan başıyla onayladı. "Sonuçta, ben bizzat Ejderha Tanrısına söz vererek Tanrılar Alemi ismindeki o yere ulaşmak için elimden geleni yapacağımı söyledim. Böyle güçlü bir beden soyu ve ruhuna sahip olmamın tek nedeni onun bunları bana bahşetmek adına kendini yok etmesi. Yani ona söz verdiğim şeyleri yapmak için elimden geleni yapacağım. Ancak eğer tüm gücümü kullansam bile o seviyeye ulaşamazsam, o zaman doğal olarak bir şey yapamayacak kadar çaresiz olacağım."

 

"Bu aptal düşüncelerden hemen kurtulmanı öneriyorum." Jasmine soğuk ve buzul bir tonda konuştu.

 

"Eh? Neden ki? Oraya gitmemi istemiyor musun?" Yun Che biraz sersemlemiş bir ses ile sordu.

 

"Hmph, şu an bunları düşünecek zaman değil." Jasmine aniden konuyu değiştirdi: "Neden Kara Ay Tüccar Loncası ve Yüce Okyanus Sarayı arasında ne tür bir ilişki olduğunu merak ettin?"

 

"Ah, bunu gerçekten düşünmeye gerek yok." Yun Che cevaplarken döndü ve göğe yükselen zifiri karanlık hilal aya baktı: "Kara Ay Tüccar Loncasının arkasındaki güç Yüce Okyanus Sarayı... Veya belki de Kara Ay Tüccar Loncasının aslında Yüce Okyanus Sarayının diğer yarısı olduğunu söyleyebilirsin."

 

"Diğer üç Kutsal Bölgenin kendi devasa tedarik zincirleri var ve kendi kaynak bölgeleri de varken Yüce Okyanus Sarayı sularla çevrili bir okyanus bölgesinde yer alıyor. Ancak Dört Kutsal Bölge arasındaki pozisyonu asla sallanmamış ve Güneş Ay İlahi Salonu ve Kudretli Cennetsel Kılıç Villası tarafından bile bastırılamamışlarken, güç açısından sadece Mutlak Hükümdar İbadethanesinden geriler. Eğer ana kıyada yer alan büyük bir kaynak havuzuna sahip değillerse nasıl olur da böyle bir pozisyona ulaşabilirler? Bu devasa tedarik zinciri de doğal olarak Kara Ay Tüccar Loncası."

 

"Zi Ji sözlerinden dolayı bu iki oluşum arasındaki ilişkiyi tahmin ettiğimi düşünmüş olmalı. Ancak bu Kutsal Bölgeler arasında bir sır olarak görülmüyor olmalı. Ve tabii ki Zi Ji de benden on Derebeyi Hapı aldığından diğer üç Kutsal Bölgeyi acımasızca kandıracak." Yun Che çenesine dokundu ve devam etti: "Şu anda onun Yüce Okyanus Sarayı On Derebeyi hapının tek sahibiyken diğer üç Kutsal Bölge kalan yirmi hap için yarışacak... Hayır! Yüce Okyanus Sarayı da kalan yirmi hap için gelecektir, aksi halde diğer üç Kutsal Bölge arasında bir takım şüpheler ortaya çıkacaktır. Bu durumda her Kutsal Bölge beş hapı elde edecek olmalı ve bu olursa da Yüce Okyanus Sarayının elinde bu haplardan on beş tane bulunacak..."

 

"Ve tabii ki de benim Donmuş Bulut Asgard'ımda da tam olarak üç bin tane hap olacak!"

 

Yani sonuçta Kutsal Bölgelerde bu kadar ediyor, hahahaha." Yun Che söylemeye devam ederken maneviyatı yükseldi ve batıya doğru ilerledi... Bu yön İlahi Anka Tarikatının yönüydü!

 

"Hmph, sen bir Cennetsel Kaynak Hazinesi olan Gökyüzü Zehir Sedefini kullanarak böyle şeyler arıtıyorsun, ancak bunu düşük seviyeli bir avuç gücü küçümsemek için kullanıyorsun. Sen pratik olarak kutsal bir eşyayı lekeliyorsun! Hala bunun için kibirli olmaya nasıl cüret edebilirsin!" Jasmine aşırı küçümseyici bir şekilde soğukça soludu.

 

"Peki, hesabımı nasıl kapamalıyım..."  Yun Che İlahi Anka Tarikatının olduğu yöne baktı ve sesi aniden kötücülleşti.

 

Anka Şehri, İlahi Anka Şehrinin kuzey batı kısmında yer alıyordu ve İlahi Anka Şehrine bağlı olsa da aynı zamanda özerk bir yerdi. O, bir şehir içindeki eşsiz bir şehirdi. Anka Şehri, İlahi Anka İmparatorluk Sarayı ile aynıydı. Onlar İlahi Anka Tarikatının çekirdek sütunlarıydı. Farkları ise birisi gücü temsil ederken diğerinin otoriteyi temsil etmesiydi. İlahi Anka İmparatorluğu içinde kıyaslanamayacak kadar prestij ve askeri güce sahip yerler olduğu söylenebilirdi ve Kaynak Gökyüzünün Yedi Ulusunun kalanları içinde bile bu iki yerin dengi yoktu.

 

Yun Che Anka Şehrine yaklaşırken birinin kalbini hızlandıran baskı ve kavurucu hava onu karşıladı.

 

Bu, Yun Che'nin bu yere ikinci kez gelişiydi. Ama üç sene önce ile kıyaslandığında hedefi ve ruh hali bu sefer tamamen farklıydı. Kafasını kaldırıp kanatlarını açmış Anka heykelinin kavurucu sıcaklık ve parlaklık yaymasını izlerken üç sene önceki gibi bir saygı ve huşu deneyimlemiyordu. Bunun yerine, zihninde Mavi Rüzgar Ülkesinin ıssız topraklarındaki parçalanmış şehirleri, ülkesinin her şeyini kaybeden vatandaşları, kemik ve kan ile dolu savaş alanları geliyordu... Cang Wanhe'nin anıtı... Cang Yue'nin göz yaşları... Mavi Rüzgar askerlerinin haykırışları... Sikong Du'nun öfke ve umutsuzluk dolu haykırışları...

 

Göğsünde öfke ve nefret alevleri yandı ve şiddetlice yükseldi... Bu yere geliş nedenini ve yapması gereken hedefleri unutmamıştı ve kanla ıslanmış elli milyon kişi ile... Tarihin unutulmaya sevk edeceği bir ülkenin nefretini kesinlikle unutmayacaktı.

 

"O da kim?! Burası Anka Şehri, senin gibi halktan birinin yaklaşabileceği bir yer değil, hadi kaybol!"

 

Anka Şehri kapılarının önünde kapıyı koruyan bir İlahi Anka öğrencisi ileri çıktı ve kibirli bir tonla Yun Che'ye bağırdı.

 

"Eh? Şu herif biraz tanıdık gözükmüyor mu?" Onun yanındaki başka bir öğrenci ağzını eğerken konuştu.

 

Yun Che gözlerini hafifçe kıstı ve kibar bir sesle konuştu: "Git ve Tarikat Liderin Feng Hengkong'a haber ver... Ona Yun Che'nin ziyarete geldiğini söyle."

(Ç.N: Ne kadar kibar bir giriş. Kesin kan gölüne dönecek etraf <3 )

 

 

Her ne kadar ses tonu nazik ve yavaş olsa da her bir sözü köpüren bir öldürme niyeti taşıyordu.

 

 

 

---------------ÇEVİRMEN NOTU-------------

 

1 Haftalık aranın ardından tekrar sizleyim. Bölüm atmayı isterdim bu hafta arasında. Final zamanı bile atıyordum ama aksilik yaşandı. Anneannem vefat etti. Belki bilen vardır annem de kanser hastası falan onun yanında gerçekleşince bu olay benim de doğal olarak annemin falan yanında olmam gerekti. Hal böyle olunca aksadı işler. Kusura bakmayın bölüm atamadım. En son finallere bile giremedim siz düşünün bu seferki durumu falan. Öyle işte. Anlayacağınızı düşünüyorum. En azından bu bölümde veya birkaç bölüm sonra gerçekleşmedi bu olay. İyi tarafından bakmakta fayda var.

 

Yun Che ne yapacak? Öğrenciler ne diyecek? Feng Hengkong neler yapacak? Kan borcu nasıl kapanacak? Merak mı ediyorsunuz? O zaman... Bekleyin, okuyun ve öğrenin ????

Fullbringer Notu: Başın sağolsun gardaşım. Çevirinin ilk kısmında bazı anlaşılamayan yerler var, Orkun kardeşim çevirinin doğruluğunu kontrol ettikten sonra gerekirse tekrar düzenlerim. Acelem var görüşürüz.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr