“Sinan...” diye seslenirken ablasından sırt çantalarını alıp yerleştirmişti bile. Valizi ve spor çantamı da bagaja yerleştirince şoför koltuğuna geçtim. Aynı anda bu çocuk ya çok çabalıyor ya da Yücel abi farklı(!) bir babaymış diye düşünmeden edemedim. Sinan’ın ablasının adını Sude olduğunu da ileride bir sohbet arasında öğrendim. Gülseren abla önde benimle oturuyordu, çocuklar arkada. Gülseren ablaya dönüp bizim ekiple olan durumu açıkladım. Valizi yerleştirirken spor çantamdan aldığım telsizi Gülseren ablaya verdim belki Yücel abiye buradan ulaşabilirdi.
Bu sırada bizimkileri aradım ama uzun bir süre kimseye ulaşamadım bu sırada herkes nereye nasıl gidilmeli hakkında konuşuyordu. Gülseren abla “Artık yola çıkalım oğlum saat 10.00’a geliyor” dediğinde yaklaşık bir saattir bizimkileri aradığımı fark ettim kafamdan kaynar sular dökülmüştü endişelenmek duygularımı ifade dahi edemezdi ancak bu duygular bir anda kesildi çünkü telefonum çalıyordu. Arabada ölüm sessizliği oluştuğunda telefonu açtım. “Alo birader, lan niye açmıyorsunuz telefonu it herifler” dediğimde. Ümit’in nefes nefese endişeli sesiyle sustum “Deniz boş ver şimdi onu sakın Ataşehir’e falan ineyim deme biz bir gafletle 2. köprü yolana girdik kanka köprüden sanki yakanın sonuna kadar cehennem yaşanıyor gibi” sözünü kesip “3. Köprü üstünden Şile, Kandıra, Adapazarı???” sözü Ümit’e bıraktım “Adapazarı kardeşim, görüşeceğiz Deniz”. “Herhalde lan Şile’de bir süre bekleyeceğiz sizi” deyip telefonu kapattım. Karar verdiğim şeyi aileye söyleyip olumlu cevaplar aldım ve yola çıktık.
Bulduğumuz çoğu aralıkta Sakarya’ya Ümit’in keşfettiği bir kamp alanına giderdik. Sapanca gölüne oldukça yakın ormanlık alan gözlerden uzak ama şehir merkezine arabayla 15-20 dakikalık mesafedeydi. Kandıra üstünden Sakarya’ya girdiğimizde kamp alanı pek yakında olmayacak hatta gitmek istersek şehrin içinden geçmek zorunda bile kalacaktık ancak bu güzel kamp alanına ısrarla gitmek istememizin ve ilk aklımıza gelen yerin burası olmasının tek nedeni su ve barınma sorununu net bir şekilde çözen doğayla iç içe ortamı değildi. Yakınlarda göle kıyısı olan bir askeri yerleşke olduğunu birçok kez gidip geldikten sonra öğrenmiştik. Eğer şansımız en azından benim şansım yaver gitmeye devam ederse orada oldukça kolay hayatta kalabileceğimizi umuyordum.
Yaklaşık 10 dakika sonra şansımın bitmek üzere olduğunu anlamıştım. Arabamı tereddütsüz bırakmamı sağlayan dehşet kaza mahali kadar olmasa da arabadakilerin gerçekliği kavramasına yardımcı olacak sahne hiçte hoş değildi. “Arabada kalın. Sinan işaret verince gelebilirsin.” deyip bıçak ile dışarı çıktım. Görüş açımda 5-6 araba vardı ancak yolu açmamız bu birkaç arabadan fazlası ile haşır neşir olmamızı gerektirecekti. Elimde bıçak ile hafif eğilerek arabalara yaklaştıkça duymak istediğim sesi duyamayınca tamamen ayağa kalkıp etrafı inceledim gördüğüm arabaların önünde 10’a yakın araba vardı. 15 arabalık bu büyük engeli zombi görmeden aşmayı düşünmüyordum bile derken bana en yakın aracın penceresinde bir el ve sonrasında kanla kaplı bir surat gördüm. Yola çapraz duran siyah sedana yaklaştıkça onu nasıl halledebileceğimi düşünmeye başladım;
Pencereyi kırmak, ahmakça
Yücel abinin evinde tuttuğu silahını Sinan’dan alıp halletmek, daha ahmakça
Kapıyı açıp uzaklaşıp halletmek, öldürmekte henüz o kadar iyi değilim
Kapıyı bir anlık açıp araya sıkıştırıp halletmek, tutabilecek kadar güçlü müyüm emin değilim
Filmlerde tek bir zombiyi öldürmenin bu kadar uzun sürmemesi tamamen gerçekten uzak. Harika şimdide Rick Grimes eleştiriyorum. Saçma fikirlerimin içinde boğulurken aklımda bir vizyon canlandı. Sinan’a işareti verip yanıma gelmesini sağladım, planımı anlattım. Arabadan uzaklaşıp Sinan’ın cama copla hafifçe vurmasını izliyordum.
Zombinin bütün dikkatinin Sinan’da olduğunu hissettiğimde arabanın diğer tarafına geçtim. Zombi şoför koltuğunda kemeri bağlı şekilde oturuyordu. Sağ ön kapıyı sessizce açıp içeri girdim. Zombiyi kemerinden kurtardım şimdi tüm gücüyle Sinan’ın yakın olduğu camı geçmeye çalışıyordu. Beni fark etmediğine emin olunca cama yakın olan kafasını elimle cama doğru tutarak vurdum. O daha tepki veremeden bıçağımı kafatasının arkasına geçirdim. Olduğu yere yığıldığında hızlıca araçtan çıkıp kapıyı kapattım. Sol ön kapıyı açıp zombinin düşmesine izin verdim. Minyon bir kadının beni fiziksel olarak bu kadar yorabileceği aklıma dahi gelmezdi bilmem anlatabildim mi? Kadını yıpranmış giysilerinden tuttum ve yolun kenarına sürükledim.
Bu sırada Sinan’ın insan olduğuna kanaat getirdiğim sahne yaşandı. Arabadan destek alarak ayakta duran çocuk arka tekerin yanına kusuyordu. Verdiği fiziksel tepkiye anlayışla yaklaşsam da kusmakla aram hiç olmamıştı, bebekliğimi dışarda bırakırsak hiç kustuğumu dahi hatırlamıyorum. Sinan’ın sırtına dokunduğumda kendini durdurmayı başarmıştı arabadan uzaklaştığında ben de arabayı yolun kenarına çektim.
1’i gitti 14’ü kaldı uzun bir gün olacağı kesindi. Bu taktiği birkaç kere daha uyguladıktan ve araçların arasına sıkışmış zombileri hallettikten sonra Sinan duruma alışmaya başlamıştı. Yücel abi ‘Senin kadar soğukkanlı davranabilecek çok kişi yok bu saçma süreçte.’ derken haklıydı sanırım. Bu sert mizaçlı polis çocuğu bile bu tepkiyi veriyorsa sanırım garip olan bendim. Planımızın sıçtığı noktaya sonunda gelmiştik, 15 arabalık grubun ortalarına ulaştığımızda 4 kişilik aileden kimsenin hayatta kalamadığı arabayı gördük. Ben ellerimi kafama atıp "Hayır sokayım hayır ya..." diye söylenerek bariyerlere doğru yürüdüm. Sinan ise kafasını sağa sola sallayarak geriye yürümeye başladı. 5-10 dakika sonra Sinan yanıma geldi. “Abi ne yapacağız?” diye sordu.
Kafamda bir şeyler vardı ve Sinan etrafta yokken hiçbir şeyden endişelenmeden hareket edebilirdim. “Annenlere bir baksana sen bayağıdır, kontrol etmedik onları.” dedim. Sinan yeterince uzaklaşınca şoför kapısını açtım ve zombinin üstüme gelişini izledim. Aramızda 3-4 metre varken ona doğru koşmaya başladım. Tüm gücümle sağ ayağının hemen üstüne tekmemi savurdum. Yere yığılan tıknaz zombinin kafasına hızlıca bıçağımı geçirdim.
Hemen arkama baktığımda tıknaz abinin bütün ailesi arabadan çıkmak üzereydi. Eşi olduğunu tahmin ettiğim kadın zombiyi arabadan çıkarken omzundan yakaladım ve diğer tarafa savurup kapıyı kapattım. 5-6 metre uzağımdaki zombi bana doğru dönmüş sendeleyerek yürüyordu. Koşarak göğsünden tekmeleyip yere düşürdüğümde üstüne atlamak için hamle yapacaktım ki Sinan babasının bana verdiği benim ona verdiğim copla zombinin kafasını eziyordu. “Beni göndermen pek hoş değildi ama bayağı iyiydin.” deyip hafifçe gülümseyen Sinan’a kafamı sağa sola sallarlarken sırıtarak yanıt verdim. Olduğum yere oturup nefeslenmeye başladım. “Annenler?” dedim nefeslenirken. “Sorun yok, sıkılmışlar.” deyip küçük bir kahkaha patlattı. Ben de ona katıldım biraz gülüştükten sonra işimize devam ettik yarım saat içinde yolumuza geri döndük.
Şu ana kadar zombilerle şanslı olduğumuzu söyleyebilirdim asıl garip olan pek insanla karşılaşmamızdı. Ya çok geç kalmıştık ya da henüz kimse olayın bizim kadar içine girmemişti ki bu olasıydı birkaç ilçe hariç büyük ilçe semtler arası yollar bakir ve uzundu belki de insanlar kendileri görmedikleri için büyük tepkiler göstermiyordu. Gece 3 civarından beri bu olayın içinde olmam herkesin bu durum içinde olduğunu düşünmeme yol açmıştı ama hala daha haberlere ya da internete bakmayan insanlar bile olabilirdi.
Sonuçta henüz sadece 8 saat olmuştu...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..