''İnsan yavrusu demek!'' diye fısıldadı yaratık keyifle. Şaşkın bir şekilde etrafa bakınan küçük kız, ona doğru yaklaşan canlıyı görünce doğal olarak korkarak geri geri yürümeye başladı. Tüm vücudu büyük sarı çıbanlarla dolu olan yaratığın vücudu kanıyormuş gibi duran kırmızı bir sıvıyla kaplıydı. İki gözü vardı ve içleri bembeyazdı. Sadece ortasında küçük kırmızı bir yuvarlak vardı. Ağzıysa garip bir şekilde küçüktü. Küçük kısa bir çizgi gibi duruyordu ve garip bir şekilde hep gülümsüyordu. Aslında ilk bakışta samimiyet katan bu gülüş, belli bir zaman geçtikten sonra korkutucu bir hal almıştı.
Etrafa bakındı küçük kız. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Her yer dikitlerle ve sarkıtlarla doluydu. Garip bir mağaraya benziyordu burası ama ileride gökyüzü görünüyordu. Kırmızının en parlak tonundan oluşmuş bir gökyüzü. Etrafta nereden geldiği belli olmayan baloncuklar uçuşuyordu.
"Merhaba küçük dostum. Kayboldun galiba?" dedi sıska yaratık. Vücudu anlamsız bir şekilde çok zayıftı. Sanki her ortasından kırılacakmış gibi bir hali vardı. Küçük kız korkuyla gerilemeye devam etti. Annesinin bahsettiği canavarlardan birisiydi belli ki bu.
"Korkma benden. Ben sana yardım etmeye geldim." diye yalan söylemeye devam etti yaratık ama kız buna kanmayacak kadar zekiydi. Geri geri yürürken yaklaştığı dikite sert bir yumruk attı ve kırarak eline aldı. Dikiti eline aldığında masmavi parlak bir kılıca dönüştü. Kılıcın ucunda düşmana korku veren bir ateş yanmaya başladı.
"Demek rüya güçlerini kullanmaya başladın!" diye homurdandı yaratık. Kız bunu duyunca anladı bu garip olayın nedenini. O rüyadaydı ve istediğini yapabilirdi! Hemen onu koruyacak bir büyücü hayal etti. Daha düşünceleri aklından çıkmadan, önünde iri cüppesiyle güven sağlayan yaşlı bir adam belirdi.
"Korkma evlat emin ellerdesin." diyerek küçük kıza güven verdi yaşlı adam. Kız buraya geldiğinden beri ilk kez gülümsedi. En başta korktuğu yer aslında o kadarda kötü değildi galiba.
"Bu oyun iki kişilik seni böcek! Unutma ki sen rüyalar aleminde yenisin ama ben buranın sahibiyim!" yaratığın sözleri bittiğinde etrafta ne büyücü, ne de kızın elindeki kılıç kalmıştı. Bulundukları yerde değişmişti. Büyük bir kazanın karşısına gelmişlerdi. Kazanı karıştıran yeşil bir yaratık vardı. O da ilk gördüğü yaratık kadar zayıf ve çirkindi.
"Hadi gel yemek vakti." diyerek ürkütücü bir şekilde gülümsedi kırmızı yaratık ama kız inatla yaklaşmıyordu. Bu tuzağa düşmeyecekti elbette. Kızın bu hareketi yaratığı sinirlendirmişti. Yüzündeki gülümseme silinerek kıza doğru koştu ve kıvrak bir hareketle kızı kolundan yakaladı.
"Eeh senle mi uğraşacağım!" diye homurdanırken, bir yandan da kızın kolunu çekiştiriyordu.
"Al şunu sakın kaçırma! Kazana koy tadını salsın şimdiden." diyerek yeşil canavara doğru ittirdi kızı ve kazanın yanından ayrıldı. Yeşil yaratık yere düşen kıza duygusuz bir yüz ifadesiyle yaklaştı. Sırtından çıkardığı bıçakla kızın bacaklarını ve kollarını hızlıca kesti. Bu işlemler yapılırken kız hala canlıydı. Acı dolu feryatlar attı, etraf kızın çığlıklarıyla inledi ama kimsenin umurunda değildi. Daha doğrusu bu feryatları işitebilecek hiç kimse yoktu galiba. Kız kanlı gözyaşları dökerken, "Annee!" diye çığlıklar atıyordu. Çaresizce onu kurtaracak birinin umudundaydı ama artık her şey için çok geçti...
Küçük kızın çığlıkları etrafı inletirken, yeşil yaratık küçük bir mimik dahi göstermemişti. Duygusuz bir taştan farkı yoktu sanki. Kızın gövdesini ve kestiği uzuvları kazana atarak karıştırmaya başladı. Canlı insan eti yemeğe çok güzel bir aroma katıyordu. Bugünkü yemekleri ayrı bir güzel olacaktı. Bunu düşününce ilk kez bir duygu belirtisi gösterdi. Yüzünde tatminkar bir gülümseme vardı.
-------------------------
Damnatus kafasını yere doğru eğerken bir yandan da kolunu gözüne siper ediyordu. Ölecekse de ne yüzünden olduğunu bilmek istiyordu.
"Tearse!" etrafta yankılanan sözcüğün anlamını biliyordu. Bu canlıları felç eden güçlü büyülerden birisiydi. Daha düşünceleri bitmeden bacaklarına giren krampla yere düştü. Ardından kollarına ve boynuna aynı şiddetli kramplardan girdi. Büyü etkisini gösteriyordu. Ardından kalbinde derin bir ağrı hissetti ve yere yığıldı. Tükürüğünü dahi yutamıyordu. Ağzının kenarından iğrenç bir şekilde akmaya başlamıştı.
"Izabe!" çene ve boyun kaslarını serbest bırakan bu büyünün onu bu kadar mutlu edeceği hiç aklına gelmezdi. Rahatlayarak yutkundu ve;
"Sen de kimsin? Bana kendini göster!" diye bağırdı. Bu sözcükleri garip bir kahkahayla bölündü. Yoksa rizura denen, sürekli gülerek rakiplerinin akıl sağlığını kaybetmesine neden olan yaratıkların eline mi düşmüştü?
"Asıl bu soruyu biz sormalıyız sana. Bu kitabı nasıl buldun? Antik lisanı nereden biliyorsun ve bizden ne istiyorsun!" ilk sözcüklerini gülerek ve neşeli bir şekilde söyleyen ses, son sözcüklerini hiddetle ve nefretle söylemişti. Ses kesildiğinde Damnatus aniden havaya doğru yükseldi ve bir kalenin burçlarında asılı bir şekilde buldu kendini.
"Cevap ver kimsin?" soruyu soran kişiyi görebiliyordu bu sefer. Yüzünü tamamen kapatan siyah bir kapüşon giyen bir adam vardı karşısında. Yüzüyle ilgili görebildiği tek şey, gölgelerin arasından sarkan uzun beyaz sakalıydı. Sakalının verdiği yaşlılık hissi sesinde hiç yoktu.
"Ben Damnatus. Sizi uyarmak ve izin verirseniz yardım etmek için geldim." sözleri ortamı daha da germişti. Kapüşonlu adam sanki birileriyle konuşuyor gibi bir şeyler mırıldanıyordu. Bu adamda kimdi? Basit bir çapulcu sürüsüne mi denk gelmişti yoksa?
"Uyaracağın şeyi tahmin ediyoruz ama sendende dinlemenin zararı olmaz; lakin önce kendini tanıt bize. İsmini söylemen kendini tanıtmak olmuyor." karşısındaki adamın sözleri bittiğinde havada süzülmeye başladı. Burçların üstünden süzülüp taş zemine düştü. Taş zemine düştüğünde felç etkisi de geçmişti. Belli ki onun zararsız olduğunu anlamışlardı. Boğazına gelen öksürüğü attıktan sonra diz üstüne çökerek kalktı. Diz üstüne çöktüğünde hayret verici bir şeyle karşılaşmıştı. Doğal taş! Doğal taş, kaos başladıktan sonra yapılan savaşlardan dolayı zamanla cehennem taşlarına dönüşmüştü. Artık doğal taş hiçbir yerde bulunmuyordu. Bu adamlar nereden bulmuşlardı? Aslında asıl soru, bu taşları taş golemlerine sunup destek almak varken niye kale yapmışlardı?
"Şimdi konuş! Bize kendinle ilgili her şeyi anlat!" adamın sözleri bittiğinde etrafında beş kişi daha oluşmuştu. Bu beş adamda ilk karşılaştığı adamın aynısıydı. Sanki birbirinin kopyası altı kişi onu izliyordu. Üstlerindeki siyah kapüşon ayaklarına kadar uzanarak bütün bedeni kaplıyordu. Belli ki çevrelerinden gizlemek istedikleri şeyler vardı.
"Dediğim gibi adım Damnatus. Kayıp Diyar'dan geliyorum." Kayıp Diyar lafını duyduklarında, Damnatus'un etrafını çevreleyen gizemli kişilerden şaşırdıklarını belli eden sesler çıktı. Ardından fısıltıyla birbirleriyle konuşmaya başladılar. Bu kadar kısık sesle konuşurken birbirlerini duymaları neredeyse imkansızdı. Gerçi şöyle bir gerçek vardı ki, artık bu gezegende imkansız diye bir şey yoktu.
"Kayıp Diyar'ı bildiğine göre ne kadar ölümcül olduğunu da biliyorsundur." dedi şüpheli bir şekilde ilk baştan beri konuşan kişi. Belli ki Kayıp Diyar'dan geldiğine inanmıyorlardı haklı olarak çünkü oraya gidenler ya ölür ya da ölümsüz olurlardı.
"Ölümsüzlerin nesli tükendi diye söylentiler varken, ölümsüz olduğunu iddia etmen oldukça aptalca." bu kadar bilgili canlıların bu kalede saklanmaları anlamsızdı. Garip bir grubun merkezindeydi belli ki. Cevap çok açıktı.
"Yok olduğu inanılan Modaric Klanı üyelerinin böyle demesi çok manidar." dedi kinayeli bir şekilde. Bu dediğinin tehlikeli olduğunu biliyordu ama ona zarar veremezlerdi. Buna güçleri yetmezdi ama zindanlara atıp sonsuza dek işkence edebilirlerdi ve bu daha kötüydü.
Damnatus'un sözlerini duydukları an, altı kişide burnunun dibine kadar yaklaştı hızlı bir şekilde. Bu sayede yürümediklerini öğrenmişti. Yere yakın bir seviyede uçuyorlardı çevresini saran canlılar. Demek ki onlar büyücüydü ve bu durum tahminini destekliyordu.
"Bunu nereden biliyorsun yoksa rüya iblisi misin!" ilk kez gruptan başka birisi konuşmuştu. Ses tonuna bakılırsa daha genç birisiydi.
"Neden dinliyoruz ki onu? Tüm gücümüzü birleştirip onu var oluştan silelim! Eğer dediği gibi ölümsüzse bile bizim büyü gücümüzden kurtulamaz!" bu ses başka birisinden gelmişte ama kimden geldiği anlaşılmıyordu. Sesler sanki direkt olarak beynine gidiyor gibiydi.
"Sakin olun. Bize yardım etmek istediğini söyledi. Kahin!" diye gürledi. Sesi etrafta yankılanırken, yanlarında yeni birisi belirmişti bile. Bu gelen kişi daha farklıydı. En büyük farkı yüzü de kapalıydı. Sadece gözleri açıktı ve garip bir şekilde parlıyorlardı. Gözleri tamamen siyah olan bu canlının gözleri öyle garip bir şekilde parlıyordu ki, kapüşonun yarattığı gölgeye rağmen görülüyordu. Ayrıca kapüşonun her yerinde göz simgeleri vardı.
"Haklı. Bize yardım etmek istiyor. Zihninde korku ve acı var." adam hiçbir emir almadan yapması gerekeni yapmaya başlamıştı. Belli ki telepati yoluyla haberleşiyorlardı.
"Atalarımızın doğduğu topraklardan, Kayıp Diyar'dan gelmiş!" bunu söylerken korkarak geri çekildi kahin. Kayıp Diyar'ın adı bile korkutmaya yetiyordu canlıları. Oradaki kaos, vahşet, ölüm en güçlü insanı bile yiyip bitirirdi. Sulega bile Kayıp Diyar'a uğramaz, şeytan bile kölelerini almak için oraya yaklaşmazdı. Kayıp Diyar, ruhların bedenlerini bu lanetli yerde kalmasın diye Anglesler'e* teslim ettiği yer. Meleklerin kanatlarını teslim ettiği yer. Kötülüğün mabedi! Extera'nın** evi!
"Size söyledim. Kahininiz zaten zihnimi okuyabiliyor belli ki. Yalan söylemiyorum savaş kapıda ve size yardım edebilecek tek kişi benim." kahin endişeyle gözlerini kırptı ve tedirgin bir şekilde kıpırdanmaya başladı.
"Doğru söylüyor. Dış dünya bizi yok etmek için toplanıyor. Yirmi bin yıl sonra savaş tekrar kapıda!" kahinin bu sözleri, Damnatus harici orada bulunan herkesi ürkütmüştü. Gizemli grup fark etmeden, oluşturdukları yuvarlağı genişlettiler. Korkuları buna neden olmuştu. Kaçmak istedikleri kader karşılarına çıkmıştı.
"Ne yapmamız gerekiyor Kahin! İşini yap ve bu adama güvenebilir miyiz söyle!" kahin kafasını yere eğdi sonra havaya kaldırdı. Kızıl toz bulutunun arkasından sızan güneş ışığına baktı.
"Ona güvenmekten başka çaremiz yok!" sürekli sözü alan kişi sinirlenmişti galiba çünkü küçük şiddetli bir deprem oluşmuştu. Bunun yapay olduğu başlangıcı ve bitişindeki kopukluktan dolayı kolayca anlaşılıyordu.
"Çaremiz yok ne demek! Güvenemez miyiz yani? Düzgün bir şey söyle yoksa azledilirsin!" kahinin garip gözleri çaresizliğini yansıtmaya yetiyordu. Gözlerini umutsuzca, kalenin burçlarının ilerisindeki sonsuz çöle çevirdi.
"Zihninde göremediğim yerler var ama bize yardım etmek istediği kesin çünkü..." şu ana kadar liderliği üstlenen kişi olağanüstü bir hızla kahinin yanına gitti ve gözlerine kilitlendi. Kapüşonu yüzünü gizlese de bunu anlayabiliyordu insan.
"Gizem mi yaratmaya çalışıyorsun! Bir çırpıda söylesene diyeceğini!" gökyüzünde büyük bir yıldırım çarptı. Belli ki duygularını kontrol edemediğinde doğanın kontrolünü kaybediyordu. Bura da normalde gezegenin diğer kısımları gibi ölümcül doğa olaylarıyla esir alınmış olmalıydı. Büyücüler doğa olaylarını kontrol ediyor olmalıydı ama bazen böyle kontrolü kaybedebiliyorlardı belli ki.
"... çünkü o bize saldırıya geçen ordunun kurucusu."
-------------------------
*Anglesler: Ölü bedenler parçalanana kadar tecavüz eden; sonra da bu tecavüz ettikleri bedenleri başkalarına yedirerek çoğalan bir canlı türü. 1.60 civarı boyları ve şişman vücutları vardır. Kafaları yoktur. Sadece vücutların bağlı bir gözü ve göbek bölgesine bulunan ağızları vardır. Kolları ve bacakları yok denecek kadar kısadır. Dilleriyse cinsel organ işlevi görür.
**Extera: En güçlü ölümsüz. Belirli bir şekli veya yapısı yoktur. Maddesel hali belli değildir. İstediği an istediği maddeye, şekle hatta kişiye dönüşebilir. Kalbi veya beyni maddesel olarak var mı o bile kesin değil. Bu yüzdende ölümü imkansız sayılıyor ki zaten deneyen kimse başaramadı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..