"Rüyalarımızdaki kötü canlılar bizi ele geçirmeye çalışırlar. O yüzden bu fanuslarda uyuyoruz." diye telkin etmeye çalıştı kadın küçük kızını. Altı yaşına gelmesine rağmen hala alışamamıştı uyku fanusuna*.
"Yani bu şey beni koruyacak mı?" diye sordu küçük kız masum bir şekilde. Annesi gözleri dolarak çaresizce cevapladı.
"Evet güzel kızım. Canavarlar yaklaşamayacak bile." mecburen yalan söylüyordu çünkü başka çaresi yoktu. Büyücülerin şehri korumaktan arta kalan büyü güçleri anca kendi rüyalarını kontrol edebilecek kadar yetiyordu. Sıradan tebaa kendi haline bırakılmıştı. Aslında bunun tek nedeni bu değildi. İnsanların çoğunun büyücülere kafir deyip dışlaması da büyücülerin insanlardan uzak durmasındaki büyük bir etkendi. Büyücüler son çıkan isyanlardan sonra insanlardan uzak durmayı tercih ediyorlardı. Kendilerini şehrin korunmasına adamışlardı.
"İyi bari." diyerek yattı küçük kız, eskimeye başlamış fanusun içine. Fanus oval bir şekildeydi. Alt kısmında yastıklar ve yorgan bulunuyordu. Üst kısmıysa tamamen boştu. Sadece büyük bir delik vardı. O delik bir hortuma, o hortumsa merkezi bir gaz sistemine bağlanıyordu. Uyuyan kişinin dönüşmesi halinde zehirli gaz bu borudan fanusa taşınarak içerisindeki kişinin tehlike oluşturmasını önlüyordu. Eskiden manuel bir şekilde çalışan bu sistem, bazı aptal insanların duygularına yenik düşüp dönüşmüş kişileri korumaya çalışmaları sonucu değiştirildi ve fanusların hepsine büyülü gözcü gözü koyuldu. Bu büyülü göz, onu yaratan kişiye orada gördüğü her şeyi saniyesi saniyesine iletiyor. Sırf bu yüzden büyücülerden birisi sadece gözcülük işiyle uğraşıyor. Eğer insanlar anlamsız duygusallıklara kapılmasalar, bir büyücü boşu boşuna vakit kaybetmeyecekti. Hele de adam sayısının bu kadar önemli olduğu bir devirde bu resmen saçmalıktı.
"Rüyasız uykular." dedikten sonra çocuğunun yattığı fanusun kapağını kapattı. Fanusun kapağı kapandığı an, kapağın birleşim kısımları büyülü bir kilitle kaplandı. Bu da elbette aptal insanların eseriydi. Dönüşen insanları infazdan kurtarmak için kapağı açan aptallar olmuştu. Sırf bu yüzden koca bir köy boşa telef olduktan sonra böyle bir önlem alındı. Zaten ondan sonra da kimse kurallara karşı gelmeyi denemedi. Malum, deneseler bile sonu hüsranla bitiyor.
Kızı uykuya dalana kadar yanında bekledi anne. Kızının uyuduğuna emin olduktan sonraysa dar oda da duvar dibine serilmiş eski hasıra döndü. Yarım bıraktığı aşk romanına dönmeden önce istemsizce odada göz gezdirdi. Yaşadıkları evin tek odası buydu. Bu tavanı basık küçük oda onların eviydi. Eskimeye başlamış evin onarılmaya ihtiyacı vardı. Tahta evin bir çok yerinde kopmuş tahtalar nedeniyle boşluklar oluşmuştu ve geceleri insanı üşütüyordu. Kocası uzun zamandır eve gelmemişti ama bu normaldi. Keşif ekibi bazen bir yıl boyunca keşiften dönmezdi. Kendi el becerisi de olmadığından mecbur evin bakımı bekleyecekti.
İçinde bir tuvaletin bile bulunmadığı bu harap evi izlemeyi kesti. Halinin haraplığını asla düşünmeyen birisiydi. Malum düşünecek bir beyni olduğuna da şüphe duyulabilir. Onun şu an ki derdi bulunduğu zor durum değil, yarıda bıraktığı romandı. Romanın en heyecanlı yerinde kalmıştı. Başrol çift dört bin iki yüzüncü kez ayrılacaklar mı yoksa ayrılmayacaklar mı? Bu heyecana kalp dayanmazdı. Berbat bir evde bir daha güne çıkamama korkusu yaşamak gram umurunda değildi. Bu tarz şeyler çoğu insanda olduğu gibi onun içinde doğal bir hal almıştı. O yüzden heyecanla romanına geri döndü.
'Ah Marta. Seni melek yüzlü güzellik abidesi. Bana nasıl ihanet edersin?' bu kitap insanların isimleri olduğu zamanlarda yazılmıştı. Bazen kendisi de düşünüyordu bir ismi olsa nasıl olurdu acaba diye ama bunu asla bilemezdi çünkü artık kimse isim alamazdı, almazdı. İsim almak aptallık olarak görülüyordu. Bu durum çok manidar. Aptallıkta sınır tanımayan insanlar, isim almayı aptallık olarak görüyorlar. Malum gerçekten var olmanın anlamını o kadar uzun zamandır bilmiyorlar ki, kendi özel benliklerinin olmasının değerini unutmuş olmalılar. Herkesin birbirine benzeyen kopyalara dönüşmesi daha güvenli olarak görülüyor. Bunu mantıklı bulsak dahi, gerçek bir hayatı olmayan insanların yaşadığını söyleyebilir miyiz? Bu gerçekten yaşamak mıdır yoksa ölüm mabedi bekçisi Sulega'yı mı kandırmaktır?
'Ben ben yapmadım. İnan bana yapmadım!
Yalan, yalan söylüyorsun! Yalancısın.' gerçekten de ayrılıyorlardı galiba. Bu dokuz milyon dört yüz ikinci ayrılıklarıydı ve bu sefer gerçekten ayrılıyorlardı! İşte bu gerçekten üzücüydü. Gözünden bir damla yaş gelirken, arkasından gelen bir gümleme sesiyle irkildi. Ses kızının uyuduğu fanustan gelmişti galiba. Hemen arkasını döndü. Tam arkasını döndüğünde tekrardan sert bir gümleme sesiyle irkildi. Bu sefer bu gümlemenin nedenini anlamıştı. Kızı fanusu yumrukluyordu. Terlemeye başlamıştı ve bir şeyler sayıklıyordu. Yoksa! Yoksa kızı kabus mu görüyordu? Hayır bu olamazdı! Kızı kabus göremezdi! Altı yıldır hiç rüya bile görmemişti. O seçilmiş olmalıydı. Bu olamazdı.
"Anne! Anne!" fanusun içinden bile duymuştu kızının haykırışlarını. Acı çekiyor gibiydi. Fanusun tepesindeki göz kıpır kıpırdı. O da fark et etmişti ters giden bir şeyler olduğunu.
"Anne! Annee!" kızının ikinci anne deyişindeki ses tonu garip bir kalınlıkta çıkmıştı. Kendini ne kadar zorlarsa zorlasın o derece ürkütücü bir ses çıkarması normal değildi kızının.
"Mantarlar!" bu sefer kızından çıkan ses öyle tizdi ki, fanusta küçük bir çatlak oluşmuştu. İnanmak istemediği ihtimal gerçekleşiyordu. Az önce kitap için akıttığı göz yaşının devamı kızı için akmaya başladı. Bunu kabul edemezdi! Camdan fanusu yumruklamaya başladı. Kızı uyanırsa belki kurtulurdu ama uyanmıyordu. Ne kadar güçlü vurursa vursun uyanmıyordu.
"Mers mers mers!" anlamsız kelimeler söylerken, sesi sürekli değişip duruyordu. Vücudunda garip kızarıklıklar oluşmaya başlamıştı. Göz bunu fark ettiği an etrafa yeşil ve mor ışıklar yayılmaya başladı. Bu infaz alarmıydı.
"Hayır! Hayır bırak kızımı pis büyücü!" kadın büyücüye kızıyordu ama büyücünün bu durumla hiç bir alakası yoktu. O sadece görevini yapıyordu, yapmak zorundaydı. Bir kişi için tüm şehri tehlikeye atamazlardı sonuçta.
Fanusa bağlı borudan gelen gaz yavaş yavaş fanusa dolmaya başlamıştı. Bu mavi ve yeşil rengin tonlarından oluşan gaz, kabus gören kişiyi sonsuz uykusuna selamlıyordu. Gaz fanusa dolarken, küçük kızın vücudunda oluşan kızarıklıklar sivilceye benzer yaralara dönüşmüştü. Yaraların etrafıysa altın sarısı bir renk almıştı. Çaresiz anne bunu gördüğünde fanusu daha sert yumruklamaya başladı ama elbette bu çırpınışları anlamsızdı. Onun çocuğu artık zaten ölüydü. Ruhu rüyalar alemine hapsolmuş, bedeni basit bir kuklaydı. Bunu kabullenememesi elbette doğaldı ama kızını kurtarma çabasının aptallık olduğu değişmez bir gerçek.
Fanusun için zehirli gazla dolarken, artık kızı neredeyse hiç görünmüyordu. Çaresiz anne ağlayarak yere düştü. Fanusun kenarına oturdu ve dizlerini kendine çekerek daha şiddetli ağlamaya başladı. Önce kocası şimdi de kızı. Herkesi teker teker kaybetmişti. Bu acımasız dünyada biçare bir şekilde kalmıştı...
----------------------------------------
Damnatus sonsuz kuraklıkta çaresizce yürüyordu. Etrafına bakındı anlamsızca. Sonsuz kızıl çöl her yeri acımasızca kaplıyordu. Bazı küçük dağlar harici etrafta hiçbir şey yoktu. Bu dağlarda dahi hiçbir yaşam belirtisi olmamasıysa, bu gezegenin vahim halini daha da belirginleştiriyordu.
Ağzına yapışmış kül tadının boğazını yakması yetmezmiş gibi havadaki yanık kokusu asla geçmiyordu. Gerçi artık bu gezegende her yer böyleydi. Eskiden çok sevdiği bu koku ve tad artık ona sadece acı veriyordu. Sonsuz düzlüğün ortasındaydı. Garip olansa efsaneler gizli şehrin buralarda bir yerde gizlendiğini söylüyordu. Gerçi gizli olan bir şeyi bulmaya çalışmak ne kadar mantıklıydı bilinmezdi ama başka da çaresi yoktu. Kutsal Modaric Büyücüleri tarafından korunan insanlar... Bunu ne kadar hak ettikleri tartışılır ama gezegenin son umut kaynağının bu aptal ırk olduğunu düşünürsek, çokta anlamsız bir hareket değildi. Modaric Klanı'na** katılacak yeni kişiler bulabilmek için tek şansları insanlardı. Her ne kadar sayıları çok yavaş artsa da hiç yoktan iyidir sonuçta.
Damnatus elindeki kitaba baktı. Açtığı sayfa da bölgenin detaylı bir haritası vardı. Haritaya göre bulunduğu nokta şehrin girişi olmalıydı. Haritanın bulunduğu sayfanın yanındaki sayfaya çevirdi bakışlarını. Bu sayfada kısa süreli büyü bloğu büyüsünün nasıl yapıldığı anlatıyordu.
"Şimdi, ilk olarak sol elini havaya kaldır ve serçe parmağınla gökyüzünü işaret et." diye dışından okudu yazanları.
"Sonra derin bir nefes alarak. Üç saniye bekle ve kutsal kelimeleri söyle." bir, iki, üç!
"Lerepa yu yüge!" sözleri bittiğinde hiçbir şey olmamıştı. Sayfanın devamını okumaya koyuldu. Söylenmesi gereken sözcüklerin altında, 'Büyü hemen aktif olmayabilir. Sakin ol ve bekle. Güçlü büyücülerin olduğu mabetlerde büyünün etkisini göstermesi on dakikayı bulabilir.' yazıyordu. Zaten beklemekten başka çaresi yoktu. Onca yolu bir hiç için gelmiş olamazdı. Çaresizce oturdu ve beklemeye başladı. Beklerken kitabın diğer sayfalarını incelemeye karar verdi.
Haritanın olduğu sayfayı çevirdiğinde, kasvetli bir klan simgesiyle karşılaştı. Siyah bir kapüşon giymiş kafatası. Bu Modaric Klanı'nın simgesiydi. Neden böyle bir simge seçtikleri hala muallak olsa da, gezegenin hali düşünülürse çokta garip gelmiyordu. Gezegene kırk bin yıldan fazladır kaos hakimdi. Tüm canlılar ya öldürülmüş ya da köle yapılmıştı ki köle olan canlı sayısı bile artık çok azdı. Bütün canlılar sürekli ve rastgele bir şekilde çiftleşmelerinin sonucu melez yaratıklara dönüşmüşlerdi. Doğal biçiminde kalan canlı sayısı, kölelerden bile azdı. Bunların çoğu da Partum denilen doğa dışı varlıklardı. Zaten bu varlıklarında duyguları ve hazları yoktu. Aslında nasıl bir hayat geçirdikleri bile bilinmiyordu; ya da neye benzedikleri. Sadece hikayelerden duyulan şeyler biliniyordu. Ağızları kulakları ve gözleri olmayan canlılar olduğu söylenirdi hikayelerde. Kolları ve bacakları da olmadığı söylenirdi. Hatta bazı abartılı hikayelerde organlarının dahi olmadığı söylenirdi. Gerçi bunların hiçbirine ihtiyaçları olmadığı kesindi çünkü zaten sahip oldukları yetenekler en güçlü olmaları için yetiyordu.. Her şeyi, evren kurallarını, maddeyi hatta zamanı değiştirebilmeleri... Zaten Partum denilen bu varlıklar hakkında bilinen tek kesin bilgide buydu. Damnatus'un merak ettiği konu, böylesine kudretli güçlere sahip varlıkların tamamen pasif bir şekilde yaşamalarıydı. Hiçbir soruna ve olaya müdahale etmiyorlardı. O zaman bunca güç onlara neden verilmişti?
Şiddetli bir patlama sesi tüm her yerde yankılandı. Biraz daha şiddetli olsa Damnatus kesinlikle sağır kalırdı. Gürültünün yankısı yavaş yavaş geçerken bu seferde etraf kör edici bir ışıkla aydınlanmaya başladı. Damnatus istemsizce gözlerini kapattı. Bu gezegende açık alanda gözlerini kapatmak ölüm demekti ama kendine engel olamıyordu. Sanki gözleri kızgın alevlerle dağlanıyor gibi acıyordu. Korkuyla yere bakarak gözlerini açmaya çalıştı. Bu hiç karşılaşmadığı bir saldırı olmalıydı. Belli ki harita sahteydi; hatta büyük ihtimal kendisi gibi ahmakların çekildiği bir tuzaktı...
------------------------
*Uyku Fanusu: Uyurken insanları ele geçiren yaratıklara karşı alınmış bir önlem. Eğer uyuyan kişi Esgop'lar yani insanları rüyalarındayken ruhlarını ve bedenlerini ele geçiren canlılar tarafından ele geçirilirse, diğer insanlara zarar veremeden bu fanus içindeyken infaz edilir.
**Modaric Klanı: Kepler Gezegeni'ni tekrar eski güzel günlerine döndürmek için yemin etmiş üç bin yıllık eski bir grup. Her ne kadar çabalasalar da sayılarının azlığı ve güçlerinin yetersizliği, üç bin yıldır hayallerine ulaşmamalarına neden olmuştur ama asla pes etmemişlerdir. Her üyenin kalana dahil olurken ettiği yemindeki gibi;
'Güzel günler görmek istiyorsan, umut etmekten yılma!
Parmakların kopsa dahi, büyü yapmayı bırakma!
Cennette mutlu olmak için cehennemi unutma!
Sabretmeyi bil ve asla yorulma!'
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..