Cilt I - Bölüm 1: Truck-sama'nın Kutsamasını Alan Anime Savaşçısı!

avatar
1547 13

Anime Savaşçısı - Cilt I - Bölüm 1: Truck-sama'nın Kutsamasını Alan Anime Savaşçısı!




"Neden hâlâ aptal anime karakterleri var ki? Kim bir mükemmellik abidesi varken, bir boku seçer ki? Ah ah... O karakterlerin yerinde olmak vardı." 


Her zaman ki gibi bir anime bitirmiştim. İlk yaptığım şeyse, karakterlerin seçimlerini ve aptalca hareketlerini sorgulamak olmuştu. Bu asla değişmeyen bir şeydi. Her daim onları sorgular, onların 'Yerinde olsam ne yapardım?' tarzı soruları cevaplardım. Ve her zaman emin olduğum bir şey vardı. 


"Bu anime karakterlerinin çoğu sadece pipisiyle düşünüyor! Ayrıca anime kızları çok güzel!" 


Evet. Ben has bir anime hayranıyım. Anime kızları, benim gerçek kızlardan daha çok sevdiğim bir şeydi. Onun dışında; manga, light novel ve webnovel hayranıyım. Her zaman okurum ve yazarım. 


Ah... Yanlış anlamayın! Bir ezik değilim. Aksine, birkaç dövüş sanatı ve birçok konu hakkında sağlam bilgilerim var. Sadece anime izleyip, 2D hakkında düşünen bir otaku değilim. Ben; kızlarla voleybol oynayan o saldırgan kurdum! Övünmek gibi olsun kızlarla ilişkim oldukça iyidir, öyle ki okulumda ki erkeklerin en nefret ettiği kişiyim.


Çünkü, annem ve babam oldukça baskıcı kişiliklerdi. Umarım öbür dünyada rahatlardır. Birkaç ay önce trafik kazansında ölmüşlerdi. Yare, yare... Dedem ölüm hakkında o kadar felsefe yapmıştı ki, ölüm kavramına alışmıştım. 


Bu arada dedemi de hiç sevmem. Öldüğünde arkasından el salladım. Ama az da olsa minnettarım, çünkü benim psikolojimi öyle kötüleştirdi ki yakınımda ki insanlar ölünce yas tutmadım. 


Neyse konudan sapmayalım... Ah! Doğru. Annem ve babam oldukça baskıcı kişilerdi. Babam başarılıymış gibi davranan bir girişimciydi. Bu nasıl mı oluyordu? Basit. 


Her zaman kaybeder ve kaybettiklerini zorla geri kazanır. Bununla her zaman arkadaşlarına övünür ve kibirlenir. Kısaca eline hiç para geçmezdi. Geçen paralarda kaybettiklerinin yerini doldurmak için harcanırdı. 


Annem olmasa büyük ihtimalle açlıktan öldürdük. O da bir bankada genel müdür olarak çalışıyor. Bankanın ismini vermeyeceğim. Çünkü bende bilmiyorum, bana öyle söylemişti. 


Her neyse, ikisini de sevmem. Hep kendi yapamadıklarını bana yaptırmaya çalıştılar ve reddettiğim de beni dövdüler. 


Her zaman çirkef ve çıkarcı birisi olmuşumdur. Onların parasını kullanarak kendimi geliştirdim ve sürekli olarak bir animeci yolunda ilerledim. Ders notlarım ve kurs notlarım iyi olduğundan dolayı kimse çakmamıştı. 


Bu sakin gözüken şerefsiz çocuğun bir 'Anime Savaşçısı' olacağını bilebilirdi ki? 


Truck-sama'nın kutsamasını almadan önce sırada ki anime filmim için abur cubur almaya markete inmiştim. Şansa bak ki o market kapalıydı, bu yüzden daha uzakta olan süpermarkete gitmem gerekiyordu. 


Kısa sürede sağ salım markete gittim ve her zaman aldığım, marketçilerin ben girdiğimde hazır ettiği abur cuburları aldım ve aceleyle çıktım. Hava oldukça soğuk ve rüzgarlıydı. Ay'ın keyfini çıkaracak zamanım olsaydı belki de Truck-sama ile karşılaşamazdım. 


Evim ile market arasında dört farklı şerit vardı. Bir anayolun kenarında bulunan bir site de oturuyordum. Ancak gece olması sebebiyle benden ve market görevlilerinden başka hiçbir şey yoktu. Bunu garip bulmuş olsam da anime izleyebileceğim sürenin kısalması beni telaşlandırmıştı. 


Hızlıca kaldırımdan indim ve arabaların olmamasını fırsat bilerek koşmaya başladım. Yol karanlık olduğundan dolayı biraz sakindim. Yere bakarak gidiyordum. O sırada bir korna sesi duyduğum gibi kafamı sağa çevirdim.


Üzerime doğru bir ışık geliyordu. Bir GT-R'dı. Arabanın güzelliğini sorgulayacak kadar zamanım var gibiydi. Işık görmüş bir tavşan gibi bakakalmıştım. Aklımda 'Ulan ne inletilir be!' ve 'Keşke benim olsa!' gibi düşünceler vardı. Bende olsa ne kadar havalı olabileceğimi düşünmüştüm. Bunlar yarım saniyede aklımdan geçenlerdi. 


O sırada araba benimle temas etmek üzereydi. Aramızda bir metre vardı. Olduğum yerden arabanın içinde şarkı dinler gibi kafasını dans ettiren zengin bir züppeyi görebiliyordum. Yaşadığım ülke de GT-R oldukça pahalıydı. Bu yüzden öyle düşünmüştüm. 


Beni fark etmemiş gibiydi. Ancak ben zaman yavaşlamış gibi her hareketini görebiliyordum. O sırada vücuduma bir güç geldi. Kalbim güm güm atmaya başladı. Gözlerim kanlanmıştı, ölümün korkutucu nefesini hissettiğim içindi galiba. İnsan üstü bir hızla diğer şeride doğru zıpladım. 


Vıın! 


Surat üstü yere çakıldım. Yüzüm yanmaya başlarken, aldığı yiyecekler arabanın altında parçalara ayrıldı. Bunu şekersiz kolamın patlamasıyla anlamıştım. Üzerime sıçradı. 


Burnumdan kanlar akıyordu. Gözlerimden yaşlar dökülüyor, kalbim tam otamatik bir tüfek gibi atıyordu. 


"Senin kullanacağın arabanın ben a*ına koyayım! Sana o arabayı alanın, aldıranın, ehliyetini verenin, verdirenin, aldığın nefesten, verdiğin nefese kadar tüm sülaleni..."


Durumumu kontrol etmeden ilk yaptığım iş onun dostlarını sevgiyle anmaktı. Acıya dayandım ve bu sefer sağ sola bakarak yoluma devam ettim. Hızlıca eve gidip, soyulmuş bacaklarımı dezenfekte etmem gerekiyordu. 


İkinci şeritte gözüken bir araç yoktu. Tek yönlü bir yoldu, iki şeride ayrılmıştı. Yani arabalar sadece sağ taraftan gelecekti. Bu yüzden sağı dört, solu da yedi kere kontrol ettikten sonra yoluma devam ettim. 


Şeride adımımı attım ve acımı umursamada depar ettim. Ortasına vardığımda hiç bir şey olmamıştı. Araba yoktu.  


Diye düşünmüştüm. 


Yokluktan çıkmış gibi bir Fiat beni kaldırımla birleştirmek için geldi. Bunu beklemiyorum demek hata olurdu. Onu fark ettiğim gibi sınırlarımı aşarak kendimi öne attım. Ancak gücüme rağmen dengesizdim. Yolun ortasına ekilmiş küçük çam ağaçlarına sağlam bir kafa atmış, taşlara kollarımı çarpmıştım. Gerçekten, tüm dünya bana karşı çıkıyordu. 


Geçen arabanın iliklerime kadar hissettiğim rüzgarından sonra kurtulduğumu anladım.  Hızlıca kendimi toparladım ve arkamı döndüm. Araba gecenin karanlığında kaybolmuştu. Bir süre izledikten sonra orta parmağımı çıkardım ve yaşadığım ölüm-kalım mücadelesinin korkusu ve bu mücadeleyi kazanmış olmanın verdiği sevinçle bağırdım. 


"Azrail 0 - Berke 2! Ben kazandım kudurun amına koduğumun piçleri!" 


Çıldırmış gibiydim. Kendimler gurur duyuyorken, acaba tüm şansımı sabah ki pokerde Flosh Royal çıkarmamla mı harcadığımı merak etmiştim. Ah! Ayrıca, her zaman arkadaşlarımla iddiaya girer ve her zaman kazanırım. Aptallar. Hâlâ onları tuzağa düşürdüğümü bilmiyorlar.  


Bir süre daha bağırdıktan ve şansıma küfür ettikten sonra bir şeyi fark ettim. 


"Azrail bir kere kazanmış olursa, sonsuza kadar kaybetmiş olacağım." 


Gerçekten öyleydi. Bir çok kez şans eseri hayatta kalmıştım. Okulumda sigara içen aptalların başlattığı yangında, çatıda bir kız bana çıkma teklifi ediyordu. Kızı reddettiğim zaman, kız gözyaşları eşliğinde çatıdan koşarak inmişti. 


Bende her zaman itiraf edilen olmakla gurur duyarak, ufka doğru baktım. O zaman zihnimde ki tek düşünce ne kadar havalı olduğumdu. Ancak aşağıdan endişeli bağırışlar duymamla bu düşünceler dağılmıştı. 


Erkekler tuvaleti çatı katının hemen altındaydı. Ve alev alev yanıyordu. Kara dumanlar pencerelerden dışarı çıkıyordu. Tüm çocuklar bunu fark ederek, anında okulu boşaltmıştı. Ve çatıda duran tek kişi olan havalı ben okulda ki tek kişiydim. 


Aşağıda öğrenciler ve öğretmenler endişeyle bana bakıyor ve korkuyla bağırıyorlardı. Hayatım için değil, alacakları sorumluluklar yüzünden endişeliydiler. Bunu biliyordum. Onlara panik olmamalarını söyledim ve filmlerde gördüğüm bir şekilde havalı ve soğukkanlı çocuğu oynadım. 


'Hemen sağlam bir çarşaf bulun ve güçlü kişiler eşliğinde açın! Üstüne atlayacağım!' dedim. Herkes şaşırmış ve bir aptala bakıyor gibiydi. Ancak ben kendimden o kadar emindim ki, onlarda bir an mantıklı olduğunu düşünmüş olmalılardı. Hızlıca başka seçenekleri olmadığından dediğimi yapılar ve halter kulübüyle beden öğretmenleri işe koyuldu. 


İtfaiye gelecekti. Ancak beni kurtarmak için değil, ölü bedenimi çıkarmak için geleceklerdi. Çünkü onlar gelene kadar kesinlikle kül olacaktım. Bu yüzden ellerimi kafama koydum ve tereddüt dahi etmeden atladım. 


Atlarken ne kadar harika ve muhteşem olduğumu düşündüm. Sonrasını hatırlamıyorum. Uyandığımda bir hastane de yatıyordum. Vücudumun çeşitli yerlerinde kırıklar vardı. Ancak mucizevi bir şekilde hayatta kalmıştım. 


Sınıf arkadaşlarım ve kızlar ne kadar havalı olduğumu söylerken, akrabalarım deli ve manyak olduğumu söyledi. Doktorlar ve itfaiye cesaretimi takdir ederken, öğretim görevlileri bana 'hatalı' olduğumu kabul ettirecek kadar uzun nasihat verdi.


Ah, ah. Ne günlerdi. Hızlı zamanlarım. Çok fazla aksiyon ve askeri anime izlemiştim. Lütfen siz yapmayın! 


Önümde ki yola bakarken, bir şeylerin fazlasıyla garip olduğunu anlamıştım. Sanki dünyada ki tüm kötü şans üzerimde toplanmış gibiydi. Bir adım atarsam bir araba çıkacağını düşünüyordum. İtfaiye ve yetkilileri aramayı düşündüm. Belki deli olduğumu düşünerekten beni gözaltına alabilirlerdi. Böylece adım atmak zorunda kalmazdım. Arkadaşlarım benden çok uzakta oturuyorlardı. Bugünse günlerden cuma idi. Yani bir çok kişi hafta sonu için şehir dışına çıkmıştı. 


Şüphelerimi denemek için kaldırımdan indim ve bir adım attım. Burada sonsuza kadar duramazdım. Hava dehşet soğuktu, sabaha kadar soğuktan ölürdüm. Kimseye haber veremezdim. Kimse de bana yardım edemezdi. 


"Huff~ Rahatladım. Şu anlık bir şey yok." 


Diye düşünmemiştim tabii ki. Rahatlamış gibi yaptığım anda depara kalktım ve sorun olmadan karşıya geçtim. 


Şaşırdım ve şansıma sevindim. İki şeridi de kolayca geçmiştim. Yüz metre sonra artık evime varabilecektim. Ve hiç yol yoktu. 


"Bir daha bu yoldan geçen orospu çocuğudur! Duvarımda ki girmemem gereken yerler haritasına burayı da yazmam gerekiyor." 


Birkaç saniye arayla iki kere tost olmaktan kurtulmuştum. Burnumda, bacaklarımda, dirseklerimde ve yüzümde yaralar vardı. Keskin soğuk çarpınca acıyordu. Ancak ben onları umursayacak durumda değildim. Kafamı yoldan çevirdim ve sokak lambalarının aydınlattığı loş kaldırımlara baktım. Nedense bu yol bana yüz metre değil, on kilometre gibi gelmişti. 


"Psikolojik herhalde..." dedim ve son kez yollara baktım. Bu yollarda bir gariplik olduğunu biliyordum. 


"Hayatta kaldım! Bir daha gece dışarı çıkmayacağım!" kendimle gurur duyarken, artık aşırı hassas olduğum sesi duydum. 


Düüt! Düüt! 


Korkuyla etrafa bakındım. Üzerime doğru gelen bir motorlu taşıt arıyordum. Ancak bulamamıştım. Gaipten sesler duyduğuma emin olacakken, iki metrelik çevrem level atlayan karakter efekti gibi parladı. Olduğum yerde bir sokak lambası yoktu. Bu yüzden onun lambası olamazdı. Bir anda titremeye başladım.


Işığın yönünü anladığım gibi kafamı yukarı kaldırdım.


"Ananı sikeyim..." 


Düüt! Düüt!


Beyaz renkli bir kamyonet tam beni hedeflercesine, dik bir şekilde bana doğru geliyordu. Kamyonetin iki farı, turuncu renkli ışıkla benim etrafımı aydınlatıyordu. İçinde kimse yoktu ve kamyonun plakasında bir şeyler yazıyordu. 


'Isekai Delivery Service?'


Bunlar gördüğüm ve düşündüğüm son kelimelerdi. Kamyon bana çarptı ve tüm vücudumda ki kemikleri parçaladı. Kafatasım anında parçalara ayrılsa da garip bir şekilde tüm acıyı sonuna kadar hissettim. Tüm kemiklerim kırıldı ve vücudum kaldırımın üzerinde duran bir et çamuruna dönüştü. 


Bilincim karardı. 


***


Gözlerimi tekrardan açtığımda gökyüzüne doğru yıldız gibi kayıyordum. Yeryüzü gittikçe küçüldü ve yükselmeye devam ettim. 


Küçülen yeryüzüne şaşkın bir şekilde bakıyordum. Ne olduğunu anlamıştım. Ancak o kadar saçma bir şekilde ölmüştüm ki aklım almıyordu. 


"Bekle, bekle! Isekai Delivery Service, yani her zaman Isekai animelerin de gördüğümüz kutsal teslimatçı..." 


Ölmeme rağmen panik yapmamıştım. Zaten bu kadar fevri bir şekilde yaşamaya devam edersem, yirmi yaşına gelmeden öleceğime emindim. 


"Demek Truck-kun dedikleri kutsal teslimat hizmeti bu... Umarım sonraki hayatımda bir animenin ana karakteri olarak uyanırım." 


O kadar saçma bir şekilde ölmüştüm ki, absürt şeyler düşüyordum. Gece yatmadan önce hayal ettiğim bir şeydi bu. Truck-kun beni almak için geldiğine göre bir kahraman ya da owerpowered güçlere sahip bir yaratık olarak reankarne olacağımı düşünüyordum. 


O sırada dualarım kabul olmuş gibiydi. Önümde bir anda yarı saydam pencere belirdi. Birden çıktığı için irkildim ve kafamı geri çektim. Bu pencerenin ne olacağını düşünürken, birinin kulağıma fısıldadığını duydum.


[Tebrikler! Anime Savaşçısı sistemi tarafından 'Anime Savaşçısı' olarak seçildiniz! O nefret ettiğiniz karakterlerin hatalarını düzeltmek de başarılar...]


"Biliyordum! Truck-sama'nın kutsamasını aldım!" 


Sevinç çığlıkları eşliğinde bağırırken, pencerenin üzerinde ki çarka baktım. Onunla uğraşacak zamanım yoktu. Bu yüzden dikkat etmeden tüm tanrılara dua etmeye başladım. Bunu sadece ilahi bir varlığın yapabileceğini düşünüyordum. 


"Benim muhteşem anime hayatım muhteşem bir şekilde başlıyor! Büyük onee-sanlar! Beni bekleyin! Düşünmek için pipisini değil, beynini kullanan bir fetih tanrısı geliyor!" 


Kollarım ve bacaklarımla garip hareketler sergilerken, çarkın bir anda dönmeye başladığını fark etmemle dikkatimi ona verdim. Çarkın üzerinde; S,A,B,C,D,E ve F şeklinde yedi farklı bölüm vardı. Bu bölümler sürekli dönüyor ve giderek yavaşlıyordu. Bunların ne olduğunu bilmesem de, 'S' seviyenin daha önemli olacağını biliyordum. 


O sırada çark yavaşladı ve 'D' bölümünün üzerinde durdu. Kalbim patlayacakmış gibi atmaya başladı. Düzgün bir şekilde düşünecek zamanım yoktu. Çünkü çark çoktan bir şeyin üzerinde durmuştu. 


Kulağıma fısıldayan ses tekrardan ortaya çıktı ve önümde bir farklı bir pencere belirdi. Bunun ne olduğunu biliyor gibiydim. 


[Anime Savaşçısı'nın ilki olduğundan dolayı sistemin kendisi çarkı çeviriyor... 'D' seviyesinde bir anime dünyasının içine ışınlanmak üzeresiniz.]


Tüm dikkatimi açılan pencereye verdim ve büyük bir istekle bekledim. Ancak içimden tüm tanrılara dua ediyordum. 


'Allah, Tanrı, Yüce İsa, Yeşim İmparator, Buda... Lütfen Yaoi ve Shounen Ai gelmesin!'


Hayatımda bir kere bile yaoi izlememiş biri olarak, ve has bir hetero olarak erkeklerle ilişki içine girmek istemiyordum. Korkulu rüyam olarak söylenebilirdi. 

  

Neyse ki tanrılar duamı kabul etmiş gibi, istediğim türden bir şey çıkmıştı. Aslında Seinen ve zeka savaşı sevsem de orada hayatta kalabileceğimi düşünmüyordum. 


[Kenja No Mago!] 


Evet! Fantastik bir tür çıkmıştı ve isekai idi! Kenja no Mago'nun kapağını görünce piyango kazanmış, fakir bir aile babası gibi sevinmiştim. Bunun sebebi Kenja no Mago'yu sevmem değildi. Aksine kafama silah dayasalar tekrar izlemem. Sebebi açılış için kolay ve sakin bir olay örgüsünün olması. Ayrıca klişelerle doluydu. Ve en önemlisi kadın karakterler çok güzeldi!


[Anime Savaşçısı olarak size verilen görevleri layıkıyla yerine getirmeniz bekleniyor. Görev zincirleri tamamlandığı sürece [AP] artacaktır. Böylece [S] ve [A] seviyeli animeler de hayatta kalma şansınız artacaktır.]


İçime garip bir his doğmuştu. Hayatım tehlikede gibi hissediyordum. Ayrıca S ve A seviyesinde ki animeler de ölebilirdim. Bunu anlamıştım. 


"Kabul ediyorum! Zaten ölüyüm!" 


[Anlaşıldı. Kenja no Mago animesine aktarılıyorsunuz...]


Cümlesi bittiği gibi önümde bir portal açıldı ve ben yıldız gibi kayarak içine girdim. Karşıma çıkan şeyler az kalsın kalbimi yerinden çıkaracaktı. 


***


Yazar Notu: Animeler içinde ki olay örgüsü, durumdan duruma, karakterin davranışlarına göre değişecektir. Örnek olarak; Kenja no Mago'nun ana karakteri Shin, ana karakterin kontrolü altındayken tamamen farklı davranabilir. Bu görevlerden ve karakterin davranışlarından dolayı olabilir.  Bu sebeple; 'Burası öyle değildi!', 'Orada öyle değil, şöyle hareket ediyordu! Yanlış yazmışsın!' tarzı yorumlar dikkate alınmayacaktır. 


Hn: Güzel...








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44583 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr