Cilt I - Bölüm 7: Bir Fantezi Sever Başka Ne İsteyebilir Ki?

avatar
608 11

Anime Savaşçısı - Cilt I - Bölüm 7: Bir Fantezi Sever Başka Ne İsteyebilir Ki?



Greyson Blake'in Ağzından; 


Neler olup bittiğine emin değilim. Şuan esir aldığım kişinin kendini kurtarmak için hareket etmeye çalışmasını anlıyorum, lakin bu çocuk çok sakin. 


Bir şeyler yanlış. 


"Kızlar, lütfen gözlerinizi kapatın." 


Tabii ki, çünkü birazdan kahramanınız kanlar içinde kalacak. 


Hm?


Neden harekete geçmiyorlar? Donmuş gibiler. Korkuyla titriyorlar, sadece bir kişi değil mi? 


"Ne bekliyorsunuz?! Öleceğiz, ya da öldüreceğiz! Korkunun bir faydası olmayacak! Cone! Seni aptal saldır!" hâlâ yerlerinde titrediklerini görünce öfkeyle bağırdım. Bu aptallar korkar ve titrerlerse onun bırakacağına mı inanıyorlardı? 


"Lanet, olsun! Parker! Beni destekle!" 


Cone eline bir çizik attı ve acıyla korkusunu bastırdı. Gözlerinde ki deliliği görebiliyordum, tereddüt dahi etmeden kılıcını çekmiş ve saldırmıştı. Gözlerimi ondan çektim ve elinde ateş topları oluşan Parker'a çevirdim. Aramızda ki tek büyücü oydu, bu yüzden aramızda ki en güçlülerden birisiydi. 


Eğer müşteri gelene kadar malı koruyabilirsek, kolayca bu kişiyi yener. Malı koruduğumuz için ekstra ödül alırken, bu küstah piçin de ölmesini sağlarız!


...yine de içimde neden böyle bir his var?


Havada ki bariz baskı tüm vücuduma bir balyoz gibi vuruyordu. Bunun nedenini anlamış değilim, lakin 'o'nun hissettirdiğine kıyasla çok hafifti. 


Genç çocuk Parker ve Cone'nin birleşimine bir kez bile bakmamıştı. Hiç bir şey söylemedi ve bir adım atarak bana doğru yaklaştı. 


"Kahramanı mı oynamak istiyorsun?! Üzgünüm genç adam! Kahramanlar sadece masallarda olur! Ölümüne yürüdüğünün farkında değilsin!" Cone çıldırmış gibi bağırırken, kılıcını savurarak gencin kafasını kesti. 


En azından ben öyle görmüştüm. 


Kılıç genç adamın kafasına geldiği anda önünde bir kapı açıldı ve Cone içeri düştü. 


Bu büyü çok tanıdıktı! 


Bu 'o'nun açtığı kapının birebir aynısıydı! Ancak farklı şekilde kullanılıyordu! 


"Coooneeee!" Everett öfkeyle bağırdı ve yayını çıkararak genç adama oklar gönderdi. Oklar o kadar hızlıydı ki anında genç adama varmıştı. Bundan kaçamazdı, buna emindim! 


Ancak...


"Ci...dddi.. o..o..laa..maz...sı..nn..." Peter'in kesik sesini duydum. Kafamı ona doğru çevirdiğimde, tüm vücudumu korku ele geçirdi. 


"Nasıl?" Everett'in attığı oklardan, birisi Peter'in boğazına saplanmıştı. Peter boğazını tutarken, korkuyla titriyordu. Gözleri kanlanmış, ağzından kanlar çıkıyordu. Konuşmaya çalışsa da, bir şey söyleyemeden gözlerinin feri söndü ve öldü. 


Anlamıştım! 


Hızlıca kafamı o genç adama çevirdim ve gözlerimi kıstım. Bu 'o' kişi ile aynı kişiydi. Ondan başka kimse bu kadar güçlü olamazdı! 


Buna eminim! 


Vücudumu esir alan korku mantığımı elimden almaya başlamıştı. Öyle ki diğer 4 kişinin de aynı şekilde öldüğünü fark edememiştim! 


"S...sen! Yaklaşma! Yoksa kız ölür!" kılıcı bastırdım ve kızın boğazında ince bir kan çizgisi oluşturdum. 


Heh! 


Madem bu kızı bu kadar önemsiyorsun, o zaman ona zarar gelmesini dahi istemezsin, değil mi?


Ancak, bir saniye sonra onu yanlış anladığımı fark etmiştim.


Fakat...


"Ne yazık..." genç derin bir iç çekti ve bir adımla ortadan kayboldu. Etrafa bakındım ancak, diğer beşinin ölü bedeni ve kızıl saçlı kız hariç birisini göremedim. 


O sırada sırtım ürperdi ve tüm içgüdülerim korkuyla bağırmaya başladı. Bana sadece bir şey söylüyorlardı;


"Kaç!" 


Kaçmaya karar verdiğim anda zaman dondu ve nefes alışım kesildi. Sırtımda küçük bir sızı hissetmiştim, arkamı çevirdiğimde karşıma çıkan şey belki de öldükten sonra bile unutmayacağım bir şeydi. 


"Zamanın, doldu." 


Kalbimin üzerine saplanmış, oku fark ettiğimde her şey için çok geç kalmıştım. Gözlerim kararmaya başladı ve bacaklarım gücünü kaybetti. 


O sırada her şeyi anlamıştım. 


'Amacı sadece kızları kurtarmak değildi, aynı zamanda görgü tanıklarından kurtulmaktı... bir şeyleri fark etmekte geç kalmanın bedeli bu...' 


"İronik." mırıldandım ve ölümün vücudumu sarmasına izin verdim. 


***


Ana karakterin ağzından;


Çevrede ki ölü bedenlere bakarken ne düşünmem gerektiğinden emin değilim. Yüzlerec, belki de binlerce canavarlaşmış hayvan öldürdüm. Ufak bir duygu kırıntısı dahi hissetmeden, gözümü dahi kırpmadan onları bileme taşı olarak kullandım. Onları öldürürken, düşündüğüm tek şey güçlenmeme yardım ettikleriydi. Hiç üzgün hissetmemiştim. 


'Sanırım insan öldürmek gerçekten kötü hissettiriyor.' o sırada bir hayatı yok etmenin kolaylığını fark ettim. İlk defa insan öldürmüştüm, bu yüzden içimde kendime karşı duyduğum bir nefret baş gösterdi. Nedense elimdeki kan çok sıcak hissettiriyordu, sanki gerçek gibiydi. 


Anime dünyasında olduğumu biliyordum ve bana göre her şey çizgilerden ibaretti. Sadece oynatılan ve başkaları tarafından seslendirilen çizgiler. Duygular ve canlılık benim ona yüklediğim basit bir anlamdan ibaretti. 


Ancak elimdeki kan son derece gerçek hissettiriyordu. 


'Birisinin babası ya da endişeyle beklediği eşi... Ancak bugün bir bok uğruna yok oldular.' kötü düşüncelerin zihnimi doldurmasına izin vermeden bir kenara kaldırdım. Bunları düşünmenin zamanı değildi, onlar ölmeseydi Shin Wolford; kahramanların dahi torunu suçlularla iş birliği yapan bir suçlu olarak damga yiyecekti. 


'Keyfim, sizin karanlık hayatlarınızdan daha değerli...' 


"Oh... [Ses Bariyeri]; yok ol." elimi salladım ve rüzgar büyülerinin zirvesi olarak bilinen ses bariyerini ortadan kaldırdım. Maria ve Sicily'in bunları duymasına izin veremezdim, bana akli dengeleri yerinde bir şekilde lazımdı. 


"Sizilien von Claude ve Maria von Messina... ikinizde nefes almadan ve gözlerinizi açmadan yürümeye başlayın. Soru... istemiyorum." dedikten sonra yerde gözlerini sıkıca kapatmış Maria'ya baktım. Tıpkı anime gösterilen gibiydi, ateş kırmızı saçı ve açık bir figürü vardı. Sicily'in yakın arkadaşı ve animenin önemli karakterlerinden birisiydi. 


Sicily ve Maria aynı anda usulca kafalarını salladılar ve ayak seslerimi takip ederek dışarıya çıktılar. Bu kaçırılma olayı onlarda bir yara bırakacağı belliydi, böylelikle onların yanında durmak konusunda bir mazeretim olacaktı. 


Mağaradan çıktığımızda arkamı döndüm ve ateş büyüsü yapmaya başladım. 


"[Ejderha'nın Nefesi]" elimde biriken mana ateş oluşturdu ve bir ejderhanın ateş üflemesi gibi mağaranın içini doldurdu. 200 altını teslimat başarılı olduğunda verecektim, bu yüzden korkmadan tüm her şeyi yakmıştım. İçeride bir kan damlası bile kalmadığına emin olduktan sonra kafamı sallayarak Maria ve Sicily'e baktım. 


"Gözlerinizi açabilirsiniz..." 


***


Sicily von Claude'un Ağzından;


Ruhumdan bir dürtü karşımda ki kişiye tamamen güvenebileceğimi söylüyordu. Bu yüzden onun dediklerini duyunca, tereddüt etmeden gözlerimi açtım. 


Gözlerimi açtığımda onun yüzünü yakından görebilmiştim. Hissettirdiğinden farklı olarak genç gözüküyordu. Çenesine kadar inen dağınık mor saçları ve umursamaz bakışlarıyla, bu duruma tezat bir görüntü oluşturuyordu. Ellerine bulaşmış kana rağmen, ondan en ufak bir iğrençlik sezmemiştim. 


Büyüleyici değildi. Göğsünü şişirip, burnu havada gezen genç soylular gibi değildi. Hayır, umursamaz bakışlarının verdiği güven ve hafif kıvrılmış dudaklarıyla ile yaydığı kahramanlık aurası ile o tavus kuşu asilleri gölgede bırakıyordu. 


"İyi misiniz? Yaralanmadınız değil mi?" o sırada Maria'nın endişeli bağırışlarını duydum ve kafamı ona çevirdim. Ona bakakaldığımın bile farkında değildim, gözlerimi ondan çekmek zor olmuştu. 


"Evet, bir sorunum yok. Asıl siz iyi misiniz?" sakin sesi kulaklarımı gıdıklayan bir melodi gibiydi. Bu olayın verdiği stres bir anda yok oldu ve yerini rahatlığa bıraktı. 


"İyiyiz, iyiyiz. Bizden çok kendiniz için endişe etmelisiniz, ne olduğunu bilmesek de orada 7 tane güçlü adam vardı." Maria beni şaşırtacak derece de endişeli davranıyordu. 


"O kadar kişi benim için sıkıntı değil..." gözlerini Maria'dan çekti ve bana baktı. Umursamaz gözlerinde dalgalanan bir duygu görsem de, bunun ne olduğunu çözememiştim. Yavaşça bana yaklaştı ve elini bana doğru uzattı. Tam olarak boynuma uzanıyordu...


İçgüdüsel olarak bir adım attım ve onun elinden kaçındım. 


Ondan kaçınmama rağmen bozulmamıştı. Bunu anlamıştım çünkü yüzünde hafif bir gülümseme belirmişti, "Oh... Sanırım bu olay sizde bazı izler bırakacak. Ancak, boynunda ki kesik her ne kadar derin ve ölümcül olmasa da enfeksiyon da... ölümünün habercisi olur." dedi ve elinden yeşil bir ışık tüm vücudumu kapladı. Vücudum sıcak bir hisle kaplanırken, önceki gibi buna direnmemiştim. 


Tüm vücudumu saran sıcak his kaybolduktan sonra tüm vücudum rahatladı ve aklımı topladım. 


"Um, yaptıklarınız için gerçekten teşekkürler." dedim ve saygıyla eğildim. Eğer o olmasaydı, Maria ile bana ne yapacaklarını kestirmek çok zordu. Çocukken birkaç kere kaçırılmış olsam da hiç birisi şehirden çıkamamıştı. 


"Oh..." kafamı kaldırdığımda kalbimin küt küt atmasına neden olan bir gülümseme vardı. Yüzünde ki alaycı gülümseme benim utangaç yüzüme bakarken belirgindi. Bu nedense beni kızdırmaktansa daha da utandırmıştı. 


Zorlukla ağzımı açtım ve bir kaç kelime söyledim, "Um... Nere... nerede olduğumuza dair bir fikriniz var mı?" 


"Aynen. Burası Earlshide'in başkentine yakın değil." Maria ilgiyle etrafa bakıyordu, o da beklenmedik şekilde rahattı. Ancak gergin yüz kaslarını gördüğümde, güçlüymüş numarası yaptığını fark etmiştim. 


"Hm. Earlshide'in başkentinde değiliz. Nerede olduğumuzu bilmiyorum..." sakin ve umursamaz sesine rağmen içimde doğan korkuya engel olamamıştım. Eğer gerçekten ıssız bir yere düştüysek istesek de Earlsheid'a dönemezdik. 


"O zaman..." istemeden de olsa en kötü senaryoyu düşledim. Ancak güven veren sesi tekrardan kulağımı okşadığında içim rahatladı. 


"Sadece nerede olduğumuzu bilmiyorum... nasıl döneceğimizi değil." kafamı kaldırdığımda karşıma çıkan iki metre boyutlarında ki kapıya şaşkınca bakakalmıştım. İçinde garip desenler dönüyor, ve mor renkle parlıyordu. 


"Bu..?" 


"Önceden ayak bastığım yerlere açılan bir kapı denilebilir. Bununla döneceğiz..." dedikten sonra bir elini tutmam için uzattı. Yüzündeki gülümseme yanaklarımın kızarmasına neden oluyordu. Bilmediğim bir sebepten kalp atışlarım hızlanmıştı. 


"Hadi ama... Benim için bile, bu kapıyı açık tutmak bir sorun." dedi gülümseyerek. 


Uzattığı ele bir kez daha baktıktan sonra elimi onun sıcak eline koydum ve bana yardım etmesine izin verdim. Elimi tuttuğu anda beni kendine çekti ve bana sarıldı. Ardından kapı birkaç kat büyüdü ve hepimizi içine aldı. 


***


Gözlerimi tekrardan açtığımda karşıma çıkan manzara beni şaşırtmaya yetmişti. 


"Işınlandık mı?" 


Önümdeki manzara tamamen değişmişti. Bir saniye önce ormanın içinde ve kuşların sesini duyuyorken, şuan da şehir merkezinde ve korumaların endişeli sesini duyuyordum. 


O sırada bana sarılan kolları fark etmiştim. Burnuma gelen güzel koku başımın dönmesine neden olmuştu. 


"Um... Bayım?"


"Oh, tabii ki." dedi ve kollarını serbest bıraktı. Etrafa bir süre baktıktan sonra bana tekrardan baktı ve gülümsedi. 


"Bayan Claude... Lütfen bundan sonra dikkatli olun." arkasını döndüğünde ayak sesleri etrafta yankılandı. Önünde açılan kapıyı fark ettiğim de gideceğini anlamıştım. Bir daha görüşemeyeceğiz korkusuyla öne çıktım. 


"İ...İsminiz?" kekelediğimi fark ettiğimde kendimi düzeltmeye çalıştım ancak, kapının içinden geçtiğini ve sadece bir cümle söylediğini anladığımda durakladım. 


"Yakında görüşeceğiz..." dedi ve kaybolan kapıyla birlikte izleri silindi. O gittiği sırada korumalar geldi ve etrafa baktılar. Bilinmeyen bir sebepten dolayı vücudumu rahatlatan o duygu yok oldu ve biraz önce yaşadıklarımın hepsi aniden zihnime doluştu. Bacaklarım gücünü yitirirken, benim için ölen insanların yüzleri gözümün önüne geldi. 


"Sizillien-sama!" korumaların arasından çıkan bir şifacı hızlıca beni sakinleştirmek için büyü kullandı. Ancak gözümden düşen yaşlara ve hıçkırıklarıma engel olamıyordum. 


***


Ana karakterin ağzından;


Düşen Sicily'i izlerken derin bir iç çekmekten başka bir şey yapamadım. Deneyimsiz bir kızın, onun için ölen insanları hatırlaması çok zor olurdu. 


"Herkes benim gibi umursamaz değil..." biraz önce öldürdüğüm yedi kişinin suçluluk duygusunu anında atmıştım. Neden bilmiyorum, lakin alışmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Duygusuz bir piç kurusu olmayacağımdan emin olacaktım. 


"Karanlık kalbi kaplamamalı... Aksi takdirde, gerçek ben bu kişilikler tarafından baskılanacak. Kim olduğumu ve burada sadece ziyaretçi olarak geldiğimi unutmamalıyım." kafamı Earlsheid Büyü Okulu'nun olduğu yere çevirdim ve evlerden birisine dikkatlice baktım. Görmeyi beklediğim şey oradaydı. 


"Oliver Schtrom..." 


Serinin kötü karakteri ve Shin'in düşmanıydı. Aslında Shin'i çok kolay bir şekilde öldürebilirdi, aynı şekilde Shin'de onu öldürebilirdi. Tek yapmaları gereken sevdiklerini esir almaları ve tuzağa çekmekti. Shin'in çok fazla zayıflığı vardı. Ve 'Romantizm' tagı olduğundan tek yapması gereken Sicily'i esir almak ve Shin'i ölüme davet etmekti. Neredeyse aynı güçte olduklarından, koruması gerekenler olan Shin kesinlikle yenik düşerdi. 


Tabi bu bir anime olmasaydı. 


'Seinen' tagı olmadığından her daim ana karakter kazanacaktı. Ciddi olmayan ve klişelerle dolu bir animenin kötü karakteri olmanın bedeliydi. 


Er ya da geç ölümü Shin'in elinden tadacaktı. 


"Ama öyle olursa hiç eğlenceli olmazdı... Ona nasıl daha güçlü iblis yaratabileceğini söylemeliyim. Aksi takdirde, burası çok sıkıcı olacak. Ama önce..." 


"[Geçit]" 


Önümde beliren kapıya girdim ve taşlık bir alana geldim. Burası Merlin'in dahi bilmediği bir yerdi. Aslında burayı bulmak için önce Talim Alanı'na gelmek gerekiyordu, sonrasında onlarca kilometre düz, birkaç kilometre sağa gitmek gerekiyordu. 


Bu taşlık alanda köstebek yuvaları gibi mağaralar vardı. Birisinin içinden bir erkek ağlaması geliyordu - ki oldukça yüksekti. 


"Cone... Bir piyon için mükemmel bir isim." 


Yavaşça sesin geldiği yere doğru yürümeye başladım. Şuan da bir anime dünyasında olsam da her şeyi kendi irademle yapıyordum. Bu yüzden arka planda karanlık olaylar dönmesini bekliyordum. O saf ve temiz gözüken, klişelerle dolu anime ben girince en iyiler listesine girecek bir 'Karanlık Fantezi' animesine dönmüştü.


'Kan, vahşet, komplo, kötü karakter, akıllı ana karakter, yeterli güce sahip olacak villain ve güzel anime kızları... Her dakika şaşkınlıkla bağırarak kulak sikmeyen ana karakter ve karakterler. Ayrıca... detaylarına inilmiş bir karakter gelişimi. Bir fantezi sever başka ne isteyebilir ki?' 


"Cone-chan~ Orada mısın?" 


Sesim çevrede yankılandığında, içeriden korku dolu ses cevap verdi.

***
1988





Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44596 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr